

🔮
Her bitiş, bir başlangıçtı.
Bir canlının ölümüyle, bir bitkinin ya da bir organizmanın serüveni başlayacak şekilde kurulmuştu düzen.
Hiçbir şeyin nihai bir sonu yoktu, peşine mutlaka bir şeylerin devamı geliyordu... Bir gün dünyası başına yıkılıyordu insanın ama ertesi gün güneş doğuyordu ve gece bitiyordu.
Bir yandan da... Her bitiş, yalnızca bir bitişti.
Başlangıçlar güzel olacak diye bir kural da yoktu üstelik. Biri öldüyse, ölmüştü yalnızca ve onun dönüşeceği organizma ya da bitki sevenlerini teselli etmeye yetmiyordu.
Dünya başına yıkılmışsa, yıkılmıştı. Ertesi gün güneşin doğmasını ve yeni bir günün başlaması teselli olmaya yetmiyordu.
Her bitiş, bir bitişti. İnsan hep, yalnızca bitişi görüyordu...
Annemin ölümüyle, benim hayatım başladı diye bilmiştim yıllarca. Beni doğururken öldü, ama bana bir hayat verdi... Kendimi suçlamayacak kadar aklım başımdaydı ancak aynı zamanda bununla başa çıkamayacak kadar da çocuktum.
Oysa, annemin ölümüyle olan tek şey sadece ölümüydü. Ötesi yoktu. Benim hayatım onun ölümüyle başlamamıştı ama dudaklarımdaki tebessüm onun ölümüyle solmaya yemin etmişti sanki.
Onun ölüşü, benim bitişimdi.
Özgüvenim ellerimin arasından kayıp gitmeye, cesaretim beni yüz üstü bırakmaya, çocuksu yanımsa kapıyı çarpıp çıkmaya ant içmişti onun ölümüyle.
Umutlarım bir bir tükenmeye başlamıştı. Belki, babam içmeye bile böyle başlamıştı.
Tekrar soruyorum şimdi. Kim demiş, her yeni başlangıcın güzel olacağını?
İlkokulda sesimi kimse duymamıştı belki de, öğretmenlerimin hiçbiri beni hatırlamıyordu buna emindim. Hiç arkadaşım olmamıştı Aileen ve Marva'dan başka ve babam bana hiç "kızım" dememişti mesela.
Hiç sevmemiştim, hiç sevilmemiştim. Birinin kalbinin benimkiyle bir atması ne demekti hiç öğrenememiştim.
Ben, bir ağacın dibinde yeşermiş, istenmeyen ancak unutulmuş bir ottum ve ne birisi beni koparıp atarak acıma son veriyordu ne de beni suluyor, büyümeme izin veriyordu.
Sadece, unutulmuştum işte.
Vahşi doğada, ağacın gölgesinde, ölüme beş kala ancak bir o kadar da uzak bir biçimde hayatımı öylece devam ettirmiştim.
Şimdi o otu biri oradan söküp ölmesine izin vermeden bir botanik bahçesine dikmişti. Onlarca güzel çiçeğin arasında, onlara hayranlık duyarak varlığımı sürdürüyordum. Hiçbir zaman bir çiçek olmayacağımı biliyordum ancak bu, ömrümün geri kalanı boyunca çiçek olmaya çalışmama engel değildi...
Her bitiş, bir bitişti.
Ben bir ottum ve asla bir çiçek olamayacaktım.
İki artı iki, dörttü. Ah, matematikten nefret ederim.
Şimdi, bir çiçek olmak için çabalamanın ve başarısız olup bir ot olduğumu kabullenmenin en doğru zamanıydı. Önümdeki dört yıl boyunca bu kısır döngüye hapsolmalı, büyümeli ve ot olmanın tadını çıkarmalıydım.
En azından kimse, çok güzel olduğumu düşünerek beni koparmayacaktı... bununla avunabilirdim.
Düşüncelerimden sıyrılıp içerisinde bulunduğum mekana geri döndüğümde, en az ot olmak kadar acı bir gerçekle baş başa kalmıştım.
Cehalet.
Hangi sochruyu kullanacaktım ki burada? Parola mı koyacaktım ormandan gelenlere?
Elimi alnıma sertçe vurup kendi yerine doğru yönelmiş olan Chris'in peşinden koştum. Merdivenlerin yarısında onu yakaladım. Sıkıntılı bir nefes verdim.
"Ufak bir sorun var!" Hızlı hızlı merdivenleri inerken yavaşlayıp arkasına döndü. Daha mutsuz görünemezdi derken, onun mendebur Chris olduğunu hatırladım. Kesin bundan daha mutsuz da görünebilirdi.
"Şey ben, sochru dersine katılamadım biliyorsun... Parola koymak bir de bekçi çağırmak dışında bildiğim hiçbir sochru yok. Bana hemen bir sochru öğretsen hızlıca, basit ama etkili bir şey?" Chris'in çenesi sinirle gerildi.
