⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
6. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı: Kolpa- Hiç Bitmez Bu Masal
Hayatta herkes için ilkler her daim önemli olmuştur. İlk adım, ilk kelime, ilk aşk, ilk ev ve ilk araba... Bu listenin ne bir başı vardı ne de sonu.
Benim ilk aşkım babamdı. Şu an bu bana da oldukça şaşırtıcı geliyordu ama ben bir zamanlar babamın prensesiydim. Annem, benim küçükken, büyüyünce babamla evleneceğimi söyleyerek ağladığımı anlatırdı. Çok kıskanırmışım annemi. Hep babamın koynunda uyurmuşum da beni odama sonradan taşırlarmış. Ondan sonra her hafta birine âşık olduğum dönemlerim vardı. Yaylada bir çocuk vardı Kemal. Ona âşık olduğum ve peşinden koştuğum zamanları hatırlıyorum nedense. Sonra Ferman'a âşık olduğum günleri de hatırlıyorum. 5 yaşındaydım. Ferman da ergen bir çocuktu. Kuzenimle sürekli baş başa kalmalarını kendime dert edinirdim. Ağlar ve triplere girerdim. O zamanlar da yedi yaşında falan olmalıydım. Okula gittiğimi anımsıyorum çünkü.
İlk aşk neyse ki benim için Ferman değildi. Kemal'di. İnşallah hayatım boyunca Kemal'i bir kez daha görmezdim ve aklımda o zamanki haliyle kalırdı. İlk aşkımın Ferman gibi biri olmuş olma ihtimali bile beni yıkıyordu. Ancak bugün ilk kez istenmiyor olmama rağmen ilkmiş gibi heyecanlıydım. Ne ilkti ne de gerçekti ama ben gerçekten şaşırtıcı bir şekilde çok heyecanlıydım. Gerginliğim de hat safhadaydı...
Aramızdaki anlaşmayı burada ikimizden başkası biliyor değildi. Endişelenmem belki yersizdi ama ya bize sorular sorarlarsa? Biz birbirimizi tanımıyorduk. Açıkçası tanışma hikâyemizi bile unutmuştum.
"Kızım hangi yemeği seviy yavuhlun."
"Ne yavuklusu Gülbeyaz Abla ya! Görüştüğüm bir bey sadece." diyerek omzuna omzumla dokundum Güldü. "Ne yaparsan yer o. Hepimiz birinin sevdiği şeyi mi yiyeceğiz? Zeytinyağlı dolma yap. Oh mis en güzeli!" dediğimde Başını iki yana sallayıp "Sen yok misin sen! Au herkes senin sevduğun yemeyi mi yiyeceh!" diye sordu.
"He yiyeceh tabi. Gelin benim da!" Popoma bir şaplak atarken gülmese cidden vurdu sanacaktım eli baya ağırdı çünkü. Kaçtım mutfaktan. Bana iş kitleyeceğini biliyordum tabi...
Amcalarım ve halalarım da gelmek istemişlerdi ve ben istemiyor olsam da sesimi çıkaramamıştım. Alt tarafı bir istenmeydi. Bu kalabalığa ne gerek vardı? Ferman geldiğinde bile gelmemişlerdi hem...
Muhtemelen dedikodu kokusu alıyorlardı. Bu kız kim için düğünden kaçtı?
"Asude kaç kişi gelecekler demiştin?" diye sordu babam. Aslında bir şey dememiştim çünkü bilmiyordum. "Ev ahalisiyle gelir herhalde. Ekstra birilerinin geleceğini söylemedi. Ama zaten kalabalığız kalabalık da gelseler bir şey değişmez. Değil mi?"
Babam nefesini dışarı bıraktı. "Sen nası bu gadar rahat bir çocuksun anlamiim." diyerek dış kapıya yöneldi. "Ben sandalye falan getirtiyim şimdi sen de sor kaç kişi geliymiş."
Of. Neyse mesaj atayım en iyisi. Arayıp konuşmaya gerek yoktu şimdi. Sesimden heyecanlı olduğumu anlar kendi için sanarak falan havalara girer. Neme lazım!
Ben:
Telefonumu cebime sokup odama çıktım ve duşa girdim. Güzel ol demişti. Umuyordum ki standartları Valeria seviyesinde değildir. Zira kendimi bir kaç saatte sarışın, mavi gözlü yapma şansım yoktu. Hele uzamam söz konusu bile değildi. Topuklu ayakkabıyla az biraz bunu halletmeye çalışabilirdim ancak.
Duştan çıkıp bornozumla yatağa uzandım ve telefonuma baktım.
-9 yetişkin bir çocuk ve bir bebek.
-Gözün korkmadı inşallah. Görüldü bile yapmıyorsun.
Ben:
-Bence yoldan da bir kaç kişi alıp gelin. Geldiğinizde sizin gözünüz korksun istemiyorum
-Ayrıca güzelleşmeye çalışıyorum. Öyle demiştin ya...
Kalktım. Havluyla saçlarımın nemini aldım. Mesaj geldi.
-Son yarım saat yeterdi bence 😉
Boş boş ekrana baktım. Ne demek istiyordu? Hayır, bu cümleyi Diyar ya da Nazif kursa iltifat olduğu konusunda şüpheye düşmezdim de Kaptan Beyciğimiz niye bana iltifat etsin ki? Fıtratına ters bir kere...
Ben:
-Ne yaparsan yap boşa çabalıyorsun demek istemedin inşallah?
Hayır, iltifat sanıp gülünç duruma düşmeyelim şimdi.
'Kaptan-ı Derya kişisi engellensin mi? Engellenen kişiler sizi arayamaz veya size mesaj gönderemez.'
Engelledim ve telefonu yatağa fırlattım. Öküzlüğün doğasına aykırı olduğunu anlamıştım zaten. İltifatın kelime anlamını biliyor mu acaba hödük?
İnadına hedeflediğimden 5 kat daha fazla özendim. Ancak oldukça hanım hanımcık olmalıydım. Zira daha nikahı basmadan kayın hasımlarımı-evet hısım değil hasım- korkutmanın âlemi yoktu. İmzayı attıktan sonra role girerdim.
Asude'ciğim hanım hanımcık olman rol aslında. Kendine bari dürüst ol. Söylediklerine inanıyorsun bir de yazık!
İç sesleri susturma aparatı satılıyor mu acaba internette. Gerekli gereksiz her şeyi icat etmişler. Bunu etmemişlerse vallahi asıl o zaman yazık!
Benim, içerden çökertmeye meraklı bir iç ses olmama yazık aslında. Duydun mu? Şş sana diyorum.
Kes sesini senin seviyene düşmeye niyetim yok. Dikkatimi dağıtıyorsun...
Çattık. İyi ben de seninle uğraşmam. Deli mi ne? Sanki ne işi gücü var? Dikkatini yesinler...
Allah'ım kafayı sıyırdım galiba! Derya'yı engelleyince kavga edecek kimse kalmamış kendime sataşmıştım!
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
"Gızım daha istemede sen böyleysen düğünden önce bize hastane yolu gözikiyi demek." diyerek kulağımın dibinde kıkırdayan Gülbeyaz Abla'yı duymazdan geldim. Zira düğün müğün diyordu. Ciddiye alsam hastaneye bile değil direkt Asri mezarlığa uğramamız gerekirdi. Omuzlarda ben...
İyi ki yalandan evleniyordum. Gerçek olsa herhalde kalbim buna dayanmazdı. Bu haliyle bile oldukça gerilimli bir olaydı evlilik. Ya da birbirimizi tanımadığımız için, gelecek hakkında fazlaca endişem olduğu için, evliliğin kendisi bizzat sahte olduğu için ve hiç tanımadığım insanlarla 3 ay yaşayacağım için bu kadar heyecanlıydım. Normal bir süreç olsa daha sakin olabilirdim. Bilemiyorum...
Hem bazı konular üstünkörü konuşulmuştu. Mesela üç ay meselesi. Bu üç ay ne zaman başlayacaktı? Bugünden itibaren mi yoksa evlendikten sonra mı? Eğer bu günden başlayacaksa bir buçuk ayımı dedemle diğer bir buçuk ayımı da tanımadığım insanlarla geçirmek isterdim. Risk almak her zaman sevdiğim bir şey değildi ve alacağım kadar risk almıştım.
Bir saat önce Derya'nın engelini kaldırmıştım. Ve yarım saat önce aramıştı. Şehrin girişinde olduklarını ve konum atmamı istemişti. Ben, engellediğimin bile farkında olmadığını düşünürken "Engelimi açmamış olsaydın geri dönecektim." diyerek telefonu yüzüme kapatmıştı. Sanıyorum ki ailesi yanında olmadığı için bu kadar rahat konuşuyordu. Mola falan vermiş olmalıydılar. Kötü ihtimalle de ailesinin yanında böyle konuşmayı sorun etmeyecek karakterde biriydi. Aman evlerden ırak!
Gerginliğim biraz da bundandı...
Kapı çalınca mutfakta oturduğum sandalyeden ayağa fırladım. "Geldiler." dediğimde Musa kahkaha attı halime. "Kırk yıl düşünsem seni bu halde göreceğimi tahmin edemezdim Asude." dedi serseri serseri bakarak.
"Abla. Asude Abla! Bırak zevzekliği hem. Git kapıyı aç." dedim terslenerek. Gülbeyaz abla kolumu tuttu.
"Kız gapıyı sen açacaksın ya. Nerede görülmüş gelinin sonradan misafirin yanına geldiği!" diyerek beni mutfaktan çıkardı ve kapıya sürükledi. Topuklu giymiştim. Evet, düzeni bozamıyorsanız ona uyun demişler. Topuklular üzerinde devrim yapmak pek kolay olmayacağından ben de hanımefendi olacaktım bu akşamlık. Hem bence çok güzel görünüyordum. Kaynana hanımannemiz de beğenmezse onun gözlerinde bir sorun varmış demek ki.
Kapıyı açmadan evvel derin bir nefes aldım ve pişmiş bir kelle kadar estetik bir gülümseme ifadesi takındım.
Kapıyı açtığımda karşımda bir sürü insan buldum. Herkes en az benim kadar samimi(!) bir gülümsemeyle bana bakıyordu.
"Hoş geldinizzzz." diyerek cici bir kızmışım gibi davrandım. Hep bir ağızdan hoş bulan kalabalık, kapının önüne koyduğumuz terlikleri giyerek içeri girmeye başladı. Gülbeyaz Abla kapıda durmuş ellerine kolonya serperken geçen beni şöyle bir inceleyip geçiyordu. Girin siz içeri girin. Asıl şenlik büyük salonda. Dedikodu kazanları bu gece hiç durmayacak, fokur fokur kaynayacaktı.
Derya'nın babaannesi, babası, annesi ve abilerini tanımıştım. Abilerinin hangisi hangisi bilemesem de. İki eltim ve görümcem de sondaki üç kız olmalıydı. Bir eltim yaşça büyük olduğu için büyük eltim olduğunu da anlamıştım ama diğer iki kızdan hangisi eltim hangisi görümcem bilemedim. Sarışın olanda bir elti havası vardı ama. Az biraz suratsızdı çünkü...
Yine de gülümsemem herkes içeri geçene kadar yerini korudu. Birden biri mini eteğimin uçlarına yapışınca başımı eğdim ve Derya'nın onunla yaşıt olduğumu ima ettiği 6 yaşındaki yeğeniyle göz göze geldim. Neydi adı? Neydi adı?
"Mina'cığım?" diye sordum onun hizasına eğilirken. Tabi bunu eteğimin müsaade ettiği kadarıyla yapıyordum.
"Sen amcamın karısı mı olacaksın?" diye sordu merakla. Gözlerinde temkinli bir ifade vardı.
"Senin için bir mahsuru var mı?" diye sordum gülümserken. Kaşları çatıldı, anlı kırıştı. "Benim mahsurum yok. Ne ki o?" deyince güldüm. Gülmemem gerekiyordu ama aşırı komik değil miydi?
"Yani senin için sorun olur mu amcanla evlenmem? Mahsur sorun demek." diye açıkladım. Bozulmuş hali geçti ve düşündü.
"Benim için olmaz ama sen sarışın değilsin ve gözlerin siyah. Amcamın sevgilisi daha güzel. Bu amcam için mahsur olabilir."
Hı?
Gözlerimi kırpıştırmamalıydım. Sakin olmalıydım. Ve Derya'ya sinirlenmemeliydim. Çocuğa da sinirlenmemeliydim. Dudaklarıma komut verdim yeniden. Kulaklara doğru uygun adım marş!
"Mina amcacım hadi annenin yanına git sen." diyen sesle kendime geldim ve ayağa kalktım. Surat ifadem şaşkındı ama onu da düzelttim. Gülümsüyor olmasam da afallamış değildim artık.
"Zamane çocukları takılma." dese de dudaklarını ısırması ve bakışlarını kaçırması bana gerekli mesajı vermişti. Pislik, kahkaha atsan daha az çaktırırdın!
Sinirle gülümsedim. "Bizim adetlerde ilk seferde kız verilmiyormuş." dedim ve elindeki çiçeği ve çikolatayı çekip aldım. Önden yürürken elime ona salonu gösterdim. Ben de mutfağa girip elimdekileri bıraktım. Ardından salona girdim. Daha sakin bir tebessümle herkese yeniden hoş geldiniz dedikten sonra kenarda bulduğum boş bir sandalyeye oturdum.
Nasılsınızlar faslı yaklaşık kırk beş dakika sürdükten sonra hava durumu konuşuldu ki bu da yaklaşık yirmi dakika sürdü. Dursun Bey, babam ve amcamlarla bir süre iş konuştu. O konuşma siyaset ve spor şeklinde evrildi. Dedem ve Mehpare Teyze de eski zamanlardan konuşup yeniçağa durmadan laf sokuşturdular. Bir yandan Gülbeyaz Abla, halalarım ve Derya'nın annesi Çiçek Hanım dantel, yemek bir şeyler konuştular. İki eltim görümcemle baş başa vermiş bana kaçamak bakışlar atarak dedikodu yapıyorlardı. Görümcem benimle yaşıt sayılırdı. Bir yaş tam yoktu aramızda. Eltilerim hakkında pek bir bilgim yoktu açıkçası. Ama sarışın olan kızın eltim olduğu konusunda yanılmamışım. Meslektaş olduğum küçük eltim oydu.
Derya durmadan bana mesaj atıp saçma sapan yorumlar yapıyordu.
-Deden şeker gibi adam. Sorunun sende olmadığına emin misin?
-Ne yemek yaptın benim için? İçli köfteyi çok sevdiğimi söylemeyi unutmuşum.
-Eltilerin nasıl çekiştiriyor seni gördün mü? Meslektaşın sana karşı çok önyargılı haberin olsun.
-Getirdiğimiz çikolatalar çok pahalıydı. İnşallah bize de ikram edeceksiniz...
-Bu arada fena olmamışsın. Estetik mi oldun ne yaptın?
Hiçbirine cevap vermemiştim ama o durmamıştı.
"Yemek hazır olmuş, buyurun?" diye teklifte bulundu dedem nihayet. İsteme sonra olacaktı demek. Aman çok gerildim.
"Keşke hiç zahmet etmeseydiniz." dedi Dursun Bey kibarca. Mehpare Teyze de "Doğru söyleyi. Uşağım biz çiz istemeya celduk. Kayfe içer ciderduk." diye devam etti
"Olur mu annem? Misafirimizin başımızın üstünde yeri var. Hem bu gece hayatta bırakmayız." diyen babama şaşkınca baktım. Ne alaka baba?
Bir şey diyecek gibi olan Dursun Bey vazgeçti ve sadece gülümseyip başını salladı. "Bunları sonra konuşuruz Sinan." dedi ve hep birlikte kalkıp büyük masanın etrafına geçtiler. Ancak masa o kadar büyük değildi. Bu yüzden aşağı salonda da bir masa hazırlanmıştı.
"Ben gençler için de aşağıdaki masayı hazırladım ama." diyen Gülbeyaz Ablaya müstakbel kaynanam "Çok teşeçürler ne zahmet ettüyüz." dedi aksanıyla.
Gülbeyaz abla ve o, kibarlıkla birbirini övüp ne zahmeti faslını ederken ben 'Genç'lere elimle aşağıyı işaret ettim. Neyse ki kuzenlerim gelmemişti. Hepsi evlenip çoluk çocuğa karışınca çokbilmiş olmuşlardı. Burada bana destek değil köstek olurlardı.
Kayınlarım, eltilerim, görümcem ve ben aşağı inerken merdivende topuklum takıldı ve sendeledim. Korkuluğa tutundum ama beni asıl ayakta tutan şey kolumdaki eldi.
"Dikkat et canım." dedi Derya alayla gülerken. Sonra arkadan kimden olduğunu bilmediğim bir ses geldi. "kikikiki diqqat et bebeyim." buna ben de gülmüştüm ama en önde olduğum için kimse güldüğümü görmemişti.
Aşağıdaki salona girdiğimizde yukarıdaki masanın bir boy küçüğü bizi karşılıyordu. Çok yazık oldu ancak menümüzde gerçekten içli köfte vardı. Ballıydı bu çocuk ballı! Tabi hem sevgilisi var dünya güzel, hem de benim gibi minnoş bir karısı olacaktı...
Neyse adil kabul edebilirdim çünkü o da fena değildi...
Kayınbiraderlerim, müstakbel kocama göre oldukça centilmenlerdi. Eşlerinin sandalyelerini ve kardeşlerinin sandalyesini çekmişlerdi. Derya da gidip direkt oturunca hırsla sandalyemi çekip oturdum.
"Sizin ailede adalet yok galiba." dedim gülümseyerek. Ancak dudaklarımın çizgilerinde öfkeler saklıyordum.
Herkes şaşkınlıkla bana bakarken küçük kayınbiraderim Duha kaşlarını kaldırıp "Nereden böyle bir yargıya kapıldınız küçük hanım?" diye sordu. Eltilerim benden çok hoşlanmış gibi değillerdi zaten ancak şu an bakışları daha da keskinleşmişti.
"İyi olan ne varsa siz ikiniz almış gibi görünüyorsunuz. Azıcık centilmenlik, anlayış bırakmalıydınız. Arkanızdan gelenlere de kalsın diye. Bu eşitsizlik yüzünden öküz olanı bana düşmüş oldu." dedim. Kendi sandalyemi kendim çekerken küçük eltimin bana olan alaylı bakışları beni çok kışkırtmıştı. Elbette hırsımı alacaktım ve ben de bu bakışlara sebep olan öküzden almayı uygun gördüm. Ne demiştik? Zaten hanım hanımcık bir gelin olmamı istemiyordu öyle değil mi?
Eltilerim ve görümcem de dâhil masadakiler bir kahkaha tufanına tutulurken meydan okuyan bakışlarımı damat beye çevirdim. Gözlerindeki ifade 'Dua et kadınsın, erkek olsan ağzını burnunu kırardım' derken ben de 'O biraz sıkar' bakışlarımla ona karşılık verdim.
"Hak ettin bro!" dedi Duha Abi Derya'ya. Murat Abi de Duha Abi de beni sevmiş gibi görünüyordu. Karılarının aksine...
"Aslında oldukça centilmendir Kaptan'ımız." diyen büyük eltim Nilay'ın cümlesini küçük eltim Melike devam ettirdi. "İçinden geldiğinde tabi..."
Bak işte Kaptan Bey! Beni, kimlerin ağzına sakız ediyorsunuz!
"O zaman centilmen olmuş olmuyor. Çıkar gütmüş oluyor. Onun da başka bir söylemi var ama ne olduğunu söylemek istemiyorum. Sonuçta evleneceğim ben bu adamla." dedim. Söyleseydim yavşak derdim. Çünkü eğer işine gelince centilmen oluyorsa yavşıyordur o kıza ve yavşıyorsa da yavşaktır!
Murat Abi küçük eltim Melike'ye hitaben "Yengecuğum ben, sen yamansın sanıyordum da yeni nesil avukatlar sana da nal toplatıyor baksana." deyince gülümsedim. Laf soktuğunu düşünmüyordum ve söyledikleriyle onore oldum. Siz daha durun canım eltilerim... Tasdikli onaylı geliyorum...
"Zaman gösterecek onu abi." dedi güccük eltim. Elbette zaman gösterecekti bize her şeyi ancak ne kadar zamanımız olacaktı?
Bir yıl? Beş yıl? Bir ömür? Belki de bir kaç hafta...
Gülümseyen yüzüm oturduğumuzdan beri hiç değişmemişti. Mümkün olduğunca yerini korumaya da çalışacaktım.
"Nasıl tanıştınız? Ne zamandır birliktesiniz?" diye sordu görümcem Yaprak. Ömürce miydi yoksa örümcek miydi? Bunu da zaman gösterecekti...
Derya'ya baktım. Endişeli bir tavır aldı yüzü. Hiçbir şey anlatmamış mıydı yoksa anlattıklarıyla çelişirim diye miydi bu endişe?
"Derya anlatmadı mı?" diye sordum bozuntuya vermeden. Duha Abi söze girdi. "Derya bize pek bir şey anlatmaz. İstanbul'da tanıştığınızdan başka bir şey bilmiyoruz. Onu da babam söyledi yani."
Anlaşılan bir bana değil, herkese kalastı...
"Aslında abim bize her şeyini anlatır ancak senin hakkında bir şey söylemedi pek." diyen görümcem kafamdaki soru işaretlerini dağıttı. Bir bana kalastı yani...
Düşünelim bakalım. Babalara ne söylemiştik? Benim yapışan taraf olduğumu söylediğimi çok net hatırlıyorum. Bir eski sevgiliden bahsetmiştik...
Şöyle ki sevgili görümcem; "İstanbul'a geleli bir kaç hafta olmuştu. Kütüphanede ders çalışırken öyle kalem silgi alışverişlerimiz oluyordu." diyerek söze girdim.
"Abim? Kütüphane?" dedi Yaprak. Evet canım. Abin ve kütüphane! Bu çocuk tıp okudu yani...
"Sen de beni hepten serseri ettin Yaprak! Arada bir kütüphaneye gidiyordum." dudaklarını büktü. Pek inanmış gibi değildi. Rota yeniden oluşturuluyor o zaman...
"Aslında Yaprak haklı. Kütüphaneye de öyle kız tavlamaya falan geliyordu bence. Ya uyurdu ya etrafına bakınırdı aval aval." dediğimde Derya bana ters ters bakmaya başladı. Sen dur daha.
"Oldukça eğlenceli olmaya başladı. Eee" dedi Murat Abi kendinden beklemediğim bir neşeyle. Adamın mizacı sert ve hüzünlü arasında bir yerdeydi çünkü.
"İşte o zamanlar arkadaş olduk. Arada görüşüyorduk ve sonra birden iletişimimiz koptu. Ancak açıkçası ben ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştım." dediğimde keşke aşkla bakmak nasıl oluyor bilseydim diye düşünüyordum.
Herkes yemek yemeyi kesmiş beni dinlerken "Lütfen devam edin." dedim ve ben de bir kaç lokma bir şeyler yedikten sonra tekrar devam ettim. "İşte bir gün mesaj attım cesaretimi toplayıp. O zaman buluşup bir şeyler içmek için anlaştık. İki yıl sonraydı sanırım. Sevgilisi olduğunu öğrendim. Yabancı bir kız."
Elbette bu insanlar Valeria'dan haberdardı ve 5 senelik ilişkimiz var yalanı tutmazdı. Kaldı ki babamı kızdırmak için de ben âşık oldum demiştim. Profesyonel yalancılar tutarlı olur...
"Valeria." diyerek altbilgi geçen küçük eltimin derdini anlamış bulundum. Yabancı gelinciydi. Acaba büyüğü kimciydi? Valeria mı yoksa nişanı geri atılan görücü usulü kızcı mı?
"Evet. Sustum tabi ki o zaman. İşte geçen yıl dayanamadım. İçimde kalacağına söyleyeyim gitsin. Belki unuturum diye itiraf ettim duygularımı. Bir kaç ay önce de Valeria'dan ayrılınca teselli etmiştim. Öyle konuşuyorduk. Ancak evlilik... İkimiz için de biraz ani alınmış bir karar oldu." dedim. Olabilecek en doğal yalanı söylemiştim. Acaba Derya'nın gözünde nasıl bir yerdeydim. Şaşkın gözlerine bakılacak olursa 'Ben nasıl bir belaya düştüm?' diyordu. Yalanları söyleyen ben de öyle düşünüyordum çünkü.
"Baya aşkına eşkıya bir karaktermişsin. Sevdim." dedi Duha Abi. Gülümsedim. Eşkıya kısmı doğru olabilirdi de aşk falan çok alakasızdı maalesef...
"Yani biz Valeria'dan ayrıldığını bilmediğimiz için şok olduk." dedi Nilay. Anlayışla başımı salladım. Derya'nın gözlerine baktım. "Çok sevmiş olmalı. Belki de kabullenemediğinden söylemedi." dedim ve masada sessizlik oldu. Böyle bir şey söylememem gerektiğini elbette biliyordum ancak ben onlara çektirirken, eli sopalı bir gelini oynarken onların aklına önceden yerleştirdiğim mesajlar gelmeliydi. 'Valeria olsa böyle olmazdı. Bize iyi davranırdı. Yabancı ama insan' falan derlerdi. Ve zaten nişanından kaçan bir kız olduğumu da adım gibi eminim biliyorlardı. Hiç adım bile geçmemişken aşkımızdan divaneye dönmüş çiftler gibi davranmamız mantıklı olmazdı. Tüm bunları düşünmüştüm ama bir sonuca varamamıştım. 'Nasıl davranacağım?' sorusu aklımı en çok kurcalayan konuydu. Ancak doğaçlama olarak en doğrusu bu gibi geliyordu.
"Bu seni rahatsız etmiyor mu?" diye sordu Melike. Bakışlarımı yemeğime çevirdim. Etmiyordu. Çünkü yalan olan bendim ve gerçekten âşık falan değildim.
"Nasıl etmez? Ancak ne yapabilirim? Aramızda az da olsa bir şeyler var. Buna tutunuyorum." dedim ve yeniden tebessümümü büyük bir gülümsemeye çevirdim.
Ondan sonra kimse konuşmadı. Sessizce yemeğimizi yerken Derya'nın bakışları üstümde ağırlık yapmaya başladı. Baktığını biliyor ama bakmıyordum. Ayağıyla ayağıma dokundu. Öfkeyle bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarıyla kapıyı gösterdi. Konuşmak istiyordu. Konuşmaktan ziyade hesap sormaktı belki de niyeti...
Çatal bıçağımı tabağıma bıraktım. "Şey siz yemeğinizi yerken biz Derya ile biraz konuşsak sorun olur mu?" diye sorduğumda Murat Abi "Olur mu küçük yenge. Siz konuşun biz az daha oyalanırız." diyerek göz kırpınca gülümsedim genişçe. En çok büyük kayınbiraderimi sevmiştim.
Derya da masadan kalkarken suratı sirke satıyordu. Beni kışkırtmamalıydı. Bana nasıl davranıyorsa ona göre rol yapmıştım ben. Her şeyi yakıp atmak bana zor değildi. Onun planıydı bu ve ben rolümü hakkıyla oynuyordum. Buna büyüklerimiz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demişler... Adamlar Derya gibilere çok denk gelmişlerse demek...
Ben önde o arkada dış kapıya yürüdük. Kapının önünde durduğumuzda o terliğini çıkarıp ayakkabısını giyerken ben vestiyerden aldığım galoşu ayağıma geçirdim. İki saat topuklularımı çıkarmakla uğraşamayacaktım...
Bahçeye çıktığımızda aniden durup bana baktı. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye tabiri caizse tısladı. İşaret parmağımı dudaklarıma değdirdim sus der gibi ve elimle bahçenin arka tarafına giden yolu gösterdim. Devam etti. Gözlerimi devirip arkasından gittim. Çardağa gitmek yerine ayakta durmayı tercih edince ben de karşısında durdum ve "Şimdi söyle." diyerek kollarımı bağladım ve ağırlığımı tek ayağımın üstene verecek şekilde durdum.
"Ne yapmaya çalışıyorsun Asude?" diye sordu az öncekine göre daha sakin bir sesle.
"Anlaştığımız şeyi yapmaya çalışıyorum." dediğimde kaşları havalandı. "Benim hala Valeria'ya âşık olduğumu ima ederek mi?" dediğinde alayla güldüm.
"Aşka inanmayan, hiçbir deneyimi olmayan benim ama hiçbir şey bilmeyen sensin Derya! Senin bu kızla üç buçuk yıllık bir ilişkin varmış. Sen bu kızı görmek uğruna Kaptan'lık yapıyorsun."
"Hayır, Kaptanlık yapmamın onunla alakası yok." dedi kaşlarını çatarak ancak vardı. Asıl mesleği doktorluk olan biri neden Kaptan olsun yoksa? Uzatmadım yine de.
"Bir kaç aydır ayrısınız ve benimle evlenecek kadar bana kör kütük âşık olmuşsun profili çizmemiz çok mu normal sence? Durumumuza en uygun yalanı söyledim ben."
"Evet, öyle güzel söyledin ki bir an anlattıklarının doğruluğu hakkında ben bile şüpheye düştüm." dediğinde bu kez kaşları havalanan bendim. "Yalan söylediğim için beni yargılıyor musun?"
"Asude bu yalan söylemek değil. Gerçekleştirdin. Yalan dediğin-" sözünü bitirmesine izin vermedim.
"Yalan dediğin bizim yaptığımız şey Kaptan Bey! Gözün mü korktu? Senin yaptığınla benim yaptığımın ne farkı var? Üstelik bu senin fikrindi. Yalan dediğin ne biliyor musun? Ben senden ufacık bir ricada bulundum. Karaya inene kadar sevgilimmiş gibi davran diye. Yalan oydu. Gerçekleştirmek isteyen sendin. İşi resmiyete dökmek isteyen, tüm bu organizasyona sebep olan, bu kadar insanı inandırmak isteyen sendin. Ben payıma düşeni layıkıyla yapıyorum sadece. Ne yapmamı istiyorsun? Gidip içeridekilere asıl âşık olanın sen olduğunu, peşimden koştuğunu mu anlatmalıydım? Çünkü en klasik hikâye bu değil mi? Ancak ne durumumuz buna uygun ne de sen buna uygun davranıyorsun. Abilerin eşlerinin sandalyesini çekerken sen beni görmedin bile. Benim en yakın arkadaşım Diyar bile kaç gece eve tek dönmeyeyim diye saatlerce beni beklerdi. Centilmenlik bu. Sen bana centilmence bile yaklaşmıyorsun. Ne bekliyorsun? İçeridekilere senin Valeria'yı unutup bana âşık olduğunu ve çok mutlu olduğumuzu anlatmamı mı bekliyordun? Hayır madem beğenmedin hikayemi sen neden uydurmadın? Şimdi başıma ahlak bekçisi kesilme lütfen!" dediğimde sesim kısık ancak sertti. Herkes çok ahlaklıymış gibi beni yargılıyordu ve bu iş iyice canımı sıkmaya başlamıştı.
Eğer söylediklerim ahlaksızlıksa bu oyunu teklif eden de oydu asıl ahlaksız olan da oluyordu. Bu neden benim başıma patlıyordu?
Ondan herhangi bir tepki bekliyordum. Bağırmasını ya da özür dileyip haklı olduğumu söylemesini. Hatta bu oyunun saçmalığının farkına varıp herkese doğruları söylemeyi kabul etmesini ama asla avucunu yanağıma bastırıp yüzüme eğilmesini beklememiştim.
Burnumun dibine girdiğinde "Ne yapıyorsun?" diye sordum fısıltıyla. Gözlerimin içine baktı. "Kimse görmesin diye beni buraya getirdin güya. Neden tam abimlerin ve yengemlerin gözlerinin önündeyiz? Şu an bizi izliyorlar ve oldukça meraklı görünüyorlar." dediğinde arkama dönecek oldum ancak yanağımdaki avucuyla buna engel oldu. Doğru söylüyordu. Salonun boydan camının tam önünde ama biraz uzağındaydık. Sesimiz gitmiyor olabilirdi ama görüntünün çok net olduğunu söyleyebilirdim. Yaklaştı ve yaklaştı. Ne olduğunu idrak edemeden dudaklarını alnıma bastırıp ardından kendime gelmeme bile müsaade etmeden beni göğsüne hapsetti.
"Madem bu kadar profesyonel yalancılar olacağız. Kavga sonrası birbirine sığınan bir çift rolünü de oynamamız gerekir. Öyle değil mi?"
Bir şey diyemedim. Öylece durdum. Dilim tutulmuştu sanki...
Beni bıraktığında göz göze geldik. Yüreğimin bir kuş çeşidi olduğunu ancak anlıyordum. 24 senede asla fark edememişim bunu... Yüreğim bir kuşmuş ve uçup ağzıma geldi sanırım. Yutkundum ve sadece soru işareti olan bir cümle kurabildim.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Halamlar ve yengemlerin de Gülbeyaz Abla'ya yardımıyla kısa sürede sofra toplanmış ve yeniden isteme pozisyonuna geçilmişti. Gözlerim sürekli Derya'ya dönmeye meyletse de inatla ona bakmıyordum. Bahçedeki temasımızdan sonra hızlı adımlarla salona geri dönmüştüm ve kimsenin yüzüne bakamamıştım. Gözlerim Mehpare Teyze'nin bacakları arasında duran Mina'daydı. Bana oldukça şaşkın bakıyordu. Sanırım kız Valeria'yı çoktan yenge diye kabul etmişti ve nasıl birden yırtık dondan çıkar gibi çıktığımı düşünüyordu. Onun aksine kardeşi Ayaz'ın dünya umurunda değil gibiydi ve annesinin kucağında uyuyordu. Şu an onun yeri bence en cazip yerdi. Ayaz'cım keşke yer değiştirseydik. İstenilecek kız olmak çok külfetliymiş. Yalancıktan olsa da...
Yemekler için teşekkürler edilip bir kaç tarif alındıktan sonra Gülbeyaz abla beni kapı ağzından çağırdı ve onunla mutfağa gittik. Hazırladığı kahve tepsilerini alıp birlikte salona çıktığımızda ilk tepsileri dağıtıp ikinci tepsiyi alıp dağıtacaktım ki Gülbeyaz Abla durdurdu beni.
"Şu, senin tam önündeki, soldan 2. bardak damat kahvesi." dediğinde cani biriymişim gibi sırıttım. Fare zehri koymamıştır ama Gülbeyaz Abla'nın eli boldur. Bolca tuz koyduğuna şüphem yoktu. Herkes kahvesini alırken görümcem damat kahvesine uzanınca tepsiyi hafifçe geri çekip kaş göz yaptım. Anlayıp güldü ve diğer kahveyi aldı. Ben damadın önüne gidip hiç yüzüne bakmadan kahveyi verdim ve geri çekilip tepsiyi Gülbeyaz Abla'ya verip köşedeki sandalyeme oturdum. Damat, kahveyi rahatça ağzına götürürken sahte bir isteme olduğundan olsa gerek hiç beklemiyor gibiydi. İlk yudumunu aldığında yüzünün aldığı şekle gülmemek için dudaklarımı ısırdım ve bana dönen gözleriyle birlikte hemen başımı başka yöne çevirdim. Herkes çaktırmadan kıkırdarken salonda yankılanan sesler maalesef güldüğümüzü çaktırmıştı.
Kayınbubacuğum Dursun Bey söze girdi.
"Ortak olalım diye yola çıktık. Kaderin işi işte dünür olacağımız varmış Sinan." Allah'ım çok özür dileriz. Bizim yalan dolanımız, yazdığın kadere bağlandı. Ama sen de bizi Derya ile karşılaştırdın. Bu da kader sonuçta...
Babam "Hem de ne kader Dursun..." diyerek bir iç çekti. Bu iç çekmenin altında hepimizin anladığı ama dile getirilmeyen bir ima vardı. İki tarafın da söz bozması ve benim nişandan kaçıp gemiye saklanmam gibi... Tabi herkes bu kadar ayrıntılı anlamamıştı ama olsun...
"O yüzden sebebi ziyaretimiz belli. Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızınız Asude'yi, oğlumuz Derya'nın hayat arkadaşı olması için istiyoruz." dediğine bir şaşırdım. Şey bekliyordum. 'Oğlumuza istiyoruz' falan. Çıkışmak için bekliyordum açıkçası. Çok sinir eder beni bu tabir ancak Derya'ya sonunda baktığımda sırıttığını gördüm. Hatta tüm kardeşler ve elitler de gülüyordu.
Babam bir an duraksadı ve dedeme baktı. Dedem eliyle sen devam et dediğinde konuşmaya başladı. Bu kadar medeniyet dedemde çarpıntı yapmış olabilirdi tabi...
"Aslında bizde adettir. İlk seferinden kız verilmez. Bir kaç kez gidip gelmeniz gerekirdi ama hem uzak yoldan geliyorsunuz hem de gençler bize diyecek bir şey bırakmadı aslında. Onlar da razı olduğundan verdik gitti."
Babama ters ters baktım. O cümleye karşı kurduğu cümleye bakar mısınız? Verdik gitti nedir. 'Hayırlı olsun, kızımızı size emanet ediyoruz' falan der insan.
"Öyleyse hepimize hayırlı olsun." dediklerinden ne olduğunu anlamadım ama herkes birbirini öpmeye başladı. Herkesin birbirini öpmesi sorun değildi de beni de öpüyorlardı ve ben de kendimi yüzlerce el öperken buldum. Sorun olurdu, eğer idrak etmeye zamanım olsaydı. Sonra tam bitti derken karşımda Derya ile öylece kalakaldım. Gözlerim ardına kadar açılmış bön bön bakarken onun da benden farklı olmadığını görüyordum. Elimi uzattım tokalaşalım diye. Ciddi işlerde en uygunu bu olmaz mıydı? Hem ayıp değil miydi canım? Dedemin yanında elin oğlunu öpmek falan... Dudaklarını birbirine bastırıp gülerken elimi tuttu ve ben tam sallayacakken yaklaşıp yanaklarımızı iki taraftan da tokuşturdu. Yani öpüyormuş gibi yapıp öpmemek var ya öyle işte...
Yeniden bir kıkırdama uğultusu olunca geri çekildik. Ve minik bir karmaşanın ardından yerlerimize oturmuştuk.
Dursun Amca derin bir soluk bıraktı ve "Biz aslında düğünü olabilecek en kısa sürede yapmak istiyoruz. Durumumuz malum. Fazla uzatmasak iyi olur. Diyoruz ki yarın bir söz yapalım. İki haftaya kalmadan da düğünü yaparız."
Ne? Çabuk olsun da 2 hafta ne?
"Ama çok erken değil mi?" dedi babam bana bakarak. Tam başımla onaylayacaktım ki dedem "Bizim için de uygun. Fazla uzatmanın âlemi yok." diye cevap verdi, bana ve babama sertçe bakarak. Ben de sert bakışlarımı dedeme diktim ve dik dik baktım.
"Yaşadığımız şeyler ortada. Her iki ailenin de çevresi, eşi dostu var. Canımız sıkılmadan hemen olsun bitsin. Gençler de bu kadar hevesli madem." diyen dedeme baktım. Sanki bir zafer kazanmış gibi bir ifadeyle gözlerime çevirdi gözlerini. Ben ona senin evindeki havayı bile istemiyorum demiştim. Bu, onun diyetiydi.
"Benim için uygun." dedim dedemin gözlerinin içine dik dik bakıp daha sonra salondakilere bakarken. "Büyük bir organizasyon istemiyorum. Sade bir nikâh da olur." dediğimde hem dedem hem de kayın ailemden itiraz sesleri yükseldi,
"Düğün olmadan olmaz." diye direten dedem gözlerimi diktim. "İstemiyorum düğün." dedim dişlerimi sıkarak.
"Dul garı gibi mi gitmek istiyin?" dediğinde "Ne alakası var?" diye sordum sertçe.
"Ha çizum bizum adetlerde de düğün olmadan olmaz da." diyen Mehpare Teyze'ye gözlerimi kırpıştırdım. "Mehpare teyze masrafa gerek yok hiç. Aile arasında sade bir nikâh..."
"tezye nedur çizum? Bubanne diyecesun da! Sen de benum torunum olacasun." dediğinde gülümsedim. Benim babaannem ben çok küçükken vefat ettiği için çok uzun zamandır kimseye öyle hitap etmemiştim. Kadıncağız dedemin kahrına dayanamadı. Erkenden göçüp gitti. Ondan bana kalan tek şey göbek adım...Zühre...
Zaten bana ondan başka Zühre diyen de olmadığı için bu da böylece unutulup gitmişti. Künyem olmasa ben de unutmuş olurdum muhtemelen...
"Peki Mehpare babaanne." dedim ve konuya yeniden dönüş yaptık. "Sen bubanun tek uşağusun bizim uşak da cençtur beçardur. Düğün edeceyuk. Bizum hazirluğumuz tamdur. Hazirlaniyduk zaten saha kismetmuş." dedi. Harika. Eski nişanlının hazırlığına konacaktım. Oldu olacak o kızı da Ferman'a verelim. Berdelimiz de eksik kalmasın.
"Siz bilirsiniz ama dediğim gibi ne oynarım ne kına yakarım. Siz oynamak, eğlenmek istiyorsanız yapın. Ben düğün boyunca otururum." dedim ve masumca gülümsedim. Tamam, köprüyü geçene kadar hanım hanımcık olacaktım da ne başında ne de sonunda üstümde baskı kurmalarını izin verecek değildim.
"Haçen bizum uşaklar da cidiyi adliyenun önünde mi bekleyi nedeyi? Avukat celun sevdanuz nedur anlamadum!" diyen Çiçek Hanım yani kaynanamın küçük eltiden yana dili yanmış olmalıydı. Ve muhtemelen Dursun Bey'in beni isterken ki medeni cümlelerinin sebebi de küçük eltimi isterken edindiği tecrübeydi.
"Asude!" diye dişlerini sıkarak ama gülümseyerek beni uyaran babama bakıp gülümsedim 'Efendim' dercesine. "İnsan düğününde oynamaz mı kızım?" diye sorduğunda oldukça yumuşak bir ses ve ifadeyle "İnsan kendi düğününde söz hakkına da sahip olmalı değil mi? Sizin eğlenme isteğinize saygı duyuyorum ancak düğünden hoşlanmadığımı çok iyi biliyorsun." dedim.
Dedem bir şeyler mırıldandı ama anlaşılmadı söyledikleri. Dedemi azıcık tanıyorsam 'Pavyonda şarkı söyleyip dansözlük yapmayı seviysin de düğün mü sevmiysin?' temalı bir cümle kurmuştu.
Ortam bir anda gerilince Derya söz aldı. Şükür...
"Asude'ye katılıyorum babaanne. Yani büyük bir şey istemiyoruz ikimiz de." dedi.
Hayır, yalandan olan bir şey için masraf yapsınlar da istemiyordum ama işte bunu söyleyemediğim için de kötü ve şımarık sanmışlardı beni. Olsun zaten yalan olduğu için benim hakkımda ne düşündükleri de önemli değildi.
"Haçen sen çes sesunu. Sıniri çoktan geçtun sen!" diye terslenen Mehpare Babaanneden her şeye rağmen hoşlanmıştım. Onu kendi tarafıma çekebilsem... Ama ya da boş ver. Şimdi beni severse gittiğimde üzülür. Ben de üzülürüm. En iyisi hiçbiri beni sevmesin... Hem beni sevmemeleri lazımdı, Valeria'yı sevmek için...
"Aklınızdaki nedir Dursun?" diye sordu babam aslında çok da hevesli olmayarak. Şu ana kadar hep babasıyla kızı arasında kalmıştı ve ilk defa ikisi bir konuda aynı fikirdeydi ama kendisi karşı taraftaydı... Ve bu durumun bu hale gelmesinin sebebi yine babası ve kızı arasındaki çekişmeydi.
"Biliyorsun biz birçok şeyi hazırladık. Düğün salonunu tuttuk. Zaten ev üstüne gelecek. Bizde öyle... Umarım senin için bir sorun teşkil etmiyordur bu kızım?" diyen Dursun Bey direkt bana baktı. Biraz korkarak kurmuştu bu cümleyi. "Yani tüm çocuklarımla aynı çatı altında yaşıyoruz. Değişsin istemem ama sen-"
Babam bana gizli bir alayla baktı. Dedemin bakışları ise açıkça dalga geçiyordu. Kocaman gülümsedim. "Elbette hiç problem değil. Çok hoşlanırım." dedim ve muzır bakışlarımı babama ve dedeme çevirdim ve zaferle, şaşkın suratlarına gülümsedim. Onlarla yaşamak istemeyip başka bir aileyle-hiç tanımadığım bir aileyle- seve seve yaşayacağımı söylememi henüz sindirememişlerdi.
Ancak bilmedikleri şöyle küçük bir detay vardı ki buna hepi topu üç ay katlanacaktım, belki de daha az... Bilmemeye devam etmelerinde hiçbir sorun yoktu... Mina'nın deyişiyle 'Mahsur' yoktu.
"Çok iyi. Biz de seninle yaşamaktan hoşlanacağız eminim." diyerek gülümsedi nazikçe. İtiraf etmem gerekiyor ki Dursun amca beni çok şaşırtmıştı. Nerde günler önce oğluna bağırıp çağıran ve evleneceksin diyen adam?
"Bu yüzden biz bugün bir otelde kalacağız. Yarın basit bir söz organizasyonu ayarlayabilirsek sözü yapalım. Söz, istediğiniz gibi sade ve yalın olabilir." diyerek kıkırdadı. Ben de güldüm. Ancak ikimizden başka gülen de olmamıştı. Zevksizler... Bence gayet güzel bir göndermeydi...
Dursun Amca'nın içinde aşırı kafa biri vardı. Biraz trol bir karakterdi. Babamın eski hallerine benziyordu biraz da...
"Ne oteli oğlum? Kocaman ev hepimize yer var." dedi dedem sertçe. Dede sen bir girmesen mi araya? Otel hepimiz için daha rahat olurdu bence...
Misafir sevmediğimden değil ama misafir sevmiyorum. Hele içlerinde evleneceğim adamın da olduğu misafirleri hiç sevmiyordum... Yalandan ya da gerçekten... Hiç hoş değil...
"Yok, Rıfat Amca, biz yer ayırttık zaten. Bir ahbabımızın oteli var burada."
"Oğlum ben deyeceğimi dedim. Sonrasını siz biliysiniz." dedi ve arkasına yaslandı ve meşhur tespihini çıkarıp çekmeye başladı.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Dedem her daim herkes üzerinde baskı kurmayı ve yeri geldiğinde dişini geçirmeyi bilen birisi olmuştu. Bundan her daim nasibini alanlar elbette çocukları, gelinleri, damatları ve torunları olmuştur. Ben de dâhil... Ancak ben dişinin kovuğu için biraz sert bir lokmaydım. Dişine pek çok kez dokunmuştum. Yine de ne o vazgeçmişti çiğnemekten ne de ben yumuşamıştım. Bundandı dedemle çatışmalarımız. Konu ben olduğumda dedem sinirlerini her daim zorlardı. İstanbul'dan ayrılmayı çabucak kabul etmem de bu sebeptendi. Çünkü o skandalın üstüne bir de diretseydim. İstanbul'da kalırdım. Kalırdım da ben ve gözümün değdiği herkesin hayatı tepetaklak olurdu. Dedem beni parçalayamadığı dişini başkalarıyla bilerdi. O yüzden dönmüştüm ve babamı yeni bir yalanla ikna ederek geri dönerim sanmıştım. İşlerin gerçekten bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum tabi. Kendimi bir anda çiçek ve çikolata kabul ederken bulmuştum ve o zaman işlerin sandığım gibi olmadığını anlamıştım. Ve hayat öyle sürprizlerle doluydu ki ben yine evleniyordum ancak kendimi bir kodese yürüyor gibi değil de gökyüzüne doğru tırmanıyor gibi hissediyordum...
Kimseyi üzmeden ve herkese istediğini vererek özgürleşiyordum.
Özgürleşmenin bir yolunu bulamayanlar da dedemin sözlerini takip etmeye devam ediyordu. Ve bu kervana Dursun Bey ve ailesi de katılmıştı. Derya annesiyle benim gözümü korkutana kadar dedemle nasıl baş edeceğini düşünmeliydi ama henüz tanımıyordu değil mi? Neyse artık tanışır bundan sonra... Ve yatağının dedemin odasına denk düşmesi de tamamen, yüzde yüz tesadüf(!) eseriydi.
Üstümdeki süs fazlasını atıp bir kot ve tişört giydim ve yüzümü milyon kez yıkadım. Makyaj malzemeleri hangi ara bu kadar kaliteli olmuştu ya? Çıkmıyordu bir türlü. İstanbul'da fakirken aldığım 10 liralık rimelle hiç böyle bir sorun yaşadığımı hatırlamıyorum...
Sonunda makyajımı temizleyince odadan çıktım. Ben, görümceme ve Mehpare Babaanneye odamda yatak hazırlamıştım. Dursun Amca ve Çiçek Hanım için bir misafir odası, Murat Abi, Nilay ve çocuklar için bir misafir odası ve Duha Abi ile Melike için de bir misafir odası hazırlatmıştık. Bu işlerden pek anlamasam da bir isteme sonrası iki tarafın birbirine bu kadar çabuk yakınlaşmadığına emindim ama yine de bu gece görümcemle koyun koyuna yerde yatmak zorunda olduğum bir gerçekti.
Yaprak odada değildi. Üstünü değiştirdikten sonra yeniden salona dönmüş olmalıydı.
Ben de odadan çıktım ve misafirlerin yanına gittim. Amcamlar ve halamlar gitmişti. Dünürler baş başa kalmıştı. Acaba tüm bu şeyler gerçek olsa nasıl hissederdim?
Gerçi gerçek olması öyle imkânsızdı ki... Hayal bile edemiyorum şu an bu yüzden.
Eminim o çok rahat hayal kurabiliyordur. Hazır sevgilisi var ve ona karşı hisleri var. Ben inanmadığım için aşk yok desem de inanan için vardı sonuçta. Merak ediyorum... Gerçekten...
Bir insan mantığını kaybedince nasıl mutlu olabilir? Sonunda biteceğini bile bile nasıl bu kadar pervasız olabilir? Ya da bitemeyeceğini düşünecek kadar aptal, nasıl olunur?
Biterdi. Herkes giderdi. Arkasında bir çocuk olmasını bile umursamazdı. Annem de çok sevmişti babam da... İkisi de gitti. Hem birbirlerinden hem de benden. Onlar birbirini bir kez terk etti ben tam üç kez terk edildim. Önce kavgalar oldu. Ben unutuldum. Nefretleriyle öylesine, ölesiye meşgullerdi ve beni terk ettiler.
Sonra boşandılar ve babam beni terk etti. Annemle birlikte Batum'a gittik. Bir kaç ay geçti, alışmaya çalışıyordum... Annem terk etti bu defa ve babama yolladı beni..
Çok büyük bir aşk olduğuna inandığım, o şekilde inandırıldığım aşkın enkazının altında ben kaldım. Eğer aşk diye bir şey illaki varsa çürük bir bina olabilirdi ancak. Yıkılmak için depreme bile ihtiyacı olmayan ve ufacık bir esintiyle bile yıkılacak kadar çürük bir yapı...
O yüzden hiçbir bakış, hiçbir söz beni inandıramaz aşka. Ancak inananlara da bir şey diyemiyor insan işte.
Öyle mutlu görünüyorlar ki mutlulukları bozamıyor, kim olursa olsun ona kıyamıyor insan. Herkes inandığı gibi yaşamakta özgür değil mi? Kendi inançsızlığım bana, onların inancı onlaraydı...
Salona göz attım. Büyükler oturmuş sohbet ediyorlardı. Diğerleri aşağıda olmalılardı. Onlara gözükmeden ben de aşağı indim.
Küçük salona girdiğimde camdan bahçedekileri gördüm. Çardağa oturmuş gülerek konuşuyorlardı. Acaba gitmeyip odama mı dönseydim? Çok mutlu görünüyorlar. Ben gidince illaki gerilip istedikleri gibi davranamayacaklardı. Ama bu kez de ayıp olur muydu ki?
Melike ve Nilay'ın böyle gülebildiklerini bilmiyordum. Suratsızlar sanmıştım ama suratlarını sadece benden esirgemişler anlaşılan. Oldukça sadık insanlar. Valeria'yı sevmiş olmalılar. Hoş bir davranış ama karşı tarafta olduğumdan sanırım biraz canım sıkılmıştı...
Bir süre orada öylece dikilip camdan onları izledim. Karanlıkta olduğum için beni görmüyorlardı. Çardağın ışığı buraya kadar aydınlatmıyordu çünkü. Biraz olsun durulduklarında onlar sessizken yanlarına gitmeye karar verdim.
Kapıdan çıkarken ayağıma bu kez parmak arası terliklerimi geçirdim. Parmak şeklimi bozsa da benim için en rahat modeldi parmak arası. Çünkü yürürken sürekli parmaklarımı kıvırıyordum. Hafif bir esinti vardı ama kotum ve tişörtüm bu esintiyi engelliyordu neyse ki. Kıyafetimi çıkarmamış olsam mevsime rağmen donabilirdim.
Arka bahçeye döndüm. İyice sessizleşmişlerdi. Sonra Yaprak'la göz göze geldik. Bana gülümseyince ben de ona gülümsedim. Diğer bakışlar da bana döndü.
"Pardon?" dedi Duha Abi. Kaşlarını çatarak. "Sizi bir yerden gözüm ısırıyor olabilir mi?"
Çardağa vardığımda gülüp gözlerimi devirdim ama bu göz devirme kendimeydi. "Sindirella'nın Külkedisi olma zamanı gelmişti de." diyerek Derya'nın yanına oturdum ve bir dirseğimi masaya yaslayıp elimi yumruk yapıp çenemin altına aldım.
"Arkanda ayakkabı bıraktıysan sorun yok." dedi Murat Abi. Sırıtmaya yakın bir gülüşle baktım. Derya'nın tüm kardeşlerini sevmiştim. Eltilerimle ise doğamız gereği olsa gerek biraz daha soğuk duruyorduk. Şu anki durumumu tam olarak özetleyecek bir atasözümüz de vardı elbet. Kuma gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş. Gerçekten kumam Valeria ile iyi anlaşmış sayılırdık. Birbirimiz için tehlike olmadığımızdan sanırım... Ancak eltilerimin durumdan haberi olmadığından kıskaçlarını hazır bekletiyorlardı bana karşı.
"21. yüzyılda ayakkabılar geride bırakılmayı göze alacak kadar ucuz değil. Prens çok istiyorsa kokumdan iz sürsün." dediğimde bu kez eltilerim de dâhil herkes gülmüştü.
Derya elini omzuma atınca dondum kaldım. Niye böyle bir şey yapmıştı şimdi? Aa kafası hangi ara gözümün önüne geldi? Ne yapıyorsun Kaptan Bey?
"Duyan da fakirsin sanacak. Çakma prenses seni!" diyerek alay ettiğinde bana yaptığını misliyle iade edecek bir şey yaptım. Bir elimle iki yanağını bastırıp parmaklarımı yanağına gömdüm ve dişlerimi sıkarak güldüm. Acıyla yüz şekli değişti ve gözleri büyüdü. Bir o yana bir bu yana sallarken seviyormuş gibi görünüyordum ama aslında dövüyordum.
"Görüntüye aldanmayın öküz prens bey. Ben fakir bir prensesim. Zalim üvey anne yerine üvey anneye zalimlik konusunda ders verecek bir dedem var. O yüzden parasına muhtaç olup zulme sessiz kalmıyorum." Dedim, yıllarca babam bana hiç para göndermemiş gibi...
O babamın parası sayılırdı, zira çalışıyordu sonuçta...
Kendini elimden kurtarıp yanaklarını ovaladı. "Bu prens, çakma prenses hakkında bir kez daha düşünse mi diye düşünüyor." dedi bana ters ters bakarak. Omuz silktim.
"Prenses elini sallasa ellisi valla sen bilirsin canım." diyerek arkama yaslandım.
"Ben bundan sonra kız tarafıyım." dedi Murat Abi bir elini kaldırarak. Onu Duha Abi izledi ve "Vallahi ben de." Diye ekledi.
Derya'nın gözleri kısıldı ve başını iki yana salladı. "Tüh! Yazıklar olsun size! Söyleyin söyleyin başka karşı tarafa geçmek isteyen var mı?" dediğinde kardeşine ve yengelerine baktı. Yaprak tereddütle elini kaldırdı. "Abicim yanlış anlama ama görümce kelimesi hiç hoşuma gitmiyor. İki kişinin zaten görümcesiyim. Bu kez baldız olma istiyorum." dediğinde bir kaç kelimeyi yutacak kadar kısık konuşmuştu. Duha Abi Yaprak'ı koltuğunun altına alıp saçlarını karıştırdı.
"Niye görümce olmayı çok sevmiş gibiydin?" diye sordu Murat Abi de.
"Nilay yengemde çok memnundum Allah var inkâr edemem. Ama Melike Yengem yaptırmıyor. İçerde duymadınız mı babamda da avukat gelin fobisi oluşmuş. Kız isterken incelikten kırılıyordu. Ben iş bir an 'Oğlumuzu size vermek istiyoruz'a dönecek sandım hatta."
Hepimiz sesli kahkaha atınca büyük bir gürültü oluştu. Gülüşlerimizin üçüncü dakikasında da camdan ilk uyarımızı aldık Gülbeyaz Abla yoluyla...
"Çok güzel oldu bence. Beni malmışım gibi istemişti. Sanki oğluna oyuncak alıyor." dedi Melike homurdanarak. Güldüm. "İyi ki yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etmiş çünkü ben de çıngar çıkarabilirdim. Hatta şurama kadar geldi." dedim boğazımın hizasında elimi tutarak. "Ama gerek kalmadı."
Herkes bana şaşkınca bakarken Melike ilk kez samimi bir şekilde gülümsedi. "Yani bunun avukat olmakla da alakası yok. Eskiden o gözle bakılıyormuş kadınlara ki öyle alışılagelmiş. Bir düşünün biz sizi istemeye geliyoruz ve babamız ya da annemiz şöyle diyor Allah'ın emri Peygamberin kavliyle oğlunuz Duha'yı kızımız Melike'ye istiyoruz. Yani verirseniz Melike'nin olacak."
"Tamam ama ait oluyorlar birbirlerine bunun nesi yanlış?" diye sordu Murat Abi. Sesi hala uysal ve samimiydi. Olumsuz bir yargı yoktu hala.
"İşte birbirlerine ait olmalarında sıkıntı yok. Öyle olmalı zaten." Büyük ironi... Biz Kaptan ile birbirimize ve istemediğimiz kimseye ait olmamak için evleniyorduk. "Ama kızı erkeğe isteyince kız burada mal olmuş oluyor. Bu hoş değil. İkisi de birbirine ait. Dursun Amca çok güzel şekilde istedi. Keşke herkes o şekilde ifadeler kullansa."
"Habu feminücüm midur nedur ocağimiza incur ağacu tikti." dedi Duha Abi şakayla. Trabzon ağzı kullanmıyordu normalde ama burada ortam yumuşasın diye kullanmıştı.
Gülümsedim. "Feminist değilim. Herhangi bir hareketi de savunmuyorum işin aslı. Çünkü bu tarz oluşumların keskin duruşları var. Benim savunduğum tek şey aklım. Feminizmin de bazı fikirlerini desteklerken bazı yaklaşımlarına karşıyım. Çünkü tüm oluşumlar kendi fikrini diretiyor normal olarak ama kültür, inanç, psikoloji gibi faktörleri göz önüne almıyorlar. Apaçık yanlış kültürel olaylar var, onlara karşı ben de direniyorum ve asla savunmuyorum tabi ama çok uç şeyler peşinde olabiliyorlar. Yani açıkçası ben Türkiye'de doğdum, Karadenizliyim. Özgür bir birey olarak görüşeceğim kişilere, evleneceğim zamana ve kişiye ben karar vereceğim. Bu konuda önüme çıkan tüm engellerle savaşırım. Ama elime pankart alıp 'Benim bedenim benim kararım, hamile kalırım doğurmam' gibi bir düşünceyi savunamam. Bir kere kürtaj bir can alma olayı ve zaten fetüs, iradesi ve kişiliği yok diye öldürebilirim diye bir şey kabul edilemez. Sonra bu insanlar hayvan haklarını, doğayı koruyalım gösterişi yapıyor. Bu kadın haklarını korumak değil, cinayeti meşrulaştırmak." dediğimde bu kadar uzun konuşmayı planlamamıştım ama maalesef dolu olduğum bazı konular vardı ki bunlardan biri feminizm mevzusuydu. İstanbul'da hukuk fakültesinde okurken bazı insanlar tarafından 'Örümcek kafalı ve yobaz' ilan edilmiştim. Aynı şekilde Ordu'ya döndüğümde de ailem ve akrabalarımın gözünde 'Feminist, ateist, anarşist' oluyordum. Ancak yaptığım şey doğru yerden, doğru dozdu. Çünkü Hayat değişkendi, düşünceler değişkendi zamana ve yere göre ve tabii insana göre değişiklik gösterirdi. Herkes 'Düşünceme saygı duyacaksın' modundayken karşı görüşe saygı duymuyordu. Ancak kürtaj bir görüş olamazdı. Birinin özgürlüğünün bittiği yer bir başkasının özgürlüğünün başladığı yer ise Kürtaj özgürlük olamazdı. Dikkatli olmalıydılar. Böyle insanlardan nefret ediyordum...
Çocuk yapacak nitelikte olmayan insanların sürekli çocuk yapmasından da nefret ediyordum. Ülkemizde cinsellik bir tabuydu ve bu tabu yıkılmadığı sürece eğitim olmayacaktı ve böyle sorunlar her daim olacaktı...
"Çok şaşırttın açıkçası beni." dedi Melike gerçekten şaşkın bir yüz ifadesiyle. "Neden?" diye sordum gülümseyerek.
"Aslında hukuk mezunu olduğunu duyduğumda merak etmiştim ancak anlatılanlar yüzünden aklı beş karış havada-afedersin ben biraz dobrayımdır- biri sandım seni. Hatta gördüğümde de kesin öyle olduğunu düşündüm ama düşüncelerin oldukça olgun ve özgün. Feminizmi savunursun sandım. Havalı görünmek için de olsa..."
"Hiç problem değil. Ben de dobrayımdır ve dobra insanları çok severim. Açıkçası ben de sizin geldiğinizden beri beni izleyip Valeria ile karşılaştırdığınızın farkındayım." dediğimde Derya beni dürtüp öksürdü. "Hatta bir açık, bir ipucu arıyorsunuz. Sen biraz üstten bakıyorsun. Sanırım bu cidden hukukun etkisi. Bende de var azıcık ukalalık."
Melike güldü. "Azıcık? Öyle olsun." dedi ama laf sokmak için değildi gülüşü. Gülüşünü tutamamış gibiydi.
"Bir kaç sene sonra avukatlığı elime aldığımda gör sen. O zaman azıcık olduğunu anlayacaksın şu anki ukalalığımın." dedim ben de gülerek.
Bu kez herkes gülümsemişti. "Ne yapmayı düşünüyorsun peki? Baro sınavına gireceksin sanırım." diye sordu Nilay. Çok sessiz bir kadındı.
Omuz silktim. "Yani tabi. Önce bir diplomamı alayım da."
"Hâkimlik veya savcılık, kaymakamlık düşünmüyor musun?" diye sordu Melike. Vallahi kim olmak istemez elticiğim ama gel gör ki senelerimi ders çalışarak geçiremem.
"Yok aman, kimin hayaliyse o yapsın. Elli tane sınava giremem. Okulu zar zor bitirdim zaten. Gerçi henüz bitirmiş de sayılmam. Henüz son sınavım açıklanmadı."
Derya'nın bana baktığını hissettim. Gülüyorduk şurada ne bakıp bakıp geriyorsun beni sen?
"Şimdi tabi diyorsunuzdur Doktor koca buldu ama gelin tembel diye." dediğimde Derya'ya bakıp gülümsedim imayla... Başka yöne baksın diye ama anlamadı... Böyle, çok çalışan insanlar da sosyal açıdan noksan oluyordu işte.
"Derya hiç ders çalışmazdı ki?" dedi Murat Abi. Kaşlarım havalandı. Nasıl yani? Bu çocuğa tıp fakültesi çekilişten mi çıkmıştı?
"Zehir gibidir kafası. Bir dinlemeyle şak anlardı. Günde üç saatten fazla çalışmazdı." diye devam etti Duha Abi.
Derya araya girdi bu kez. "Ama düzenli çalışıyordum tabi."
"Hıı babam eğer ders çalışmazsan gemiye ayak basamazsın dediği için her gün üç saat ders çalışırdı." diyen Murat Abi oldukça eğleniyor gibi duruyordu. Hiç de Derya'nın dediği gibi sinirli ve suratsız değildi. Kıskanç! Sırf kendisi öküz diye abilerine iftira atmıştı. Duha Abisi için ise umursamaz ve serseri demişti. Hâlbuki tüm bu özellikleri sadece Derya'da görmüştüm.
"Abi artık çoluk çocuk sahibi oldun Allah aşkına hala beni kıskanıyor musun ya?" diyen Derya ise kıskananın onlar olduğu konusunda çok ısrarcı gibiydi...
"Ula ben senin neyini kıskanacağım. İş adamıyım, zenginim, boş vaktim var, evliyim, çocukluyum."
Derya burnunu kıvırdı. "Bunların içinde en kıskandığım özelliğin boş zamanının olması. Onun dışında müstakbel de olsa benim de karım var artık. Doktorum, kaptanım ve çocuk ağlaması çekmek zorunda değilim."
Şimdi ne yalan söyleyeyim onun açısından bakınca çok haklıydı ya...
"Hı hı üç ay sonra babaannem başına üşüşünce çocuk ağlamasını tercih edeceğine dair iddiaya giriyorum." dediğinde dondum kaldım. Üç ay sonra gitmiş olurduk... Öyle değil mi?
Sonra bir sessizlik oldu ve bakışlar anlamadığım bir şekilde Melike Ve Duha Abiye döndü. Sonra kimse bir şey demedi. Bir kaç saniye geçmişti ki Duha Abi gülümsedi ve "İkizler üzerinde çalışırsanız iyi olur. Kardeşler birbirinin eksikliğini giderir öyle değil mi?" dedi.
Ne, ne? Eksiklik mi? Kimin ekikliği?
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.11k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |