
Merhaba arkadaşlar
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.
Kitap güzel ilerliyor yazarınız mutlu. Hikâye istediğim kıvama geldi. Asıl olaylar bundan sonra başlayacak desem?
Neyse çok konuştum. Sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum.
Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın. Ayrıca bölüm şarkısını baya beğendim bence sizde seveceksiniz mutlaka dinleyerek okuyun. (Özellikle Leyla ve Ali sahnelerinde eheheheehh) Sözleri çok anlamlı bence.
Bölüm Şarkısı: Suzan Hacigarip –Kul-
Keyifli Okumalar
Baran sinirle yüzünü sıvazladı. Volta atmayı bırakıp, çaresizce konuşmaya başladı. ‘’Komutanım ne demek haber yok! Kaç saattir kardeşim kayıp benim! Nasıl hala bulamadınız?’’
‘’Ali de yok ortada!’’ diye öne atıldım. Baran’ın bana ters bakışlar atmasına rağmen başımı dik tutuyordum.
Saatlerdi Ali ve Leyla’dan haber yoktu.
Kayıplar mıydı, yoksa kaçırılmışlar mıydı bilmiyorduk. Jandarmanın otele gelmesiyle telaşım iyice artmıştı. Kaşla göz arasında bir anda ortadan kaybolmuşlardı. En azından hala kötü haber gelmemişti. Bu iyi sayılırdı değil mi?
Zaman geçtikçe telaşımın yerini korku alıyordu. Bakışlarım pencereden dışarı doğru kaydı. Hava iyice kötüleşmiş, kar yağışı yoğunlaşarak tipiye dönmüştü. Tek umudum Ali ve Leyla’nın güvenli bir yere sığınmış olmaları ihtimaliydi.
Baran benden daha da sabırsızdı. Kardeşine düşkünlüğünü bilirdim. Artık gözümle de görmüş, iyice emin olmuştum. Sanki Baran’ın canından can koparılmış gibiydi. Eğer Leyla’ya bir şey olursa asla kendini affetmeyecekti. Onu Serkan’dan korumak için çağırdığı otelde, ellerinin arasında kaybolup gitmişti Leyla’sı.
‘’Baran Bey, hava şartları aramalarımızı zorlaştırıyor. Ama çok uzaklaşmış olamazlar. Yakında bulunacaklardır.’’ dedi komutan. Ses tonu sakin ve ifadesizdi. Orta yaşlarda, kemikli bir yüzü, heybetli cüssesi vardı. Konuşmaya her başladığında insanı hazır ola geçiren bir auraya sahipti.
Yine de Baran hiç kolay ikna olmuyordu. Oteli ayağa kaldırmış, sinirinden çatacak yer arıyordu.
‘’Bende aramalara katılırım.’’ dedi Baran kararlılıkla. Aceleyle kapıya doğru yeltendiği anda komutanın önünü kesmesiyle durmak zorunda kalmıştı.
Komutan, ‘’Bir de sizi aramak zorunda kalmayalım. Bırakın alanında uzmanlar görevini yapsın.’’ dedi otoriter bir sesle.
Baran tam karşı çıkmak için ağzını açtığında hızla koluna yapıştım.
‘’Baran, zorluk çıkarma da insanlar işini yapsın.’’ dedim telaşla. Komutana bile diklenip kavga çıkartma ihtimali vardı. Baran, kaşları çatık bir şekilde ölümcül bakışlarını üzerime çevirdi. Resmen gözlerinden ateş çıkıyordu. Yüz hatları kitlenmiş, dişlerini sinirle sıkmıştı. Bütün bedeni yay gibi gergindi. Neyse ki itiraz etmeden yanımızdan ayrıldı ve otelin lobisindeki koltuğa çöker gibi oturdu.
Etrafta iç karartıcı bir sessizlik hakimdi. Komutanla göz göze geldiğimde başını onaylar şekilde hafifçe sallamakla yetindi. Yanımızdan uzaklaşmasını fırsat bilerek Baran’a doğru koşar adım yürüyüp, karşısındaki koltuğun ucuna kuruldum.
Sorgu dolu bakışlarını üzerime dikti. ‘’Neden çağırdın Jandarmayı Neva?!’’ diye öfkeyle söylendi. ‘’Bırakacaktın ben arayacaktım kardeşimi. Çoktan bulurdum onu.’’
‘’Saçmalama istersen Baran! Askerlerin bulamadığını sen mi bulacaktın!’’