Ne dedim ben şimdi?
Ot Helena.
"Bu öyle bir şey değil. Tek seferde bu tür saldırı sochrularını yapamazsın. Pratik gerekir. Sana saldırı ya da savunma için öğreteceğim hiçbir şey şu aşamada işe yaramaz. Ama bir iki basit şey öğretebilirim. Sesini bize daha kolay duyurabilmen, duyularının keskinleşmesi gibi şeyler." Başımı hızlı hızlı sallayıp gülümsedim.
"Harika, muhteşem. Tam olarak istediğim şey. Hemen öğrenmeye çok hazırım." Ben defterimi açarken Bayan Talose'un sesi bütün sahayı doldurdu.
"Ekipler hazır olduğunda işaret sochrularını gönderebilirler. İki ekibin de sochrusu ulaşır ulaşmaz yarışma başlayacak!" O sırada William'ların sochrusu Bayan Talose'un konuşması biter bitmez havai fişek gibi bütün sahaya yayıldı. Görüntü renkli, ışıltılı ve muhteşemdi, bunu da öğrenmek istiyordum!
Ve tabii daha önemlisi, belli ki onlar çoktan hazırdı.
Chris Erik'e bakıp bekle işareti yaptı. Ben de o sırada kalemimi ve defterimi tekrar elime alıp Chris'i dinlemeye başladım.
"Viola Sororia, bu sesini bize kolaylıkla duyurmanı sağlayacak." Deftere hızlıca söylediklerini not edip içimden de sürekli tekrar ettim.
Haydi kudretli, heybetli Primus'um! Gün, Helena'yı rezil etmeme günüdür!
"Wisteria Sinensis, bu da duyularını keskinleştirecek. Daha iyi duyacak daha iyi göreceksin. Etkileri geçicidir, görev yerine geçene kadar bekle." Kafamı hızlı hızlı sallayıp notlarımı aldım, bu nedense Chris'i deli ediyordu. Defterle, kalemle derdi neydi ki? Ben ne olduğunu anlayamadan bir kez daha defteri elimden hızla çekip sayfalarına göz gezdirmeye başladı. Bir sayfa geri gitmek için sayfayı çevirecekti ki aklıma korkunç William gülümsemesi çizimim, canavarlarım, konuşma balonlarım ve cin alilerim geldi. Benimle ömrünün sonuna kadar dalga geçmesini istemiyorsam görmesine izin veremezdim. Hızla atılıp defteri elinden çekmeye çalıştım.
"Ver şunu bana! Bir huzur verirsen eğer yerime geçip sochrular falan yapıp yarışmaya hazırlanacağım! Ver şunu dedim!" Bir yandan defteri almaya çalışıyor bir yandan da sayfayı çevirmesini engellemek için ellerine saldırıyordum. O da inatla defteri vermiyordu.
İstemsizce birbirimize dolanmış, birbirimizin kokularını nefes gibi solur hale gelmiştik. Benim yine bütün ciğerlerim vanilya ve sedir doluydu. Onunla normal bir mesafedeyken beni hiç etkilemeyen bu koku, bir adım dahi fazladan yaklaşsam bütün organlarımı esir alıyordu. Hem kendi gibi sert, hem de huzur dolu bir kokuydu bu...
Farkında olmadan ayağımı ayağına dolamış, ellerimle de kollarına yapışmıştım. Nerede, ne halde olduğumuzu fark ettiğimizde ikimiz de afalladık. Neredeyse merdivenlerden yuvarlanacaktık. Benim yüküm de Chris'in üzerindeydi ve güçlükle dayandığı kıstığı gözlerinden net bir biçimde okunuyordu. Chris çevirmeye çalıştığı sayfayı usulca bıraktı, ben de defteri yavaş yavaş çekip aldım. Hızlıca birbirimizden uzaklaştık ve koşar adım görev yerime doğru yöneldim. Nihayet kokusunun esaretinden kurtulmuş, özgürlüğüme kavuşmuştum.
Balkona geçmeden önce deftere son bir kez göz gezdirip sochruları içimden tekrarladım ve defterle kalemi koltuğun üstüne bıraktım.
Bir türlü hazır olduğumuzu belirten işaret sochrusunu yapamamıştık hala. Chris ya da Erik'ten bir ses duymayı bekliyordum ancak ben hiçbir şey duyamadan renkler birbirine karıştı, sahayı tekrar bir havai fişek gösterisi esir aldı. Belli ki sochruyu yapan her kimse, söz kullanmamıştı.
Bu ikinci işaret olduğuna göre, yarış başlamıştı.
"Viola Sororia, Wisteria Sinensis!" peş peşe sochruları sahadaki boşluğa gönderip havaya karışmasını izledim. Olmuş muydu, olmamış mıydı nereden bilecektim şimdi?
