30. Bölüm

BÖLÜM 30: SİYAH BEYAZ AŞK.

büşra uzun
busrauzun

 

 

Merhaba arkadaşlar. Özledim valla sizi umarım iyisinizdir.

Uzun zamandır ortalıkta yoktum. Hayatımda yenilikler yaşadığım bir dönemdeyim. Düzenimi oturttuğuma göre yazarınız tekrar geri döndü diyebiliriz. Güzel bir bölüm bırakıyorum buraya

Yıldızlara basmayı ve yorum yapmayı unutmayın

Bölüm Şarkısı: Sen Benim Şarkılarımsın -Cem Adrian & Hande Mehan-

Keyifli okumalar

 

 

Leyla ve Ali acilde yan yana yatıyorlardı. Ali’nin durumuysa Leyla kadar parlak değildi.

Doktor elindeki röntgen filmini ışığa doğru tutarak, ‘’Şanslısınız Leyla Hanım kırığınız yok.’’ dedi sakince gülümseyerek. ‘’Doku zedelenmesiyle atlatmışsınız. Şimdilik bandaj uygulamasına devam edelim. Kullanmanız gereken ilaçları yazacağım. Geçmiş olsun.’’

Leyla doktorun söylediklerini duymuyor gibiydi. Dudaklarını stresle dişliyor, yan sedyede yatan Ali’ye korku dolu gözlerle bakıyordu. Üzüntüyle Ali’nin başına gidip gelen doktorları dakikalarca izledi. Ayağının acısını çoktan unutmuş, onun durumunu düşünüyordu. Abisi belki de çocuğun burnunu kırmıştı! Leyla daha bulunduklarına bile sevinemeden, Ali ile birlikte kendini acilde bulmuştu. Tatil maceralarının sonunun böyle biteceğini hayal dahi edemezdi.

Abisi bir an olsun onu yalnız bırakmıyor, zebella gibi başında dikiliyordu. Rahat bir nefes alamayacak mıydı artık!? Yüzünü buruşturdu Leyla. Yetmedi huysuzca homurdandı. Yavaşça yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Meraktan çatlamak üzereydi. Neden kimse bir şey söylemiyordu?

Yanı başında raporlarını inceleyen doktora bakışlarını çevirdi. Telaşla ‘’Ali nasıl peki?’’ diye fısıldayarak sordu.

Baran gözlerini kapatıp sesli bir şekilde soludu. Maviliklerini açtığındaysa alev alevdi. Leyla’yı bir kaşık suda boğacakmış gibi bakıyordu. Doktorun konuşmasına fırsat vermeden sinirle çıkıştı.

‘’Ali’den sana ne Leyla!’’

Bir yandan Leyla ve Ali’nin yattıkları sedyelerin arasındaki perdeyi sertçe çekmeyi de ihmal etmedi. Artık kardeşinin Ali’yi görebilme ihtimalini tamamen yok etmişti.

Leyla gözlerini kocaman açarak sertçe yutkundu. ‘’Şey… Yani merak ettim… Sonuçta hayatımı kurtardı sayılır.’’ Ağzında kelimeleri geveliyor, abisinin vereceği tepkiden çekiniyordu.

Baran yüzünü Leyla’nın yüzüne yaklaştırdı. Tehdit dolu bir tınlamayla, ‘’Merak etme… Soru sorma… Sabrımı taşırma Leyla!’’ dedi.

Gözleri gözlerindeyken nefes almaya bile çekiniyordu Leyla. Ölümcül sessizlikse korkusunu her geçen dakika daha da arttırıyordu. Bir sedyenin acilden çıkarıldığını görünce istemsizce Leyla’nın bakışları kapıya doğru kaydı. Neva’nın koşar adım yanlarına yaklaşmasıyla, kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Artık emin olmuştu. Götürülen Ali’ydi.

Neva nefes nefese ‘’Baran Ali’yi ameliyata aldılar. Burnu kırılmış!’’ dedi. Bir an Neva’nın bakışları Leyla ile buluştu. Her ikisi de telaş içerisindeydi. Onların aksine Baran son derece rahattı.

Omuz silkip, ‘’Dua etsin başka yerlerini kırmadım!’’ dedi tek düze bir sesle. Kollarını göğsünde birleştirdi ve sırtını duvara yasladı. Abisinin hareketleri karşısında Leyla’nın ağzı şaşkınlıkla açık kaldı. Boş bakışlarla birkaç saniye onu izledi. Anlam veremiyordu. Nasıl olur da zerre pişmanlık duymazdı?! Bu kadarı da fazlaydı artık!

‘’Abi! Ali’nin ameliyata alınmasına seviniyor olamazsın!’’

‘’Ölümcül bir darbe değil ya Leyla! Başka kemiklerini de kırabilirdim. Şanslıymış ki burnu kırıldı. İyi işte sayemde estetik oluyor Ali Efendi!’’

Leyla hayretle ‘’Sana inanamıyorum!’’ diye bağırdı. ‘’Bu nasıl bir vurdumduymazlık! Çocuğun burnunu kırdın diye teşekkür mü bekliyorsun!’’ Çoktan yatağında doğrulmuş, serumunu çıkarmaya uğraşıyordu.

Neva öne doğru atıldı. ‘’Leyla ne yapıyorsun? Elini kanatacaksın!’’

‘’Beni Ali’nin yanına götürür müsün Neva?’’

Neva’nın bakışları Baran’a doğru kaydı. İkilemde kalmış ne yapacağını şaşırmıştı. ‘’Ameliyattan çıkınca görsen daha iyi olur Leyla.’’

Leyla bıkkınlıkla nefes verdi. Abisinin tek bakışıyla Neva’nın elinin kolunun bağladığını görebiliyordu. Bunu anlamamak için aptal olması gerekirdi. Yine de diretmeye devam etti. En azından ameliyattan çıktıktan sonra Ali’yi görmeliydi. Bıraksalar ameliyathanenin kapısında bile beklerdi ya...

‘’Söz verdin... Ameliyattan çıkınca beni yanına götüreceksin...’’ diyerek gözleri dolu dolu baktı Neva’ya.

’Söz canım. Hadi sen de uyu şimdi. Çok yorgun görünüyorsun.’’ Neva, Leyla’nın kolundan tutup yatmasına yardımcı oldu. Üzerini örterken Leyla’yı ikna etmeye çalışıyordu. ‘’Merak etme Ali iyi olacak. Uyandığında da ilk seni görecek.’’ diyerek zorla gülümsemeye çalıştı.

Leyla ağlama isteğini bastırmaya çalışarak başını sallamakla yetindi. Neva’ya güveniyordu. Başka çaresi var mıydı ki?

Baran sertçe yüzünü sıvazlarken ‘’Ne Ali’ymiş arkadaş!’’ diye öfkeyle homurdandı. ‘’Oldu olacak hep birlikte arkasından ağlayalım!’’

Neva bakışlarını Baran’ın üzerine dikti. ‘’Sen benle dışarı gelsene.’’ Hareket etmediğini görünce kolundan çekiştirdi. ‘’Hadi Baran. Hadi!’’

Baran buz gibi bakışlarını Leyla’nın üzerinde gezdirdi. ‘’Sakın ben gelene kadar yerinden kıpırdama Leyla!’’

 

***

 

Konuşmadan hızlı adımlarla yürüyor, hastanenin dışına kadar Baran’ı zorla sürüklüyordum. Kendisi fazlasıyla isteksiz olduğundan bana hiç yardımcı olmuyordu. Bahçeye çıktığımızda soğuk hava yüzüme çarptı. Tüylerim ürpermiş, ensemden soğuk terler döküyordum. Havadan mı yoksa Baran’la tartışacağımı hissettiğimden mi bilmiyorum.

‘’Evet Neva seni dinliyorum.’’ Baran kollarını göğsünde birleştirmiş umursamaz bir tavırla karşımda dikiliyordu.

Kaşlarım çatıldı. ‘’Tehlikenin farkında değil misin Baran?’’ diye sesimi yükselttim. Baran’sa boş bakışlarla yüzüme bakmaya devam ediyordu. Gözlerine doğrudan bakabilmek için çenemi yukarı doğru kaldırdım.

‘’Senin devam eden bir davan var. Hem de adam yaralamadan yargılanıyorsun… Üzerine bu olay…’’ Onun tepkisizliğine deli olmamak elimde değildi. ‘’Gerçekten bilerek mi yapıyorsun?! Amacın tekrardan hapse mi girmek?!’’

Baran’ın çenesi gerilmiş, gözleri öfkeyle parlamıştı. Küçümser bir tavırla ‘’Ali’yi vurduğum için pişman olmamı bekleme benden!’’ demekten geri durmadı.

Sinirle dudaklarımı dişledim ve ellerimi saçlarıma daldırarak çekiştirdim. Sanki kendi kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Ne boş bir çabaydı! Her şey açıktı. Görmek istemeyen bendim. ‘’Bitmeyecek değil mi?! Aranızdaki bu kavga hiç bitmeyecek!’’ dedim bitkin bir şekilde. Boğazıma yumru oturmuş, gözlerime dolan yaşlara inat gözümü kırpmadan ona bakıyordum.

‘’Ben senin gibi yüce gönüllü değilim! Ali’nin yaptıklarını unutmamam Neva! O şerefsiz herif seni aldı benden!’’ diye isyan etti. Aniden kollarımı iki yandan sertçe kavradı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kuşkulu görünüyordu. Sesi derin ve pürüzlüydü.

‘’Neden yaptın bunu?! Neden affettin! Bana kaldırabileceğim bir neden ver Neva!… Yoksa… Lanet olsun! Gerçekten aklımı yitirmek üzereyim…’’

Onun sert bakışları ruhumu delip geçiyor, içimde bir şeyler kopup, boğazımı tıkıyordu. Kalbime saplanan sızı fazlasıyla can yakıcıydı. Titrek sesimle, ‘’Affedince yapılanlar unutulur, her şey eskisi gibi mi olur sanıyorsun?’’ dedim yüzümü acıyla buruşturarak.

’Ben bunun en canlı kanıtıyım Baran. Unutulmuyor işte! Ali’nin de unuttuğunu hiç sanmam. Çektiğin vicdan azabı insanı yer bitirir… Yüreğinde fırtınalar kopar, yüzün güler ama için kan ağlar...’’

Git gide cılızlaşan sesimle gücümü toparlayıp, zar zor konuşmaya devam ettim. ‘’Kerem’in ölmesine sebep oldum ben! Kimi yargılayabilirim ki… Ne hakla! Ayrılık acısıymış!’’ diyerek histerik bir şekilde gülmeye başladım. Bir yandan da gözlerimden akan yaşlar, görüşümü bulanıklaştırıyordu.

Ona bakmaktan kaçınarak ‘’Ben başıma gelen her şeyi hak ettim Baran! Ama sen değil…’’ dedim. Omuzlarım ağlamamın şiddetiyle inip kalkıyor, hıçkırıklarımın arasından nefes almaya çalışıyordum. ‘’Karanlığıma çektim seni. Acımı, kederimi sana da bulaştırdım… En büyük bedeli ödedin… Sırf beni sevdiğin için… Haksızlık bu Baran!... Çok büyük bir haksızlık…’’

Gözlerimi gözlerinden kaçırarak başımı yere eğdim. Titreyen sesimle ‘’Senden kimseyi affetmeni istemem! Bu hikâyenin masumu sensin… Tek isteğim savaşmayı bırakman… Daha fazla zarar görmene kalbim dayanmıyor çünkü…’’ dedim.

‘’Gözlerini kaçırma benden… Bu güzel gözler aydınlığım… Karanlıkta bırakma beni Neva...’’ diye fısıldadı. Baran’ın bakışları gözlerimden dudaklarıma, en son da saçlarımda gezindi. Bakmaya doyamıyor gibi durgunlaşıvermişti birden. Hiç beklemediğim bir anda eğilip dudaklarımı öpüverdi. Ardından yanağıma ve saçlarıma derin öpücükler bıraktı. Sanki elinden kayıp gideceğimi düşünüyor, dokunmaya kıyamıyordu.

Kolları bedenimden çözüldüğünde yüzümü avuçlarının içerisine aldı. Beni iyice dibine yaklaştırdı ve alnını alnıma dayadı. Gülen gözleriyle öylece beni dakikalarca izledi. Sessizliğinde sakladığı duyguları, gözlerinden okuyabiliyordum.

O anda zamanı durdurmak istedim.

Gülüşünü saklayıp, kalbime gömmek istedim.

Baran kimseye aldırmadan tekrardan kucaklayıverdi beni; göğsüne sımsıkı bastırdı. Sarmaş dolaş bir halde saçlarımı kokusunu içine çekerek soludu. Kadife gibi yumuşacık sesiyle, ‘’Elimde değil, seni kıskanıyorum. Beni affet güzelim. Sende gördüğümü bir başkası görür diye korkuyorum. Sadece benim Neva’m olmanı istiyorum. Gülüşünü sadece bana sunsan? Sadece benim için endişelensen?’’ göğsünden başımı kaldırdığım an bakışlarımız kavuştu. Yalvarır gibi konuşmaya devam etti. ‘’Yanında hep ben olayım… Bir başkasına değmesin gözlerin… Sevdamdan bir gün olsun vazgeçme istiyorum...’’

‘’Senden hayatımda yokken bile vazgeçmedim Baran.’’ Uzanıp elini tutmamla küçük ellerim, Baran’ın avuçlarının arasında hapsolmuştu. ‘’Sana olan sevgim öylesine derin ki… Ne kadar verirsem o kadar çoğalacak gibi...’’ diye mırıldandım. Bedenimi saran tatlı sıcaklıkla, kuruyan dudaklarımı hızla ıslattım. Baran’ın sıcak nefesi yüzümü okşuyor, dengemi alt üst ediyordu. Son kelimelerimi fısıldar gibi söylemekle yetindim.

‘’Sen benim yaşama tutunma nedenimsin.’’

Baran dudaklarını dudaklarıma sürterken, boğuk sesiyle söyledikleri nefesim olurcasına dökülüverdi ağzından.

‘’Sen benim; her şeye rağmenim,

Asla pes etmeyişim, başımı öne eğmeyişimsin

Ve ümidimi yitirmeyişimsin Neva’m...’’

Onun sesinden kulaklarıma dolan şiirleri defalarca dinlemiştim. Ama bu duyduğum, yüreğime dokunan en güzeliydi!

Kocaman gülüşüm yüzümde yayıldı. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti. Elini tutup yavaşça kalbimin üzerine götürdüm. Baran’ın eli üzerine kendi elimi sıkıca yerleştirdim.

‘’Burası var ya’’ dedim iç çekerek. Kendinden emin bir şekilde korkusuzca gözlerine baktım. ‘’Sadece sana ait. Sadece sana tutkun.’’ göğsüm alev alev yanıyor, kalbim doludizgin atıyordu. Aksini kabul etmeyen bir tonlamayla ‘’Bu mavilikler de sadece bana ait.’’ dedim.

Baran’ın gözleri dolmuş, yine de müptelası olduğum gülüşü dudaklarına kurulmuştu. Üzerimde gezinen bakışlarından anlıyordum. Onu sahipleniyor olmam hoşuna gidiyor, bundan fazlasıyla zevk alıyordu.

‘’Bu mavilikler var ya Neva’m; sadece seni görecek, seni yaşayacak ve seninle mutlu olacak. Seni canında saklayacak. Ta ki son nefesine kadar…’’

 

 

2018

 

 

‘’Hadi ya Ali! Halimi görmüyor musun? Yardım et bana! Altı üstü telefon numarasını vereceksin!’’ dedi Baran hevesle. Bir yandan Ali’nin karşısında dikilmiş, yalvaran gözlerle ona bakıyordu.

Ali göz devirerek okuduğu kitaba odaklanmaya devam etti. Umursamaz bir tavırla konuştu. ‘’İzni olmadan Neva’nın telefonunu veremem Baran. Hem sen demedin mi numaramı verdim ama kız beni aramadı diye?’’

‘’Resmini çizdiğim kâğıda yazmıştım. Bir hafta oldu hala aramadı. Acaba yanlış mı yazdım lan?’’ Baran şaşkınlıkla ensesini kaşıdı. ‘’Kesin yanlış yazdım numaramı. Yoksa arardı değil mi?’’ diye sorusunu yineledi.

Ali’nin dudakları istemsizce yukarı kıvrıldı. Neva’yı çocukluğundan beri tanırdı. Asla Baran gibi adamlara yüz vermeyeceğine emindi. Belli ki Baran’ın bünyesi, bir kadın tarafından reddedilmekle ilk defa karşılaşıyordu.

Okuduğu kitaptan başını kaldırıp, boş gözlerle Baran’a baktı. ‘’Neva’dan bahsediyoruz. Asla aramaz. Bekleme sen.’’ diye omuz silkti. Neden tutturduğunu anlamıyordu Ali. Çoktan başka kızlarla ilgilenmeye başlaması gerekirdi. Ama Baran, ondan beklenenin tam tersini yapıyor, bir haftadır Neva diye Ali’nin başının etini yiyordu.

Ne yani? Neva’ya âşık falan olamazdı değil mi? ‘’Yok canım daha neler.’’ diye sessizce mırıldandı Ali. Baran’ın âşık olması görülmüş şey değildi.

Baran ‘’Tamam, ben arayayım diyorum işte! Çok mu abartılı olur ya?’’ diyerek sıkıntıyla dudaklarını büzdü. Resmen ergenlik çağına geri dönmüş gibi hissediyordu. En son bir kız için kılını ne zaman kıpırdatmışdı? Kaşlarını çatıp ciddi ciddi düşünmeye çalıştı. Yok! Hatırlamıyordu işte. Genelde kızlar onun etrafında olur, ekstra şeyler yapmasına gerek kalmazdı. Elindeki basketbol topunu sinirle potaya attı. Tabi ki girmemişti! Tıpkı son yirmi atışı gibi. Dikkati fazla dağınıktı. Oturup proje çizmesi gerekirken kendini sahaya atmış, saatlerdir topla oynuyordu.

‘’Yani seni sapık sanabilir. Engelleyebilir. Israrcı olursan bu işin sonu karakolda bile bitebilir.’’ Ali gülüşünü çaktırmadan Baran’a baktı. Basketbol topuna saydırdığı küfürlerin haddi hesabı yoktu. Fazla mı gergindi? Onu böyle görmeye alışık değildi.

‘’Sen iyi misin Baran? Acil çağırınca kütüphaneden çıkıp geldim. Konu Neva mıydı gerçekten?’’

‘’İyi falan değilim Ali. Yetiştirmem gereken bitirme projem var. Bense bir çizik bile çizemiyorum. Kaç gündür ilham falan gelmiyor. Aklımı kaçırmak üzereyim!’’ diyerek elindeki topu sertçe sektirmeye başladı. ‘’Zihnimi boşaltmak için her şeyi denedim. Doğada yürüyüş yaptım, etrafı gözlemledim. Basketbol oynadım. Spor yaptım. Tasarım fikri aklıma gelsin diye evdeki balığımla bile saatlerce bakıştım ben lan!’’

Ali artık gülüşünü saklayamadan kahkahasını patlattı. Baran’ı Japon balığıyla bakışırken hayal edince gülme krizine giriyordu.

‘’Ne gülüyorsun oğlum!’’ diye çemkirdi Baran. ‘’Şurada yardımcı ol diye çağırdık seni! Gelmiş karşımda katıla katıla gülüyorsun!’’

‘’Seni bir an… Balıkla bakışırken hayal ettim de…’’ Ali kahkahalarını arasından nefes alarak konuşmaya çalışıyordu. Gözleri buğulanmış, gülmekten ağrıyan karnıyla iki büklüm olmuştu.

‘’Gül sen gül! Ben de âşık olduğunda göreceğim seni! Aynı böyle karşına geçip gülmezsem şerefsizim!’’

Ali’nin gülüşü yüzünde bıçak gibi kesildi. Baran, âşık olmaktan bahsediyordu. Aklına bile getirmek istemediği göz göre göre gerçek oluyordu. Kalbinin sıkıştığını hissetti. Ne diyecekti ki!? Hakkı var mıydı itiraz etmeye?

‘’Sen ve âşık olmak! Görülmüş şey değil Baran!’’ diyerek dalgaya vurmaya çalıştı. ‘’Daha Bilge’den bir ay önce ayrılmadın mı? Ne ara âşık oldun oğlum?’’ diye sitemle söylendi.

‘’Filozof Bilge’den mi bahsediyorsun? Hiç bana öyle bakma Ali! Biraz daha sevgili olarak kalsaydık kız beni Darwin Teorisine inandıracaktı! İnancımın sürekli sorgulanmasına hiç niyetim yok! Senin anlayacağın düşünüyorum öyleyse varım falan bile demiyorum Ali’cim. Ben şahsen…’’ birkaç saniye duraksayıp dudaklarını birbirine bastırarak kararlı bir tavırla, ‘’Toptan yokum kardeşim!’’ dedi.

Bilge, felsefe okuyordu. Fazlasıyla bölümüyle bağdaşmış biriydi. Sürekli düşüncelerini dile getirir, her boş kaldıklarında hayatı sorgulardı. Birkaç defa Ali, Bilge ile derin sohbetlere dalmıştı. Saatlerce evrenle ilgili teoremleri tartışırlarken yanlarında dikilen Baran’ın beyninin yandığını görebiliyordu. Boş bakışlarla onları izlemiş, sıkıntıyla oflayıp durmuştu. Belli ki Bilge, Baran’la yalnız kaldığında da aynıydı.

Ali bir kaşını yukarı kaldırarak ‘’Tamam, Bilge sıkıcıydı diyelim. Ahsen’e ne diyeceksin?’’ dedi. Ahsen’le Baran dönem başında çıkmaya başlasalar da sevgililik maceraları kısa sürmüştü.

Baran elindeki basketbol topunu kolunun altına aldı. Başını yana eğerek ya sabır der gibi Ali’ye baktı. ‘’Ahsen aşırı kıskanç bir kızdı.’’ derin bir nefes verdi ve sinirle söylenmeye devam etti. ‘’Oto boka alınıyordu! Yok, beni neden aramadın Baran? Neredesin Baran? Yanında kim var Baran?... Hay Baran kadar taş düşsün başına be kızım!’’ diyerek bıkkınlıkla elini saçlarına daldırdı. ‘’Senin anlayacağın Ahsen, taramalı tüfek gibi soru yağmuruna tutuyordu adamı. Böylesi insanı canından bezdirir!’’

Ali hınzırca gülümsedi ve ‘’Ama kabul et taş gibi hatundu.’’ diyerek göz kırptı.

Baran, Ali’nin imalı bakışlarını görmezden geldi. Durup dururken aklına Ahsen’in onu bunalttığı günler gelince tüyleri ürpermişti. Başını hızla iki yana salladı. Kesinlikle ayrıldıklarına ne kadar sevinse azdı. Kaç gece ağlayıp onu aramış, küfürler savurup kapatmıştı telefonu Ahsen. Sancılı bir ayrılık süreci yaşamışlardı. Neyse ki ayrı dünyaların insanı olduklarını, Ahsen zor da olsa anlatmayı başarmıştı.

‘’Ruh eşin olmadıktan sonra neye yarar güzellik?’’ diyerek omuz silkti Baran.

Ali elindeki kitabı kapatıp yanına koydu. Baran’ın sevgili listesinde eksik kalıp kalmadığını düşünmeye başladı. ‘’Tamam, son sorumu soracağım. Ezgi ile neden ayrıldın peki?’’ Baran’ın boş bakışlarını gördüğünde, Ezgi’yi hatırlamadığını anladı. Gerçekten iflah olma şansı sıfırdı! Ali, ‘’Hani mimarlıktaki Ezgi? Baran hatırlamamış olamazsın!’’ diyerek sesini yükseltti ve gözlerini kocaman açtı.

‘’Projemi çalan Ezgi!.. Şimdi hatırladım…’’ diyerek homurdandı. ‘’Ah Ali! Hiç hatırlatma o kara günü! Jüriye bir çıktım kız benim projemin aynısını yapmış. Resmen koynumda yılan beslemişim!’’

‘’Eee sen ne yaptın peki?’’

‘’Ne yapacağım! Sıram Ezgi’den sonraydı. Olan benim projeme oldu! Hocaya yetiştiremedim diye yalan söylemek zorunda kaldım. Eğer aynı projeyle çıksaydım bütün sınıfa rezil olurdum.’’

Ali gülmemek için dudaklarını dişledi. ‘’Kıza neden seninle aynı projeyi yaptığını sordun mu?’’

‘‘Sormaz olur muyum? Sordum tabi ki! ‘’Aynı evde yaşıyorduk Baran. Esinlenmişim demek ki ne var bunda!’’ dedi rahatça. İnanabiliyor musun? Kopyalamak ne zaman esinlenmek oldu ya!’’ diyerek sinirle burnundan soludu. Bu konu belli ki kanayan yara olarak kalmıştı.

Baran, Ters bakışlarını Ali’ye çevirdi. ‘’Sahi neden hep benim üzerime geliniyor şu anda!? Bütün ilişkilerimi mercek altına aldın resmen! Asıl sen söyle bakalım Ali Atasoy. Yanında kimseyi görememe sebebimiz nedir?’’

Baran’ın gözlerinde sorgular bir hal vardı. Ali, rahatsızca yerinde kıpırdandı. Konunun onun yalnızlığına gelmesi hiç iyi olmamıştı. Bir süre öylece sustu. Cevap vermeden önce sertçe boğazını temizledi.

‘’Şems-i Tebrîzî’nin çok güzel bir sözü var. Diyor ki; Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin….’’ Ali, konuşmanın sonuna doğru sesi titredi. Yeltenememişti o... Neva’ya olan hislerini yıllarca kalbine gömmüş, kimseye söylememişti. Neva’ya bile... Onun sevdası olma ihtimali yerine, en yakın arkadaşı kalmayı seçmişti.

Baran ciddi bir ifadeyle ‘’Sen neyi seçtin peki? Siyahı mı beyazı mı?’’ diye sordu.

Bu sorunun cevabı Ali’de yoktu. ‘’Seçim şansım yok benim.’’ diyerek kestirip attı. Ayağa kalkmış, ayrılmak için kitabını çantasına yerleştirmeye başlamıştı. Baran’dan gözlerini kaçırarak, ‘’Yarın Neva fotoğrafçılık kulübünde olacak. Çıkışına yetişebilirsen bir fırsat yakalayabilirsin.’’ dedi boğuk bir sesle. Çantasını koluna yerleştirdi ve gitmeye hazırlanırken, Baran’ın bir anda önüne geçmesiyle duraksamak zorunda kaldı.

Baran, yüzündeki kocaman gülüşle kollarını iki yana açtı. ‘’Bu iyiliğini asla unutmayacağım kardeşim.’’ diyerek sevinçle Ali’ye sarıldı. Daha önce onu böylesine mutlu görmediğine emindi.

Ali, canının yanmasına rağmen dudaklarına yerleştirdiği buruk tebessümle Baran’ın sırtını sıvazladı.

Aklı ‘’Baran senin kardeşin!’’ diyordu. Kalbi ise ‘’Neva senin çocukluk aşkın, böyle kolay pes edemezsin!’’ diye haykırıyordu. Ne yapacaktı şimdi? Göz yumabilecek miydi? Başka bir seçeneği olamadığının içten içe farkındaydı.

Bir gün aklı ve kalbi arasında kalacağını biliyordu. Demek o gün bugündü!

Bunca yılı varken sevgisini bağıra çağıra anlatamamıştı Ali. İçinde yaşatmıştı Neva’sını. Bağlılığı ona bakmayan, görmeyen gözlere, onun olmayan kalbeydi. Saçmaydı biliyordu. Kalbinin sesini susturmaktan başka çaresi yoktu. Bunu da biliyordu.

Onun bahçesinde çiçek açmayacaktı Neva. Peki ya Baran’da açar mıydı? Olabilir miydi gerçekten?

‘’Kendine gel Ali!’’ diye aklından geçirdi. Düşüncelerinden sıyrılıp, sımsıkı kapattı gözlerini.

Ağlamak isteğini bastırmak pahasına Baran’a daha çok sarıldı. Kardeşim dediği adamdan vazgeçmeye niyeti yoktu.

 

***

 

Kurstan çıkarken makinamda çektiklerime bakıyordum. Bu derste dış çekim yapılmadığından ürün fotoğrafları çekmek zorunda kalmıştık. Bütün gün çürümeye yüz tutmuş elmalara boş bakışlar atıp durmuş, en sonunda fotojenik bir kare yakalayabilmeyi başarabilmiştim.

‘’Neva şurada bekleyen çocuk Baran mı?’’ diyerek kıkırdadı Müge.

Başımı hızla fotoğraf makinasından kaldırıp etrafıma göz atmaya başladım. Nasıl yani Baran buraya mı gelmişti? Yok canım daha neler! En son onu bir hafta önce okulun bahçesinde görmüş, resmimi çizsin diye modellik yapmıştım. Sonra ne mi olmuştu? Baran’ı aramamak için kendimi zor tuttuğum sancılı bir hafta geçirmiştim.

Tutulup kaldım. Bir anda taş kesildim sanki. Yürümeyi bırakmış, öylece dikilmeye başladım. Aklım, mantığımı çoktan devre dışı bırakmıştı. Kaçamak bakışlarla ‘’Hani nerede?’’ dedim heyecanla. Sanki günlerdir bu anı bekliyordum ve acım artık son bulmuştu.

Müge yüzünde hınzır bir gülüşle kulağıma doğru eğildi. ‘’Kafede oturuyor. Ay ne olursun çaktırmadan bir bakıver Neva!’’

Onun imalı cümlelerini görmezden gelerek elimdeki makinayla oynadım. Heyecandan elim ayağıma dolanıyordu. Gerçek olabilir miydi? Ben miydim görmek istediği? İçimdeki gülme isteğini bastırarak dudaklarımı dişledim.

“Benim için geldiğini nereden çıkardın Müge?’’

‘’Ay yapma Neva! Bir haftadır resmen için için eriyorsun. Aramamaya resmen inat ettin. Al işte o senin ayağına gelmiş! Daha ne bekliyorsun!’’

Parmaklarım makinanın tuşlarında tedirginlikle gezdirdim. Baran’a bakmaktan kaçınıyordum. Düşüncelerimi bastırabilmeyi umarak gözlerimi sımsıkı kapattım. Sonra içimden ‘’Toparlan Neva!’’ diye tersledim kendimi. Gözlerimi açtığımdaysa karşımdaki adam bütün cazibesiyle görüş açıma girmişti.

Yüzüme yerleşen gülüşümle onu izlemeye başladım. Siyah güneş gözlüklerini hafifçe yukarı doğru itekledi. Elinde tuttuğu dergiyi hızla karıştırmasından beklemekten sıkıldığını anlaşılıyordu. Baştan aşağı siyahlar içindeydi Baran. Artık emin olmuştum. Geniş omuzlarına, uzun boyuna ve beyaz tenine yakışan en güzel renk siyahtı. Kumral saçlarını dağınık bırakmış, keskin çene hattı daha da ortaya çıkmıştı. Haksızlıktı bu! Fazla iyi görünüyor, ona her baktığımda nefesim kesiliyordu.

Baran, benimle göz göze gelir gelmez oturduğu yerden hızla doğruldu ve elindeki dergiyi masaya fırlatır gibi bıraktı. Delici bakışlarını bütün bedenimde hissediyordum. Her hücremle ona doğru çekiliyor gibiydim.

Geniş adımlar atarak aceleyle yanımıza doğru yürümeye başladı. Bir yandan üstünü başını düzeltmeye çalışıyordu. Eli ayağına dolanmış, bu hali yüzümde tebessüm oluşturmuştu.

Müge dirseğiyle kolumu itekledi. ‘’Baksana şuna ya gözünü alamıyor senden.’’

‘’Görüyorum Müge.’’ diye sessizce mırıldandım. Müge’nin atladığı önemli bir nokta vardı. Bakışlarını çekemeyen sadece Baran değildi.

Tam karşıma gelip durdu. Önce mavi gözleri şaşkınlıkla büyüdü, konuşamadı. Bir süre ensesindeki saçları kaşıdı. En sonunda elini bana doğru uzattı. Tek kaşını havaya kaldırıp, tedirginlikle ‘’Merhaba Neva.’’ dedi.

Uzattığı eli kavradığımda titrediğimi fark etmemesini umuyordum. Baran’sa elimi tutmuş nazikçe sıkıyor, gözünü kırpmadan gözlerime bakıyordu. Birkaç saniye boyunca konuşmadan yüzümü hayranlıkla inceledi.

Yoğun bir istekle bende onu izliyordum. Konuşmam gerekmiyor muydu benim?! Ne diyecektim ki?

Dudaklarımdan tek bir kelime ancak dökülüverdi.

‘’Merhaba.’’

Ne yaratıcıyım ama değil mi?!

Baran’ın yüzü sesimi duyduğunda mutlulukla ışıldadı. Gülüşü dudaklarında iyice yayıldı. Bilerek mi yapıyordu? Yüreğime indirmek istiyorsa her an başarılı olabilirdi.

‘’Aramanı bekledim.’’ konuya doğrudan girmiş, laf kalabalığı yapmamıştı.

Garip bir sızı sardı içimi. Neden aramamıştım gerçekten? Gururum muydu bana mani olan? Üzerimde gezinen ürkek bakışlarından mı çekinecektim? Yoksa gözlerinin derinliklerine kadar gülüşünden mi?

Kim bilir böyle bakan adamın sevdası nasıl olur diye düşünmeden edemedim.

Dudaklarım kaygıyla aralandı. ‘’Şey… Yoğundum… Unutuşum’’ diye kekeledim. Yalan söylediğim her halimden belli oluyordu.

Baran bana daha da yaklaştı, derin bir nefes verdi ve en sakinleştirici sesiyle konuştu.

‘’O zaman kendimi hatırlatmam gerekecek...’’

Bakışlarımı utançla indirdim. Dudaklarım istemsizce yukarı doğru kıvrıldı. Onun yanında sürekli gelen gülme isteğimi bastırmaya çalışmak fazlasıyla zordu.

‘’Yemek yemeye gidecektik sen de gelmek ister misin Baran?’’ dedi Müge.

Baran bakışlarını güçlükle üzerimden çekti. Bir an için duraksadı. Müge’nin varlığını yeni fark etmiş gibi başını ona çevirdi.

‘’Tabi müsaitsen?’’ diye araya girdim. ‘’Başka planın varsa eğer-‘’

Sorumu beklemeden ‘’Yok planım!’’ dedi. Hiç ikiletmeden Müge’nin yemek davetini kabul etmişti.

 

***

 

Baran eliyle denizi kucaklayan masayı göstererek ‘’Bayanlar önden.’’ dedi.

Müge ile birbirimize şaşkınlıkla bakıyor, boğaz manzaralı restoranda ne işimiz olduğunu düşünüyorduk. Etraftaki müşteriler fazlasıyla şık giyimlilerdi. Bizse üniversiteli öğrenciler olarak ortama pek ayak uydurduğumuz söylenemezdi.

Aramızda tek sırıtmayan kişiyse Baran’dı.

‘’Buranın yemeklerini çok beğeneceksiniz.’’ diyerek sandalyelerimizi çekip oturmamıza yardımcı oldu. Beni yanına, Müge’yi ise karşısına yerleştirmişti. Müge eşsiz boğaz manzarasını heyecanla izlerken, ben huzursuzlukla yerimde kıpırdandım.

‘’İyi misin? Beğenmediysen eğer başka bir yere-‘’

‘’Sorun yok. İyi böyle.’’ diyerek zoraki gülümsedim. Sorun vardı Baran! Sevmezdim ben böyle yerleri. Zenginiz diye bağıran mekânlar bana göre değildi. Gösteriş merakı olarak görür, rahatsız olurdum. Tamam, benim de ailemin durumu fena sayılmazdı. Babam banka müdürüydü. Bense onların biricik kızıyım ya! Yine de okurken ailemden yardım almamaya kararlıydım. Derslerden kalan vaktimde yarı zamanlı işlerde çalışıyor, bir yandan da okulumu idare ediyordum. Direnebildiğim yere kadar devam edecektim. Ayaklarımın üzerinde durur, yine de kendimi kanıtlarım diye düşünüyordum.

Kimseye ihtiyacım yok demenin kısa yolunu seçiyordum belki de.

Müge manzaradan başını kaldırıp bize odaklandığında ‘’Baran çok güzelmiş burası bayıldım!’’ dedi mutlulukla.

Baran buruk bir gülüşle Müge’ye başını sallamakla yetindi. İlk heyecanı yok olmuş gibiydi. Derin sessizliğe bürünmüştü. Ona bakmasam da gözerini üzerimden ayırmadığını hissediyordum.

Baran’ın delici bakışlarının gerginliğini atmak istercesine dirseklerimi masaya dayadım ve başımı ellerimin arasına aldım. İnceleme bahanesiyle elimdeki menüyle oynuyordum.

Yan masadaki adamın yüksek sesle garsona bağırmasıyla dikkatim dağıldı. Bakışlarım restorandaki müşterilerle birlikte seslerin geldiği yere doğru kaymıştı.

‘’Ne biçim garsonsun sen! Ben bu yemeği mi sipariş verdim?! Kırk saattir bekliyorum üstüne yanlış yemeği getirmişsin! Kim buranın sahibi!? Senin gibi bir eziği işe alanı çağır bana!’’

‘’Özür dilerim! Hemen yenisini getiriyorum! Çok özür dilerim beyefendi!’’ Garson olan çocuk mahcup bir şekilde adamın önündeki tabağı almıştı. Kıvırcık saçları gözlerine dökülüyor, zayıf bedenine rağmen hızla hareket ediyordu.

Adam sinirle kolunu savuşturdu. Bu hareketiyle başında dikilen garsonun elindeki tabağı yere düşmüştü. Garson çocuk, parçalara ayrılan tabağın başına eğilip toplamaya çalışsa da adamın söylenmelerinden kaçamıyordu.

‘’Beceriksiz herif! Al işte her yeri batırdın! Kim seni işe alır ki?!’’

Yanımda oturan Baran’ın bütün bedeni gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Sandalyesini sertçe geri iterek yerinden kalktı. Geniş adımlarıyla bağırıp çağıran müşterinin yanına hızla gitti ve ellerini sertçe masanın üzerine yerleştirdi.

Adamla burun buruna gelmiş öfkeyle gözlerinin içine bakıyordu.

‘’Ben aldım işe! Ne derdin varsa bana söyle bakalım!’’ diye tehdit eder gibi konuştu. Baran’ın gözlerinde şimşekler çakıyordu adeta. Adam karşısında Baran’ı görünce nutku tutulmuş, sesi bir anda kesilmişti.

‘’Şey yanlış sipariş getirdi-‘’

Baran ‘’Kimseyi böyle azarlamaya hakkın yok! Yoksa çıkar biri seni öyle bir azarlar ki doğduğuna pişman olursun!’’ dedi kükreyerek. Bir yandan da adamın yakalarını düzeltir gibi yapıyordu. Kravatını fazla sıkmış olacak ki adamın yüzü kızarmaya başlamıştı. ‘’Belanı elimden bulmak istemiyorsan derhal restoranımı terk et!’’

Adamın gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı. Konuşmaya cesaret edemediğinden korkuyla başını aşağı yukarı salladı.

‘’Kalk Kerem yerden.’’ dedi Baran. Garson çocuk hala yere saçılan yemeği toparlamaya çalışıyordu. ‘’Kerem!’’ diye bağırdığında elindekileri mecburen bırakıp, başı yere eğik bir şekilde doğruldu.

‘’Kaldır başını sen utanılacak bir şey yapmadın!’’ diye sinirle söylendi Baran. Adının Kerem olduğunu öğrendiğim çocuk, ikilemde kalsa da başını kaldırıp Baran’a baktı.

Baran parmağını Kerem’e doğru sallayarak, ‘’Güzel, böyle şerefsizler yüzünden başını eğmeyeceksin oğlum!’’ diye uyardı.

‘’Şimdi gelelim sana.’’ diyerek elinin altında tir tir titreyen adamın omzuna sertçe vurdu. ‘’Özür dile!’’

‘’Ben neden garsondan özür dileyeceğim ki?’’ diye şaşkınlıkla karşı çıkma gafletinde bulunan adama, Baran’ın ters bir bakış atmasıyla sertçe yutkunması bir oldu.

Korku dolu gözlerini kaçırarak ‘’Özür dilerim.’’ diye mırıldandı.

Baran adamı daha da sarstı. Tam yere düşecekken tekrar doğrulttu. ‘’Doğru düzgün özür dile!’’

‘’Özür dilerim Kerem Bey!’’ dedi. ‘’Lütfen beni affedin büyük bir hata yaptım!’’

Baran adamın omzuna vurarak kocaman gülümsedi. ‘’Ha şöyle aferin, yavaş yavaş adabı muaşeret kurallarını öğreniyorsun!’’ dedi.

Kerem’in yüzünde mutlulukla beliren gülümsemesiyle Baran’a bakıp başını salladı.

Baran adamı rahat bırakmasıyla hızla restoranı terk etmesi bir oldu. Baran kaçan adamın arkasından bakıp yüzünü büzüştürdü. ‘’Böyle insanların neden var olduğunu sorguluyorum bazen.’’ dedi. Bu sırada Kerem’le birlikte koşarak kaçan adamın arkasından bakıp gülmeye başlamışlardı.

Müge masada bana doğru eğilerek, ‘’Neva ne oluyor böyle? Baran buranın sahibi miymiş?’’ dedi şaşkınlıkla. Bakışlarımı Müge’ye çevirip sinirle çıkıştım. ‘’Az önceki yaşanan çirkin olaydan sonra gerçekten merak ettiğin buranın kime ait olduğu mu Müge!?’’

Müge, ‘’Merak ettim işte neden sinirleniyorsun Neva?’’ diyerek gözlerini devirdi.

Bu sırada Baran masamıza geri gelmiş hızla yanıma oturmuştu. ‘’Kusura bakmayın kızlar. İlgilenmem gereken küçük bir sorun çıktı. Neyse ki büyümeden halloldu.’’

Müge’nin saçma sapan sorular sormasını beklemeden ‘’Kerem kim?’’ diyerek söz atıldım.

’Kerem bizim okulda mimarlık okuyor. Benim alt dönemim. Çok iyi çocuktur. İşe ihtiyacı vardı bende yardımcı oldum.’’ dedi omuz silkerek. Bir yandan da konuşurken masadan masaya koşturan Kerem’e bakarak içten bir şekilde gülümsemişti.

Bu restorana geldiğim andaki gerginliğimi düşündüm. Baran hakkındaki ilk izlenimim zengin ve baba parası yiyen bir adam olduğuydu. İlk defa bu olumsuz fikirlerin kaybolduğunu hissettim.

Restoranda canla başla çalışan, kıvırcık saçlı garson çocuğa tekrar baktım.

Kerem adeta beni Baran’a tekrardan yaklaştırmış, düşündüğüm gibi bir adam olmadığını kanıtlamıştı.

 

Bölüm Sonu

 

Evet arkadaşlar nasıl bir bölümdü? Kerem’i hatırlamak beni biraz üzse de böyle anılara ihtiyacı var hikayenin.

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere

Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum. Yıldızları parlatın yazarınızı mutlu edin

Seviliyorsunuz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 06.03.2025 22:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...