‘’Küçükken saklambaç oynardık… Ben hep bulurdum Leyla’yı…’’ dedi çaresiz bir sesle. Geniş omuzları çökmüş, sona doğru sesi titremişti. Baran’ın boğazına yumru oturmuş gibi sertçe yutkundu. Yüzünü acıyla buruşturdu. Bakışlarını benden kaçırsa da gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. Alt dudağı titriyor, bir yandan da kendini bırakmamaya çalışıyordu. Ayakta durmakta zorlanıyordu. Üzgündü Baran. Çok üzgündü.
Yavaşça yerimden kalktım ve Baran’ın yanı başına oturup kollarımı ona doladım. Bedenine sımsıkı sarılıyor, acısını paylaşmak istiyordum.
Elimle teselli edercesine sırtını sıvazladım. Çenemi omzuna dayayıp, ‘’Yine bulursun Baran.’’ dedim umutla.
‘’Bir şey olmaz dimi Leyla’ya?’’ Maviliklerini kaplayan endişeyle gözlerimin içine baktı. Birkaç saniye duraksadı. Sıkkın bir nefes vermiş, konuşmaya devam ettiğinde sesi çatallaşmıştı. ‘’Annem ben çocukken öldü. Beni koşulsuz seven sadece Leyla kaldı geriye. O benim tek ailem. Annemden sonra sevdiğim birini daha kaybetmeye dayanamam Neva.’’
‘’Kaybetmeyeceksin. Hem Leyla yalnız değil. Ali yanındadır. Onu bir şekilde hayatta tutar. Merak etme sen.’’ dedim buruk bir gülümsemeyle. Sadece Baran’ı ikna etmek için söylememiştim bunu. Ali benim gibi enkazı bile hayatta tutmayı başarmıştı. Leyla’nın başına kötü bir şey gelmesine asla izin vermezdi.
‘’Sanırım sarı kafanın kardeşimin yanında olmasına ilk defa kızmayacağım.’’ diye homurdandı Baran. Tek kaşını yukarı kaldırmış, yerinde rahatsızca kıpırdanmıştı. Ali’nin adı her geçtiğinde olduğu gibi yine memnuniyetsiz bir ifade vardı yüzünde. Suratsızdı ama söylediklerimi içten içe onaylamaktan başka çaresi yoktu.
***
Ali’nin bakışları yanı başında uyuyan Leyla’ya doğru kaydı. Zayıf bedeni üşümekten zangır zangır titriyor, yine de derin uykusundan uyanmıyordu Leyla. Bir an Ali’nin yüreği, telaşla doldu. Soğukta uyuması iyi miydi? Uyandırsa mıydı? Lanet olsun! Akıllıca düşünemiyordu ki! Sanki beyni uyuşmuş, düşünme yetisini kaybetmişti.
Korkuyordu Ali.
Hem de iliklerine kadar korkuyordu.
Uzun süredir böylesine yoğun bir duygu hissetmemişti.
Leyla’yı sağ salim geri getirememe ihtimalini düşündükçe kalbi sıkıştırıyordu. Bütün benliğini kaplayan sıkıntıyla saatlerdir baş başaydı. Delirmesine resmen ramak kalmıştı!
İçinde bulunduğu duruma ettiği küfürlerin haddi hesabı yoktu. Ama hakaretlerinin asıl başkarakteri hep kendisiydi. Ne diye kızı ormana kadar sürüklemişti!? Geri zekâlı herifin tekiydi işte! Artık emindi. Kendisi tam bir tescilli salaktı! Nasıl ardı arkasını düşünmeden hareket edebilmişti? Hiç de huyu değildi oysa.
Yalan yok, başta kartopu savaşı yapmayı çocukça bulmuştu. Ona göre kocaman insanların fütursuzca hareket etmesi kabul edilemezdi. Ali, hayatı boyunca hep ciddi kalan taraftı. Nadir güler, saçma sapan işlere kalkışmazdı. Risk almayı sevmiyordu. Her adımını iki kere düşünür, mantığıyla hareket ederdi. Aklı, onu bu güne kadar yanıltmamıştı. Neva haricinde tabi… Onu plansız sevmiş, ilk defa duygularını bastırmak istememişti. Ağzının payını da bir güzel almıştı.
Ama Leyla Aktürk… Ali’nin karşı olduğu her şeyin toplamı gibiydi. Onun yanında resmen etkisiz eleman oluyordu! Leyla, Ali’nin sakin hayatına hızlı bir giriş yapmış, yetinmeyip dengesini alt üst etmeyi de başarmıştı. Ali’ye göre bilim insanlarının ayrıca incelenmesi gereken bir zat-ı muhteremdi bu kadın… Dengesizdi. Mavilikleri sinirlendiğinde çabucak parlıyor, bir o kadar da hızla sönüyordu. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi tatlı tatlı gülüyordu. Kesinlikle dengesizdi!
Kaldı ki fazla renkliydi Leyla. Moda dergisinden fırlamış, zengin, şımarık kız çocuğundan farksızdı. Duygusal birine benziyordu. Kırılgandı ama bir o kadar da dünyaya kafa tutandı. Düşünmeden hareket edip, sonradan pişman olandı. Ali’ye göre en önemli özelliği, asla susmak bilmemesiydi. Ancak uyuduğunda sesi çıkmıyordu işte.
Ali, yüzünü acıyla buruşturan Leyla’ya bakışlarını tekrar çevirdi. Son birkaç saattir yaptığı gibi yine kaygı dolu gözlerle üşüyen kızı izlemeye başladı. Leyla, kaşları çatık şekilde uyuyor, dudaklarını sıkıca birbirine bastırıyordu. Başı yana doğru düşmüştü. Sırtını eğmiş, dizlerini bükerek gövdesine doğru çekmişti. Titremesi daha da mı artmıştı?
Farklı hissediyordu. Alışılmışın dışına çıkmak Ali için hiç kolay değildi. Yıllardır dolu dolu gülmediğinin gerçeğiyle yüzleşmişti. Leyla’ya attığı kartopunun yüzünde patladığı o muhteşem an… Resmen Ali’nin kalbi çocuksu bir mutlulukla dolmuş, kızın öfkeli bakışları ona yaşadığını hissettirmişti. Hırçın maviliklere bakmak hiç fena bir his değildi.
Ne diyordu öyle?! Aklındaki düşünceleri kovmak istercesine gözlerini sımsıkı kapatıp, başını hızla sağa sola salladı. Leyla’nın gözleri mavi ise maviydi! Onu ilgilendirmezdi.
Galiba soğuktan beynine kan gitmemeye başlamıştı. Yoksa neden Leyla’yı düşünsündü? Deliriyor olması da seçenekler arasındaydı.
Çaresizce oturduğu yerden, bir hışımla kalktı Ali. Daracık kulübenin içinde gidecek yeri de yoktu. Neden etrafta soba, bilumum ısıtıcı falan olmazdı ki! Oflayarak derin bir nefes verdi. Gözleri Leyla’nın moraran ayağında takılıp kaldı. Saatlerdir yaptığı gibi yine kara kara düşünmeye başladı. Başta pembemsi olan morluklar zamanla daha da yüzeye yayılmış, bütün ayak bileğini kaplamıştı. Artık Leyla’nın beyaz teni, morun en koyu halindeydi. Ödem ve şişliklerden bahsetmek bile istemiyordu.
Sinirle dudaklarını dişledi ve ellerini saçlarına daldırıp geriye doğru çekiştirdi. Eli kolu bağlı oturup beklemek fazlasıyla can sıkıcıydı.
‘’Düşün Ali! Düşün! Bir işe yara be oğlum!’’ diye sessizce mırıldandı. Sarı saçlarını hızla karıştırıyor, kaşlarını çatarak etrafına ölümcül bakışlar atıyordu. Sanırım… Leyla’yı uyandırmayacaktı. Yemekten sonra kızın acısının daha da arttığını, artık ağrıdan yerinde duramadığını görmüştü. Leyla soru sormayı bile bırakıp, en sonunda inleye inleye uykuya dalmıştı. Uyanırsa daha fazla acı çekebilirdi.
Ali kararını vermişti.
Leyla’yı acıyla kıvranırken görmek istemiyordu.
İki adımıyla kapı eşiğine kadar gelip, sertçe kolu aşağı indirdi. Sonunda kendini dışarı atmıştı. Sırtını kapattığı kapıya doğru dayayıp çaresizce olduğu yere çöktü. Gözlerini usulca kapadı. Yüzüne vuran soğuk havanın, düşüncelerini dağıtmasını umuyordu. Göz kapaklarını araladığında kararmaya başlayan gökyüzü karşısındaydı. Neyse ki kar yağışı durmuştu. Bembeyaz örtüyle kaplı ağaçlara homurdanarak bakış attı. Tipi, etrafı daha da tanınmaz hale getirmişti. Ali artık kulübeye hangi yoldan geldiklerini bile kestiremiyordu.