Pegasus, oldu mu olmadı mı? Bir ses ver bana.
Tulparım Septi Ferarumda mışıl mışıl uyurken ben kriz geçirmenin eşiğindeydim. İlk yarışımı kaybetmek ve o suratsız Chris'e bir ömür dalga malzemesi vermek istemiyordum. Bir miktar saygılarını kazanmak için bu galibiyete ihtiyacım vardı.
Daha güzel bir ot olmak için ihtiyacım vardı.
Gözlerim 12 yönünde, bütün duyularımı açabildiğim kadar açmış bekliyordum. Bir kıpırtı, bir ses duymak için ama hiçbir şey yoktu! Sochru falan bir işe yaramamıştı belli ki.
"Lanet lanet lanet! Zaten bir işe yarasa şaşardım! Huysuz bir şekilde bir şeyler öğrettiği için böyle oluyor ben biliyorum!"
"Bir sussan mı Jokey? Belli ki sochrun işe yaramış, tüm saha seni ve bana hakaretlerini dinlemesin, olur mu!?" Chris bağırmış mıydı yoksa sochru işe yaradığından mı ben onu böylesine gürleyen bir sesle duymuştum?
Bu yarışma bittiğinde beni öldürecekti. Tek umudum, söylediği gibi, tüm sahanın beni duymadığına inanmaktı. Belki de ben susayım diye öyle demişti, herkesin beni duymasına olanak vermiyordum. Ama, Chris her şeyi duyuyordu işte.
"İllüzyonlar geliyor. Harekete geçiyorum." Chris bir cevap vermediğinde dönüp arkama bakmak ve neler olduğunu görmek istedim ama yapamadım. Buradan gözümü ayıramazdım ama çok da merak ediyordum. İllüzyonlar nasıldı, Erik onları nasıl durduracaktı bunu izlemek istiyordum.
"Diğer ekipleri izlersin, işine odaklan. Odaklan odaklan odaklan." Ellerimi yumruk yapmış kendimi gaza getirmeye çalışıyordum, bir yandan da gözümü bile kırpmadan ormana bakıyordum ve bacağımı sallıyordum. Burada sabit durmak ve beklemek, benim için öyle zordu ki! Bunu başarmak için bile bir sochru şarttı adeta. Enerjim ve heyecanım böylesine yüksekken asla hareketsiz duramazdım. Bu, çocukluğumdan beri benim en büyük lanetimdi.
Babam bana hep "Sessiz ol!" derdi, "Ağlama!", "Uyu artık!", "Odana git!"...
Bir çocuğun sessiz kalabilmesi, denileni yapması, ağlamaması... Bir mucizeden farksızdı. Çocuğa ağlamaması gerektiğini nasıl anlatabilirdin ki? Nasıl susturabilirdin?
Bunu bir oyuna çevirirdim. Tıp oynardım, ağlamadığımda kendimi ödüllendirirdim, uyu denildiğinde gözlerimi kapatıp uykuya dalana kadar kendime şarkı söylerdim...
Kendimi öyle sıkardım ki, patlamanın eşiğine gelir, tuzla buz olmamak için bütün eklemlerimi sabır ipliğiyle dikerdim. Ve bir gün, o iplik dikişleri daha fazla tutamadı...
O günden beri de sessiz olmayı, hareketsiz kalmayı, uyu denildiğinde uyumayı asla başaramadım.
Şimdi sessiz olmaya çalışmak, hareket etmemek benim için işkence gibiydi ve işte bu yüzden çenem bir türlü durmuyordu.
Pegasus, uyumanın sırası mı şimdi? Benim bu çığlık atma isteğimi içimden söküp almaya ne dersin..?
Hiç istemese de mecbur kalan ve uyanan Pegasus, içimdeki huzursuzluğu usulca çekip almaya başladı. Bir nebze rahatlarken ve daha iyi odaklanırken, Pegasus'un tüm çabalarını boşa çıkaracak o huzursuz sesi duydum tekrar.
"Hala hareket olmadığına emin misin Jokey? Tek gözcü sensin, eğer yanılırsan, kazanma şansımız yok." Üstüme binen ağırlıkla acıyan gözlerimi daha da açtım ve içimde tekrar biriken amansız çığlığı zorlukla yuttum. Chris Pegasus'un anti maddesiydi adeta.
Pegasus yatıştırıyor, Chris alevlendiriyordu.
Pegasus sakinleştirse, Chris heyecanlandırıyordu...
Yoktu işte hiçbir şey yoktu.
Niye beni baskı altında bırakıyordu ki? Zaten çıldırıyordum burada!
Bir şey görürsem söyleyecektim ama hiçbir hareket yoktu. Saç diplerimin yine ıslanmaya başladığını hissedebiliyordum. Gerginlik bütün vücudumu ele geçirmişti. Parmaklarımı hafif hafif sıkıp bırakmaktan boğumlarım kırmızı kırmızı olmuştu bile çoktan.
Sinirle beklemeye ve dizimi dövercesine yumruklamaya devam ettim, derken aklıma bir fikir geldi.
"Orman tarafından kayalıklara geçiş var mı?" Erik bir yandan illüzyonlarla uğraşırken bir yandan bana hiç de cana yakın olmayan bir biçimde cevap verdi.
"Şuan sahayı tanımanın sırası mı? Zaten başa çıkamıyorum!" Yaklaşık on dakikadır orman tarafında hiçbir şey olmazken Erik tek başına kayalıklarda illüzyonlarla savaşıyordu. Aklıma bir şey geliyordu ama fikrimi dile getirmeye çekiniyordum.
"Ormandan gelmeyecekler. Hepsi birden kayalıktan saldıracak. Burada hiçbir hareket yok, bu ihtimali değerlendirmek zorundayız." Chris'in homurtusundan, onun da bu ihtimali değerlendirdiğini anlamıştım. Alt katta, orman tarafı için saldırıya hazır bir şekilde bekliyordu. Erik tek başına hem illüzyonlarla hem de Williamlarla başa çıkamazdı. Erik'i aldıklarında ise sayı üstünlükleri olacaktı.
"Chris, Erik'e yardım etmen gerek." Chris de aynı şeyi düşünüyordu buna artık emindim. Yoksa şimdiye çoktan beni susturacak bir şeyler söylerdi.
Tek bir savunma sochrusu bari bilseydim, belki de ormandan bir tehlike gelirse karşılık verebilirdim, ancak savunma ve saldırı anlamında hiçbir şey bilmiyordum. Erik'in illüzyonlara karşı yaptığı sochruları duyuyordum ancak bunları yaparken bir şeye dikkat ediyor muydu, elini şekilden şekle sokuyor muydu hiçbir fikrim yoktu. İşe yaramama ihtimali çok yüksekti. Yani, bir şey bilmiyordum işte.
Yoksa, biliyor muydum?
Fotografik hafızamı hızlıca tarayıp kendimi Fernando'nun babamı sızdırdığı ana götürdüm. Elinde tüfekle Fernando'yu tehdit ettiğinde onu beş-on dakikalığına sızdıracak bir sochru çağırmıştı.
Posiut Somnum! Bunu kullanabilirdim.
Ya bu sadece Territerlere özelse?
Deneyip göreceğiz artık.
Ben gözlerimi kırpmadan ormanı izlemeye devam ederken Chris'in muhtemelen sürünerek ilerleyişini duydum. Erik'in yanına gidiyordu.
Benim fikrimi önemsemiş oluşu beni gülümsetmişti. Belki kendi de aynı şeyi düşündüğü için yapıyordu ama olsundu, ben böyle düşünmek istiyordum.
"Erik, sola geç. Geldim." Chris ve Erik'in söylediği her şeyi detaylı bir biçimde duymak oldukça güzeldi. Oradaki aksiyondan uzak kalmamış oluyordum. Bir kulağım onlarda, diğer kulağım ormandaydı. Hala nereden ve kaç kişi saldıracaklarına dair hiçbir fikrimiz yoktu. Ben beklerken onlar illüzyonlarla savaşıyordu.
Derken, bir anda her yerden ses gelmeye başladı.
"Jokey!" Chris beni uyarırcasına bağırmıştı ama ben çoktan uyarılmıştım. Önümde bir kişi vardı, boyutlarından William mı Cam mi olduğunu seçememiştim ancak bir erkek olduğunu anlamıştım. Bu da muhtemelen diğer iki kişi kayalıklar tarafından illüzyonlarla birlikte saldıracak demekti. Ellerimi açıp bir şeyler olmasını bekledim. Arkada Chris ve Erik başlarının çaresine bakabilirlerdi bundan emindim, zayıf halka bendim. Ve eminim ki herkes de böyle düşünüyordu.
Kendimi gaza getirmeye, kendime inanmaya çalıştım kısa bir süre için. En azından ufak da olsa bir katkıda bulunabilirsem, belki zayıf halka olarak görülmekten kurtulurdum.
"Lanet olsun!" Chris'in sinirle bağırıp sonra da küfür etmesinden, ya ona ya da Erik'e bir şey olduğunu tahmin etmiştim. Deli gibi oraya gitmek ve ne olup bittiğini görmek istiyordum. Önümde henüz bir hareketlilik yoktu. Karşımdaki her kimse, saldırmamıştı. Belki de dikkatimi başka yöne çevirmemi bekliyordu ama daha çok beklerdi!
"Erik bayıldı, ben de Tara'yı bayılttım. William nereye kayboldu bilmiyorum. Dikkatli ol!" Chris'in söylediklerinden anladığım, karşımdakinin Cam olduğuydu. İkiye iki (aslında bire iki...), mücadeleye devam ediyorduk. William ile karşı karşıya gelme fikri beni bu yarışma başladığından beri korkutuyordu. Zaten bir şey yapamayacaktım, ona karşı hiç yapamazsam diye endişeliydim. William ilk tanıştığımızdan beri bana karşı çok kibar olmuştu! Onu nasıl bayıltacaktım ki şimdi? Karşımdakinin Cam olması benim için daha iyiydi. Ona acımasız olabilirdim belki.
En azından denerdim.
"William'dan iyidir. Evet, kesinlikle." Ormana doğru endişeyle bakarken arkamdan gelen sesleri anlamaya çalıştım. Chris ya illüzyonlarla mücadele ediyordu ya da William ile. Bir yandan kazanmak isterken bir yandan da William'ın Chris'i yenmesini istiyordum. Ancak William Chris'i yenerse, benim o ikisini yenmem asla mümkün değildi. Kendimi toparlayıp yarışmaya odaklandım.
Çevredeki kargaşanın sesi bir anda duruldu. Ya Chris galip gelmişti ya da William... Nefesimi tutmuş, sormaya çekinir bir şekilde bekliyordum.
"Cam'i hala göremiyor musun?" Chris'in sesini duymamla birlikte tuttuğumun farkında bile olmadığım nefesimi yavaşça bıraktım. Başımı usulca sağa sola salladıktan sonra yaptığım hareketin saçmalığını fark ettim. Beni göremiyordu tabii.
"Ha-hayır. Bir hareket yok." Gözlerim kısık, yorgun bir biçimde ormana bakmaya devam ediyordum. Artık gerçekten yorulmuştum. Hiçbir şey yapmadan üstelik. Ancak hiçbir şey yapmadan gözlerim sonuna kadar açık bir biçimde dakikalarca burada beklemek, birçok fiziki aktiviteden çok daha zorlayıcıydı benim için .
Bir kere, adrenalinim tavanken hareket etmemek ve sessiz olmak için kendimi o kadar çok sıkıyordum ki, tıpkı çocukluğumdaki gibi sabır dikişlerimin bir bir patlaması ve coşkunun her bir patlaktan dışarı sızması an meselesiydi. Neyse ki, ortamdaki hareketlilik sayesinde artık eskisi kadar sessiz olmak zorunda değildim.
Ve tam da o anda yine bir hareketlilik olmuştu.
"Saat 10 yönünde!" avazım çıktığı kadar bağırarak Cam'in yerini Chris'e duyurmaya çalıştım ancak belli ki bizi kandırmak için sahte bir hareketlilik yaratmıştı çünkü saniyeler içerisinde onu tekrar saat 2 yönünde görmemin başka bir açıklaması olamazdı.
Bana çok yaklaşmıştı.
Bütün dikkatimi ona verip, ilk saldırı sochrumu yapmaya hazırlandım. Yapabilirsin kızım hadi!
Cam'i tekrar görür görmez ellerimi açıp yine var gücümle bağırdım.
"Posiut Somnum!" ancak, hiçbir şey olmadı.
Sochrum cevapsız kalmıştı.
Ya da belki de, bu sochru tempersitarlara bile ait değildi...
"Saklan!" Chris'in komutuyla birlikte üst katta, sağ köşede bulunan masanın yanına sinip beklemeye başladım. Belli ki onunla da Chris baş edecekti.
"Ne kadar da hayal ettiğim gibi ilerleyen bir yarışma." Şu anda saklandığım yerden Chris'in yüzünü görebildiğim için, konuştuğumda bağırarak beni azarlamasına gerek kalmıyordu.
Suratsız suratından her şeyi açıkça belli ediyordu.
Masanın oradaki konumumdan memnun değildim, sürüne sürüne kendimi bir rafın altına attım. Burada daha kapalı hissediyordum. Ben saklanırken Chris üst katta bir oraya bir buraya yürüyerek hem illüzyonları hem de Cam'i görmeye çalışıyordu belli ki.
Derken başka bir şeyi gördü.
En görülmeyecek zamanda hem de.
Not aldığım o saçma defterimi.
Bir bana, bir de koltukta öylece savunmasızca duran deftere baktı.
"Saçmalama! Şimdi sırası mı?" omuz silkti. Bu yarışma onun için bir şey ifade ediyor muydu merak etmiştim. Belki de benim aksime, kendini kimseye kanıtlamak gibi bir derdi yoktu.
"Chris, ne öğrenmeye çalışıyorsun? Lütfen şu yarışmaya odaklan!" Ben orada değilmişim gibi, yavaş yavaş deftere doğru yürümeye başladı. Saklandığım yerden çıkıp onunla savaşmayı deli gibi istiyordum ancak bir karar vermem gerekiyordu.
Chris'in benim aptal günlüğümsü defterimdeki saçma çizimleri görmesi mi daha kritikti yoksa bu yarışmayı kazanmak mı?
Chris olmadan yarışmayı kazanamazdık, Chris deftere giderse de yarışmayı kazanamazdık. Aslında tüm yollar benim hedefime çıkıyordu, defteri rahat bırakıp Cam'e odaklanırsa istediğim her şey bir arada olacaktı!
"Sana sonra göstereceğim, tamam mı? Söz! Gerçekten söz! Tempersitar sözü!" Bir an için duraksadı ancak sonra vazgeçti. Belli ki göstereceğime güvenmemişti. Tam olduğum yerden çıkıp bu saçmalığa son vereceğim sırada Cam görüş alanıma girdi. Eve kadar ulaşmıştı ve üst kata usul usul çıkıyordu. Chris deftere doğru yürüdüğünden, merdiven görebileceği bir açıda değildi.
Salak Chris!
Ağzımı açıp Chris'e bir şey söylersem beni de görecekti. O Chris'le uğraşırken onu alt edebilir miydim peki? Pek mümkün görünmüyordu ancak eğer şimdi sesimi çıkarırsam, kaybetmemiz garantiydi.
Üstelik o ruh hastası Chris'in saçma deftere odaklanmak yerine Cam'i bulmaya çalışıyor olması gerekirdi! Birazdan bayılacak olması benim değil kendisinin hatasıydı.
Cam usul usul Chris'e ilerlemeye devam ettiğinde Chris de deftere ulaşmıştı. Sayfalarını hızlıca tararken bir sayfada durdu.
Lütfen o sayfa çizimlerimin olduğu sayfa olmasın.
Lütfen.
Lütfen!
Kafasını kaldırıp başını usulca benim olduğum tarafa, sağına doğru çevirdi. Gözlerini kıstı ve bana öylece baktı.
Baktı, baktı.
Cam'i fark ettiğinde geç olmuştu.
Cam bir sochru yapmak için ağzını açtığında onu ancak görmüştü ve kaçmak için bir alanı ya da bir planı yoktu. Odayı hızlıca tarayıp benden uzak köşeye, sola doğru attı kendini. Defteri de yere fırlatmıştı.
Canım defterim!
Cam sochruyu yarıda bırakmış, tekrar Chris'le arasındaki mesafeyi kapatmaya odaklanmıştı. Belli ki bu bayıltma sochrusunu yapabilmek için belirli bir yakınlıkta olmaları gerekiyordu.
Etrafı kolaçan edip beni de görmeye çalışması gerekmez miydi?
Beni bu kadar mı tehdit olarak görmüyordu?
Bir anda içimi bir sinir kaplamıştı. Bu denli zayıf görülmek canımı sıkmıştı.
Hiç de öyle değildim.
En azından insan dünyası için zayıf değildim.
Cam, kendini kurtarmak için bir o yana bir bu yana kaçan Chris'in peşinden giderken saklandığım yerden çıktım. Geniş üst katta Chris kaçıyor Cam kovalıyor gibiydi.
İki kişinin üstesinden öyle ya da böyle gelen Chris şuan Cam'e karşı neden hiçbir hamle yapmıyordu bunu anlayabilmiş değildim. Sadece, zaman kazanmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Belki de gerçekten yorulmuştu ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. Ancak o zaman bir an önce bu yarışmayı bitirmeye çalışması gerekmez miydi? Neden Cam'i oyalıyordu ki?
Ben bir şeyler yapayım istediği için olabilir miydi acaba?
Başarılı olamasam bile, artık denemek zorundaydım. Sağa sola baktıktan sonra sağ tarafımda kalan ahşap masanın üzerindeki çiçek desenli uzun ince vazoyu elime aldım ve onların olduğu tarafa doğru inanılmaz sessiz ve odaklı bir biçimde yürümeye başladım.
Hayatımda ilk kez, sessiz kalmak eziyet değildi sanki. Öylesine odaklıydım ki, sessiz bir şeyler yapmanın nasıl zor olduğuyla ilgilenmiyordum bile. Ve belli ki başarılıydım da. Chris'in Cam'i oyalaması da ekmeğime yağ sürüyordu. Beni fark edemeyecek kadar Chris'le meşguldü Cam.
Ben Cam'le aramdaki mesafeyi bir iki adıma indirdiğimde, elimdeki vazoya ve sonra da bana bakan Chris, gözlerini kaçırıp gülmeye başladı. Hatta, kısa süren bir kahkaha koptu dudaklarından.
Gülüşü beni yine donup kalmaya zorlamıştı. Bu onu ikinci kez böyle gülerken görüşümdü. Afallamıştım.
Böyle suratsız bir insan kırk yılda bir kahkaha atarsa, böyle donup kalınıyordu işte.
Silkelenip vazoyu daha sıkı tuttum. Cam de ne olduğuna anlam verememiş, Chris'in gülüşüne şaşırmıştı ki bu boşluğu avantaja çevirip vazoyu kafasına indirdim.
Cam ayaklarımın dibine düşerken ben iki elimle ağzımı kapatmıştım. Dağ gibi çocuğu yere yığmıştım resmen.
Chris hala gülüyordu.
"Bir şey oldu mu? Bir kontrol edelim!" Chris gülerek ayağa kalkarken kendini hızlıca toparladı.
"Vazoyu kafasına indirmeden önce düşünseydin." Başını tekrar defterin olduğu tarafa çevirdi ve bütün neşesi yerini donukluğa bıraktı. Gülümsemesi dudaklarında anında mühürlendi, yerini gergin bir çizgiye bıraktı. Bir elini cebine koyup merdivenlerden inmeye başladı. Ben de korka korka Cam'in başına çöküp kontrol etmek istedim.
"Çok özür dilerim. Yemin ederim seni böyle yere yığmak istemedim! Aslında amacım tam da buydu, yemin etmesem iyi olacak. Tamam yemin etmiyorum, yani aslında yığıl kal istedim ama canın yansın istemedim gerçekten." Cam gözlerini yavaş yavaş açıp zar zor kaldırdığı eliyle ağzımı kapattı.
"Sakin olursan ve susarsan, daha çabuk toparlanacağım." Derin bir nefes alıp ağzımın fermuarını kapıyormuş gibi yaparak ayağa kalktım ve koşarak yerde duran defterime gittim. Açık olan sayfa alakasız bir sayfaydı ama yere düşerken değişmiş olabilirdi.
Chris yüzüme öyle bir bakıyordu ki, sanki ben deftere bir suikast girişiminin planlarını çizmiştim. Neye bu kadar takıldığını anlayamamıştım. Acaba canavar çizimlerinden birini kendine falan mı benzetmişti?
Ama sonra düşündüm, onun asla umursayacağı bir şey değildi bu. Kafam karışmış bir halde defteri kalemi elime alıp Cam'in koluna girdim ve onu yavaş yavaş yürüterek yerleşkeden ayrıldık.
İçim tarifsiz bir heyecanla doluydu. Saç diplerimdeki ıslaklığın sebebi gerginlik değil, sevinçti bu kez. Öyle ya da böyle, bu yarışmayı kazanmamızda büyük bir katkıda bulunmuştum. Üzerime düşeni yapmıştım, takımımı yüz üstü bırakmamıştım.
Ben güzel bir otum, değil mi Pegasus?
Pegasus'un mırıltılarından bu konuyla zerre ilgilenmediğini anlasam da, ben bu mırıltıları "evet, öylesin" olarak kabul ettim.
Bir elementerdim, ancak iyi bir elementer olmam diğerleri kadar kolay değildi.
Çünkü onlar on sekiz yıldır elementerken ben on sekiz yıldır insandım... Bir anda öylece bir elementer gibi düşünemiyor, bir elementer gibi hissedemiyordum.
Kafam sochrularla dolu değildi.
Vücudumdan sonsuz bir güç akıp gitmiyordu.
Hiçbir üstünlüğüm yoktu. Hepsi kadar elementer, belki de hepsinden daha az elementerdim.
Pegasus'tan başka hiçbir şansım, hiçbir avantajım da yoktu. Ancak bir şekilde, bu aleme uyum sağlamanın yollarını buluyordum belli ki... Sochrularla değil vazolarla savaşıyordum. Ama bir şekilde pes etmiyordum.
"Ben hala kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum." William ve birkaç kişi daha, Bayan Talose'un başında konuşuyorlardı. Chris'i görebilmek için etrafıma bakındım ancak başarılı olamadım.
"Neymiş kabul edilmemesi gereken?" Cam'i de kendimle birlikte onların yanına sürükledim ve kendi başına durabileceğini anladığımda kolundan çıktım.
"Sochru kullanmadın, tabiri caizse, çok "insani" bir biçimde etkisiz hale getirdin Cam'i. Bu yarışmanın amacıyla tamamen ters düşüyor yaptığın şey. Son sahnenin tekrarlanması gerektiğini düşünüyoruz." William'a hayretler içerisinde bakmaya başladım.
Mızıkçıya bak sen! Kazanmak kazanmaktır.
Gözlerim istemsizce kısılmış, çenem gerilmişti. Vücudumun her bir zerresini yüksek bir voltaj kasıp kavururken bunun çoğunun Pegasus'a ait olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.
Evet kızmıştım, ancak bu kadar da değil.
Pegasus, benden daha da çok kızmıştı.
Sakin ol Pegasus, elbette hakkımızı savunacağım...
Pegasus biraz olsun sakinleşince, istemsizce yumruk yaptığım ellerim usul usul çözüldü. Ellerimi göğsümde birleştirip savunma pozisyonu aldım.
"Böyle bir kural varsa eğer, bu daha önceden bize söylenmeliydi. Bana kimse yarışmacıların kafasına vazoyla vuramazsın demedi."
Bayan Talose gülümsedi, William ve benim aksime onun gözleri pırıl pırıldı. İstemsizce, benim adıma mutlu olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Belki de sevgiye öyle açtım ki, Bayan Talose'un beni sevdiğini düşünmek hoşuma gidiyordu...
Ama uyduruyor olamazdım, değil mi? Gözlerinde gördüğüm ışıltının bir anlamı olmalıydı.
Belki de bana üzülüyordu.
Derken, başka bir ihtimal kalbimin avucumun içinde atmasına sebep oldu. Saniyeler içinde yanaklarım cayır cayır yanmaya başladı. Nefesim kesildi, dilim damağım kurudu.
Bayan Talose annemi tanıyor olabilir miydi?
Ya da daha da ötesi, arkadaş olabilirler miydi?
"Üzülerek söylemem gerekirse, ikiniz de haklısınız çocuklar. William'ın dediği gibi son sahnenin tekrarlanması gerekir, ancak Helena da haklı. Daha önce kimse böyle bir şey denemediğinden, bu yönde bir kısıt koyma gereği duymamıştık. Bir nevi açık kapı bulmuş oldun. Üzgünüm William, yarışmanın kazananı Helena'lar oldu." Kafamın saniyeler içinde allak bullak olması sebebiyle hakkını vererek tadını çıkaramadım galibiyetimizin.
Annemle ilgili bu zamana kadar duyduğum her şey öylesine korkunç, öylesine acı vericiydi ki birinden iyi bir şeyler duyabilme ihtimalim beni darmaduman etmişti. Kendimi bir an önce toparlamak için silkelenmeye çalıştım. Bayan Talose'a tam da şu anda bunu sormamak için çok üstün bir çaba sarf etmem ve Pegasus'tan yardım almam gerekmişti.
Aklım onlarca sahte anıyla doluyordu. Kafamda binlerce kurgu kurulmaya başlanmıştı bile...
Sağa sola bakınıp takım arkadaşlarımı görmeye çalıştım ancak ne Erik'ten ne de Chris'ten bir iz göremedim.
Kendi kendime, sessiz bir tebrik gönderdim hepimize. Daha sonra sevinebilirdik buna, ya da belki de sevinmezdik. Oyunun ortasında Cam ile savaşmak yerine defterime yönelen Chris'in tavırları, oyunun onlar için o kadar da önemli olmadığını açıkça belirtmişti aslında ama benim için önemliydi.
Etrafa bakınmayı bırakıp bakışlarımı istemsizce tekrar Bayan Talose'a çevirdim ve göz göze geldik. Yüzündeki tatlı ve nahif gülümsemeye karşılık ben de ona gülümsedim. Tam ağzımı açıp bir iki kelime edecektim ki görüş alanıma giren William bütün manzaramı kapattı.
Yanağımdan makas alıp geniş gülümsemesiyle bana baktı. Renkli gözleri kocaman açılmış, keyfi yerine gelmişti belli ki.
"Bir dahakine bu kadar şanslı olmayacaksın." Elini kibar bir dokunuşla indirip kafamı hafifçe çektim. Bir miktar utanmış olsam da bunu ne ona ne de başkasına belli etmeden bakışlarımı gözlerine diktim. Ben de onun gibi hafif hafif gülümsüyordum şimdi.
"Bir dahakine vazoyla saldırıyor olmayacağım."
Merhabalar ☺️ Eğlenceli bir bölümün sonuna geldik. Bölüm sorularını soralım o zaman! Helena'nın insani yanı hakkında ve henüz tam bir elementer gibi hissedememesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
KURGULARIM İÇİN BİR WHATSAPP KANALI KURDUM.
KİTAPLARIMA VE KURGULARIMA DAİR HER ŞEYİ İLK ORADA PAYLAŞACAĞIM. KATILMAK İSTERSENİZ PROFİLİMDEKİ LİNKTEN KATILABİLİRSİNİZ, BURAYA LİNK BIRAKTIĞIMDA ÇALIŞMIYOR
Instagram: byk.literatur
Tiktok: buseninkurgulari
Lütfen güzel yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve oylarınızı kurgumdan esirgemeyin! Aklınıza takılan her şeyi sorun ve eğer okuduğunuzu beğendiyseniz bana göstermekten çekinmeyin :) Buraya yazmaya başladığım ilk günden beri hiçbir zaman oy ya da okunma sınırı koymadım kurgularıma, koymaya da niyetim yok. Ama bu, birilerinin kurgumu beğendiğini görmek istemiyorum demek değil...
Instagram : aykusagi.serisi
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
164 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |