27. Bölüm

BÖLÜM 27: O BENİM KARIM.

büşra uzun
busrauzun

 

 

Merhaba Arkadaşlar

Uzun süre ayrı kaldık. Bende güzel bir bölümle karşınızda olayım dedim. Bakalım beğenecek misiniz?

Yıldızlara dokunmayı ve yorum yapmayı yazarınızdan esirgemeyin.

Bölüm Şarkısı: Nikos Vertis - An eisai ena asteri

Keyifli Okumalar

 

 

Baran gözlerini boş boş kırpıştırdı. Hareket etmeden eşikte öylece dikiliyordu. Tutunduğu tahta kapıyı var gücüyle sıktı. Ayaklarının bağının çözüldüğünü hissediyordu. Yıkılmamak için kapı kolundan güç almakta çareyi bulabildi.

Aklı, gördüklerini idrak etmeyi adeta reddediyordu.

Kulübenin içinde Ali ve Leyla’yı bulma umuduyla heyecanla açtığı kapı, gerçekleri yüzüne tokat gibi çarpmıştı sanki.

Umutları yeşermeden, solması bir olmuştu. Hayal kırıklığı dolu bakışlarla kulübeyi hızla taradı.

Lanet olsun kimse yoktu!

Yine Baran’ın elinde kocaman bir hiç vardı! Çaresinin yavaşta tükendiğini hissediyordu. Gözlerini sinirle kapattı. Saçlarını sertçe çekiştirip, geriye doğru itti. Yüz hatları gerilmiş, ellerinde hafif titremeler dahi başlamıştı. Tekrar gözlerini açtığında karşısında Leyla’yı bulmayı bekler gibi baktı boş odaya.

Tabi ki kimse yoktu…

Mavilikleri, taşmaya hazır hırçın bir denizden farksızdı. İçini kaplayan öfkeyle, en yakınındaki sedire sertçe tekme attı. Aldığı darbeyle artık kırık bir sedirdi. Yine de Baran’ın içi soğumamıştı. Eline geçirdiği sandalyeyi hışımla yere geçiriverdi. Tahta sandalye tuzla buz olmuş, çoktan parçalara ayrılmıştı. Baran etrafı dağıtırken bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyor, sesi ormanın derinliklerinde yankılanıyordu.

Ne öfkesini, ne de acısını dindirebilmişti. Bakışları yerdeki bereye takılmasaydı ortalığı savaş alanına döndürebilirdi. Titreyen elleriyle şapkaya doğru uzandı. Dakikalarca gözleri dolu dolu pembe şapkaya bakmakla yetindi.

Leyla’nın kaybolmadan önce taktığı beresiydi bu. Üzüntüyle kaşlarını çattı. Boğazı düğümlenmiş, kalbine çöken ağırlık nefesi kesmişti.

Derin bir soluk verip bakışlarını tavana dikti. ‘’Yine mi geç kaldım ben?’’ diye bitkin sesiyle mırıldandı. Tahmini ne zaman işe yarayacaktı? Kendini bostan korkuluğu gibi hissediyordu. Hoş o bile kuşları korkutup kaçırırdı. Baran ne yapardı ki?! Ancak hayıflanıp dururdu. Bir de ortalığı dağıtırdı!

Öfkeyle tuttuğu şapkayı avuçlarının arasında sıktı. Demek kardeşi Leyla buraya gelmişti. Ama şimdi neredeydi?

‘’Bok herif! Ne biçim abisin sen be! Sik-’’ Baran, kendine küfürler yağdırmaya devam ederken içeri giren iki askerle düşüncelerinden sıyrılmak zorunda kaldı.

‘’Kaldır ellerini, yat yere! Yat!’’ diye bağırdı karşısında dikilen askerlerden biri. Silahını Baran’a doğrultmuş, emirlerini sıralıyordu. Diğer askerse hızla Baran’ı kollarından çekiştirmeye başlamıştı.

‘’Ne yapıyorsunuz siz!’’ Baran, sinirle söylense de karşısındaki askerler asla onu dinlemiyordu.

Daha genç olan asker namluyu Baran’ın üzerinden çekmeden konuşmaya başladı. ‘’Kimsin sen?! Neden bağırıyordun?’’

‘’Ben Baran Aktürk! Kardeşim Leyla’yı arıyorum! Büyük ihtimal siz de onu arıyorsunuz!’’

Baran’ı kollarından tutmaya çalışan asker duraksadı. Şaşkın bir ifadeyle, ‘’Biz sizi de arıyorduk Baran Bey! Komutanın izni olmadan otelden ayrılmışsınız!’’

Baran sinirle kollarını tutan ellerden kendini kurtardı. Yokluğu belli ki anlaşılmış, çoktan adı kayıplar hanesine yazılmıştı.

‘’Beni değil kardeşimi aramalısınız! Hala haber yok mu?’’ diye umutla askerlerin yüzlerine baktı. Boş gözlerle karşılaştığında Leyla’yı hala bulamadıkları anladı.

Karşısındaki asker silahını indirdi ve telsizini dudaklarına doğru yaklaştırdı. Sanki komutanı yanlarındaymış gibi hazır ol da duruyordu.

Düğmeye basıp, durumu anons geçmeye başladı. ‘’Komutanım Baran’ı bulduk. Ama diğerleri olumsuz.’’

Cızıltılı telsizin ardından gelen ses sert ve otoriterdi. ‘’Baran Aktürk’ü otele geri getirin. Gerekirse zor kullanın.’’

‘’Emir anlaşıldı.’’

 

****

 

Yattığım koltuktan yavaşça doğruldum. Üzerimdeki battaniyeyi bir kenara bırakmış, gerim gerim gerilen kaslarımı gevşetmeye çalışıyordum. Ensemi ovuşturdum. Yetmedi sırtımı dikleştirdim. Yok, olmuyordu işte! Bütün gece yattığım rahatsız koltuk yüzünden her yerim tutulmuştu.

Baran’la otelin lobisinden bir an olsun ayrılmamış, kaybolan Leyla ve Ali’den olumlu bir haber bekliyorduk. En son hatırladığım Baran’ın yanımda gergin bir şekilde oturduğuydu.

Neden şu anda yalnızdım peki? Baran neredeydi?

Etrafa telaşla bakmaya başladım. Jandarmadan birkaç asker ve dün ki komutan haricinde kimse yoktu. Komutanın adının Demir olduğunu hatırlıyorum. Demir Karadağ. Sert bakışları ve ifadesiz yüzüyle gerçekten de dağ gibi biriydi, yorulmak nedir bilmiyordu.

Bakışlarım kolumdaki saate kaydı. Sabahın sekiziydi.

Komutanın aceleci adımlarla bana doğru yürüdüğünü gördüğüm an, içimi korku kapladı. Yüzündeki ifadeden bir şeylerin ters gittiği anlaşılıyordu.

‘’Neva Hanım Baran Bey nerede?’’ dedi sıkıntılı bir sesle. Kaşlarını çatmış, sorgular gibi ellerini beline koymuştu.

‘’Yanımdaydı ne oldu ki?’’ Bir yandan telaşla resepsiyona göz gezdiriyordum.

‘’Kardeşi Leyla’yı aramaya çıkmış olabilir mi? Hem de tek başına?’’

Nasıl ya! Hayır hayır! Bunu yapmış olmazsın Baran! Bütün gece Demir, ‘’Tek başınıza hareket etmeyin. Dağ başında bir de sizi aramayalım.’’ dememiş miydi? Tabi ya! Burnunun dikine gitmek varken neden uyarıları dinleyesin ki Baran! Ne yapacaktım senle ben?!

Hızla yerimden doğruldum. Başım dönüyor, sanki yer altımdan kayıp gidiyordu. ‘’Yapar mı yapar Baran bu!’’ dedim panikle.

Demir kollarını kavuşturup, sinirle kafasını sağa sola eğip boynunu çıtlattı. Baran sağ olsun kendi başına hareket ederek, adamın kalan sabrını da tüketmişti. Dönmeden, omzunun üzerinden emrindeki askere seslendi.

‘’Arazideki bütün askerlere anons geçin. Baran Aktürk de kayıp. Bulan benimle iletişime geçsin!’’

‘’Emredersiniz Komutanım.’’ diyen asker, selamını vererek hızla yanımızdan uzaklaştı.

‘’Demir Bey, ne zamandır yok Baran?! Çok uzaklaşmış mıdır sizce?!’’ diyerek çaresizce öne doğru atıldım. Artık Demir’in tam karşısında dikiliyordum. Lanet olsun! Nasıl uyuyakalmıştım böyle! Baran’ın beni atlatıp Leyla’yı aramaya gideceğini tahmin etmem gerekirdi. Söz dinleyeceğini düşünmem büyük aptallıktı…

‘’Neva Hanım sakin olun. Üçünü de bulacağız merak etmeyin. Civar köylere de bakılacak. Yollar açılır açılmaz tabi.’’

Bense stresten tırnaklarımı yiyor, sıkıntıyla saçlarımı çekiştiriyordum. Sakinleşmek bir yana, korkum her dakika giderek artıyordu.

Herkesin bir anda kaybolacağı mı tutmuştu yani?! Benim payıma da oturup beklemek düşmüştü.

‘’Hay ben böyle işin-‘’ diye başladığım cümlemi Demir’le göz göze gelmemle yutmam bir oldu. Gergin duruşu ve sert bakışlarıyla, yanında küfür etmemi engelliyordu.

Telsizden gelen cıvıltılı sesle bakışlarım Komutan Demir’e tekrar kaydı. Telsizin ucundaki ‘’Komutanım Baran’ı bulduk. Ama diğerleri olumsuz.’’ diyordu. Doğru mu duymuştum ben?! Baran bulunmuş muydu yani! Sanırım şans denen şey, biraz olsun yüzüme gülmeye başlamıştı.

Komutanın yüzünde mimik oynamadan, sertçe ‘’Baran Aktürk’ü otele geri getirin. Gerekirse zor kullanın.’’ dedi.

‘’Bulunmuş mu Baran?! Şükürler olsun!’’ diyerek sevinçle gülümsemeye başladım. Bir haber, kalbim mutlulukla doldurmaya yetmişti. ‘’Peki ya Leyla ve Ali?’’

‘’Henüz onlardan haber yok. Arama alanını genişleteceğiz.’’ Demir, gergin bir şekilde ağırlığını, bir ayağından ötekine geçirdi. ‘’Hepsini sağ salim getireceğiz. Sabırlı olmalısınız Neva Hanım.’’

Yüzümdeki gülümsemem donup kaldı. Neredeyse bir günden fazla zamandır Leyla ve Ali ortada yoktu. Hala mı bulunamamışlardı? Ne bir iz, ne de bir bilgi vardı. Belli ki Baran’ın araması da sonuç vermemişti.

Endişeyle dudaklarımı ısırdım. Ne olacaktı şimdi? Ya başlarına kötü bir şey geldiyse?... Aklıma üşüşen sorular bitmek bilmiyordu.

Elim kolum bağlı, Baran getirilene kadar otelin içinde bir aşağı bir yukarı yürüdüm. Etrafımda döndüm durdum. Bir ara oturmayı bile denedim. Sonra dayanamayıp tekrar volta atmaya devam ettim.

Bugün zaman bir türlü akmak bilmiyordu.

 

***

 

İki askerin kolunda otelin kapısından giren Baran’ı görür görmez, hızla koşup boynuna atıldım. ‘’Beni bırakıp tek başına nasıl gidersin?!’’ diye öfkeyle bağırdım. Bir yandan da Baran’a sımsıkı sarılıyor, kaybetme korkumu bastırmaya çalışıyordum.

Bize bakan askerler ve sinir topuna dönmüş Komutan Demir umurumda bile değildi. Onu yeni bulmuştum. Tekrar kaybetmeye dayanamazdım.

Baran, askerlerin kolundan hızla sıyrıldı ve kollarını bedenime sıkıca doladı. Beni göğsüne çekmiş, başımı çenesinin üzerine yaslamıştı.

‘’Dönecektim Neva’m. Onları bulup getirecektim sana.’’

‘’Eğer bir daha haberim olmadan hareket edersen Baran…’’ Tehdit dolu sesimle başımı göğsünden kaldırıp, Baran’ın yüzüne baktım. ‘’Seni asla affetmem.’’

Baran, gözleri gözlerimdeyken sert bakışları yumuşadı. Sadece başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.

‘’Baran Bey, kendi başınıza hareket etmemeniz gerekiyordu. Eğer askerlerimi bir daha gereksiz yere yorarsanız bu kadar kibar olmam.’’ dedi Demir. Kollarını göğsünde birleştirmiş, arkamda dikiliyordu. Soğuk bakışlarını Baran’ın üzerine dikti. Bu komutan, sakin konuşurken bile fazlasıyla ürkütücüydü.

‘’Siz de kardeşimi bulun! Çıkıp aramak zorunda kalmayayım!’’

Baran yangına körükle gidiyor, kavga etmeye yer arıyordu. Gözleri, mavinin en koyu halindeydi. Yüz hatları sert, bütün bedeni yay gibi gergindi.

Baran’ın göğsüne elimi koyup, bana bakmasını sağladım. En ikna edici bakışımı atmaya çalışarak, ‘’Biraz dinlen hadi.’’ dedim. Yerinden kıpırdamadığını görünce kolundan çekiştirmeye başladım. ‘’Lütfen Baran.’’

Homurdanarak peşimden gelmeye başladı. En yakındaki koltuğa kuruldum ve onu da yanıma oturmaya zorladım.

Bitkin bir nefes verip, ‘’Baran yapma böyle. Bak bulunacaklar eminim ben. Biraz sabretsen olmaz mı?’’

‘’Çok yaklaşmıştım Neva. Baksana Leyla’nın beresini bile buldum. Daha erken o lanet olası kulübeye gitseydim…’’ dedi boğuk sesiyle. Bakışlarını elinde tuttuğu pembe şapkaya dikmiş, dişlerini var gücüyle sıkıyordu. Gergin çenesini bana çevirmeden konuşmaya devam etti.

‘’Belki kardeşim yanımda olurdu.’’

 

2 Saat Önce

 

‘’Dede şunlara baksana ne güzel uyuyorlar! Tıpkı Barbie ve Ken gibi!’’ dedi çocuk heyecanla bağırarak. Ela gözlerini kocaman açmış, merakla karşısındaki çifti izliyordu. Dedesiyle köy yolu dönüşü mola vermek için girdikleri kulübede, Leyla ve Ali’yle karşılaşmışlardı. Küçük Defne’nin bakışları Leyla’nın üzerinde kitlenmişti. Kesinlikle Barbie’ye benziyordu! Minik bedenine rağmen koşar adım soluğu kulübenin içinde aldı. Çoktan dedesini ardında bırakmıştı bile. Artık daracık sedirde dip dibe uyuyan Ali ve Leyla’ya daha yakından bakabiliyordu. Yanılmamıştı işte! Küçük kız, Leyla’nın uzun parlak platin sarısı saçlarına hayranlıkla göz gezdirdi. En sevdiği Barbie’sinin saçlarıyla birebir aynıydı! Ardından adamın altın sarısı saçlarına bakışlarını çevirdi. Babasının ona almadığı Ken bebeğe benziyordu. Yüzü düştü bir anda çocuğun. Neden onun hala bir Ken bebeği yoktu? Kesinlikle babasına satın alması için daha çok ısrar etmeliydi.

Kulübeye giren yaşlı adam şaşkınlıkla torununun arkasında yerini aldı. Karda kışta kimse olmazdı buralarda. Peki ya bu uyuyanlarda kimdi? Hiçbir fikri yoktu. Şaşkın bakışlarla bir süre sarmaş dolaş olan kadın ve adamı izledi.

Ali ve Leyla soğuk havanın etkisine daha fazla dayanmayıp uykuya yenik düşmüşlerdi. Biraz olsun ısınmak umuduyla bedenleri, birbirlerine iyice sokulmuştu. Soğuktan kızarmış burun uçlarıyla fazlasıyla tatlı görünüyorlardı. Ali, Leyla’nın ellerini sıkıca tutmuş, göğüs kafesinde kenetlemişti. Alnını Leyla’nın alnına değdiriyor, dudaklarının arasında neredeyse boşluk bırakmıyordu. Leyla’ysa, Ali’nin ılık nefesini yüzünde hissederek uyumanın huzuru içerisindeydi.

Dışarıdan bakıldığında tıpkı kusursuz bir tablo gibilerdi.

Küçük Defne, ‘’Hey uyansanıza!’’ diyerek Ali’nin montunun ucunu çekiştirmeye başladı. Tek derdi oyun arkadaşı bulabilmekti. Dedesi fazla sıkıcı ve yaşlıydı. İçinden bir ses, bu ikiliyle eğlenebileceğini söylüyordu. Ali, Defne’nin onu dürtmesiyle irkilerek uyandı ve küçük kızla göz göze geldi.

Hınzır gülümsemesiyle Ali’nin başından aşağı dikiliyordu Defne. ‘’Akıllım burada yatılır mı!? Soğuktan donarsınız!’’ dedi bilmiş bir tavırla.

Ali uyku sersemliğiyle çocuğa kısa bir bakış attı. Bir an nerede olduğunu idrak edemedi. Boş boş gözlerini kırpıştırmakla yetindi. Ardından kapıda dikilen yaşlı adamın öksürmesiyle, bakışlarını kapıya doğru çevirmek zorunda kaldı. Adam heybetli cüssesiyle kaşlarını çatmış, kınayıcı bakışlarını üzerlerine dikmişti. Ali, panikle Leyla’nın bedenini kendinden uzaklaştırarak doğruldu.

Ali’nin aniden kıpırdanmasıyla huysuzlanan Leyla da uykusundan uyanmıştı. Gözlerini eliyle ovuşturuyor, bir yandan da görüşünü netleştirmeye çalışıyordu. Karşısında dikilen adamı fark edince yüzü umutla ışıdı Leyla’nın. Sevinçle sırıtmaya başladı. Gerçekten kurtulmuş olabilirler miydi?

‘’Sizin buralarda ne işiniz var bakayım?’’ dedi adam imalı bir sesle. Tek kaşını havaya kaldırmış, iğneleyici bakışlarla Ali’yi baştan aşağı süzmekle meşguldü. Ali de karşısındaki adama alıcı gözle baktı. Yaşı atmışlarının sonunda olmalıydı. Yuvarlak bir yüz, bembeyaz saç ve sakalıyla, göbekli bir adamdı.

Ali mahcup yüz ifadesiyle, ‘’Kaybolduk biz. Tipi bastırınca gidecek yer bulamadık.’’ Bir yandan da kulübenin sahibinin bu adam olup olamayacağını düşünüyordu. Ya oysa? Ali, izinsiz girmelerinin utancıyla bakışlarını kaçırdı. Ensesindeki saçlarla oynamaya başladı.

Küçük kız dedesinin elline hızla yapıştı. ‘’Dede bizimle gelsinler mi?’’ çenesini yukarı kaldırmış, dedesine alttan masumca bakışlar atıyordu. ‘’Lütfen gelsinler! Dede lütfennn!’’ diyerek kelimeleri uzata uzata yalvarmaya başladı. Bir yandan da adamın elini çekiştirip duruyordu.

Çocuğun feryatlarına inat, yaşlı adam sorgular bakışlarını Leyla ve Ali’nin üzerinde gezdirmeye devam etti. ‘’Doğru söyle delikanlı sen bu kızı kaçırmadın değil mi? Başınız belada mı yoksa?’’

‘’Ali mi beni kaçıracak!’’ dedi Leyla sinirle gülerek. Doğrulduğu sedirden Ali’ye doğru alaycı bir bakış attı. ‘’O biraz zor be amca.’’

Ali sıkıntıyla göz devirmekle yetindi. Haklıydı aslında Leyla. Üstüne para verseler yine de onu kaçırmazdı. Ayrıca konu bu muydu?

‘’Bakın telefonlar çekmiyor. Eğer çeken bir yere gitmemize yardım eder-‘’

Adam kalın kaşlarını havaya kaldırdı ve Ali’nin konuşmasını merakla yarıda böldü. Yarım bir gülüşle, ‘’Yavuklu musunuz yoksa?’’ dedi.

Ali şaşkın şaşkın yaşlı adama bakıyordu. Yüzündeki heyecana bir süre anlam veremedi. Adama; kaybolduk, telefon çekmiyor diyordu ve onun tek merak ettiği yavuklu olup olmadıkları mıydı yani?! Gerçekten sabrı sınanıyordu. Etrafında bir tane normal insan yoktu yahu!

Siniri had safhadaydı. Eliyle yüzünü sıvazladı Ali. Ardından derin bir nefes verdi. Sakin olmalıydı. Başarabilirdi! Belli ki tek kurtuluş çaresi karşısında dikilen yaşlı adamdı. Son şansını da eline yüzüne bulaştıramazdı.

Ali, adamın sorusunu duymamış gibi davrandı. ‘’Bize yardım edebilir misiniz? Leyla’nın ayağı kötü durumda.’’

Adam sonunda çöpçatanlığı bir kenara bıraktı ve Leyla’ya telaşla baktı. ‘’Yaralı mısın evladım! Çok ağrın var mı?’’ Çoktan Leyla’nın ayakucuna oturmuş, moraran bileğini inceliyordu.

‘’Öyleyim valla.’’ dedi Leyla üzüntüyle. Üzerine garip bir hüzün çökmüştü. Biraz tereddüt ettikten sonra ağlamaklı sesiyle yeniden konuştu. ‘’Kimse de bizi bulamadı. Kaldık dağ başında! Ya donarak öleceğiz ya da yabani hayvanlara yem olacağız!’’ Gözleri dolmuş, yağmurda ıslanan kedi yavrusu gibi etrafa acıklı bakışlar atıyordu.

‘’Dur bakalım kızım korkma! Ben buraları avucumun içi gibi bilirim. Hem şanslısın bak! Baytar Yusuf’um ben. Karşı köyden geliyoruz. Daha bir saat önce inek doğurttum. Gel senin ayağına da bakayım.’’ dedi babacan bir tavırla.

Leyla’nın ağzı açık kalmıştı. Gözlerini endişeyle kocaman açtı. Adının Yusuf olduğunu yeni öğrendiği adama kaçamak bakışlar atıyordu. Sorgu dolu sesiyle, ‘’Baytar derken!?’’

Ali’yse kollarını göğsünde kavuşturmuş, düşünceli bakışlarla adamı süzüyordu. Sonuçta Yusuf, bir nevi doktor sayılırdı. Dudaklarını kuşkuyla büktü. Bu şartlarda bulabileceği en iyi seçenek olduğuna kanaat getirdi.

Ali, çoktan ikna olmuştu. Leyla’nın omzuna nazikçe dokundu ve ‘’Veteriner yani.’’ dedi eğlenen bir tınıyla.

Korkuyla yerinde kıpırdandı Leyla. Ne yani, adam veteriner diye içinin rahatlaması mı gerekiyordu şu anda?! Telaşla dudağını ısırdı, iki elini saçlarının arasından geçirerek hızla omzundan geri attı. Sürekli yaşadığı skandallara bir yenisi ekleniyordu! Damızlık inekle bir tutulmadığı kalmıştı, artık o da olmuştu.

Leyla’nın gözünün önüne, doğum yapan inek görüntüsünü belirdi. Başını hızla sağa sola sallayarak kovdu bu düşünceyi. Yusuf amcaya güvenmekten başka çaresi olmadığını bilse de bozulmamak elinde değildi.

‘’Yani bilemedim ki şimdi... Hani ben insanım ya farklı olmaz mı?...’’

Yusuf’un gülümsemesi yüzünde iyice yayıldı. ‘’Her canlı aynı inan bana kızım.’’

Ali, sessizce konuşmaları dinliyordu. Bir yandan dudaklarını dişliyor, kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Adam ciddi ciddi Leyla’yla ineği aynı kefeye koyuyordu. Son derece ilginç biriydi. Şimdiden sevmişti bu yaşlı adamı.

Leyla, yanında dikilen Ali’ye ters bir bakış attı. Gülmemek için gösterdiği çaba takdire şayandı doğrusu! Utanmadan onunla dalga mı geçiyordu yani?! Sinirle dirseğini Ali’nin karın boşluğuna sertçe geçirdi.

Ali’den acı dolu bir inilti yükseldi. Yine de yüzündeki gülümseme silinmemişti.

‘’Leyla korkma tamam mı? Dedemin eli çok hafiftir.’’ dedi küçük Defne. Leyla’nın elini tutmuş ona cesaret vermeye çalışıyordu.

Leyla, korkmasına rağmen tebessüm etti. Çocuğun tatlılığı ve saf güzelliği ona yaşadığı stresi bile unutturuyordu. ‘’Adın ne senin ufaklık?’’

‘’Defne! Benim adım Defne!’’

‘’Çok güzel bir ismin varmış Defne. Tanıştığıma memnun oldum.’’ dedi Leyla sırıtarak. Mutluluğu bulaştıran bir çocuktu Defne.

Ayağını muayene eden Yusuf’un ani hareketiyle irkildi. Anında Ali’nin elini elinin üzerinde hissetti. Bir elini Defne, bir eli Ali tutuyordu şimdi.

Ali’nin gülüşü, yüzünden hızla silindi ve yaşlı adama sert bir bakış attı. Leyla’nın elini daha sıkı kavrayıp, yüksek sesle çıkıştı.

‘‘Canı yanıyor! Ani hareket yapmasak mı?!’’

Sorunun saldırganlığını duymazdan geldi Yusuf. Ali’yi es geçerek Leyla’yla konuşmaya başladı. ‘’Kırık yok. Doku zedelenmesi gibi görünüyor. Bol bol istirahat etmelisin kızım. Ayağının üstüne de bir süre basma. Tabi ilaç alacaksın ve bandaj yapılmalı.’’

Yusuf, Ali’ye döndü. ‘’Leyla kızımızı taşıyabilir misin?’’

‘’Taşırım da nereye?’’

‘’Bizim köye gideceğiz. Misafirim olacaksınız delikanlı. Yollar kardan kapanmış vaziyette kimseler sizi bulamaz burada. Açılınca istediğiniz yere gidersiniz.’’

Ali düşünceli bir şekilde çenesini kaşıdı. Sanırım Yusuf’la gitmek dışında daha iyi bir seçenekleri yoktu.

Leyla, ‘’Yollar kapalıysa biz nasıl köye varacağız?’’ diyerek araya girdi.

Yaşlı adam kendinden emin bir edayla, ‘’Küçüklüğümden bilirim ben bu ormanı. Patika yollardan gideceğiz. Siz beni takip edin yeter. Ne diyorsun evlat? Taşıyabilecek misin?’’ dedi Ali’ye dönerek. Bir yandan tek kaşını havaya kaldırmış, bakışlarıyla Ali’nin kollarının dayanıklılığını ölçüp biçiyordu.

Ali, bedenini dikleştirdi ve başını hızla aşağı yukarı salladı. ‘’Kollarımın kopacağını bilsem de taşırım… Bırakmam…’’ dedi tok sesiyle.

Kararlı duruşuyla elini tutan Ali’ye gözünü kırpmadan baktı Leyla. İçini dolduran güven hissi paha biçilemezdi. Artık korkmadığını hissediyordu.

Ne de olsa Ali yanındaydı.

Defne, sevinç çığlıklarını bastırmak istercesine ağzını eliyle kapadı ve durduğu yerde zıplamaya başladı. Ela gözleri mutlulukla parlıyordu.

‘’Barbie bizimle geliyor! Barbie evime geliyor yaşasınn!’’

Küçük Defne’nin neşeli bağırışları, kulübedeki herkesin yüzünü güldürmüştü.

 

***

 

Son bir saattir ormanda dolanıp duruyorlardı. Yusuf Amcanın yaşadığı köy fazlasıyla uzaktaydı. Ali, böylesine mesafe olacağını kesinlikle tahmin etmemişti. O zaman da cengâverlik yapıp Leyla’yı taşımaya gönüllü olur muydu acaba? Bu sorunun cevabından emin değildi.

Leyla Ali’nin sırtına binmiş, keyfi yerinde gözüküyordu. Önde yolu gösteren Yusuf, onun elini tutan Defne ile birlikte karda bata çıka ilerliyorlardı. Yusuf’un söylediğine göre, karşı köyün ineğini doğurtmaya gitmeseymiş, onları bulamazlarmış. Acaba ineğin yaptığı iyilikten haberi var mı? Diye düşündü Ali. Yarım saattir susmak bilmeyen Yusuf’u dinlediğinden aklını yitirmek üzereydi. Leyla’dan bile çok konuşuyordu bu yaşlı adam! Yusuf’un dediğine göre, torunu Defne’nin buzak görme merakından peşine takılmış olmasına yatıp kalkıp şükretmelilermiş! Ali ve Leyla’nın sığındıkları kulübeyi fark eden Defne’ymiş. Son derece şanslılarmış. Küçük kızın tam bir canavar olduğunu düşünülürse buna şaşırmıyordu Ali. Belli ki ilk defa dedesinin peşine takılmıyordu.

Ali, artık ne günah işlediğini sorgulamaya başladı. Kurtulur kurtulmaz adak adamayı aklını bir köşesine not etti. Soğuk havaya rağmen kan ter içinde kalmıştı. Leyla’nın hafif olduğunu düşündüğüne inanamıyordu! Bu kız… Kesinlikle hafif falan değildi!

Ali homurdanarak gevşemeye başlayan kollarını tekrar sıkılaştırmaya çalıştı. ‘’Kaç kilosun sen Leyla?! Kolum koptu seni taşıyacağım diye!’’

Leyla, Ali’nin serzenişlerine oralı bile olmadı. Kocaman gülümsemesiyle, ‘’Hani kolun da kopsa beni taşır, asla bırakmazdın Ali Efendi?’’ dedi keyifle.

‘’Onu zayıf biri olduğunu düşündüğüm için söyledim Leyla!’’

‘’Ay amma da nazlandın ya! Bir de bayıl istersen Ali!’’ dedi sitemli sesiyle. ‘’Hem ben elli kilocuk bir kızım! Kaç lazımdı sana paşam?’’

Ali gözlerini devirip, dertli bir nefes verdi. ‘’Uf tamam tamam! Yeter ki sus! El mahkûm taşıyacağız artık!’’

‘’Onu beni ormanda arkandan koşturmadan önce düşünecektin!’’

Ali başını çevirip, kıza ters bir bakış atmakla yetindi. Leyla, bir anda afalladı. Ali’nin yüzünü yakından görmeyi beklemiyordu. Kalp atışlarını dizginleyemedi. Neden sarı kirpikleri böylesine gür ve kıvrıktı? Sertçe yutkundu Leyla. Onun kirpiklerine dokunma isteğini bastırmakta fazlasıyla zorlanıyordu.

Ali’nin de Leyla’dan farkı yoktu. Kızın maviliklerine baktığında siniri geçiyor, durgunlaşıyordu. Üzerindeki etkisinden korkmaya başladı. İtiraf edecek olursa, arada düşünme yetisini bile kaybettiği oluyordu.

Ali öylece dikildi. İkisinin de gözleri, gözlerinden ayrılmıyordu. Suskunlaşmışlardı. Bir süre birbirlerini dalgın bir şekilde izlediler. Yusuf’un seslenmesiyle irkilip, kendine gelen ilk kişi Leyla’ydı.

‘’Geldik çocuklar! İşte bizim evin çatısı göründü!’’

Ali, gözlerini kısarak Yusuf’un gösterdiği yere baktı. Ne yani yakın mıydı şimdi bu ev?! Nereden bakarsan bir kilometre vardı.

Gevşeyen kollarını daha da sıkılaştırdı ve Leyla’yı sırtında iyice sabitledi. Bu hareketiyle Leyla’nın yanağı Ali’nin yanağına değmişti. Etkilenmemiş gibi istifini bozmadan yürümeye devam etti Ali.

Yol bitene kadar onun maviliklerine bakmamaya kararlıydı.

 

***

 

‘’Hoş geldiniz evladım. Kendinizi evinizde gibi bilin. Gülpembe! Sofraya yeni yaptığım dolmalardan getir kızım!’’ diye içeri doğru seslendi Fatma Hanım. Ton ton yanakları ve yüzünden eksik olmayan gülüşüyle cana yakın biriydi.

‘’Fatma Hanım zahmet etmeseydiniz.’’ dedi Ali mahcup bir ifadeyle. Yusuf amcanın eşi Fatma, eve geldiklerinden beri oturmak bilmiyor, sürekli oradan oraya koşturuyordu.

‘’Ne zahmeti evladım! Benim misafirimsiniz. Bizde misafirler en iyi şekilde ağırlanmadan bırakılmaz.’’

Ali kadına gülümseyerek baktı. Yer sofrasına oturmuş, ortama ayak uydurmaya çalışıyordu. En son ne zaman böylesine sıcak bir yuva görmüştü hatırlamıyordu. Ali’nin ailesi küçükken boşanmıştı. Kalabalık sofrada yemek yediği günleri hayal meyal hatırlıyordu.

Bu sırada Yusuf, Leyla’nın kolunda salondan içeri girdi. Ayağı bandaj yapılan Leyla’nın yüzü sonunda gülüyordu. Kızın sekerek yürüdüğünü gören Ali, oturduğu yerden doğrulup koşar adım yanlarına geldi.

Ali kendinden emin bir sesle, ‘’Yusuf Amca bana bırak sen.’’ dedi. Hızla kollarını Leyla’ya doladı ve kızın bütün ağırlığını yüklendi. Ali, son iki günde Leyla’yı taşımaya fazlasıyla alışmış, görevini sorgulamadan yerine getiriyordu.

Leyla, minnet dolu bakışlarla Yusuf’a baktı. ‘’Sürdüğün krem çok iyi geldi valla Yusuf Amca. Çok teşekkür ederim.’’

‘’Rica ederim kızım. Zamanla toparlarsın. Üstüne basmamaya çalış.’’

‘’Hadi oturun ne ayakta dikiliyorsunuz. Yemekler soğuyacak.’’ Fatma hafif bir sitemle salondakilere göz gezdirdi. Ardından sofraya son defa bakıp, eksik kalıp kalmadığına emin olmaya çalıştı. Aklına Leyla’nın ayağının sakat olduğu gelmesiyle telaşla karşısındaki kızı süzdü. ‘’Leyla kızım yer sofrasında ayağın ağrır mı?’’

‘’Yok yok Fatma Teyze. Oturdum bile.’’ dedi Leyla. Ali’nin yardımıyla çoktan sofrada yerini almıştı. Hevesle yemeklere bakmaya başladı. Fatma, adeta döktürmüştü. Leyla en son Ali’nin yaptığı yumurtayı yemiş, midesi daha da yemek görmemişti.

Gülpembe elinde dolma tenceresiyle salondan içeri girdi. Gelir gelmez Ali’nin yanına çömeldi, ‘’Ali Bey, dolma alır mısınız?’’ dedi otuz iki diş sırıtarak. Gülpembe, Fatma ve Yusuf’un en küçük kızıydı. Küçük dedikleri kız, yirmilerinde vardı yani. Geldiklerinden beri Ali’nin etrafında dönüp duruyordu. Bu detay Leyla’nın gözünden kaçmamıştı.

‘’Size zahmet olmasın ben alırım.’’ dedi Ali. Kibarca kıza gülümsemiş, tencereyi tutmuştu. Gülpembe, ‘’Yok ben koyayım.’’ diye ısrar ediyordu. Ali ‘’Ya olur mu ben kendim alırım.’’ diye diretmeye devam etti.

Leyla sinirle gözlerini devirdi ve yemek dolusu kaşığı ağzına tıktı. Altı üstü tabağına dolma koymanın neyi tartışıyordu bunlar?!

‘’Atomu parçalıyorlar sanki!’’ diye sessizce homurdandı Leyla. Lokmasını yutmaya çalışırken, Ali ve Gülpembe’yi çaktırmadan yandan bakışlar atarak izliyordu.

Gülpembe’nin gülüşü kıkırtıya döndü. ‘’Siz misafirsiniz Ali Bey. Ben koyayım.’’ dedi. Ali’ye bakıyor, nazlı nazlı göz süzüyordu. Ali de yüzündeki samimi tebessümle, inatla tencerenin kenarını çekiştiriyordu.

‘’Bir bana mı domuzluk yapıyor bu adam?’’ diye içinden geçirdi Leyla. Her dakika kavga ettiği Ali, istediğinde gayet de kibarcık biri olabiliyordu.

Leyla, dayanamayıp Gülpembe’ye gözlerini dikti. Sert bakışları fazlasıyla ölümcül olmalıydı ki, kız korkuyla pes edip elindeki tencereyi Ali’ye bıraktı.

Ali zafer kazanmış bir edayla, tenceredeki dolmaları tabağına koymaya başladı. Leyla’nın elindeki tencereyi çekip almasıyla yüzündeki gülümsemesi dondu kaldı.

Leyla buz gibi bir sesle ‘’Yeterince aldın bana da bırak Ali’cim.’’ dedi. Ali’nin tabağındaki dört adet dolmayı çenesinin ucuyla gösterdi. Yeter ve artardı ona! Leyla’nın sert bakışlarla karşılaşan Ali, fazlasıyla şaşkındı. Derdi neydi bu kızın anlamıyordu. Neden dolmalarına göz dikmişti? Ali’nin en sevdiği yemekti bu! Kolayca kaptıramazdı.

‘’Biraz bize de mi bıraksan Leyla! Gözün doysun artık. Tabağında kule yaptın dolmaları.’’ dedi sinirle Ali.

‘’Kuru kuru yumurtaya muhtaç kaldık. Acıktım var mı diyeceğin? Hepsini yiyeceğim!’’ Leyla, inatla ağzına sıkıştırdığı dolmaları çiğnemeye başladı. Tıka basa doymuş, nefes almakta zorlanıyordu. Yine de inadından vaz geçmiyordu.

‘’Yerken öyle demiyordun ama. Hani en güzel yumurta benimkiydi?’’

‘’Açken öyle geldi demek.’’ dedi Leyla umursamazca omuz silkerek.

Ali ya sabır der gibi başını eğdi. Gerçekten bu kadın adamı sinir hastası ederdi!

‘’Benim dolmalarımı yiyebilirisin Ali.’’ dedi Gülpembe. Yanakları kızarmış, resmen süzüm süzüm süzülüyor, gözlerini Ali’den utançla kaçırıyordu.

Leyla elindeki çatalı sesli bir şekilde tabağına bıraktı. ‘’Ali Bey’den ne ara Ali’ye geçtin be Gülpembe?’’ diye içinden öfkeyle geçirdi. Kızın her hareketi gözüne batıyordu. Leyla bu kız yüzünden en sevdiği pembe güllerden bile soğumak üzereydi.

Leyla yüzünü ekşitti ve yerinde gergin bir şekilde kıpırdanarak Gülpembe’ye baktı. Kendinden emin, ‘’O doydu canım sen ye.’’ dedi. Tek kaşını usulca havaya kaldırıp, sert bakışlarını Ali’ye çevirdi. ‘’Doydun dimi Ali’cim?’’

Ali, yanında oturan Leyla’nın ölümcül bakışlarından tırsmıştı. Yalan yok bir an bile sözünden çıkmayı düşünmeden, başını hızla aşağı yukarı salladı ve ‘’Doydum doydum.’’ dedi.

Leyla yüzünde hafif sırıtışla, Ali’ye aferin der gibi baktı. Artık bir tabak dolusu zeytinyağlı dolmasını huzurla yiyebilirdi.

Dönen muhabbetten ne Fatma ne de Yusuf etkilenmişe benziyordu. İkisi de fazlasıyla iştahlarına düşkündüler. Önlerindeki yemekleri hızla yemeye gayret ediyorlardı. En sonunda Fatma Teyze, bulduğu ilk fırsatta Ali’ye döndü.

‘’Oğlum sizi bizim torun Defne bulmuş. Ne işiniz vardı ormanda?’’

Ali boğazını temizleyerek, ‘’Otelde kalıyorduk biz. Yürüyüş yaparken kaybolduk.’’ dedi. Leyla, Ali’ye kınayan bakışlar atmış, yine de onu bozmamıştı. Sanırım koca adam, kartopu savaşı yapmayı kendine yakıştıramamıştı. Ne vardı bunda? Leyla kaybolmadan önce gayet de güzel eğlenmişti. Hem karla oynamanın yaşı mı olurdu?

Salonun kapısının açılmasıyla kucağında Defne’yi taşıyan bir adam ve kadın içeri girdi. Arkalarında genç biri daha vardı. Gülpembe’ye benzerliğine bakılırsa oğlan abisi olmalıydı.

‘’Gelin çocuklar bakın misafirlerimiz var.’’ dedi Yusuf Amca. Hevesle gelenleri tanıtmaya başladı. ‘’Bu benim gelinim Esra, gelinden çok kızım gibidir.’’ Yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmıştı. ‘’ Mustafa da en büyük oğlum. Defne’nin babası.’’

Esra sıcak bir gülüşle karşılamıştı onları. ‘’Hoş geldiniz. Tanıştığıma memnun oldum.’’

‘’Tekrar hoş gel-’’ Mustafa’nın konuşmasını kucağında debelenen Defne yarıda bölmüştü. ‘’Baba indir beni Leyla’ya Barbie bebeğimi göstereceğim!’’

‘’Dur kızım tamam kaçmıyor Leyla ablan. Yemeğimizi yiyelim gösterirsin.’’

‘’Ya bana ne! Şimdi göstereceğim!’’ İyice huysuzlanan Defne’yi kucağından indirmekten başka çaresi kalmadı Mustafa’nın. ‘’İyi göster bakalım Barbie’ni.’’

‘’Ben de Can! Memnun oldum.’’ Arkada dikilen diğer adam hızla öne doğru gelmiş, sofrada Leyla’nın yanına kurulmuştu. Elini uzatarak Leyla’yla tokalaştı ve Ali’ye sadece başını sallamakla yetindi.

Ali’nin gözü tutmamıştı bu çocuğu. Hayır, neden sadece Leyla’yla tokalaşıyordu ki?! Bostan korkuluğu muydu Ali? Salak salak sırıtıyordu bir de! Gerçekten bir bu eksikti. Neden sakin bir saat bile geçiremiyordu? Al işte gene tepesi atmıştı!

‘’Eee Ali oğlum hala Leyla’nın neyin olduğunu söylemedin?’’ dedi Yusuf imalı gülüşüyle. Resmen takmıştı bu detaya yaşlı kurt! Gerçeği öğrenmeden yakasını bırakmayacaktı.

Ali, Can’a doğru soğuk bir bakış attı. Leyla ağzına tıktığı dolmaları şapır şupur yerken, Can sanki film dönüyormuş gibi sırıtarak kızı izliyordu. Ali, bu gidişle çocuğun fazla Can’ı kalmayacak diye düşünmeden edemedi.

Gergin sırtını dikleştirdi ve yemeğine gömülen Leyla’nın omzuna kolunu sıkıca doladı. Leyla dikkatini tabağından çekip Ali’ye ‘’Ne yapıyorsun mal?’’ der gibi baktı.

Ali’nin yüzünde sinsi bir gülüş belirdi. Tek kaşını yukarı kaldırdı ve Yusuf Amca’ya bakışlarını çevirdi.

‘’Leyla… O benim karım…’’

 

 

Bölüm Sonu

Evet arkadaşlar yazdığım en uzun bölümdü. Nasıldı sizce? Sıkıcı mı oldu? Yoksa bu uzunlukta yazmaya devam mı?

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum.

Seviliyorsunuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 01.02.2025 17:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...