Çöktüğü yerden doğrulduğu gibi ayağına gelen ilk kar kütlesine sinirle tekme attı. Yok, olmuyordu. Hala öfkesi geçmemişti. Resmen kapana kısılmış, soğuktan donmak üzereydiler. Ali üşüyen ellerini birbirine sürtmeye çalışsa da nafileydi. Hissizleşmişti artık. Leyla haklıydı galiba. Bu gidişle herkesin unuttuğu bu dağda ölüp gideceklerdi.
Botunun altındaki karları yere doğru sertçe silkelerken, Ali’nin aklına gelen fikirle gözleri kocaman açıldı. Nasıl düşünememişti bunu?
Ali’nin yüzüne geniş bir gülümseme yayılırken, bakışları hınzır bir hal aldı.
Çözüm oldukça basitti aslında. Resmen burnunun dibindeydi. Ama bir türlü görememişti.
Üşüyorlarsa gerekeni yapmalıydı.
Leyla ile kaynaşma zamanı geldi de geçiyordu.
******
Ali hızla kulübeye tekrar girdi ve kapıyı arkasından aceleyle kapadı. Zaten oda yeterince soğuktu. Bir de dışarıdaki havayı içeri taşıyamazdı. Koşar adım Leyla’nın yattığı sedirin yanına çömeldi. Telaşlı bakışları, Leyla’nın soğuktan morarmaya başlayan dudaklarına takıldı. Yattığı yerde cenin pozisyonda durmuş, titreyerek uyumaya çalışıyordu. Resmen bedeni küçücük kalmış, baştan aşağı kaskatı kesilmişti. Süslü montuna sıkıca sarılması, dondurucu soğukta maalesef işe yaramıyordu.
Ali daha fazla seyirci kalmayacaktı.
Düşünmeye vakti yoktu. Görev adamıydı o! Bak işte bu tabiri sevmişti!
Onun tek görevi Leyla’yı hayatta tutmaktı…
Odaklanacak ve işini yapacaktı. Gerekirse Leyla’nın ısıtıcısı da olurdu. Bu dünyada bir soba olmadığı kalmıştı zaten!
Ali, ‘’Yeter ki yaşasın... Gerisi kolay.’’ diye sıkıntıyla mırıldandı.
Leyla’yı yattığı yerden kucaklayıp nazikçe havaya kaldırdı. Sakatlanan ayağını incitmekten korktuğundan, yavaş hareket etmeye özen gösteriyordu. Neyse ki derin uykusundan hala uyanmamıştı.
Ali, şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çattı. Kulübenin ortasında, kucağında Leyla ile öylece dikiliyordu. Karda bata çıka yürürken ağır olduğunu düşündüğü Leyla, meğerse kuş gibi hafifti. Anlaşılan kızın günahını boş yere almıştı. Bir daha kilosuna laf etmemeyi kendine tembihledi.
En sonunda ayakta dikilmeyi bırakıp, etrafına bakınmayı akıl etti. Kapıya en uzak köşeyi gözüne kestirdi ve sessiz adımlarla yürümeye başladı. Tahta kapının altından gelen keskin soğuk, fazlasıyla can yakıcıydı. Bir süre uzak dursalar iyi olacaktı.
Kucağında Leyla’yla odanın en ucundaki sedire yavaşça oturdu. Kollarını kızın bedenine sıkıca dolamış, gövdesiyle onu sarıp sarmalamıştı. Ali’ye emanet küçük bir çocuk gibiydi Leyla. Bakışlarını masum yüzünde tek tek gezdirdi. Gözlerini onun üstünden ayıramıyordu. Dayanamayıp alnına düşen bir tutam saçı, uykusundan uyandırmamaya çalışarak dikkatle geri itti. Kurulduğu göğse sığmaktan fazlasıyla memnun görünüyordu Leyla. İşe yaradığını hisseden Ali’nin gergin bedeni, biraz olsun gevşemiş, endişesi azalmıştı.
Bir anda Leyla’nın mavilikleri, yerini bulmanın mutluluğuyla aralandı. İkilinin bakışları kesiştiğinde Ali, yakalanmış olmanın utancıyla hızla gözlerini kaçırdı. Leyla’nın içi, onu kavrayan sıcacık kolların Ali’ye ait olduğunu bilmenin huzuruyla doldu. Eşsiz dudaklarına kocaman bir tebessüm yayıldı. Leyla, bu defa yanağını sert ama bir o kadarda güvenilir göğse daha çok dayadı. İyice sokulmuştu Ali’ye.
Eğer imkânı olsaydı, sonsuza dek Ali’nin göğsünde uyumak isterdi. Ayağının sızlaması biraz olsun dindiğini şimdiden hissediyordu. Acının yerini dolduransa… Heyecandı. İçini kıpır kıpır eden duygu, tam olarak buydu! Çoktan uyanmasına rağmen göz kapaklarını kapatmaya devam etti Leyla. Onu sıkıca tutan güçlü kollara sığınmanın keyfini çıkarmak istiyordu.
Sanki düşteymiş gibi.
Ali, uyku sersemi olan Leyla’ya gülümseyerek baktı. Bir yandan da üşümesin diye kızın sırtını sıvazlamaya başladı. Çenesinin ucu, Leyla’nın saçlarına değiyordu. Kokusuysa, çoktan genzine dolmuştu. Ali, birkaç defa boğazını temizledi ama geçmiyordu işte! Üzerine sinen Leyla’nın kokusunu her yerdeydi. Neden direniyordu? Kaçışı yoktu.
Kokular hafızadan silinmezdi.
Artık Leyla hakkında bir şey daha biliyordu.
Ali salak salak sırıttı. Leyla’nın saçları sanki… Hindistan Cevizi kokuyordu! Burnunu sızlatan o egzotik kokuyu bu defa içine çekmekten çekinmedi. Bir kez daha emin oldu.
‘’Kokonat mı? Gerçekten mi Leyla?’’ dedi alaycı sesiyle.
Leyla omuz silkti ve gözlerini açmaya tenezzül etmeden konuştu. ‘’Saçları nemlendiriyor.’’
Ali dayanamayıp kahkaha patlattı. Gerçekten bu cevabı beklemiyordu. Bir süre sonra gülüşünün yerini tatlı bir tebessüm aldı.
Düşünmeden Leyla’nın minik ellerine doğru yöneldi. Avuçlarının içine hapsettiği narin parmaklara kısa bir bakış attı. Tahmin ettiği gibi fazla kırılgandı. Üşümüşlerdi. Ardından tuttuğu elleri usulca dudaklarına götürdü ve sıcak nefesini üflemeye başladı.
Ali, Leyla’ya nefes olurken, ona kim derman olacaktı?
Kalbi, görev adamının aksine fazla şiddetli atıyordu. Ali böyle planlamamıştı. Isınan Leyla olmalıydı, kendi yüreği değil.
Kadınınsa adamdan bir farkı yoktu. Mavi gözlerini kocaman açmış, yer yer Ali’nin dudaklarına değen ellerine bakıyordu. Leyla’nın kalbi doludizgin atarken, gözünü dahi kırpmadan karşısındaki adamı izliyordu.
Leyla’nın içi ürpermişti. Ali’nin sıcak nefesi ellerine değil, bütün bedenine değiyormuş gibi hissetti. Ne yaptığının farkında mıydı bu adam?!
Üşürken bile alev alev yanılabileceğini kanıtlıyordu ona Ali.
Leyla derin bir nefes verip, ellerini Ali’nin avuçlardan hızla geri çekti. Bu kadar temas kesinlikle bünyesine zarardı! Böyle devam ederse soğuktan değil, heyecandan ölüp gidecekti yoksa.
Leyla panikle, ‘’Gerek yok ısındım. Teşekkür ederim.’’ dedi bakışlarını kaçırarak. Rahatça kurulduğu kucaktan telaşla doğrulmaya çalıştığında, Ali ile burun buruna geldi.
Ali önce boş boş göz kırpıştırdı. Leyla bir anda hareket edince, refleksle kızın belini daha sıkı kavramıştı. Kadınsı kıvrımlarını hissetmek Ali için hiç iyi değildi. Leyla’yı dibinde bulmanın şaşkınlığını üstünden atar atmaz, gözlerine bakmaya başladı. Mavilikleri, gaz lambasının titrek ışığı altında bile parlıyordu. Yakından daha da büyülüydüler.
Böyle olmamalıydı. Hadi ama! Hangi erkek olsa Leyla’nın çekiciliğine kanardı. Gerçekten sınanıyordu Ali. Çetin bir savaştı bu! Bakışları yavaşça kadınsı dudaklara kaydığında, sertçe yutkunmakla yetindi.
Leyla’nın dolgun ve kırmızı dudakları vardı. Kana kana içip, tadını çıkarmalıktı… Bu kadının güzelliği… Resmen akıllara ziyandı!
Ali sıkıntıyla derin bir nefes verdi. Ne bok yiyordu böyle?! Acilen zihnine üşüşen düşüncelerden sıyrılmalıydı!
Leyla’yı saran kollarını istemsizce gevşetti. Kendini ikna etmeye çalışırcasına ondan uzaklaştı.
Artık yan yana oturuyorlardı. İkisi de karşılarındaki ahşap duvarı sessizce izliyordu.
Sanki kalp atışları birbirlerine karışmamış gibi.
Göz göze gelmekten imtina ediyorlardı.
***
Güneş bulutların arasından sızıyor, sıra dağları aydınlatıyordu. Sabahın ilk saatleriydi. Herkes uyurken Baran otelden ayrılmış, kardeşini tek başına aramaya çıkmıştı. Bütün gece yerinde beklerken adeta kurdeşen dökmüş, saatler geçmek bilmemişti. Leyla’sı nasıldı? İyi miydi? Yaralı mıydı? Aç mıydı? Bilmiyordu! Lanet olsun! Hiçbir sorunun cevabı Baran’da yoktu!
Bir gün olmuştu yahu! Leyla ve Ali’nin kaybolmasının üstünden tamı tamına yirmi dört saat geçmişti. Ya onları bulur ya da bu ormanda kaybolup giderim diye düşündü. En azından bir amaç uğruna ölürdü.
Bembeyaz karlarla örtülü dağlara dikti gözünü Baran. Ölmek var dönmek yoktu. Komutanla Neva sağ olsun kafasının etini yeterince yemişlerdi. Kararlıydı. Artık tek başına arayacaktı kardeşini. Eli kolu bağlı bir dakika daha duramazdı. Kaçar gibi otelden ayrılalı yaklaşık bir saat oluyordu. Yokluğu fark edilmiş olmalıydı. Baran, askerler ve arama kurtarma ekibinin olmadığı bölgelerde ilerlemeyi tercih etmişti. Yakalanmak istemediğinden daha kuytu yerlerden gidiyordu.
Hiç durmadan bata çıka dizine kadar karla kaplı yolda yürüdü. Zar zor nefes alıyor, yine de dinlenmeden aramaya devam ediyordu. Patikanın sonuna geldiğinde etrafına tekrar bakındı. Kimse yoktu! Keskin soğuk ciğerlerini yakmasına rağmen derin bir nefes verdi. Soğukkanlılığını korumalıydı.
Pes edemezdi. Mutlaka bulacaktı! Bulmak zorundaydı.
Bakışları karla kaplı kocaman tümsekte takılı kaldı. Nedense bu ayrıntı dikkatini çekmişti. Kaya olamayacak kadar büyük bir kütleydi. Ağaç olduğunu sanmıyordu. Yaklaşmaya başladığında derme çatma bir kulübenin çatısı olduğunu fark etti. Akşamki tipide resmen ahşap kulübenin etrafı karla kapanmış ilk bakışta gözle görünmeyecek hale gelmişti. İçeride yanan gaz lambasının ışığını seçebiliyordu. Onlar olabilir miydi gerçekten?!
Göz bebekleri mutlulukla büyüdü. Yüzünde beliren kocaman gülümsemeyle kulübeye doğru düşe kalka koşmaya başladı. Baran’ın üstü başı kar olmuş, artık soğuktan bedenini hissetmiyordu. Üşümek umurunda bile değildi! Kardeşini bulma ihtimalini düşündüğü her an sevinçten havalara uçabilirdi.
Baran’ın dizlerinin bağı son anda çözüldü ve yorgunluktan yığılıp kaldı. Yine de kulübenin kapısına varmayı başarmıştı. Nefesini düzenlemeye çalışsa da nafileydi. Ciğerleri yanıyor, soğuk hava boğazına acıyla batıyordu. Son gücüyle yerden destek aldı ve toparlanıp ayağa kalktı.
Titreyen elleriyle tahta kapıyı ileri doğru itti. Gıcırdayarak açılan kapının sesi ormanın derinliklerinde yankılandı. Baran’ın kocaman gülüşü, gördükleriyle yüzünde donup kaldı.
Bölüm Sonu
Evet arkadaşlar bölümü nasıl buldunuz?
Umarım beğenmişsinizdir. Yıldızlara dokunmayı ve yorum yapmayı ihmal etmeyin.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Şimdilik hoş çakalın
Seviliyorsunuz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.2k Okunma |
572 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |