7. Bölüm

⚓7. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

İyi okumalar 🩷

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

7. BÖLÜM

 

Bölüm Şarkısı: Yeni Türkü- Fırtınalar

Aile olmak mahremiyet sınırlarını kaldırmakla eş değerdi. İki yabancı insan evlenince birbirleri arasındaki mahremiyet düzeyi en dip seviyeyi görürdü. Doğal olarak...

Ancak evlilik sadece iki insan arasında değil o iki insanla birlikte aileleri arasındaki mahremiyet seviyesinde de eksilme meydana getirirdi. Ben aile sorunlarımızı Derya'ya anlatırken kendimi çok kötü hissetmiştim. Sanki yumuşak karnımı ortaya sermiş gibiydim. Melike ve Duha Abi'nin yüzlerine baktığımda o zaman benim içimden geçen tüm duyguları gözlerinde okudum.

Rahatsızlık, tedirginlik ve olası bir savaşta silahsız ve ortada kalmışlık hissi...

Eksiklikten kasıt çocuklarının olmuyor oluşuydu muhtemelen. Dört yıllık evlilerdi ve çocukları yoktu. İstemiyorlar sanmıştım. Hatta hiç bu konu üzerine düşünmemiştim bile ama böyle dediğine göre istiyorlardı ama olmuyordu ve bunu bir yabancı olan ben öğrenmiştim.

Bu yüzden yüzlerine bakıp gülümsemek yerine başka bir şeyle, telefonumla ilgileniyormuş gibi yaptım. Sanki mesaj gelmiş gibi... O an en rahatsız edici destek 'Sizi anlıyorum' gülümsemesi olurdu. Çünkü birinin bir başkasını anlaması için onu tanıması, onunla aynı şeyleri yaşamış olması gerekirdi en azından.

Ben ise henüz yabancıydım. Hatta sandıklarından daha da yabancı...

Murat Abi 'çocukluyum' dediği için pişman görünüyor gibiydi. Derya da mahcuptu. Ortamda bir sessizlik varken başımı telefondan kaldırdım ve ortaya güldüm. "Arkadaşlarım küstü bana." dedim az önceki soğuk esintileri dağıtarak.

"Neden?" diye sordu Nilay da gülümsemeye çalışarak.

"Derya'dan onlara bahsetmemiştim ve onu, evleneceğim haberiyle birlikte duydular." diyerek omuz silktim ama bu 'Boş ver' gibi bir omuz silkmek değildi. Daha çok 'Ne yapacağım?' tarzı bir hareketti.

"Eh, biraz haklılar." dediğinde başımla onayladım.

Yaprak garipsediğini saklamayan bir ifadeye bürünerek "Neden abimden bahsetmedin ki?" diye sordu. Evet, yalan söyleçlerim çalışın bakalım...

"Derya o zamanlar başkasıyla birlikteydi. Sevgilisi olan birini seven biri olarak görülmek istemedim. Yani sanırım..." dedim. Derya'nın bana baktığını hissetsem de ona dönmedim. Yalan söyleme hızıma dehşet duyuyor olmalıydı.

"En yakın arkadaşın bile mi bilmiyordu?" diye sordu bu kez. En yakın arkadaşım diye bir şey yoktu. Üçü de en yakın arkadaşımdı. Gözde hemcinsim olduğu için daha fazla şey paylaşabiliyordum sadece.

"Beni zamanla daha iyi tanıyacaksınız tabi ama ben biraz ketum biriyimdir. Arkadaşlarım benim hakkımda çok fazla bir bilgiye sahip değillerdir." diyerek gülümsedim. Bu yalan değildi. Gerçekten tam olarak böyleydi.

"Ben seni çok tuttum. Etsen etsen sen bu serseriyi adam edersin." dedi Murat Abi göz kırparak. Derya'ya baktım. Bakışlarını yüzümden abisine çevirirken gözlerini baydı. "Aşk olsun abi adam değil miyim?" dedi sertçe. İlk kez Murat Abi'nin meşhur öfkesini gözlerinde gördüm. Geri adım atmadı. "Değilsin, sebebini iyi biliyorsun sen!"

Derya'ya baktım. Öfkeden masanın altında yumruk yaptığı eline indirdim bakışlarımı. Abisine karşı gelmiyordu ancak ben olsam asla kendimi sakinleştirmeye çalışmazdım. Kimse bana böyle bir cümle kullanamazdı. Konuyu bilsem ona göre şey yapacaktım da...

"Sizin adamlık anlayışınızda bir sıkıntı var abi. Adamlığa ters bir şey yapmadım ben." dedi saygısını bozmayarak.

"Neden abi?" diye sordum sahici bir merakla. "Adam değilsin diye onu küçük düşürebileceğin ne yaptı Derya?" diye sordum.

"O biliyor." dedi. Derya'ya baktım. O da bakışlarını yüzüme çevirdi ve öylece bakmaktan başka bir şey yapmadı. Çok şey söylemek istiyor ama söylemesinin bir anlamı olmayacakmış gibi bakıyordu. Çoğu kez dedeme böyle baktığımdan çok iyi biliyordum bu bakışı. Ancak Derya'nın kendini haksız görmediğini, suskunluğunun tamamen konuşsa da bir şey değişmeyecek olmasından kaynaklandığını görebiliyordum.

Ve nedense konunun Valeria olduğuna da emindim. Karılarının aksine kayınlarım Valeria karşıtı görünüyorlardı. Duha Abi hiç yorumda bulunmamıştı. Ancak bakışlar ve duruş bir insanın kimliğidir. Duha Abi de Murat Abiyle aynı görüşleri paylaşıyordu.

Tam o an Duha Abi de "Ama neyse, en azından doğru yolu bulmuş gibi görünüyor. Umuyorum ki o yoldan çıkmaz." dedi düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu kanıtlayarak. Ancak bu cümle beni derin bir vicdan azabına da sürüklemişti aynı zamanda. Doğru dediği yol bir illüzyondan ibaretti ve biz yanlış olduğuna inandığı yola gidebilmesi için bu doğru yolu inşa etmiştik. Hayatım boyunca söylediğim hiçbir yalanın arkasından böyle bir rahatsızlık hissetmemiştim. Geri dönmek için de geç kalmıştık ancak hala bir yanım bencildi ve bu oyun o yanıma çok cazip geliyordu. Çünkü benim özgürlüğe gidiş biletimdi bu oyun. Yine bencil olmalıydım. Onun ailesini düşünmesi gereken kişi oydu. Benim böyle hissetmem anlamsızdı.

Derya'ya baktım. Gülümsedi ancak gülüşünün ardındaki öfkeyi ben dâhil herkes görüyordu. Elini omzuma atıp beni kendine çekti. Şaşırdım ama karşı koymadım. Temastan hala hoşlanmıyordum. Ama buna ihtiyacı var gibiydi. Ve kimse farkında olmasa da bu oyun benim gibi onda vicdan azabı değil, intikam hissi uyandırıyor gibiydi. Sıkılan çenesinden ben bunu anlıyordum. Diğerleri ne anlıyordu bilmiyordum.

"Haklısın, yanlış hiçbir şey yapmasam da istediğiniz şekilde bir yola girdim. Hayatımın en doğru yolu olduğunu fark ettirdiğin için teşekkürler. Hakaret etsen de..."

Dudakları şakağıma değince şaşkınca gözlerim aralandı ve kendimi geri çekmeye çalıştım. Bırakmadı. Dirsek atıp geri çekildim. Ve "NE YAPIYORSUN!" diye cırladım. Sonra oluşan sessizlikten yaptığım hatayı fark edip dudaklarımı birbirine bastırdım. Topla hemen Asude. Topla çabuk.

"Abinlerin yanında! Ne kadar ayıp!" diyerek biraz geriye kaydım. Sırıttı.

Bildiğiniz sırıttı yani... Ben ona temas yok dememiş miydim?

Kesin demişimdir yani.

Diğerleri de Derya ile birlikte gülüşünce gözlerimi devirdim ve önüme döndüm.

"Bak bak ne kadar utangaç ve hanımefendi bir kız. Turnayı gözünden vurmuşsun." diyen Murat Abi'ye şaşkınlıkla baktım. Turna mı? Ben?

"Turnama kıyar mıyım hiç ben abi. Vurmamışımdır olsa olsa gözünden öpmüşümdür." diyen Derya hâlâ benimle kafa buluyordu. Bul tabi Kaptan Bey, Ben de bulurum güzel kafalar. Sonradan ağlamak yok ama...

"Sen beni çantada Turna sanıyorsun sanırım. Ne o öyle iyelik ekleri falan?" dediğimde herkes kahkaha attı. Sanırım eltilerim ve görümcem gecenin başına göre artık daha ılımlılardı bana karşı. Şeytan tüyü vardır bende, zaten insanının burnundan getirene kadar severler beni normalde...

Kaptan Derya Bey müstakbel kocacığım "Siz erkeklere odun dersiniz ama gördüğünüz üzere bizim ilişkinin kerestesi Asude." dediğinde masumca gülümsedim.

"Şu kibarlığı siz de gördünüz değil mi? Az önce sırf nezaketinden beni odunun işlenmişi ve güzelleştirilmişi olan keresteye benzetti." diyerek sadece onun anlayacağı ince bir tehdidi gözlerime yerleştirip ona gülümsedim.

"Ha iyi çi çiz tarafu olmuşuz a Yaprak." dedi Murat Abiciğim.

"Normalde adetleri, görenekleri pek sevmem ama Yaprak'cım düğün ritüellerinin tamamı boyunca cebini boşalt bu damat bozuntusunun. Pinti cibi bişe zaten." dedim Rize ağzını taklit ederek. Yaprak masanın öte tarafından uzanıp çak yapmak için elini kaldırınca çak yaptım.

Derya "Asude ailemi etkilemekten vazgeçer misin? Senin yüzünden damat tarafı olarak sadece damat kalacak." dediğinde ben de güldüm. Sonra sır verir gibi eğilip "Üzülme, annen hayatta benim tarafıma geçip seni satmaz. İki kişi, damat tarafı için çok ideal bir sayı olurdu." diye fısıldadım.

Herkes beni kaynanam konusunda onaylarken kimin üzerine oynamam gerektiğini de netleştirmiş olduk. İnşallah Rize adetlerinde kaynanaların gelinleri dövmesi meşru falan değildir...

Bunca sene sonra bir de dayak yemek istemiyordum...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Normal şartlarda yer seçen, yeri değişince uykusundan olan biri değilimdir. Nereyi bulursam orada uyuyabilirim ancak şu an uyku gözlerime haram kılınmış gibi ardına kadar açıktı. Ve bu uyuyamamanın sebebi Mehpare Babaannenin horlaması da değildi, yanımda Yaprak'ın olması da...

"Helikopter uçuruyor yine..." dedi Yaprak gülerek ama sesinden mahcubiyet seziyordum.

"Yok be, sen bir de dedemi duy. Fazıl Say'ın orkestrasından daha fazla çeşitte enstrümana sahip sanki." dediğimde kıkırdadı.

"Tabi şimdi yeni gelin olduğun için sorun değil diyorsun ama kusura bakma. Yaşlılık işte." Ona doğru dönüp koluna dokundum...

"Şimdi ne söylersem bir anlamı yok ama beni tanıyınca nezaketten gram nasibimi almadığımı ve sırf başkaları beni yargılar diye düşüncelerimi dile getirmezlik yapmadığımı anlayacaksın. İnsanlar horlayabilir, Gözde, yani arkadaşım, bana benim de horladığımı söylemişti. Genelde yorulan herkes gibi ben de yorulunca horluyorum. Bu gayet doğal bir durum. Hem oldukça ritmik horluyor. Bu ritimde insan daha kolay bile uyuyabilir." dediğimde gülümseyip bir şey demedi.

"Evlenmeye gerçekten hazır mısın?" diye sordu bir kaç saniyelik sessizliğin ardından. İşte uykumu kovan, beni düşündüren ve huzursuz eden soru buydu...

Yalan mı doğru mu? Hadi, seç birini Asude.

"Evlilik ne demek bilmiyorum işin aslı. Biliyorsun annemle babam ayrı. Aslında onları beraberken, yani evlilerken gördüm tabi ama yine de normal bir evlilik öyle mi olurdu emin değilim. İşin aslı boşandıklarına göre bir şeyler yanlışmış belli ki... Evliliği hiç düşünmemiştim ama bir anda oldu her şey." dedim. Buraya kadar doğruydu ancak buradan sonrasını doğrularla yürütemezdim. Yeniden yalana sarıldım. Dudaklarım yalanlarımı yadırgamıyordu. Doğrular artık eğri duruyordu sanki bende...

"Zaten abini seviyorum. O da beni... Yani sanırım. Zaten ailem benimle uğraşmak istemiyor ama olmaz olası görenekler yüzünden bir başıma da bırakmıyor. Sanırım en doğrusu evlilik." Birini sevdiğimi söylemek zordu. Bunun zor olduğunu biliyordum ama birinin beni sevdiği... Yalan da olsa öyle uymuyordu ki, öyle saçma ve uygunsuz duruyordu ki ağzıma...

"Yani biraz da mecburiyetler... Abimi de evlendirmeye çalışıyorlardı. Siz de birbirinize tutundunuz. Henüz daha yeni bir ilişkinin içindeyken üstelik. Peki, aslında birbirinize uygun değilseniz? Birbirinizi sevmediğinizi fark ederseniz?"

Ah canım, biz onun çoktan farkındayız da... Neyse böyle de söylenmiyor çünkü.

"Bunun cevabını verirsem benim hakkımda kötü düşünebilirsin. O yüzden susma hakkımı kullanmak istiyorum."

Güldü. "Boşanırsınız." dediğinde gülümsedim ve kaşlarımı kaldırdım. 'Yani' dercesine.

"Tabi, kötü düşünmemek lazım. Sonuçta mevcut durumda birbirinizi seviyorsunuz."

Evet, pek tabi... Deliriyoruz birbirimize...

Tam kelime anlamıyla hem de...

Gülümsedim.

Yaprak gözlerime tedirginlikle baktı. "Söyle." dedim güven verircesine. Gülümsedi. "Boş ver. Önemli değil."

