9. Bölüm

⚓9. Bölüm⚓

Büş Bckr
busbckr

Herkese selamlar. Sınır dolmadı ama sınırı zaten zaman kazanmak için koymuştum. Yarın eve dönüyorum o yüzden sizi bekletmeden bu bölümü atayım dedim.

Böğürtlen Mucizesi kitabım biliyorsunuz ki basıldı. Eğer merak ediyorsanız profilimden de ilk kitabı okuyabilirsiniz. İkinci kitap da inşallah yakında gelecektir.

Kitap yorumlarına da instagramdaki bir çok kitap sayfasından bakabilirsiniz. Etiketlendiğim gönderilerden bulabilirsiniz.

İyi okumalar :)

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

 

9. BÖLÜM

 

Bölüm Şarkısı:
Pinhani- Beni Sen İnandır
Melis Fis- Kara Kedi

Derya ile sohbetimiz sandığımın aksine oldukça iyi geçmişti. Hatta uzun zamandır kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Derya ile gerildiğimiz zaman kalkıştığımız bu dümen işkence gibi geliyordu. Sözlü olarak dile getirmemiş olsak da aramızdaki ateşkesi bir barış antlaşmasına dönüştürmüştük. Arkadaş olabilir miydik bilmiyorum ama iyi geçinmeye gayret edeceğime kendi adıma söz vermiştim. Onun tarafından bir şey gelmediği sürece bu oyunu ikimize de zehir etmenin âlemi yoktu. Akşamüzeri beni eve bırakmış ve tüm ısrarlarıma rağmen yemeğe kalmayıp Rize'ye dönmüştü. Evet, nezaketen ve gerçekten istediğim için ısrar etmiştim. O kadar da görgüden bir haber değildim. Yukarı, odama çıkacakken büyük salonda oturan babam ayak seslerimi duymuş olacak ki beni çağırmıştı. Salona girdiğimde dedemle karşılıklı oturmuşlardı ve oldukça ciddi duruyorlardı.

"Efendim." dediğimde dedemin gözleri elindeki tespihin üstünden çekilip beni buldu. Gözleri şöyle bir üstümü süzdü ve zaten bu halde dışarı çıktığım için bir şey söylemesinin anlamsız olacağını anlamış olmalı ki 'Fesuphanallah' çekip ilgisini yeniden tespihine verdi.

Babam da şöyle bir göz atıp eliyle karşısındaki üçlü koltuğu gösterdi. "Geç bir şöyle." dediğinde kaşlarımı çattım. Ciddi bir durum vardı. İkisi de kılık kıyafetime laf etmemiş sadece konuşmak için beni çağırmışlardı ve henüz 'Neredesin sen sabahtan beri?' diye sormamışlardı.

"Bu akşam Muhittin Amcanlar gelecek. Ferman ile birlikte..." dediğinde kaşlarım havalandı. Buz gibi bir tedirginlik ensemden tuttu ve ağzım hafifçe aralandı. Ne?

Ben bir şey diyemesem de babam karşı çıkacağımı zaten anladığından devam etti. "Ferman senden özür dileyecek. Bir daha böyle bir şey yaşanmayacağının garantisini de verecekler."

"İstemiyorum. Kabul etmeyeceğim bir özrü duymama gerek yok." dediğimde babam kaşlarını çattı. Kızar gibi değil de ikna etmeye çalışır gibiydi... "Öyle bakma baba. Ben onun yüzünü dahi görmek istemiyorum." dediğimde dedem girdi araya. "Onlar bizim akrabamız gızım. Gardaşımın oğluyla torunu. Yüz yüze geleceyik daha." Nefesimi dışarı bıraktım. Dedem nişandan beri daha ılımlıydı bana karşı. O bana yumuşak davranırken ne düşünürsem düşüneyim ona saldırgan davranamazdım. Ben de sesimi ve ifademi yumuşattım. "O zaman sizden özür dilesinler dede. Kiminle barışıp konuşacağınıza karışamam. Sizi de kendi meseleme karıştırmam ama. Ben bundan sonra onlarla yüz yüze bakmayacağım." dediğimde dedem yüzüme çaresizce baktı. Haklı olduğumu biliyor ama içine sindiremiyordu. Çünkü değneğin diğer ucunda kardeşi vardı. Benim esasen bir kardeşim olmadığından onu anlayabilmem çok da mümkün değildi. Kardeşim teorik olarak vardı ancak biyolojik bir hata yüzünden aynı kan bağını taşıyorum diye ona duygusal bağlılık hissedecek değildim. El âlem kendi doğurduğu kızını bile elin adamına tercih ediyorken benim sırf kan bağım var diye kardeşimi sevmemi bekleyemezdi kimse. Sevmediğim biri de dedemle empati kurmama yardım etmiyordu işte.

"Ben odamdayım. Derya ile yedik bir şeyler. Yemeğe inmeyeceğim. Misafirlerinize de hoş geldin demem zaten. İyi akşamlar." dedim ve ayaklanıp salonun çıkışına yöneldim. Tam kapıdan çıkmıştım ki babam dedeme "Sana söyledim. Annesiyle babasını bile affedemiyor. Hayal kuruyorsun baba. Asude'yi yoğurup şekil veremezsin. Rahat bırak kızı." dedi. Adımlarım duraksadı bir an ama sonra yüzümdeki gülümsemeyle birlikte merdivenleri tırmanmaya başladım. Güzel bir plan yapmıştık. Uçuktu, kaçıktı ama işe yaramıştı en azından. Daha imzalar bile atılmış değildi ama şimdiden özgürlüğümüzü kabul etmeye başlamışlardı.

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Odamda oturmuş sıkıntıyla sosyal medyada gezerken aklıma nedense Derya geldi. Hemen adını arattım. Ancak genelde kız hesapları çıktı. Bir bir kaç resimsiz hesap da vardı. Bazılarında çocuk resimleri vardı. Ancak nişanlım olan Derya'ya ait bir hesap yoktu.

Doğru...

Kapattım demişti. Benim twitlerimle dalga geçmeyi biliyordu tabi... Yine ne olur ne olmaz twitterda da arattım adını ama yine çıkmadı. Bu kez kayın akrabalarımı arattım. Yaprak'ı hemen buldum ama hesabı gizliydi. İstek attım. Sonra Melike ve Nilay eltilerimi de arattım. Melike aynı zamanda meslektaşımdı ve bunu da profiline yazmaktan geri durmamıştı. Çok havalı bir kadındı Melike. Ve Duha Abi ile inanılmaz yakışıyorlardı. Nilay ve Murat Abi de çok yakışıyordu ama onların arasında böyle çekimser ve soğuk bir duvar vardı. Derya birbirlerini sevdiklerini söylemişti. Acaba ikisinin de ikinci evliliği olduğu için miydi bu uzaklık? Yoksa kavga etmişlerdi de ben öyle mi görmüştüm. Derya çok fazla değinmiyordu abilerinin evlilik konularına ben de çok meraklı değildim tabi ama şimdi nedense merak etmiştim. Acaba etmemeli miydim? Yalandan bir evlilik için bilmem gerekenlerin bir sınırı vardı illaki. Bu konu o sınırın hangi tarafındaydı? Duha Abi ve Murat Abi'ye de istek gönderdim. Murat Abi'nin sadece 135 takipçisi vardı. Duha Abi'nin de 278 takipçisi vardı. Muhtemelen kabul etmiyorlardı yoksa filinta gibi adamlardı. Adım kadar eminim Gözde her ikisini de takip ederdi öylesine keşfette denk gelseydi eğer...

Ben mi? Ben şahsen tanıyıp sevmediğim kimseyi takip etmezdim. Kendi akrabalarımı bile takip etmiyordum. Hatta engellemiştim hepsini. Babamı da... Takip ettiğim kişi sayısı sekizdi. Gözde, Diyar, Nazif, lise arkadaşlarım Vildan, Safinaz, Eyüp, Bize hep iş ayarlayan Fazıl Abi ve sevdiğim bir yazarı(busbckr). Şimdi de kabul ederlerse kayın ailem ile birlikte on üç kişi olacaktı. Takipçim de öyle çok yoktu. Altı yüz küsur kişi tarafından takip ediliyordum. Zaten paylaşımlarım da öyle kitlelere hitap etmiyordu. Mesela 28 gönderimden 11 tanesi sokak kedisiydi. 4 tanesi sokaklardaki duvar yazılarıydı. Profilim dışında hiç kendi fotoğrafım yoktu mesela. En bana ait fotoğrafım sokak sanatçılarını çektiğim fotoğraftı. Çünkü Elimi yumruk yapıp başparmağımı kaldırmıştım ve kadraja elimi de alarak çekmiştim o fotoğrafı. Ancak gelin görün ki Daniela'nın pisulincer arkadaşları beni cümle âleme izletmişti. Başıma ne geldiyse de ondan sonra gelmişti zaten.

İnstagramdan çıkıp Twitter'a girdim. Twitter'da görüntü paylaşma zorunluluğu olmadığından ve benim de her daim diyecek bir şeyim olduğundan Twitter'da daha aktiftim. Senede on on beş paylaşım yapıyordum yani hiç yoktan. Şimdi Gözde çoktan Derya'yı sosyal medyada aratmış taratmış ve bir şey bulamayınca da 'Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş' yorumunu yapmıştır hatta. Tam o an telefonuma bildirim geldi Gözde'den. İyi insan lafının üstüne misali bir görüntü yollamıştı. Tıkladım ve indirdim resmi. İnstagramdan ekran görüntüsü almış ve Derya Balamir diye aratmış. Çıkan tüm hesapların üstünü kırmızıçizgi ile çizmişti.

Altına şunu yazdı.

 

 

 

Gözde:

 

 

 

-Twitterda da durum farklı değil. Tencere yuvarlanmış kapağına kavuşmuş

Kahkaha atıp ve ses kaydına alıp bu kahkahayı onun da duymasını sağladım. Ve cevap yazdım.

Ben:

 

 

 

-Seni sandığımdan daha fazla tanımışım ve bu biraz beni korkutmadı değil...

Görüldü oldu. Sonra yazıyor oldu ve cevabını yolladı.

 

 

 

Gözde:

 

 

 

-Tam bir haftadır araştırma yapıyorum. En son kardeşinin ve yengelerinin hesabını takip ettim. Dün kabul etmişler. Takip ettiklerine baktım. Yok. Fotoğraflarında ise aile fotoğraflarına baktım. Herkes etiketli ama seninkini '#' ile etiketlemişler. İşte o zaman emin oldum. Yok hesabı.

 

 

 

-Kızım siz ne çeşit insanlarsınız? İki numunelik nasıl buldunuz birbirinizi?

Öyle çok güldüm ki mesajı okurken gözlerimden yaş akıyordu artık.

Ben:

 

 

 

-asfgdjjk gülmedjkten shjsbhsbh yazamuyrounm

Yazdığım mesajı okurken daha çok güldüm. Sinirlerim bozulmuş olmalıydı. En sonunda yazamayacağımı fark edip ses kaydı attım. Ancak onda da gülmekten konuşamıyordum.

Ben:

 

 

 

"Gözde hahahahah deli misin kızım sen? Ben gayet sosyal hahahhah biriyim. Tumblr hesabım bile var. hahahha ama kullanmıyorum tabi orası başka. Gözlerimden yaş geliyor hahahah. Derya numunelik ama doğru. Sevgilisi istedi diye hesabını kapatmış manyak hahhaha"

Gözlerimdeki yaşları parmağımın tersiyle silerken Gözde beni whatsapttan görüntülü aradı. Aramayı cevaplandırırken şaşkındım. Ne olmuştu şimdi? Görüntüsü ekrana düştüğünde tek şaşkın olanın ben olmadığımı gördüm.

"Sevgilisi istedi diye hesabını kapatmış ne demek?" diye sorduğu an sanki beynime bir balyoz indi. Ben ne demiştim?

"Ne- Ne sevgilisi?" dedim biraz da olsa sakinleşmeye çalışarak.

"Sen dedin ya sevgilisi istemiş diye hesabını kapatmış." dediğinde derin bir nefes verdim. Bu benim gibi yumurcak bir Pinokyo için kazın yanmadan çevrilmesine yeterliydi.

"Benden önceki sevgilisi. Demiştim ya biz tanıştığımızda biri vardı diye." dediğimde sakin durmaya çalışıyordum ve bence başarılıydım gibi. Ancak Gözde'nin yüzünde hala tereddüt vardı.

"Niye ayrılınca geri açmamış?" diye sordu. Öf Gözde açmamış işte Allah Allah! Fazla sadık bir çocukmuş bu! Ya da aklına gelmemiş.

"Doktor ya çocuk. İşleri yoğun falan. Gerek duymamış." dedim sanki bu konuyu Derya ile masaya yatırmışız gibi.

"Peki senin şarkı söylemene ne dedi. Ailesi sorun etmedi mi?" diye sorunca kalakaldım. Bir şey diyemedim. Çünkü bu konuyu masaya yatırmadığımız kesindi...

"Söylemedin mi?" diye sordu ancak sesinde bir yargılama yoktu. Sadece şaşırmıştı.

"Aslında konu açılmadı sadece. Bar konusunu biliyor ama bir şey demedi. Sormadı hiçbir şey." dediğimde başını salladı.

"Sorun etmez ama. Öyle biri değil Derya." dedim. Aslında nasıl biri olduğu önemli değildi. Açıkçası onu ilgilendirmeyen bir konuydu ve bunu o da biliyordu. Çünkü ilişkimizin en temelinde bu felsefe vardı 'Bana ne?'

"Bence de. Çok az bir süre tanıma fırsatım oldu ama hödük değil gibi." Dedi. Kendi kendime güldüm. "Biraz var ama hödüklük." dediğimde Gözde de güldü. "O kadar kusur kadı kızında da olur." deyince omuz silktim. "Artık geçti. Alan razı veren razı." dediğimde o da güldü.

"Diyar hala çok sinirli ama şey dedi en azından öbür şerefsizden kurtulmuş." dedi Gözde. Derin bir nefes bıraktım. "Acaba ne yaşadı da insanlara bu kadar güvenmiyor bu çocuk?" diye sordum. Aslında insanlara güvenmemek değildi onun yaptığı, erkeklere güvenmiyordu daha çok.

"Aslında şimdiye kadar haksız çıktığını da görmedik." dedi Gözde. Orası da öyleydi. "Derya için bir şey dedi mi?" diye sordum. Aklıma Derya'nın söylediği saçma şey gelmişti. Diyar benden- tövbe tövbe!

"Demedi. Yani ben de şaşırdım. Bir yorum yapar kesin diyordum. Hani kesin gözü tutmaz dedim. Çünkü Derya biraz şey bir karakter ya neşeli mi desem, samimi mi desem."

Allah Allah ben niye görmedim o özelliğini? Nerede güldü bu çocuk?

"Ne zaman güldü ki? Bir saat durdunuz, güldüğünü nerede gördünüz?" diye sordum, dayanamamıştım.

"Senin makyajını yaparken camdan gördüm. Abileriyle gülüşüyordu. Öyle bir olaydan sonra nasıl gülebildiğine hala şaşırıyorum ama belli yani neşeli bir çocuk."

Neye güldü acaba? Cidden ben iki saat kendime gelememiştim. Neye güldünüz Kaptan Bey siz?

"Ve buna rağmen bir şey demedi mi cidden?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Başıyla onayladı. "Bence senin bu kez gerçekten sevmiş olmanla alakalı. Mesela Orçun ya da Görkem'i hiç savunmamıştın. Öylesine diyordun. Ama Derya için bize rest çektin." dediğinde kaşlarım çatıldı.

Ben? Rest çektim? Ne zaman?

"Öyle bir şey yapmadım ben uydurma!" dedim Gözde'ye de gözlerimi devirerek. Bana trip atan onlardı!

"Hıı gruptan çıktın." dedi kahkaha atarak. Tamam da bunun neresi restti canım. Hem geri eklediklerinde çıkmamıştım bir daha. Allah Allah ya!

"Geri çıkmadım ama." dedim omuz silkip burun kıvırarak. Güldü. Sonra bir anda ciddileşti. "Ama Asu biz neden bu çocuğu tanımıyoruz. Sen neden hiç bahsetmedin bize eğer 5 senedir tanıyorsan?"

Hıh! Başlıyoruz.

"İlk geldiğim senenin başında tanıştık. İşte numaralaşmıştık ama öyle çok iletişim kurmuyorduk. Herhangi biriydi. İşte sonra bir kaç kez karşılaştık. Hoşlandım ama biliyorsun aşk hakkındaki düşüncelerimi. Aşık değilim. Sadece çok hoş bir çocuk. Neyse işte bir şey demedim tabi ve zaten hayatında biri de vardı öyle kaldı. Sonra bunlar ayrıldılar. Tesadüfen öğrendim. Teselli ederken bir baktım samimiyiz ama tam bir isim koymamıştık. Gemide karşılaşınca da işler böyle gelişti. Yani babama birbirimizi seviyoruz falan dedik ama ortada destansı bir aşk yok. Bir nevi mantıklı bir hoşlanma evliliği gibi oldu." dedim. Valla ben Gözde olsam inanırdım. Ancak Gözde'nin gözlerindeki şüphe yerli yerindeydi. Hayır bir de babama tam olarak ne dedik onu da hatırlamıyorum. Sadece benim aşık olduğumu söylediğimizi biliyorum şu an.

"Ben hala bundan neden haberim olmadığı kısmındayım." dediğinde derin bir iç çektim. "Çünkü hiçbir zaman anlatmaya değer bir olayımız olmadı. Görkem vardı bir ara zaten o sırada Derya'nın da hayatında biri vardı." dedim. Yani inşallah öyleydi. "Sonra Orçun meselesi falan derken hiç kafanızı bulandırmayayım dedim."

Ay Asude ne saçmalıyorsun balım?

Bilmiyorum ya!

"Asu sen bir işler çeviriyorsun ama madem söylemek istemiyorsun öyle olsun. Umarım ne yaptığının farkındasındır." dediğinde omuz silktim. "Her şeyi anlatmadığım için sizde bir şeylerin kopuk olması normal." dedim öylesine bir şey anlatıyormuş gibi bir rahatlıkla. "Benim için bile hızlıydı. Ama endişelenmeniz gereken bir şey yok."

"Umarım." dedi ve yeniden kocaman gülümsedi. "Bir hafta sonra evli bir kadın olacaksın Asu!!!" diye çığlık atan arkadaşımdan bu tepkiyi beklediğim için çok şaşırmadım sadece işaret parmağımı dudağıma koyup sessiz olmasını işaret ettim.

"Ay sen bir de seneye kucağına bir çocuk da alırsın. Hahahha çok iyi." diyerek kaptırıp gitti. Yok devenin nalı!

"Hayal kurma! Ben çocuğum daha be! Çocuk görsem onunla oynayıp yemek yemeyi unutuyorum henüz ben, valla kazara bir çocuğum olsa ikimiz de açlıktan ölmüş olarak bulunuruz!" dedim ve ben de güldüm. Sanırım tüm bu yalanlar gerçek olsaydı ve ben gerçek bir evlilik yapıyor olsaydım bu kadar rahat konuşup gülemezdim.

"Ahahha Asu biliyor musun sana 'Saçmalama canım niye yapamayasın, senden çok iyi bir anne olur.' demek isterdim ama bence de tam söylediğin gibi olur." dediğinde gözlerimi kıstım. "Ayıp ayıp! İnsan destek olur! Dua et yakın zamanda anne olmakla ilgili bir planım yok."

Çocukları severdim. Onlar da beni severdi ama mesela çocuklarla ağlayana kadar vakit geçirirdim sadece. Agugu falan yapardım. Ce e yapardım ve hatta 'Araba geldi durakta durdu bip biiip' yapıp burunlarını bile sıkardım ama yemek yediremezdim. Ya da uyutamazdım. Ağlarlarsa yanlarında dahi duramazdım hatta. Bebekler için iyi gün dostuydum anlayacağınız. Çocuklar için durum biraz daha dar bir penceredeydi. Çünkü çocukların bitmek tükenmek bilmeyen soruları olurdu ve ben çok konuşan hiçbir varlığı sevmezdim. En çok ben konuşmalıydım bulunduğum ortamda...

"Bu o çocuklar için de isabetli bir karar Asu'cum." dediğinde güldüm. "Gören de seni aç bıraktık sanacak Gözde. Ne zaman ağladın da mama vermedim?" dedim. Gülerek gözlerini devirdi.

"Ben şimdi mama yemeye kaçar. Daha sonra gelip altımı değiştirirsin." diyen şakacı arkadaşıma karşılık burnumu tutup yüzümü ekşittim. "Şimdiden kokuttun Gözde!" dediğimde dil çıkardı.

Vedalaşıp telefonu kapatmıştım ki kapım tıklandı. "Gel." diye seslendiğimde Gülbeyaz Abla başını içeri uzatıp "Deden seni çağıriy. Misafurlerin gelmiş." dedi. Ofladım. Oysaki oldukça net ifade etmiştim kendimi. "Gelmiyorum Gülbeyaz Abla." dedim. Gülbeyaz Abla içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı.

"Dedenin gardaşu da gelmiş gızım. Rencüde etme dedeü." dedi ve yatağıma oturdu. "Ben mi rencide ediyorum abla? Benim başıma neler getirdiler onlar? Daha anlatmadıklarım var üstelik."

"Olsun gızım. Sen in gerekürse heç gonuşma. Cehennem olsunlar gitsinler. Dedenü bu saatten sonra gardaşıyla küs koma. Yaşlı başlı adamlar." dediğinde vicdanıma dokunmuştu. Zaten muhtemelen bu yüzden Gülbeyaz Ablayı yollamışlardı yanıma. Derin bir iç çektim. "İyi peki inerim ama affedeceğim demiyorum. Sadece dinleyeceğim." dediğimde başıyla beni onaylayıp eliyle yüzümü gözümü saçımı başımı okşayıp sevdi ve koluma girdi. Muhtemelen gelmeme ihtimalimi kendince bertaraf ediyordu.

Beraber odamdan çıkıp merdivenleri indik ve büyük salonun girişinde kolumdan çıkınca ben tek başıma babamların yanına gittim. Kahve içiyorlardı.

Ferman'ın iyileşmeye yüz tutmuş yaraları hala can yakıcı görünüyordu. Ve muhtemelen sol yanağındaki pembeliğin sebebi bendim. Çünkü boydan boya bir pembelikti ve ben kafasına bastığımda oluşmuş olmalıydı.

Kimseye selam falan vermedim ve geçip babamın yanına ikili koltuğa oturdum.

"Nasılsın gızım." dedi Muhittin Amca. Başımı hafifçe sallayıp "Bu son bir haftadır gayet iyiyim." dedim. Aynı şeyi Derya'ya da söylemiştim. Laf sokma dağarcığımı biraz genişletmem lazımdı sanırım. "İyi iyi. İyi ol gızım. Bizim hayta bir düşüncesizlik yapmış saa garşı." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Düşünmemiş görünmüyordu." dediğimde gözlerimdeki alayla Ferman'a döndüm.

"Senin nişandan kaçışın kadar planlı da değildi." diyen Ferman'a bu kez dudaklarım, alayla kıvrılarak karşılık verdi. "O yüzden benimki başarılı oldu sen şu an özür dilemek için buradasın." dediğimde babam boğazını temizledi. "Asude!" diye de sessizce uyardı. Yani o sessiz olduğunu düşünüyordu ama herkes duydu aslında.

"Efendim baba?" dedim normal konuşma tonuyla. Burada sessiz konuşulacak hiçbir şey yoktu. Azarlamalar bile...

"Muhittin Amcanlar özür dilemeye gelmiş." dedi sanki hiç bilmiyormuşum gibi bir gülümseme ve olumlamayla. Karşısında yedi yaşında bir kız çocuğu olsa muhtemelen bu yaptığı mimikler işe yarardı.

"Muhittin Amca ne için özür dilemeye gelmiş?" diye sordum mimiklerine aynı mimiklerle karşılık vererek.

"Oğlumun hatası için." dedi Muhittin Amca. Ferman'a baktım. "Vah vah dilini mi yutmuş oğlu? Kendi konuşamıyor muymuş?" diye sorduğumda Ferman'ın sinirden dişlerini sıktığını gördüm. Ben de az değildim. Kasten kışkırtıyordum ama neden yapmayayım ki? Sıkıyorsa burada da bel altı konuşsun, versin cevabımı.

"Abi senin bu dorunun da az deel. Dili pabuç kaa" diyen Rıza dedeye gözlerimi kısarak baktım. "Valla Rıza Dede ben dedim gelmeyeyim, kabul etmeyeceğim özrü duymaya gerek yok diye. Senin bu abin indirdi aşağı beni. Senin hatırın için indim ama boş yani."

Dedem bana, ölüm hükmü veren padişah edasıyla bir bakış atınca dudaklarımı birbirine bastırıp sustum. "Siz akrabasınız." dedim ayaklanırken. "Birbirinizin yüzüne bakarsınız. Ancak ben bu herifin yüzüne bakmak zorunda değilim. Sırf dedemlerin hatırına birçok şeyi açık etmedim. Varsın siz beni edepsiz bilin çünkü ben sizin benim hakkımdaki düşüncelerinizi umursamıyorum. Ancak bu andan sonra bana karşı yapılan hiçbir hakarette bu kadar düşünceli olmam. Zaten gidiyorum bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum. Bizim yüzümüzden siz ilişkilerinizi bozmayın. İyi akşamlar." diyerek Ferman'a döndüm. "Sen de bir daha sakın karşıma çıkayım deme. Benim nişanlım öyle medeni bir adam değil gördüğün gibi. Bir sonraki barışma toplantısı mezarının başında olur demedi deme!" diyerek arkamı döndüm ve salondan çıktım. Konuştum ama boşa konuştum biliyorum. Yine söylenecekler, yine arkamdan laf atıp kötüleyeceklerdi. Yine de ben elimden geleni yaptım. İlişkilerinin bozulma sebebi de katiyen ben değildim. Çünkü ben gidip yapışmadım beni kardeşinin torunuyla evlendir diye. Dedem de artık kendi hatasının ceremesini çeksin yani! Ne yapayım?

Benim derdim bana yeterdi ayrıca!

 

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Benim nişanlım öyle medeni bir adam değil mi? Bu cümleyi kurarken aklımda ne vardı acaba? Adam öyle medeniydi(!) ki aynı anda bir karısı bir de sevgilisi vardı ve biz de ondan medeni(!) olmalıydık ki ikimizin de birbirinden haberi vardı. Tamam, bunun mantıklı bir açıklaması vardı ve işin iç yüzü farklıydı ama biri duyacak olsa, birine açıklamak zorunda kalsak bunun ne açıklanacak ne de anlaşılacak bir tarafı yoktu. Gelen mesajı sekizinci defa okudum.

 

 

 

+0099552236xx:

 

 

 

-Merhaba Asude ben Valeria. Duydum sizin düğün var bu hafta sonu. Tebrik etmek istedim ben ve teşekkür de etmeliyim. Senin sayede biz rahatça buluşabileceğiz. Ben senin numarayı almak için çok ısrar etti. Kızdıysan özür dilerim. Seninle arkadaş olmak istedim ben çünkü seni sevdim.

 

 

 

-Türkçe konuşmak zor ama yazmak o kadar zor değil. Sevdim ben yazmayı. Düğüne ben gelemeyecegim. İstemezler ve zaten garip olur. Sonra görüşürüz. Öpüyorum.

İşte bu mesaj benim kafama bir balyoz gibi inmişti. İşin vahametini şimdi idrak edebiliyordum işte. İşin bir de Valeria kısmı vardı. Elbette olacaktı. Kızın sevgilisiyle evleniyordum çünkü. Tövbe Ya Rabbim! Cümlesini kurunca bile tüylerim ürperiyordu. Acaba alnımızda ak bir yer kalır mıydı biz bu oyunu sonlandırana dek? Ne cevap yazılır şimdi böyle bir mesaja? Şimdi Gözde'den durumumu saklamasam ona sorardım da bilmiyordu bir şey kız! Yine de bir şeyler yazmalıydım. Klavyenin üzerinde hareket etmeye başladı parmaklarım ama zihnim kendini akışa bırkamıştı.

Ben:

 

 

 

-Teşekkür ederim ama karşılıklı fayda sağlıyoruz biz bu işten. Teşekküre gerek yok :) Numaramı almanda bir sorun yok tabi ki. Arkadaş olmasak daha iyi olur. Birileri bizi görürse açıklayamayız çünkü. Biz Türkler henüz o medeniyet seviyesine ulaşamadık. Ama sen iyi bir kızsın normal şartlarda seninle arkadaş olmayı çok isterdim. Belki ileride biz boşanınca arkadaş olabiliriz.

Gönderdiğim mesajı yeniden okudum. Tabi ki arkadaş olma konusunda henüz o medeniyete ulaşmamış olmamız iyi bir şeydi bence. Tabi bu konunun medeniyetle de bir alakası yoktu bence ama neyse.. Bunu ona söyleyemesem de ben de o konuda biraz eski kafa düşünüyordum. Tabi bizim durumumuz için işler farklıydı. Daha sonradan Valeria ile arkadaş olmamızda bir sorun yoktu çünkü Derya ile aramızdaki ilişki sahteydi. Duygular ve anılar da öyle olacaktı.

Aksi takdirde sevgilimin öptüğünü ve belki de daha ileriye gittiklerini bildiğim bir kızla selfie çekip paylaşamazdım. Kahve içip dedikodu yapamazdım. Kimse kusura bakmasın vallahi! O kadar da geniş değilim. Valeria'nın numarasını kaydettim. Ne olur ne olmaz dursun tabi. Tam o an mesaj geldi.

 

 

 

Valeria:

 

 

 

-Haklısın sen tabi ki. Ben düşünmedim. Afedersin. O zaman ben bekleyeceğim boşandığınız günleri. Seninle arkadaş olmak için çok heyecanlıyım.

Mesajı yüzümdeki sırıtmayla okudum. Şimdi söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum ama hangi milletten olursa olsun kadın kadındı. Valeria'nın bu hamlesi apaçık belli ki beni kontrol etmek ve durum üstünde hâkimiyet kurmak için yapılmış bir hamle. Aklınca biz arkadaş olacağız da benden laf alıp aklınca önümüze bariyerler kuracak.

Yalnız cicim, geçti o işler. Baştan kabul etmeyecektin. Benim yerimde başkası olsa hop diye kapmıştı çocuğu. Maşallah dalyan gibi de bir çocuk!

Biz de kapalım istiyorsan Asu'cum. Gözün kaldı sanki.

Google arama çubuğu: İç sesi öldürme duası

Az düşmanım varmış gibi bir de kendi kendime düşman olmuştum. Ne kapması ya! Tövbe estağfurullah! Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyor densiz! Yemem canım ben bilinçdışı harekâtları!

Valeria'ya gülücük gönderip sohbet ekranından çıktım. Şimdi kızın aklı kalacaktı haklı olarak ama ben kimsenin kontrolüne girecek biri de değilim yani! Ne yapalım? Benim payıma düşen kontrolü de sevgilisine uygulasın artık. Bir kafesten kaçmak için başkasının kafesine girmeye niyetim yoktu. Ama şu an bulunduğum kafesten çıkışım da bakalım sorunsuz olacak mıydı? Çünkü iki gün sonra düğünüm vardı ve şu an ortalığa bir sessizlik hâkimdi. Ve bu sessizliğin fırtına öncesi sessizlik olma ihtimali beni biraz korkutuyordu.

Kendi kendime düşüncelere dalmışken telefonum çaldı. Sevgili müstakbel Kaptan kocam arıyordu. Cevapladım.

"Hayır vazgeçmedim." diyerek açtığım telefonun diğer ucundan bir süre ses gelmedi. Ama bir kaç saniyenin ardından büyük bir kahkaha duyulduğunda ben de gülüyordum.

"O yüzden aramamıştım." diye itiraz edince görmeyeceğini bilmeme rağmen kaşlarım havalandı. "Bence niye aradın biliyor musun?" diye sorduğumda "Niye?" diye sordu o da.

"Son görüşmemizden beri iletişime geçmedik. İçinde bir kuşku oldu. Acaba bu kızın aklı başına mı geldi? Yoksa vaz mı geçti? Sonra bir bahane buldun ya da ürettin ve beni aradın." dediğimde az önceki kadar şen bir kahkaha attı. "Dalavereler kraliçesi olduğunu nasıl da belli ediyorsun?" diye sordu ve ardından korku ile ekledi. "Eleştirmiyorum yanlış anlama."

Güldüm. "Ya senin bu kendini bilmez ve melek sanan hallerin beni öldürüyor Kaptan. Çünkü hayatımda çevirdiğim en büyük dalaverenin yapımcısı sensin. Ben sadece arada senaryoya bir şeyler ekleyip onu oynuyorum."

Homurdandı. "Tamam tamam laf soktuğuna göre hala oyunun içindesin boşuna endişelenmişim."

Kurduğu cümleyle birlikte ben de en az onun attıkları kadar şen bir kahkaha attım. "Ya yalan söylüyorsun bari sonuna kadar götür, çaktırma. Çok çabuk itiraf ettin." dediğimde neşeli bir sesle "Neyse artık evlendiğimizde sen öğretirsin. Bakma, bende de potansiyel çok, açığa çıkmayı bekliyor." diyerek karşılık verdi.

"Onu anladım zaten. Ben sana hile hurda ne varsa öğretirim de sen de bana gemi sürmeyi öğretirsin karşılığında... Kusura bakma bedavaya çalışmıyorum, hayat müşterek." dedim. Aslında şu cümleyi kurana kadar gemi sürmek istediğimi bile bilmiyordum ama şimdi biliyorum. Gemi sürmek istiyorum.

"Hayırdır, işleri büyütmeye karar vermedin inşallah? Evden kaçmakla kaçakçılık yapmak aynı şeyler değil, baştan söyleyeyim de..."

Ay çok komik!

"Komik misin sen? Çok üzüldüysen güleyim bak." dedim. Gözlerimi devirdiğimi görmemesi yazık olmuştu.

"Şimdi buna da kızma ama hiç normal bir şey yaptığını görmedim. İlla altından bir şey çıkıyor. Yanlışlıkla sana yardım ve yataklık yapmayayım şimdi." Dedi.

"Tüüü!" dedim hayal kırıklığı yüklü sesimle. "Sen şimdi iki gün sonra hangi yüzle hastalıkta ve sağlıkta diyeceksin? Vallahi yazık ya!" dediğimde sırıttığını hissettiren bir sesle "Ölüm bizi ayırıncaya kadar diyeceğin yüzle..." diye karşılık verince sustum. Gülüşüm soldu. Çünkü haklıydı. Onun da durgunlaştığını hissettim. Derin bir nefes sesi duydum

"Ama sana hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya kadar arkadaşın olacağımın sözünü verebilirim Asu." dediğinde dolabımdaki aynadan kendimle göz göze geldim. Ne diye bu kadar kasvetli hissediyordum ki?

"Asude..." dedim konu buymuş gibi. "Eğer adımın Asu olmasını isteseydi, babam adımı Asu koyardı." Ondan da bir süre ses gelmeyince az önce söylediği şeye karşılık verdim.

"Ayrılmak için ölümü beklememizi gerektirecek duygusal bir bağ kurmuyoruz. Kader bizi ayırana kadar arkadaş olalım. Sonra en sağlıklısı ilişkimizin kesilmesi..." dedim sanki az önce sevgilisine tam aksini söylememişim gibi...

Ne yapmayı düşünüyorsun Asu, ah pardon Asude? Boşanana kadar Derya ile boşandıktan sonra da sevgilisiyle mi arkadaş olacaksın?

"Nasıl istersen..." dedi bir miktar sessizliğin ardından. "Nasıl rahat edeceksen öyle yaparız. Ama ne zaman ihtiyacın olsa orada bir yerde benim olduğumu bil. Olur mu?" dediğinde dudağımın bir kenarı kıvrıldı ve bu kıvrımdaki küçümsemeyi de göremedi o...

"Peşin ve erken konuşuyorsun Kaptan. Hayat senin kararlarınla ilerlemiyor her zaman. Belki de yüzümü görmek bile istemeyeceksin. Bırakalım ne olacağımıza zaman karar versin. Fazla bağ kurmak oyunun gidişatı için de iyi olmaz hem." dediğimde öksürük sesi geldi. Boğazını temizliyordu. Çünkü bozulmuştu ama bozulacak bir durum yoktu. Normal şartlarda birbirimizin yüzüne bile bakmazdık belki de. Özel bir durumun içindeydik ve özel durumdan çıktığımız zaman hakkında konuşmamak en doğrusuydu.

"Haklısın. Duygusal bağ, kuracağımız sentetik ilişki için çok sağlıklı olmaz. Sanırım bu konuda sen yöneteceksin bu ilişkiyi. Mantığın hep diri."

Öyle olması gerekmiyor mu? Niye beni suçlar gibi konuşuyordu şimdi?

"Boşluğa düştüğün zamanlarda neden bu işe girdiğini anımsarsan sen de mantığını diri tutabilirsin Kaptan." dediğimde arkadan kalabalık bir ses gelmeye başladı.

"Haklısın. Deneyeceğim mutlaka. Şimdi acile gitmem lazım. İki gün sonra görüşürüz." dediğinde "Görüşürüz." diye karşılık verdim ve telefonu kapattık.

Düğün sabahı gelin almaya geldiklerinde görüşecektik. Çeyizlerimi önden göndermiştim. Aslında hafta ortasında eltilerim ve kayınvalidem gelecekti ve alışverişe çıkacaktık ancak ben gerek olmadığını, kendi alışverişimi kendim yapacağımı söylemiş ve hatta bu konuda diretmiştim. İşin aslı alışverişe falan da çıkmamıştım. Her şeyim vardı zaten. Düğün organizasyonumun da başka gelin için yapıldığını göz önünde bulundurursak bence alışveriş çok da önemli bir konu değildi. Olmayacak gerdek için transparan gecelik almasam da olurdu...

Gerdek demişken aynı oda sorunu hala bıraktığımız yerde duruyordu ve bir çözümü de yok gibiydi...

 

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

"Gelin Hanımcığım, ballı çöreğim, bol tereyağlı kuymağım uyanır mısınız artık? Biraz daha kalkmazsanız düğüne gitmek istemediğinizi ve direkt gerdeği beklediğinizi düşüneceğim." Gözde'nin başımdaki söylenmelerini kurduğu son cümleye kadar tolere edebilmiştim ama o son cümle! O son cümle nasıl bir cümleydi?

Başımın altındaki yastığı bir hışım çekip ne olduğunu idrak etmesine fırsat tanımadan kafasına geçirdim. "Rezil seni! Neler düşünüyorsun öyle?" dediğimde yatakta oturur pozisyona geçebilmiştim. Gözde, yediği yastık darbesine rağmen kahkahasını kesmeden gülmeye devam edince tekmemle kendimden uzaklaştırdım. "Gülmesene kız! Edepsiz ya! Ne hayal ediyorsun o diskodan bozma rengârenk beyninin içinde bilmiyorum ama ayıptır günahtır ya!"

İnsan diyemiyordu ki öyle bir şey olmayacak diye! Ah ulan Derya yaktın beni! Anlaşmamıza göre aramızdaki evliliğin sahte olduğunu yalnızca hayatımızda olan ya da hayatımıza giren duygusal gönül bağı ile bağlandığımız kişilere söyleyebilecektik. Yani sevgilim olmadığı sürece ben kimseye bir şey anlatamıyordum. Bu yüz kızartıcı şeylere de katlanmak mecburiyetinde kalıyordum böylece...

"İnan bana herkesi ama herkesi hayal edebiliyorum ama seni... Asla olmuyor!" diyerek yeniden kahkaha atmaya başladı. Allah Allah neyim varmış benim?

"Benim de libidom var tamam mı?" diye çıkıştım. Çünkü sorun buydu Asu-deciğim. İstersen bu önemli bilgiden Derya'yı da haberdar edelim. Tövbe Estağfurullah ya!

"Gel seninle bir canlandırma yapalım gece rezil etme kendini." dedi. Apaçık alay ediyordu benimle. Sen kaşındın kızım. Benden günah gitti.

"Sen bu engin tecrübelere nasıl kavuştun bol sarımsaklı cacığım? Nazif'le mi yoksa adını unuttuğumuz sevgililerinden biriyle mi?" diye sorduğumda az önce kafasına attığım ve şu an yerde, arkasında olan yastığı alıp üstüme atladı.

"Seni öldürürüm kızım! Tabutunun başına duvak koyarlar! Ne Nazif'i ulan!" diyen Gözde beni boğmaya meyletmişti. Gülmeyi kesebilirsem kurtulabilirdim sanırım elinden.

"Gülme diyorum sana! Nazif'miş. O kim ulan! Dur bakayım seni bir güzel yolayım da kel gelin ol. Gel buraya gel!"

Gözde'nin hamlelerini savuşturuyordum da gülmekten ciğerlerim patlayacaktı şimdi. Biz boğuşurken kapı tıklatıldı.

"Adımı duyuyorum içeriden n'oluyor?" diyen Nazif'le Gözde duraksadı. "Hadi yiyosa vur. Nasıl anlatıyorum Nazif'e olanları?"

"Bu kez emin değilim ama sanki yine Nazif dediniz?" diye bağıran Nazif'le daha da kahkaha attım.

"Nazif defol kapının önünden bir sen! O ne öyle camdaki teyze gibi kulaklarını dedikoduya diktin? Geliyoruz biz şimdi!" diye bağırdı Gözde. Sinirden mi utançtan mı olduğunu kestiremediğim bir sebeple kızarmıştı. Ben de gülmekten kızarmış olmalıydım.

"Dur hele akşam damat beyin yanında bayramlık ağzımı açayım da gör sen!" diye tehdit etti beni.

Durdum. Değil kahkaha, dudaklarımda kıvrım bile kalmadı. "Saçmalama, çok ayıp!" dedim hemen.

"Aman kaç kere göreceğim zaten. Bir şey olmaz." dedi. Poposunu çimdiklediğimde minik bir çığlık attı.

"Gözde bak ciddi diyorum, sakın. Zaten hâlihazırda çok utanç verici bir durum bu."

Gözde üstümden kalktı. "Abartma be! Gören de seni utangaç, saf bir kız sanır. Senin izlediğin filmler bu işin on - on beşinci leveli. Halledersin." Yüzüm kızardı. Öyle bir söylüyordu ki gören de ayıplı sitelerde geziyorum sanırdı. Ben ne yapayım yabancı dizilerin yüzde doksanı artı on sekizse?

"Abartma canım! Ne izledim sanki?" diye mırıldandığımda kahkaha attı. "Grinin her tonunu birlikte izledik. Hatırladığıma göre de izlerken avuç avuç cips götürüyordun."

İstemsizce güldüm. Abartıyordu. Gözlerim kapalı izlemiştim filmin çoğunu. Cipsi avuç avuç götürmemin tek sebebi cipsi seviyor oluşumdu. Fesat insan Gözde spekülasyon yapıyordu ağzımdan laf almak için...

"Hadi tamam yeter bu kadar gırgır. Ben bir duş alayım da hazırlanmaya başlayayım. Damat tarafı gelmeden her şey hazır olsun" dediğim an iyi insan lafın üstüne atasözümüz ve iti an çomağı hazırla atasözümüz yine aynı anda mekâna teşrif etti ve bir birine aval aval baktılar. Çünkü Derya arıyordu ve Derya'yı hangi cümle daha iyi tanımlardı bilemiyordum henüz.

"Alo?" diye telefonu açtığımda Derya "Biz yola çıkıyoruz. Nilay ve Yaprak'la önden geleceğiz. Nilay yengem her ihtimale karşı gelinliği kendi gözleriyle üstünde görmek istedi." dedi. Kına yapmadığımız için ve alışverişi de kabul etmediğim için bizzat kontrol edememişti hiç. Nilay, Derya'nın homurtulu ses tonuna karşılık bir şeyler söylendi. Tam olarak ne dediğini duymadım. Nilay gelinliğimi hafta başında bitirip hafta ortasında göndermişti. Onun tarifine göre ölçülerimi Gülbeyaz Abla almıştı. Zaten Gülbeyaz Abla da genç kız olduğu zamanlarda terzide çalıştığı için Nilay'ın yönlendirmesine pek gerek yoktu ama işin ustası o olduğu için yine de harfiyen onu takip etmişti. Bu ölçülerle de Nilay gelinliğimi çok kısa bir sürede tamamlamıştı. Zira gelinliği de denediğimde tam olarak üstüme olmuştu. Yalnızca iki haftada nasıl tasarlayıp da hazır etmişti gerçekten bilmiyorum. Yeteneklerinin bir sınırı yok gibiydi. Ve gelinliğe ba-yıl-mış-tım. Muhteşemdi. Kendim seçsem bu kadar güzel bir parça seçer miydim, emin değilim. Nasıl bir tarz istediğimi sorduğunda bile konudan o kadar bir haberdim ki bir tarz söyleyememiş, sadece sade bir şey olmasını istemiştim. Taşlardan hoşlanmadığımı da eklemiştim. Ancak sanki Nilay'ın eline doğmuşum kadar tanımıştı beni ve benim bile bilmediğim tarzıma en uygun gelinliği yapmıştı. Şöyle bir de dipnot bırakmam gerekirse Nilay da az değildi. Daha oturaklı ve hanım hanımcık duruyordu bize göre ama onun da içinde tehlikeli sinsi bir dişi yatıyordu. Çünkü gelinliğim aşırı sade olmasının yanında ufacık bir hareketle seksi bir parçaya da dönüşüyordu. Allah aşkına kim gelinliğe yırtmaç yapmayı düşünürdü ki? Masum eltim Nilay kesinlikle düşünemezdi ama içindeki tehlikeli ve cüretkâr Nilay, düşünmekle yetinmemiş eyleme dökmüştü. İçimden bir ses -ki bu her şeye burnunu sokan iç sesim oluyordu- eltilerim ve görümcemin bir şeyler karıştırdığını söylüyordu. Ve bu kez iç sesime ben de hak veriyordum.

"Tam oldu aslında gelinliğim. Yine de içi rahat etsin tabi." Dedikten sonra telefondan saate baktım. Henüz 07.19'du. Daha çok zamanımız vardı ama mesela süreci çok bilmediğim için de emin değildim. Dış çekim falan bir şeylerden bahsettiler. Ki Melike'nin söylediğine göre evlilik sürecinin en iğrenç gerekliliğiydi. Ve evet eltilerim ve görümcemle grup kurmuştuk ve sürekli mesajlaşıyorduk. İsteme gününden sonra baya baya kaynaşmıştık birbirimizle. Yaprak bir keresinde abimden bağımsız olarak seni sevdim demişti. Şimdi bu da kafa karıştırıcı bir noktaydı. Eltilerimin de burnundan getirmem gerekiyorsa yazık olacaktı bunca güzel anıya... Bunu ayrıca Derya ile konuşmam gerekecekti.

Telefonu yatağa attım ve Gözde'ye "Ben duşa giriyorum. Sen de kahvaltıya in. Nazif meraktan çatlamıştır." dedim alayla. Otururken uzanıp bacağıma hafifçe tekma attı. "Öyle bir şey yok ya! Taktın sen de!" dediğinde üstüne gitmedim, Şarkı mırıldanarak duşa girdim. Kendi düğün detaylarından bihaber olan ilk gelin olmayabilirdim ama çağın nadide parçalardan biri olduğuma emindim.

 

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Kahvaltıya indiğimde masaya sessizlik hükmediyordu. Dedemin ahlak anlayışına tersti şu an benin 'erkek' arkadaşlarımla aynı masada oturmak. Ancak 'Nişanlım tanıyor ve ses etmiyor' temalı meydan okumam yüzünden olsa gerek o da ses etmeme kararı almıştı. Cidden ses etmiyordu. Herhangi bir ses yoktu yani...

Babam ise onlarla ilk tanıştığı ve beni apar topar Ordu'ya getirdiği gün kadar olmasa da sert duruyordu. Dünden beri bir kaç havadan sudan diye tanımlayabileceğimiz kelam dışında o da bir şey dememişti. Bu durum anladığım kadarıyla bugün de böyle devam edecekti. Masaya oturdum ve sadece bir bardak çay içtim. Bugün başka bir şey yemeye fırsat bulamayacağımı biliyordum ancak yine de içim almıyordu. Sanki yersem kusacakmışım gibi hissediyordum. Gerginlikten sanırım.

"Bir şeyler ye. Düşüp bayılırsın yoksa. Saatlerce güneş altında kalacaksın." diyen Diyar'ın sesi sessizliği bıçak gibi kesti. Diyar hep böyle bir karakterdi. Her daim bizim arkamızı kollar, bir baba gibi endişelenirdi bizim için. Bizim diyorum, Nazif ve Gözde için de... Yani Derya'nın sandığı gibi bir durum yoktu ortada...

"Yanıma bisküvi falan alacağım. Acıkırsam yerim. Canım istemiyor şimdi." diyerek göz kırptım. Nazif güldü. "Dedi ve bisküviyi almayı unuttu." dediğinde biz de güldük. Evet, biraz avare olduğumu herkes biliyor, çok da şey yapmamak lazım...

Kahvaltı toplandıktan sonra ben bir kaç özel eşyamı içeren ve çok da küçük sayılmayacak bir koli hazırladım. Valizimle beraber kapının girişine koyduk. Normal şartlarda sanırım bunların önden gitmesi gerekirdi ama tekrar belirtmeme gerek yok diye umuyorum ki zaten şartlarımız belliydi.

Saat 10.00'a gelirken bahçeye giren arabanın sesiyle salonun camından dışarı baktım. Bu kez transitle değil, beyaz bir 4x4 ile gelmişlerdi. Yaprak ve Derya'nın ardından Nilay da elinde büyük bir çantayla arabadan inince Derya Nilay'ın elinden ağır görünen çantayı aldı. Pencerenin önünden ayrılıp kapıya gittim. Gülbeyaz Abla zaten kapıyı açmıştı. Yaprak ve Nilay önden Derya arkadan geliyordu. Kızları öptüm, onlar içeri geçerken Derya elindeki çanta ve çiçekle kapıya ulaşmıştı. Çiçeği bana uzattı ve bir an öyle kaldık. Sanırım şu an bir şeyler yapmamız lazımdı. Bir şeylerden kastım, temas yok kuralımı çiğneyecek şeylerdi...

Ama lazımdı...

Yanaştım ve boşalan elini belime sardı ve yanağıma minik bir öpücük kondurdu. Kimse anlamasa da öpücüğü alan ben olduğum için bu öpücüğün gergin bir öpücük olduğunu anlamıştım. Üstünde beyaz bir tişört ve altında da mavi bir kot vardı. Benim gibi...

Beraber salona geçtiğimizde Derya babamın ve dedemin elini öpüp diğerleriyle de tokalaştı. Diyar'a attığı bakışlar inanılmaz saçma olsa da sertti. Kendini role fazla kaptırmıştı şapşal. Dur ileride ben de Valeria'ya böyle bozuk atayım da gör sen! Zibidi...

"Herkes merhabalaştığına göre Asude'cim biz hazırlanmaya geçsek mi yavaştan. Fotoğraf çekiminiz aksamasın." diyen Nilay ile ayaklandım. Haklıydı. Madem eziyet çekecektik bari güzel olsundu.

"Benim yapabileceğim bir şey var mı?" diye soran müstakbel zibidi kocişkoma eltim kaşlarını çattı. "Evet, bir sonraki talimata kadar hiçbir şey yapmamak."

Kıkırdadım. Derya gözlerini devirirken Nilay elini sırtıma koydu ve "Hadi canım. Fazla yüz verme sen buna. Gidelim biz." dedi sert bir sesle. Kıkırdamam kesildi. Bir şeyler olmuştu. Nilay şakadan değil, cidden terslemişti Derya'yı. Aa nolmuş kız?

Bilmiyorum.

Mesaj at çabuk Derya'ya öğren.

Sen de iyice Hayriye Teyze oldun ha! Ne bu merak? Dur öğreniriz.

İyi ne halin varsa gör...

Odama çıkmadan Nilay büyük çantasını da aldı. Anladığım kadarıyla, saç ve makyajım içindi o çanta. Odaya çıktığımızda Nilay çantasını yatağıma koydu ve kilidini açınca merdivenli değişik bir çantaya dönüştü. Şaşkınca onu izlerken o çantanın içinde bir serüvene çıkmıştı. Ben de bu fırsatı değerlendirip Derya'ya mesaj attım.

Ben:

 

 

 

-Ne yaptın da Nilay sana bu kadar sinirli?

 

 

 

Çok geçmeden cevap geldi.

 

 

 

Kaptan-ı Derya:

 

 

 

-Sorma ya Valeria ile resmimizi telefonumda gördü. Seninle tanıştığımız gün çekmiştik.

 

 

 

Hııımmm. Sinirlenmem muhtemelen çok anlamsızdı.

Ben:

 

 

 

-Dua et de Nilay bu olayı bana söylemesin. Valla düğün günüm falan demem terk ederim seni.

 

 

 

Kaptan-ı Derya:

 

 

 

-Biraz abartmıyor musun? Eskilerden kalmış olabilir sonuçta.

Ben:

 

 

 

-Eskide kalmış olmalıydı zaten...

Cevap vermedi. Cevap gelmeyeceğini anlayınca telefonu masaya koyup ben de aynanın karşısına geçtim.

"Gelinliğe bayıldım. Muhteşem. Ellerine sağlık." dedim aynadan Nilay'a bakarken. Geniş bir gülümsemeyle bana döndü.

"Sevindim .Çünkü iki haftada toplasan 10 saat uyumamışımdır." dedi. Üzüldüm bu kez.

"Yaa... Keşke hiç zahmet etmeseydin ya... Alırdık bir şeyler." dediğimde kaşlarını çattı.

"Saçmalama. Sevdiğin adamla bir olduğun günde tırnağına sürdüğün oje bile öylesine olmamalı. Ve ben seni en iyi yansıtan şeyi hayal ederken hiç zorlanmadım. Uygulaması biraz zordu ama onun sebebi de zamanın kısıtlı olmasıydı."

"Ben kendimi bu kadar iyi tanımıyorum ki." dediğimde gülümsedi. "Aslında tablo gibisin. Her şeyinle apaçıksın. Görmesini bilenler görür." Deyince ben de gülümsedim. Oysa o kadar da açık bir kişiliğim yoktu.

Bir sürü materyali masama dökerken omuzlarımı tuttu ve arkadan yüzüme doğru eğildi. "Gözlerinin ardındaki, gülümsemenle sakladığın hüznü dahi görebildim ben." dedi fısıltıyla.

Gülümsemem buruklaştı. Hüzün mü? Acaba ben görebiliyor muydum hala o hüznü? Artık hissedebiliyor muydum?

"O gelinliğin çok güçlü bir silahı var Asude. Ve sen eğer istersen kullanabilirsin onu." dedi gülümseyerek. Yaprak arkadan atladı. "Kesinlikle nişan alıp beklemelisin, çünkü abim kesin ateşlemeni sağlayacak."

Bahsedilen silah, gelinliğimdeki derin yırtmaçtı. Gelinliğin eteği salaş ve sert saten kumaştan olduğu için ben istemedikçe belli bile etmiyordu.

"Bilemiyorum. Çiçek Teyze ile Mehpare Babaannenin yüreği dayanmayabilir." dedim. Nilay ve Yaprak kahkaha atarken Nilay saçlarımdaki tokayı çıkardı ve saçımı taramaya başladı.

"Yani, dua edelim de kullandığını onlar görmesin ama sırf onlar görmesin diye kullanman gereken yerde kullanmamazlık yapma." Size Nilay'ın içinde tehlikeli bir dişi var demiştim. Ve ben bu dişiyi aşırı sevmiştim...

 

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Makyajım ve saçım yaklaşık bir saat sonra bitmişti. Saçlarım salık örgülerle toplanmış aralarına inci taraklı toka takılmıştı. İnci küpe ve kolye ile sade ve şık bir görünüm kazanmıştım. Gelinliğim ve saçım sadeydi ama kırmızı rujumla tüm bu sadeliği patlatmıştım. Kızlar odadan çıkarken Gözde ve Nilay giyinmeme yardım etti. Nilay gelinlikte bir sorun görmeyince içi rahat bir şekilde aşağı indi. Gözde ve diğerleri şimdiden hazırlanmayacaktı. Eğer fotoğraf çekimi olmasaydı ben de düğünden bir saat önce hazırlanırdım, ne güzel...

Kim bu düğün icadını çıkarmıştı acaba ya?

Aşağıdan gelen seslerden anladığım kadarıyla Derya'nın ailesinin geri kalanı ya da bir kısmı da gelmişti. Gerçi on beş dakika önce çalan ikinci zilden sonra sesler bıçak gibi kesilmişti garip bir şekilde ama hayırlısı bakalım. İçimden korku filmi efektine sahip bir ses Ferman mı geldi acaba diye fısıldıyordu ama... Yok canım daha neler! O zaman sesler kesilmez daha da artardı bence. O değildi.

Gözde başımdaki taraklı tokayı düzeltti. Ve tabiri caizse suratıma tükürdü. "Tüttütütü maşallah. Totişini kaşı." dediğinde geriye doğru çektim kendimi. "Kız ne yapıyorsun? Niye tükürüyorsun?" diye sorduğumda gözlerini kırpıştırarak burnunun ucunu tuttu. "Ay ağlayacağım! Kızım sen ne zaman büyüdün de evleniyorsun?" diye sordu çatallaşan bir sesle. Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. "Ağlıyor musun? Niye?" diye sordum.

"Duygusuz köpek!" dedi ve çıplak omzuma vurdu. "Enişte Beyciğime de böyle buzdolabı olma baş başayken. Belli ki romantik bir çocuk." dedi ve iç çekti. Kafasını elimle ittirdim. "Nereden belli tam olarak? Ben hiç göremedim de..."

Gözlerini devirdi. "Kızım sizin ilişkinin öküzü sensin, arkadaşımsın diye milletin içinde söylemiyorum. Ancak Allah'ın bildiğini de kuldan saklayacak değilim. Hani iş resmiyete dönmese diyeceğim ki Görkem ve Orçun vakası üç. Ama öyle olsa nikâhına da almazdın herhalde. O kadar da değildir."

Gülümsemeye çalıştım. "Hıhıhı yani o kadar da değil tabi. Orçun neyse de Görkem'le kıyaslama benim müstakbel kocişkomu." dediğimde kahkaha attı.

"Evet kelebeğim, işte böyle! Kocam, yiğidim aslanım burada yatıyor! Tavırlarında ol hep." diyerek göğsüne vuran Gözde'nin karnını çimdiklediğimde çığlık atıp geri sıçradı ancak hâlâ kahkahalarla gülüyordu. "Zevzek ya! Çok meraklıysan Nazif'e söyle seve seve uyur göğsünde!" diyerek ben de güldüm. Bu kez o benim kolumu çimdikledi, Dil çıkardım ben de.

Daha işimiz çok olduğu için daha fazla oyalanmadan aşağı indiğimizde heyecan denen virüs yeniden tüm vücudumu esir aldı. Merdivenlerin bittiği yerde durdum ve derin bir nefes aldım.

"Güzel görünüyor muyum gerçekten? Yani arkadaşım olduğun için değil, objektif olarak?" diye sordum. Evet, ben böyle bir soru sordum! Ben... Bana ne oluyor?

"Ya da boş ver önemli değil. Güzelim zaten ben! Beğenen böyle beğensin!" diyerek arkadaşımı şaşkınlıkla arkamda bıraktım ve salonun girişine yaklaştım. Kapının önünde durduğumda tüm gözlerin bana döndüğünü hissettim ama benim gözlerim direkt onu bulmuştu. Gülümsedim. Gülüşüme karşılık veremedi. Çünkü etkilendi. Bunu saklayamadı bile. Gülümsemem genişledi. Beni küçümserken, yeğeni bana güzel değilsin dediğinde gülerken iyi miydi? Yeğeni demişken, neredeydi o bücür? Hah! Babasının yanında işte. Ona da gülümsedim. Valeria kimmiş be yanımda!

Abartmasak mı Asu? Tamam, yaptın şovunu, alkışladık seni ama yeter ha?

Salona girerken bakışlarımı salonda gezdirdiğimde adımlarım bir anda durdu. Olduğum yerde zamk gibi yapıştım. Gözlerimin dolmasını istemiyordum, gözlerim dolmamalıydı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Her zamanki gibi yok sayabilmeliydim. Bir adım daha attım ama ayaklarımda derman kalmamıştı.

Oysa onu ben çağırmıştım değil mi? Gelmek isterse gelebileceğini söylemiş, ardından bu bilgiyi kafamdan silip atmıştım demek ki... Normal karşılamalıydım. Olması gereken buydu. Gülümsedim.

"Hoş geldin." dedim ama sesim kısık çıkmıştı. Öksürerek boğazımı temizledim. "Anne."

Benim yapamadığımı o yaptı ve bir kaç adımda yanıma ulaşıp beni kollarının arasına aldı.

"Hoş buldum güzel yavrum. Öyle hoş buldum ki bunu kelimelerle ifade bile edemem..."

 

 

 

⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓

Bir bölümün daha sonuna geldik. Evliliğe doğru adım adım gidiyoruz. Asude Derya ile aynı evi ve hatta aynı odayı paylaşınca asıl cümbüş başlar bence. Çünkü her ne kadar ateşkes ilan edip bunu bir barış anlaşması sanıyor olsa da Asude o kadar sakin biri değil.

Peki gerçek bir ilişkileri varmış gibi Derya'ya Valeria ile resmi konusunda trip atması asgsgvs? Ve hatta bunu 'Aslında hiç umurumda değilsin' havasında yapması? Bu kız beni öldürüyor ahahahha :D

Beğenmeyi ve güzel yorumlarınızla haftamı şenlendirmeyi unutmayın, olur mu? Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın. Selena'daki Fitnat ve Aslı yenge öpüşmesi ile sizleri öpüyorum. Hoşça kalın...

İnstagram: busbckr/busras.typwriter
Twitter: Busrastypwriter
Tiktok: Busras.typwriter

Sosyal medyadan ve buradaki profilimden takip etmeyi unutmayın
😍😍😍😍

Unutamadan yıldıza basmayı unutmayın⭐️
Diğer bölüm görüşmek üzere.

 

Bölüm : 18.09.2024 18:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...