"Sor lütfen. Sorun değil." dediğimde. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Biz abimle Valeria'nın ayrıldığını bilmiyorduk. Yani hangi ara ayrıldılar da siz şimdi evleniyorsunuz. Çok yeni bir olay, sen üzülmeyecek misin? Uzun bir ilişkiydi çünkü. Hemen bitti dediler diye bitti mi sence?"

Bir süre düşündüm. Planımızda böyle çıkıntılar vardı. Bunlar bizim yalanımızın doğal kusurlarıydı.

"Valeria çok güzel bir kız." dediğimde gözleri şaşkınlıkla aralandı. "Gördün mü?" diye sorunca başımla onayladım.

"Tabi, sonuçta abini seviyordum ve sosyal medya hesaplarını kapatana kadar ne stalk'lar yaptım" dediğimde şaşırdı.

"Hiç paylaşmadı sanki beraber resimlerini? Ben mi gözden kaçırdım acaba?"

Ah! Bilmediğin konuda neden yalan söylüyorsun Asude? Çevir çabuk çevir, kaz yanıyor!

"Hayır, resmini değil, nerelere gittiklerini görünce oldukları yere gitmiştim bir kez. Bir kafede otururken görmüştüm onları."

"Hımm" dedi başını sallayarak. "Doğru abim bir ara yer bildirimi yapmak için Swarm kullanıyordu."

"Yaa." dedim ben de onu onaylayarak. Kazı kurtarmıştık neyse ki...

"Sizi biliyor mu peki?" diye sordu. Ay ne diyecektim şimdi buna? İki seçenek var. Evet ya da hayır...

Hangisi mantıklı olurdu?

Bilmesi! Elbette bilmesi daha mantıklıydı. İlişkileri bitmiş olacaktı.

"Biliyor." dediğimde başıyla onayladı. Neyse ki ne tepki verdiğini sormadı.

"Hakkınızda hayırlısı olsun." dedikten sonra hiçbir şey konuşmadık. Konuşmaların kritiğini yaptım ve düzenleyip Derya'ya yolladım. Profesyonel olacaksak rastgele çalışamazdık. Her şeyimiz kayıt altında ve belli bir plana göre olmalıydı.

Attığım mesaja cevap geldi.

Kaptan-ı Derya(01.14):

-Senin beni sevdiğini ve beklediğini söyledik Asude. Bu kadar umursamaz davranmasan mı?

Ne yapmamı bekliyordu? Ağzına mı düşmeliydim? Hayır yani rol yapabilirdim de bizimkiler o halde inanmazdı. Çünkü ben o tarz bir insan değildim.

Ben(01.14):

-Benim sevgim de böyle... İşine gelirse!

Yeniden mesaj geldi.

Kaptan-ı Derya(01.15):

-Ciddi ciddi kerestesin yani... :D

La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim... Biraz bekleyip sakinleştim

Ben(01.19):

-Aşka inanmıyorum dememden tam olarak ne anladın? Sence romantik bir karakter olsam seninle bu tarz bir oyun oynar mıyım? Uyu artık! Biraz daha konuşursan keresteyi sana işlevsel olarak göstereceğim çünkü...

Benim sabrımı sınıyordu bu çocuk. Sınavlardan hoşlanmazdım ve genelde başarısız bir öğrenciydim. Birazdan bu sınavdan da kalacaktım. Haberi yoktu. Bu onun da notlarını etkileyen bir sınavdı...

Kaptan-ı Derya(01.20):

-Deden horluyor, uyuyamıyorum.

Güldüm. Senin de babaannen horluyor yani. Ne yapalım? İnsan bunlar, olabilir...

Ben(01.20):

-Gidip burnundan tut, nefesi kesilsin. Düzelir. Ancak kesilen tek şeyin horlama olmayacağı konusunda uyarayım da seni.

-Sonra demedi deme...

Bir kaç dakika sonra mesaj geldi.

Kaptan-ı Derya(01.21):

-Neyse o kadar da kötü değil, iyi geceler...

Yine kıkırdadım. Ya işte Derya Bey, hep sen eğlenecek değilsin ya...

Ben(01.21):

-İyi geceler... Rüyanda dedemin konserini dinle inşallah. Gırtlaktan sesler korosu... :D

Cevap yazmadı, muhtemelen yazsa altta kalmayacağımı bildiğinden... Aferin, beyaz bayrak sallamayı böyle böyle öğreneceksin Kaptan-ı Derya!

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Evlilik aşkı öldürür derler. Aşka inanmadığım için bu konu hakkında bir fikrim yoktu ancak şu an itibariyle oldukça vakıftım konuya. Evlilik, yalnızca aşkı değil, birçok şeyi öldürebilir. Bir insanı bile...

Mesela kendimi şu karşı yola atıp koşarak-eğer bir araba çarpmazsa- denize ulaşıp içine atmak istiyordum. Ve hiçbir çaba sarf etmeyip nihayete ermek en büyük muradımdı. Şu an, evet tam şu an başka bir isteğim yoktu.

İmdaaaaat!

"Çizum bak bu tuvalet saha çoh yakişur. Cözlerine çoh uyumli olur ha!" diyen kayınvalidemin elindeki yeşil abiyeye halsizce baktım.

Ühü ühü ühü :'(

"Çiçek teyze benim gözlerim yeşil değil ki. Kahverengi." dediğimde Eltilerim ve görümceme ek olarak Gülbeyaz Abla da kıkırdadı.

Siz ağlarken gülen insanlar haindir, bırakın onlardan dost olmayı post bile olmaz.

"Olsin çizum cine de çok cüzel olur. Bak bunda da siyah boncuhlar var."

Siyah boncuk mu? Peki... Alalım yeter ki bu düğün görünümlü söz bir an önce olsun bitsin. Değil yeşil, çingene pembesi bile giyerim, Hatta arttırıyorum fosforlu turuncu bile olur...

"Çok cüz- ayh güzel! Çok güzel Çiçek Teyze alalım." dediğimde kızlar kahkaha atarken Gülbeyaz Abla eliyle ağzını kapatıp arkasına döndü.

Şu son bir kaç saat kendime olan tüm güvenimi yerle bir etmişti. Ben bu evliliğe olan inancımı kaybettim Derya, Annenlerin burnundan getireceğime olan inancımı kaybettim. Annen bugün burnumu öyle bir sürttü ki kalmadı burun falan... Hayatıma Voldemort olarak devam edeceğim. Daha işlevsiz bir Voldemort!

Ühü ühü ühü :'(

"Ha öyle olmaz da. Cit bir ciyin, üstünde cörek."

Ne? Denemek mi? 18 tane denedim zaten. 13 tanesine de tamam dedim. Allah aşkına Çiçek Hanım Kayınvalideciğim insaf et. Köprüye daha gelmedik ama ayı diyeceğim az kaldı.

Elinden abiyeyi aldım ve her şeyimle birlikte kabine girip kabindeki pufa oturdum. Bu Derya Bey her neredeyse gelip annesinden beni kurtaracaktı.

Ben(14:58):

-Tek bir seçeneğin var. Gelip beni annenden kurtar. Yoksa...

Mesajı yolladıktan sonra ayaklarımı sallaya sallaya bekledim. Ne yapıyorum ben? Ömrü hayatım boyunca tırnak yemeyen kız tırnak tiryakisi mi olmuştu? Çok iğrenç. Iyy.

Mesaj geldi. Kendime şaşırmayı daha sonraya erteledim.

Kaptan-ı Derya(15.01):

-Yoksa...

Bu mu? Cümlede tek dikkatini çeken şey bir bağlaç mıydı?

Ben(15.01):

-Yoksa üç sonuç doğar.

-Bir: Anneni öldürürüm.

-İki: Dönünce seni öldürürüm.

-Üç: Her şeyi açıklarım sizinkiler seni bizimkiler beni öldürür.

-Umarım yeterince açık konuşmuşumdur.

Yazıp yolladım. Bir hukukçu böyle hukuka uygun olmayan cümleler kurmamalıydı biliyorum ama en nihayetinde hayat ensemden tutup beni bu konuma sokmuştu. Suça meyletmem benim kabahatim değildi yani. Mesaj geldi.

Kaptan-ı Derya(15.02):

-Oldukça açık oldu. Beni çok sıkboğaz eder ama annemi seviyorum. E ben de henüz gencim. Sen çok umursamayabilirsin ama yaşamayı seviyorum ben. O yüzden halledeceğim. Geliyorum. On dakikaya oradayım.

-Bu arada orası neresi?

Gözlerimi devirdim. Komik olduğunu mu sanıyordu? Değildi. Hele annesi böyleyken olsa da değildi!

Konum atıp abiyeyle birlikte çıktım dışarı.

"Bu bana hiç olmadı." diyerek çalışan kızın eline bıraktım.

"Tam olarak nesi olmadı hanımefendi?" diye sordu imalı imalı, dişlerini sıkarak. Şu an sinir kat seviyemizi yarıştırmayalım istersen canım. Benim sinirim seninkine tur bindirir çünkü!

"Elektrik alamadım hanımefendi. Birbirimize uymuyoruz." diyerek cadıvalide- ay pardon kayınvalidemin yanına yürüdüm.

"Çiçek Teyze, Derya aradı buraya geliyormuş." diyerek gülümsediğimde Küçük eltim Melike "Bu kız Melike. 2.0 versiyonum benim. Yükleme gelmiş halim. Hareketlere bak aynı ben." diye fısıldadı Yaprak'a. Ancak sesini hepimiz duymuştuk. Zaten konuştuğu dili Gülbeyaz abla ve Çiçek Teyze anlamadığı için çok kasmamıştı da.

Yine de müstakbel cadıvalidemden yani müstakbel kayınvalidemden uyarı bakışlarını almıştı.

"Neye celiymiş çizum? Ha biz bitirdik da." dedi ancak biten en yegâne şey benim yaşama hevesimdi.

"Eve götürmeye geliyor bizi." dedim. Bitik enerjimin dibini ekmekle sıyırarak...

"Ha tuvaletin?" diye sorunca. "Yok, tuvaletim gelmiyor dedim." kızlar yeniden kahkaha patlatınca o tuvaletin o tuvalet olmadığını idrak edebildim.

Gülümsemeye çalıştım ve "7. denediğim vizon rengi, tüllü elbiseyi alacağım." dedim. Bin tane de denesem. Onu gözüme kestirmiştim. Zaten ondan sonra giydiğim hiçbir elbiseye alıcı gözle de bakmamıştım. Bir söz elbisesi maksimum o olmalıydı. Gelinliğin renklendirilmişi bir elbise değil...

"Ha bizon nedur?" diye sordu diğer gelinlerine ve kızına dönerek.

"Sütlü kahve dediğin var ya anne o." diyen Yaprak bana göz kırptı.

"Hii! Onun kıçi başi hep ortadaydi." dedi yükselerek şaşırırken. Bu kez ben de güldüm. Top ayağıma gelmişti ve kale boştu.

"Aaa! Çiçek teyzeciğim onda ne var? Benim tüm elbiselerimden daha uzun eteği" dedim ve ilk kınayan bakışlarımı yedim. Yüzüme bir şey demek yerine söylenerek yanımdan geçti ve kasaya gitti.

"Bir de haci toruni olacah! Allah'ım benim bu şansum nedur bole? Tüm celunlarım cötünü açmayi seveyi?"

Eltilerimle göz göze geldik ve sessizce kıkırdadık.

"Çiçek Teyze sakın sen ödeme. Ben ödüyorum!!" diye bağırıp arkasından kasaya geçtim.

Kusura bakmayacasun gaynanacuğum. Sözleşme ettum oğlinla! Burnuniz artuh benumdur!

Bugün gördüğüm kadarıyla benimki de sizindir...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Derya gelip bizi aldığında annesinin yüzü sirke satıyordu. Ben ise yorgunluktan direkt bayılmıştım. Kalabalık bir aile oldukları için buraya transit bir araçla gelmişlerdi. O yüzden Çiçek Teyze öndeyken biz arkada sıkışmadan oturmuştuk. Hatta ben kendime yatacak yer de bulmuştum.

Hiiiç yeni gelin edepli olur havalarına giremeyecektim çünkü yorgunluktan ölüyordum.

"Ben evlenmeyeceğim! Bu ne ya? Daha bunun düğünü var!" diye söylendiğimde Gülbeyaz abla "Şşşt sessiz ol ayıp." diye uyardı beni. Asıl ayıp bugün bana olmuştu. Düğünlerin masrafını falan geçtim de bu yorgunluk yüzünden çiftlerde huzur falan kalmazdı be! Bir de ayrı eve çıkacak olsaydık neler çekecektim siz düşünün. Aman Ya'Rabbim!

"Çok mu yoruldun minik Turnam!" diyen Derya'nın yine keyfi yerine gelmişti sayemde. Hem Turna muhabbeti dün gece kapanmadı mı ya?

"Minik kurbağam yola bak sen! Ben dinleniyorum. Azrail trafikte kol geziyor!" diye söylendim. Çiçek Teyze ve Gülbeyaz Abla 'Tövbe estağfurullahlar' çekerken aynadan Derya ile göz göze geldik. O alması gereken mesajı almıştı.

Transit bizim bahçeye girince başımı Gülbeyaz ablanın omzundan kaldırdım ve herkesin inmesini bekledikten sonra ben de indim. Diğerleri içeri giderken kimse poşetlere el atmamıştı.

Bu nasıl vicdansızlıktır! Ben mi taşıyayım?

Hayır! Niye ben taşıyorum ki?

"Poşetleri sen taşı diye bıraktılar. Haberin olsun. Bu kadar kas yapmışsın bari bir işe yarasın." diyerek içeri geçerken söyledikleriyle durdum.

"Şu yakışıklı suratıma bakarak kurbağa derken hiç mi vicdanın sızlamadı?" dediğinde gülüp ona döndüm.

"Ne bileyim? Sen bana turna deyince ilişkimizde birbirimize tatlı lakaplar taktığımız evreye geldiğimizi düşünüp kurbağa dedim. Bence kurbağa oldukça tatlı bir hayvan. Hem masalsı bir yanı da var. Prenses öpünce prens oluyor falan..."

Dudağı yana kıvrıldı.

"Beni öpme planların var yani?" diye sordu flörtüz bir edayla. Yapmacık bir sırıtışla ona yaklaştım.

"Prenses dedim. Ben prenses değilim. Valeria daha prenses bir isim. Ayrıca öpme, dokunma, sarılma aman ha diyeyim! Dün uyaramadım ama bir daha sakın beni öpme! Temastan nefret ederim." dedikten sonra gözlerine iyice baktım. Anladığından emin olduktan sonra da adımlarımı eve çevirdim ve hızla eve yürüdüm.

Dün elini omzuma atıp şakağımı öperken hissettiğim şoku tüm gece düşündüm. O zaman bir şeyi fark ettim. Hissettiğim tek şey şok değildi ve bu beni dehşete düşürmüştü. Heyecan...

Heyecan tehlikeli bir duyguydu...

Heyecan göz boyardı ve sonra yolda bırakırdı. Heyecandan özellikle uzak durulmalıydı...

Derya'dan da öyle...

Ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim ve ayaklarıma terlik geçirip, bir erkek terliğini de kapıya onun için bıraktım.

Salona geçmeden önce odama girdim ve elimi yüzümü yıkamak adına direkt banyoya geçtim. Aynada gördüğüm sima öylesine yorgundu ki kendime acıdım. Sadece yorgunluk değildi mesele zihnen çok hırpalanmıştım.

Yaşamaya alışkın olduğum hayat bu değildi. Ben kimsenin kararlarına karışmaz, kimsenin de benim adıma karar vermesine izin vermezdim. Ancak bugün kendim adına aldığım tek karar abiyem olmuştu ki onu da cinnet halinde almıştım. Yani birazdan giydiğimde sevmeme ihtimalim çok yüksekti ama ağzımı açacak ve tek laf edecek olursam namerttim.

O benim için ne kadar çirkin olursa olsun diğer her şeyden değerliydi. O, bizzat benim seçimimdi çünkü.

Söz ya da nişan adı her neyse, bizim mahalledeki çay bahçesinde, saat 20.00'de başlayacaktı. Sülale değilse de büyük bir akraba grubunu babam çağırmıştı ancak gelip gelmeyeceklerine emin değildi. Aynı şekilde Rize'den ve Trabzon'dan ve Artvin'den de Derya'nın akraba ve arkadaşları gelecekti. Karadenizli olmak böyleydi, aile arasında derken bile yüzlerce kişiden bahsetmiş oluyordunuz...

Bana kalsa şu anki kişiler kâfi, hatta yine kalabalıktı. Ama neyse... Biz olaya bu kadar manevi yaklaşmasak da onların biricik evlatlarının düğünlerini kusursuz ve anlı şanlı yapma arzusuna bir şey diyemiyordum... Kültür işte, masrafmış, gereksizmiş anlamayacaklardı nasılsa...

Üstümü değiştirmeyi es geçip odadan çıktım. Zaten kot ve tişört benim için dünyanın en konforlu misafir yanı üstüydü. Eşofman gibi de ayıplanmıyordu.

Dün gece arkadaşlarımla olan grubuma bugün sözleneceğimi yazmıştım. Benimle küs olsalar da bunu söylemesem bu kez düğüne bile çağırmıyorsun diyeceklerdi. Söz ve düğün arasındaki farkı benim gibi onların da çok bilmediğine emindim.

Ne var yani? Söz de bir düğün ritüeli sonuçta. Aynı yol üzerindeler...

Her neyse, mesajıma üçü de görüldü atmış ve cevap yazmamıştı. Cidden fena küsülmüştü bana... Benden çıksın da iş küserlerse kendileri bilir...

Odamdan çıkıp salona indim. Herkes buradaydı. Amcamlar ve halamlar da gelmişti. Herkese genel bir hoş geldiniz diyerek geçtim bir köşeye. Zeliha Abla'nın yanına geçtiğimde Şifa üstüme atladı. Çok şaşırdım. Şifa'nın beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Kucağıma aldığımda birden göğsümü mıncıkladı. Şokla şifaya döndüğümde olay aydınlandı. Tişörtümdeki Unicorn'un boynuzundaki ve kulaklarındaki pullardı asıl sevdiği, ben değil.

"Şifa'cım rahat dur." diye fısıldadım kulağına. Elbette beni umursamadı. Şurada kocamın bile yapamayacağı şeyler yapması hiç hoş değildi. Çek kız ellerini! Hafifçe vurdum eline ama hiç oralı olmadı işine devam etti.

Birden kızın içine doğmuş gibi bu kez Unicorn municorn da umursamadan göğsümü tuttu ve tüm ahalinin içinde "meme vey!" dedi. Herkesin de tam o an susası geldi ve Şifa'nın sesi bizim büyük salonda yankılandı sanki. Herkes şaşkınlıkla bize dönünce direkt Kaptan ile göz göze geldik. Aniden Şifa'yı annesine fırlatırcasına uzatırken "Çocuğuna hiç mi öğretmedin her şey herkesten istenmez diye" dedim ve bakışlarımı halının desenlerine diktim. Ve o an bizim halının desensiz olduğunu fark ettiğim ilk andı.

Bu Şifa sevilecek çocuk listesinden acil yönetim kurulu kararıyla atılmıştı. Belli ki büyüyünce boşboğaz teyzesi Zeynep'e benzeyecekti.

Zeliha söylediklerime takılmadı çünkü gülmemeye çalışmakla meşguldü, diğer herkes gibi. Tam o an telefonum titredi.

Kaptan-ı Derya(17.23):

-Veliahtını bulduk Dilbaz. Seni bile hakladığına göre şimdiden boynuz kulağı geçmiş.

Başımı kaldırıp salonu bir yokladıktan sonra bakışlarım Derya'ya değdi. Pis pis sırıtıyordu.

Adi pislik!

Ben(17.25):

-İşine bak sen miço!!!

Mesajımı okuyunca bana ters bir bakış attı ve bir şeyler yazmaya başladı.

Kaptan-ı Derya(17.26):

-Hemen çirkinleş zaten! Mesleğime laf ettirmem!🤬

Gülümsedim. Neyse ki halam sağ olsun insanların dikkatini dağıtmıştı. Ve herkes kendi arasında konuşmaya devam etmişti. Yarım saat kadar sonra Yaprak yanıma geldi.

"Hadi, yavaştan hazırlanmaya başlayalım." deyince başımla onayladım ve ayaklandık. Bir kaç kuzenim ve eltilerim de bizimle benim odama kadar geldiler. Büyük eltim kuaförmüş. Daha doğrusu güzellik uzmanı...

Üniversitede Saç Bakımı ve Güzellik Hizmetleri bölümünü okumuş. Aslında lisede de bu bölümdeymiş. Saçımı ve makyajımı o yaptı ve saçımı yaparken bir sürü şeyden bahsetti. El işlerinde çok maharetli bir eltim varmış meğer ve aynı zamanda moda tasarım bölümündeymiş şu an. Sırf diploması olsun diye Açık öğretimden okuyormuş yoksa terzilik onlarda anneanne mesleğiymiş ve zaten işe çok hâkimmiş. Eğer istersem benim gelinliğimi de o dikmek istiyormuş çünkü Derya ve Yaprak'a söz vermiş. Derya'nın evleneceği kadının ve Yaprak'ın da kendi gelinliğini o dikecekmiş.

Kabul etmedim başta çünkü gerçek bir evliliğimiz yoktu ve ileride Valeria'nın gelinliğini dikse daha iyi olurdu. Ancak reddederken bunları söyleyemediğimden 'Zahmet etme, düz bir elbise bakarız' dediğim için kesinlikle dikeceğini söylemişti. Ve daha sonra ağzını yokladığımda bir sefere mahsus demişti. Yani bana dikerse Valeria şansına küsecekti. Tek tesellim düğüne sadece 2 hafta olmasıydı. Bu yüzden "Kendini fazla zorlama, iki haftada yetişmez zaten. Daha sonra bana Yaprak'ın düğününde bir elbise dikersin. Olur biter." dedim ancak Yaprak'ın düğününü göremeyebilirdim de. Bunun bilinciyle kurmuştum bu cümleyi ancak Nilay gözlerini devirdi.

"Benim yeteneğimi hafife alma. Derya evleniyorum dediği gün astarını diktim. Buraya gelmeden de tasarımı belirledim bile. Sadece zevkini de duymak istiyorum. Ona göre değişiklikler yapacağım." dediğinde "Düşüneyim. Evlilik sizin gibi bize de çok ani oldu. Hiç düşünmemiştim." dedim. Aslında bu konuyu Derya ile konuşmadan bir şey söylemek istemiyordum. Derya ve Valeria'nın elinden bunu almak istemezdim. Valeria...

Tabi ya.

"Mesela Valeria olsa nasıl bir gelinlik dikerdin?" diye sordum umursamıyormuş gibi ojemin kapaklarını açıp tırnaklarıma oje yapmaya başlarken.

Saçlarımı maşayla dalgalandırırken bir an duraksadı. "Valeria bildiğin gibi Model. Muhtemelen benim tasarladığım bir gelinliği giymezdi. Dünyaca ünlü bir tasarımcı değilim sonuçta." yüzündeki gülümseme beni yanıltmaya yetmedi. Elbette bu duruma bozuluyordu.

Burun kıvırdım. "Ay haspam, çok biliyor o modayı. Model değil mi sonuçta? Parasını verip istedikleri parçaları giydiriyorlar. Onlar giydi diye çok güzel olmuyor o elbise... Boş versene, yap sen, ben daha iyi taşırım." dedim ve söylediklerimi idrak edince dudaklarımı birbirine bastırdım. Gaza mı geldim ben az önce? Valeria'ya laf mı sokuşturdum? Aman Ya Rabbim evlerden ırak!

Ancak Nilay ve Yaprak kıkırdarken Melike de gülümsüyordu. Tabi eğlence çıktı size de! Siz de sanıyorsunuz sözlümün ex aşkını eleştiriyorum! Kumam o benim kumam! Böyle de söyleyince hiç hoş bir durum değildi ya! Neyse ben gerçeği biliyorum en azından. Formalite!

"İşine karışmak gibi olmasın Nilay ama ben zaten lahana gibiydim. Sen niye saçlarımı o kadar ısıya maruz bıraktın ki kıvırcık olayım diye?"

Sorduğum soru Nilay'a kahkaha attırdı bu kez. "Kızım aynı şey mi kıvırcıkla maşalı? Sen bekle bir. Sabret!" dedi ve saçlarıma bir şeyler sürmeye başladı. Tedbirli gelmişti.

Kuzenlerim kendi aralarında konuşup hazırlanırken onlara aynadan kınayarak baktım. Şurada kız tarafı olarak gelmişsiniz. Gelini damat tarafıyla baş başa bırakıyorsunuz! Ayıptır be!

"Bir şey lazım mı cınım?" diye sordu Zeynep. Boşboğaz Şifa'nın boşboğaz Teyzesi olan Zeynep!

"Sağ ol cınım hallediyor eltim." dedim aynı onun gibi ağzımın içinden samimiyetsizce konuşarak. Biz eskiden kuzenlerimle az çok anlaşırdık ancak ben üniversiteye gittiğimden beri hepsi bana hepten tavır almıştı. Bana ne canım? Ben mi dedim okumayın evlenin diye! Bunlar bilim, ilim okuma düşmanı!

Şu an aralarına katıldığım için çok mutlulardı muhtemelen. Gerçi sanki Ferman'la nişanlanacağım gün daha mutlulardı ama neyse...

Gözlerimi istemsizce devirdiğimde Yaprak koluma vurup eğildi ve sessizce güldü.

Nilay saçlarımı örmeye başladı ve iki yandan yaptığı iki kalın ve salaş örüğü tam ortada bağlayıp bir tur içe çevirdi. Çok güzel duruyordu. Elindeki minik beyaz çiçekli tokalara vizon rengi ve kahverengi far ve allık sürüp örgülerin arasına sıkıştırdı.

"Çok güzel oldu." dedim aynadaki aksime bakarak. "Normalde narsist biri değilimdir ama kendime âşık oldum. Erkek olsam ve aşka inanmasam bile aynadaki kızı görsem vurulurdum. Yanlış anlama kendimi değil seni övüyorum Nilay! Sen benden ne çıkardın böyle?" dediğimde kuzenlerim de başımıza toplandı.

"Kız Asude valla hiç bu kadar güzel olduğunu fark etmemiştik." dedi Zeliha Abla da bana beğeniyle bakarak. Gömdü mü övdü mü pek anlamasam da gülümsedim.

"Eltisinin yeteneğinden o." dedi fesat Zeynep. Benden küçüktü ve benden önce evlendiği için kendini benden güzel mi sanıyordu bu zilli? Dur sen, Kaptan Bey müstakbel kocamın bana taktığı Dilbaz lakabının hakkını nasıl veriyorum?!

"Öyle deme Zeynep, bende de biraz alt yapı vardı. Mesela sen olsaydın eltimin yetenekleri de çaresiz kalırdı." dedim. Bana sinirle bakan yüzüne karşı aynadan dil çıkardım.

"Beni beğenen beğenmiş cınım." dedi tam tahmin ettiğim gibi. Ve devam etti. "Sen de işte anca ite kaka evleniyorsun."

Güldüm. "Bir söz vardı ya neydi? Topal falan bir şeydi. Hah! Her topal satıcının bir kör alıcısı vardır diye. Kocan da ancak seninle evlenebilirdi zaten." Doğrusu kocasını görmüş müydüm hatırlamıyorum bile. Yani çirkin olduğundan demiyordum öyle sırf fitne kuzenimi kudurtmaktı amacım.

Öylece kaldı. Çünkü benim müstakbel Kaptan-ı Derya Bey kocacığıma tek laf edemezdi. Zira öküzlüğü baki olsa da çok yakışıklıydı.

"Hah işte onu diyorum Zeynep'cim. İnsan sonuçta yapabileceklerinin bir sınırı var. Eltim de maşallah yetenekli ama sonuçta fani." dedim Nilay'ı göstererek. "Diyorsan gel bir otur denesin. Çıkmadık candan ümit kesilmez." dediğimde Zeliha Abla "Asude!" diyerek beni uyardı. Ancak kardeşi başlattığı için pek bir şey de gelmiyordu elinden. Zeliha Abla çok hanımefendi biridir. Sevip sevmemek değil mesele zaten karakter olarak iyi biri ama Zeynep tam bir Şam şeytanı. Şifa da benzeyecek başkasını bulamamış gibi teyzesine benzemişti. Ne demek nereden biliyorum? Yüz kişinin içinde beni taciz etti! Ben anlamam bebek falan! Taciz tacizdir!

"Aman kalsın. Kalmadık eltine." dedi ve telefonunu bahane edip odadan çıktı. "Zeliha Abla siz bu Şifa'yı, Zeynep'ten uzak tutun aman ha." dediğimde Zeliha Abla da güldü. "Öyle deme kız kardeşime! İyidir de dili işte!" dediğinde gözlerimi irice açtım. 'Yapma! Sadece dil mi?' der gibi. O da omuz silkti ve Şifa'yı da yerden kucaklayıp odadan çıktı.

O sırada aklıma Ayaz ve Mina geldi. "Ayaz'a baktın mı sen hiç? Görmedim onu bugün. Mina'yı da en son kahvaltıda görmüştüm." dediğimde gülümsedi.

"Mina babaannenin yanında. Ayaz da Çiçek Annemin yanında. Bir saat önce emzirdim. Acıkırsa puding yapmıştı Gülbeyaz Abla ona, annem yedirir." dediğinde başımla onayladım. Ne güzel... Kalabalık ev olduğundan çocuklar illa anne baba diye tutturmuyorlardı. Herkese alışıklardı. Bizimkiler hep ayrı gittiklerinden çocuksuz nefes almaya zamanları yoktu. Çünkü çocukları anne babadan başkasında durmuyordu.

"İyi tamam. Benim yüzümden çocuklar perişan olmasın da." dediğimde gülümsedi. "Yok canım. Alışkın onlar. Yaprak, Gülizar Yengemleri arasana bir. En son Giresun'a girmişlerdi. Duha onları karşılamaya gidecekti." Nilay'ın büyük elti olduğu görünüşünden ziyade bu, her şeye hâkim olan halinden anlaşılıyordu.

"Tamam." dedi Yaprak ve odadan çıktı.

"Çok gerginsin aslında değil mi?" diyen küçük eltim Yaprak'ın kalktığı yere yanıma oturdu. Yaprakla birlikte halamın kızı Nida ve küçük amcamın kızı Cemre de çıkmıştı. Odada üç elti kalmıştık.

Başımla onayladım. "Çok kalabalık. Kalabalık olunca her an bir olay patlak verecek hissi uyandırıyor bende. Biri çıkarır silah sıkar, biri bana yan baktın kavgası çıkarır, yer ve pasta kavgaları olur diye çok geriliyorum. Düğün istememe sebebim de buydu ama..."

"Ama herkes çocuğunun telli duvaklı gelin gittiğini, oğlunun davul zurnayla gelin getirdiğini görmek ister." dedi Melike gülerek.

"Sen istemiş miydin düğün?" diye sordum, istemediğini bilmeme rağmen. Soru ne kadar istememiştin anlamındaydı. Melike gözlerini devirdi. "Ay hiç istememiştim. Yani düğün başlayana kadar moralim sıfırdı ama o kadar güzel oldu ki, iyi ki yapmışız diyorum. Her kızın düğünü olmalı. İsteyen sade yapsın, isteyen kokteylli, isteyen davul zurnayla ama mutlaka olmalı. Kendini bir masalda prenses, bir romanda başrol gibi hissediyorsun... Happy end'ten bir sayfa öncesindesin sanki..."

"Happy end kısmı tam olarak neresi oluyor?" diye sordum gülerek. Kaşlarını kaldırdı. İmayla gözlerini titretti ve o an başıma gelecekleri anladım. "Düğün gecesi komple sondan bir önceki sayfa tadında. Mutlu son, ilk sabaha açılmak üzere gözlerini yumduğun an. Ondan sonrasını hiçbir bekârın duymasını istemem şahsen... Evlilik bir toplumun yapı taşıdır. Caydırıcı şeyler yerine teşvik edici kısımları anlatmak daha iyi." dediğinde kahkaha attım.

"Eltiler dedikodusunu düğünden sonraya saklayın çünkü küçük eltimizin hazırlanması lazım. Hadi elbiseni giy de salona gel. Kendi sözüne geç kalman pek hoş olmaz." diyerek ayağa kalkan Nilay'la birlikte ben ve Melike de kalktık. Onlar dışarı çıkarken ben de elbisemi askısından çıkarıp yatağa koydum.

Elbiseme beğeni dolu bir bakış atıp "Güzel seçim!" diyerek kendimi tebrik ettim ve saçımı bozmamaya, makyajımı elbiseye bulaştırmamaya dikkat ederek üstümü değiştirdim.

Artık söz vermeye hazırdım. Yalandan olsa da...

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Çay bahçesine geldiğimizde henüz kimse gelmemişti. Ben ve Derya direkt iç mekâna geçtik. Bir masaya oturduğumuzda kendimi kıraathane müdavimi dayılar gibi hissetmiştim. Böyle hissetmeme üstümdeki elbise ve makyajım bile engel olamamıştı.

Çünkü karşımdaki adam tam olarak öyle bir ruh hali içindeydi.

"Merak ediyorum. Yani gerçekten aşırı merak ediyorum. Hiç mi gergin değilsin?" diye sorduğumda omuz silkti. "Yalandan değil mi her şey? Neden gerileyim ki?"

Ona inanamıyordum ve bakışlarımla da bu düşüncemi yansıttım sanırım. Eğildim ve "Yalandan olduğu için." diye fısıldadım.

"Yani sevgilisi olan da sensin. Tüm bu olanlar senin için nasıl umursanmayacak kadar normal geliyor?" diye devam ettim aynı kısık ses tonuyla.

O da eğildi ve "Umursamıyorum demedim. Ama gerilecek bir şey de yok. Başka birinin nişanına gelmişsin gibi düşün." dedi ve alayla geriye yaslandı. Ben de sanıyorum ki dünyanın en gamsız insanı benim. Acaba anormal miyim? Ben bana kurban olayım yani! Hakkımı yemişim, nasıl ödeyeceğim bu hakkı?

"Ben çok yalanlar söyledim. Hatta bazı zamanlar oldu ki gerek yokken bile söylemiş bulundum. Ancak ben evde hâlâ hazırlanırken arayan arkadaşlarıma yoldayım, geldim sayılır derken bile geriliyordum. Şimdi biz bir iki kişiyi değil, bir iki aileyi de değil hatta sülâlerimizi de değil biz kocaman dünyayı, devletin resmi kurumlarını kandırıyoruz. Ve sen sakinsin... Kusura bakma da sen benden de büyük yalancısın o zaman!"

Ofladı. "Böyle bir sonuca sırf sakin olduğum için mi vardın?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Bu yalan senin aklına geldi. Hem de 3 dakika içinde. Profesyonelsin sen. Gözüm korktu senden. Boşanma protokolü imzalayalım sen benden boşanmazsın falan. Sonra uğraşmak istemiyorum."

Dudağının kenarı havalandı. "Niye boşanmayayım senden? Sana bayılır bir halim mi var?"

Bu çocuk neden konuları farklı yöne çekiyordu?

"Bana bak Kaptan Bey biz birbirimize bayıldığımız için mi evleniyoruz? Boşanırken de bayılmadığından boşanıyor olmayacağız. Bak açıkça dile getiriyorum. Tek taraflı olarak kullanıldığımı fark edersem doğaçlama ilerlerim. Bu adil ve eşit bir anlaşma olacaksa kabul ediyorum. Dikkatini çekiyorum, adil veya eşit demedim. Adil ve eşit." dediğimde bir şey diyecekti, bir şey demek için ağzını araladı ancak dış kapı açılınca susmak durumunda kaldı.

"Herkes geldi. Sizi bekliyorlar." diyen kuzenim Nida ile ayaklandık. Derya girmem için kolunu uzatınca kolumu kolundan geçirdim. Nida çıkınca "Anlaşmalar güven üzerine kurulur. İçinde en ufak bir şüphe varsa iptal edebiliriz. Hala geç değil." dedi.

"Sadece uyardım. Senin aksine ben böyle büyük bir yalan söylediğimiz için çok huzursuzum ve bu huzursuzluğu bir yanılgı için çekmiş olmak istemiyorum."

Kapıyı açmadan önce duraksadı ve çok az bana doğru eğildi. "İnan bana ikimizin de amacı aynı. Özgürlük..." dedi ve geri çekildi. Sonra tekrar eğildi. "Ama benim de bir şeyi bilmem gerekiyor." Ona doğru döndüm. Dışarıdaki herkes merakla bize bakıyordu.

"Neyi?" diye sordum.

"Bu evliliği Valeria ile olan ilişkim için yapıyorum. Bunu sorun etmeyeceksin, öyle değil mi? Aldatıldım havasına girme de..."

Dudağım alayla kıvrıldı. "Yakalanmadığın sürece biricik aşkımsın. Ancak yakalanırsan insanların yanında sırtını sıvazlayıp 'Aslan kocam, erkektir yapar' demeyeceğim elbette." Geniş bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Dışarıdan âşık mı görünüyorduk yoksa saçma bir çift miydik? İnsanlar inanıyor muydu yoksa fazla mı belli ediyorduk, bilmiyorum.

"Benim kıskanç bir erkek olduğumu tüm Rize bilir. Sen de ne yapacaksan gizli yapsan iyi olur. Hâl ve hareketlerin ölçülü olmalı." diyerek kaşlarını kaldırdı. Omuz silktim. "Evlilik benim için bir terbiye aracı değil. Ben zaten hareketlerime dikkat eden biriyim. Evlendim diye karakterimi değiştirmem bu yüzden hiçbir zaman sana hesap vermeyeceğim. Abuk sabuk şeylerle gelme bana."

Dudağını büküp başını aşağı yukarı sallarken "Öyle diyorsan öyledir." dedi ve kapıyı açtı. İnsanlar bizi alkışlarken kendimi çok garip hissettim. Sanırım kaçmak istiyordum. İnsanlar bu kadar heyecanlıyken bizim yalan söylüyor oluşumuz beni çok geriyordu. Ve inanılmaz suçluluk duyuyordum. İnsanlar başka şehirlerden buralara sırf bizim aşkımıza şahitlik etmeye gelmişti...

Erdemli olmanın sırası değil Asude! Tüm bunları en başta düşünseydin! Çok etik bir insansın sanki! Ayrıca önüne bak düşeceksin şimdi!

İç sesim oldukça kaba olsa da haklıydı. En baştan düşünmem gerekiyordu. Ancak o anki adrenalinle kabul etmiş bulundum. Ne yapayım?

Biz yüzükler takılacak sanırken söz tepsisi ve yüzüklerin evde unutulduğu fark edilince geçip bizim için hazırlanan masaya oturduk. İş doğru değildi ki rast gitsin! Telefonum çaldı. Gözde arıyordu. Derya'ya telefonu gösterip yanından kalktım ve çay bahçesinin arka tarafına doğru yürüdüm, daha sessiz olduğu için.

"Alo?" telefonu açarken ben de sesimin bu kadar heyecanlı çıkacağını bilmiyordum.

"Asu!" diye aynı heyecanla karşılık veren arkadaşımla gözlerimin dolduğunu fark edip dehşete düştüm. Bu ben değildim. Karadeniz'de bermuda şeytan üçgeni var mıydı? Bence benzer bir şey vardı ve oraya girmiş olmalıydık. Bu karakter değişimimin başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

Ben konuşmayınca Gözde devam etti ve beni büyük bir şoka sokacak cümleler kurdu.

"Şimdi biz sana sürpriz yapalım istedik ve kalktık Ordu'ya geldik. Sorun şu ki evdeki kargo paketlerinde evin adresi vardı ve biz de eve geldik. Siz evde değilsiniz. Ve sürprizimiz mahvoldu. Bize acilen konum atman lazım."

Bir süre konuşamadım. Gözlerim dolmakla kalmayıp taştı. Umarım makyajım mahvolmamıştır.

"Ciddi misin?" diye sorduğumda "Kapınızda kalacak kadar... Hatta sizin villanın bahçe kapısının rengi petrol mavisi. Bu bilgi ciddiyetimi sana göstermeye yeter değil mi?"

Gülümsedim ama hala gözlerimden yaşlar boşalıyordu.

"Oldukça. Tamam durun. Ben konum atıyorum. Eve çok yakın bir çay bahçesindeyiz." dedim. Çay bahçesi dediğim oldukça büyük ve şık bir yerdi. Annem ve babam da nişanını burada yapmış hatta. O yüzden acı da olsa bir anlamı var burasının benim için...

Telefonu kapatıp konum yolladım. Yüzümü, makyajımı bozmadan kurutmaya çalışırken arkamı döndüğümde, çok, çok yakınımda bir beden bulunuyordu. Başımı hafifçe yukarı kaldırdım ve karnıma yumruk yemişim gibi bir etki yaratan o yüzle karşılaştım.

Ferman...

Yüzündeki öfkeli sırıtış itiraf etmeliyim ki oldukça korkutucuydu. Gözlerim istemsizce kırpışırken bir adım uzaklaştım.

"Selam minik!" diyerek iğrenç bir şekilde sırıttı.

"Sen gittin diye oyun bitti mi sandın? Bak şimdi yine onlinesın!"

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Herkese selamlar!! Biz geldik. Bilmiyorum hoş mu geldik?

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi #kaptanıderya etiketiyle paylaşıp aşağıdaki hesaplarımı etiketleyebilirsiniz. Görmekten mutluluk duyarım aşklarım.

Sosyal Medya:

İnstagram: Busbckr/Busras.typwriter

Twitter: Busrastypwriter

Tİktok: Busras.typwriter

Bölüm : 04.09.2024 01:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...