
Merhaba arkadaşlar :)
Yine uzun bir ardan sonra birlikteyiz. Yeni bölümün başına oturmak gittikçe gerçekten zorlaşıyor. Lütfen yorum ve beğenilerinizle yanımda olun.
Birlikte miyiz? Uzun bir maraton olsun istiyorum. Bu hikâyede yan yana olduğumuzu yorumlarınızla göstermenizi rica edeceğim.
Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Yazarınızı mutlu edin :)
Bölüm Şarkısı: Fikri Karayel- Trenler-
Keyifli okumalar
‘’Mütalaadaki aleyhe olan hususları kabul etmiyoruz. Celse arasında yazılı savunmalarımızı sunduk. Savunmalarımız doğrultusunda öncelikle müvekkilimin beraatine, Sayın Mahkeme aksi kanaatteyse lehe olan hükümlerin uygulanmasını talep ediyoruz.’’ dedi Ali mırıldanarak. Gözleri kapalı vaziyette, ameliyattan çıktığı andan itibaren narkozun verdiği etkiyle sayıklayıp duruyordu. Başta söyledikleri anlaşılmasa da son kelimeleri gayet netti. Leyla, hastane odası yerine kendini mahkeme salonunda sanıyor diye düşünmeden edemedi. Birkaç dakika sonra Ali, rahatsızca yerinden kıpırdanıp başını diğer tarafa çevirdi. Artık bedeni, kapıya dönük bir şekilde uyukluyordu. Kollarını kavuşturmuş, sırtını eğerek dizlerini gövdesine doğru çekmişti. Leyla üzerinin açıldığını gördüğü anda oturduğu koltuktan hızla ayaklandı. Düşünmeden Ali’nin üstünü örtüverdi. Üşümesini istemezdi. Neden istemezdi? Bu sorunun cevabı onda yoktu. Ellerini hala yorganın üzerinden çekmemişti. Neden çekmediğine dair vereceği bir cevap da yoktu.
Yakından daha farklı görünüyordu Ali. Uyurken masum bir çocuğu andırıyordu. Heybetli bedeni kıvrıldığında yatağın içinde küçücük kalmıştı. Altın sarısı saçları birbirine karışmış ve alnına dökülmüştü. Dolgun dudakları arasından nefes almaya çalışıyor, çıkardığı sesle bir hayli komik oluyordu. Leyla bu görüntü karşısında dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Bakışları Ali’nin burnundaki alçıya kaydığında tebessümü hızla silinmiş, yüzünü acıyla buruşturmuştu. Daha yakından incelediğinde Ali’nin gözaltlarının ödemden şiştiğini, beyaz teninin çoktan morarmaya başladığını fark etmişti. Üzüntüyle sesli bir şekilde ofladı. Leyla’nın tek tesellisi, ameliyatı yapan doktorun Ali’nin eskisinden daha güzel bir burnu olacağını söylemesiydi.
Yine de suçlu hissediyordu işte! Doktorla konuşmuş, ameliyatın gayet güzel geçtiğini kendi kulaklarıyla duymuştu. Neden hala endişeliydi? Uyanmadığı için mi?
Kara gözlerini görmek istiyordu. Çok mu şey istiyordu? İlk uyandığında yanında olmalıydı. Hem onun yüzünden kendini tehlikeye bile atmıştı Leyla! Gizli saklı acildeki sedyenin üzerinden topuklamış, Ali’nin kaldığı odaya kadar gelmişti. Abisinin onca uyarısına rağmen buradaydı. Aldığı risk büyüktü. Hakkını vermeliydi.
Mışıl mışıl uyuyan Ali’yi izlemeyi en sonunda bıraktı. Bir yandan da yatağının kenarında oturmaya devam ediyordu. ‘’En fazla uzaklaşabileceğin mesafe bu kadar mı Leyla!’’ diye kendi kendini sesli bir şekilde azarladı. Gerçekten iflah olmazdı! Gözlerini devirdiğinde bakışları pencereden dışarı kaydı. Neva ve abisi sarmaş dolaş bahçede dikiliyorlar, arada konuşup tekrar birbirlerine hasretle sarılıyorlardı. Leyla’nın abisine olan siniri hala geçmemişti. İçten içe sadece evlilik yalanı yüzünden Ali’nin burnunu kırmadığını biliyordu.
Neva vardı. Ali’nin Neva’ya olan aşkı vardı. Abisinin öfkesinin asıl sebebiydi buydu. Haksız da sayılmazdı.
Ali, Neva’yı seviyordu. Peki kendisi ne halt yiyordu şu anda!?
Birkaç saniyenin sonunda yakınır gibi mırıldandı. ‘’Adam Neva’yı seviyor. Sen kimsin ki! Hayır, nesisin de oturmuş başında uyanmasını bekliyorsun! Neden buradasın kızım!?’’ diye hayıflandı. Bakışlarını Ali’ye çevirdiğindeyse çatık kaşları anında yumuşadı.
Ali uykusunda terliyordu. Elleri sımsıkı yumruk yapmış haldeydi. Rüyasında ne görüyorsa bedeni gerilmiş, yüz hatları kasılmıştı. Başını hızla sağa sola salladı. Ağlamaklı bir sesle ‘’Kardeşim… Özür dilerim…’’ diye fısıldarken dudakları titriyordu. ‘’Sebep olduğum her şey için… Affet beni Baran…’’ Sayıklamalarının arasında yumduğu gözlerinden akan yaşlar, yanaklarından yuvarlandı.
Ardından derin bir sessizlik oldu. Su gibi akan saniyeler birbirini kovaladı. Leyla, kanının damarlarında daha hızlı aktığını hissetti.
Neydi şimdi bu? Neva’ya âşık olduğu için özür mü diliyordu yani? Aklı, yeni bir düşünceyle sarsıldı.
Leyla, ‘’Lütfen Ali… Ayrılmalarına sebep olmuş olma… Lütfen!’’ diye korkuyla konuştu. ‘’Yok, canım daha neler!’’ diyerek hızla ayağa kalktı ve Ali’den uzaklaştı. Ateşe dokunmuş gibi odanın bir ucuna kaçmıştı Leyla. Böyle bir şeyi neden saklasınlardı? Abisi ona ne olursa olsun gerçeği anlatırdı. Sırf Ali’den uzak dursun diye bile anlatırdı! Anlatırdı değil mi? Sıkıntıyla yerinde kıpırdandı. İçine oturan huzursuzluğu kovalamak istiyordu.
Endişeli gözlerle uyuyan Ali’ye baktı, dudaklarını stresle dişledi. Herkesin bildiği onun bilmediği ne olabilirdi? Ayağındaki bandaja aldırmadan odanın içinde volta atıp durdu. İyileşir iyileşmez Ali’yle konuşmalıydı. Evet evet mutlaka konuşmalıydı! Neden uykusunda abisinden özür dilediğinin mantıklı bir açıklaması vardır diye düşünüyordu.
Leyla tam arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken Ali’nin ‘’Leyla?’’ diye seslenmesiyle istemsizce yerinde sıçradı.
‘’Ali? Uyandın mı!? İyi misin? Nasıl hissediyorsun!?’’ Leyla nefes dahi almadan, sorularını ardı ardına sıraladı. Fark etmeden aralarındaki mesafeyi hızlı adımlarla kapamış, başucuna kadar gelmişti.
Ali belli belirsiz kafasını salladı. Yerinden hafifçe doğruldu ve boğazının acısına rağmen zorla yutkundu.
‘’Burnum? Hala yerinde değil mi?’’ dedi telaşla. Bir yandan da bununun ucunu görmeye çalışıyor, bu hareketi yüzünden gözleri çarpılmış gibi duruyordu.
Leyla derin bir nefes aldı. Rahatlamanın verdiği huzurla gülümseyerek ‘’Merak etme doktorlar ameliyatın iyi geçtiğini söyledi.’’ dedi. ‘’Rüya görüyordun az önce. Sayıklayıp durdun.’’
Ali yüzünü buruşturdu. ‘’Hatırlamıyorum. Başım ağrıyor.’’ Elini alnına getirip ovalamaya başladı. ‘’Narkoz etkisi sanırım.’’
Leyla bakışlarını Ali’den kaçırdı. Sadece ‘’Anladım.’’ demekle yetindi. Merakından çatlasa da aklındaki soruları daha sonra sormayı düşündü.
Ali karşısında dikilen kadını baştan aşağı süzerken, kendince hasar tespit yapıyordu. ‘’Sen iyi misin? Ayağın nasıl oldu?’’
‘’İyiyim. Sadece burkulmuş.’’
Başını usulca salladı. Yüzündeki tamponlara rağmen genişçe gülümsedi. ‘’İyi olmana sevindim.’’
‘’Ali… Böyle olsun istemezdim… Yani abim adına çok üzgün-‘’
‘’Leyla senin bir suçun yok. Kimsenin suçu yok. Kendim kaşındım.’’ diyerek hafifçe omuz silkti. ‘’Yine de pişman değilim.’’
Leyla gözlerini kocaman açtı ve şaşkınlıkla dudaklarını araladı. ‘’Ne?’’
‘’Baran’ın içi böyle soğuyacaksa birkaç kemiğimi daha feda edebilirim.’’ Ali buruk bir gülümsemeyle bakışlarını Leyla’ya çevirdi. ‘’Umarım hayati organlarıma zarar vermez.’’
‘’Ne saçmalıyorsun sen? Neden böyle bir şey yapsın ki?’’
Bu defa şaşırma sırası Ali’deydi. ‘’Baran sana anlatmadı mı?’’
‘’Neyi anlatacak-‘’
Odanın kapısının açılmasıyla Leyla’nın konuşması yarıda kaldı. İçeri giren hastane polisiyle ikisi de bakışlarını birbirinden ayırdı.
‘’Ali Bey uyandıysanız ifadenizi alacağım. Müsait misiniz?’’
‘’Evet evet gelebilirsiniz.’’ Ali sırtını dikleştirip yatakta oturur pozisyona geldi. Kaşları çatarak çoktan düşüncelere dalmıştı. Ne yani… Baran kardeşine yaptığı hiçbir şeyi anlatmamış mıydı? İçinden küfür etmek gelse de dilini ısırmakla yetindi.
‘’Ali Bey burnunuz nasıl kırıldı? Bir kavga esnasında mı oldu?’’
Ali sorulan soruyu duymuyor, dalgın bir şekilde boşluğa bakıyordu. Aklı karmakarışıktı. Baran, neden Leyla’ya olanları anlatmamıştı? Kardeşine karşı Ali’yi kötüleme fırsatı geçmişti eline. Yalan yok güzel de fırsattı hani. Leyla’ya diyeceği tek bir cümle yeterdi. Yanından uzaklaşır, bir daha Ali’nin yüzüne bakmazdı. Affedilir yanı yoktu ki! Baran’ı tehdit edip, Neva ile ayrılmasına sebep olan bir adamdı o. Yenilir yutulur şey değildi yaptığı.
‘’Ali Bey beni duyuyor musunuz?’’
‘’Ha?’’ dedi Ali gözlerini kırpıştırarak. ‘’Pardon dalmışım.’’
Polis Ali’nin burnunu işaret ederek bıkkın bir sesle, ‘’Nasıl oldu?’’ diye sordu.
‘’Düştüm. Yani yolda buzlanma vardı. Ayağım kaydı düştüm.’’
‘’Burnunuzun üstüne mi düştünüz?’’ adam inanmamış gibi Leyla ve Ali’ye teker teker bakış attı.
‘’Aynen öyle. Aksilik işte.’’ dedi kollarını iki yana açarak. ‘’Fena olmadı aslında. Hep burnumu estetik yaptırmak isterdim.’’ Ali gülümseyerek karşısındaki adamı ikna etmeye çalıştı.
‘’Anladım. Geçmiş olsun o halde.’’
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi sırıtarak. Ali şaşkınlıkla olan biteni izleyen Leyla’ya bakışlarını çevirdi. ‘’Leyla eşlik eder misin memur beye?’’
Leyla başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. İkisi de odadan çıkarken Ali’nin aklında tek bir soru vardı.
Baran onu neden koruyordu?
***
Baran’la el ele hastaneden içeri girerken, yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Maalesef gülümsemem; Komutan Demir, Leyla ve bir hastane polisini yan yana koridorda konuşurken görmemle donup kalmıştı.
‘’Ali şikâyetçi olmamıştır değil mi?’’ diyerek korkuyla Baran’ın koluna sıkıca yapıştım. Baran benim aksime rahat adımlarla yürüyordu. Karşı konulamaz bir sesle özetledi.
‘’Arkasını sürekli kolladığın Ali’yi benden daha iyi tanıyorsundur diye düşünüyorum Neva.’’ diye sitemle homurdandı. ‘’Sen söyle beni gammazlamış mıdır?’’ Bir yandan da başı dik, korkusuzca yürüyor, yüzüme bakmamayı tercih ediyordu.
Laf sokmasına karşı gelmek istesem de birkaç dakika önce yaşadığımız romantik dakikaların hatırına sustum. Tekrardan kavga etmek istemiyordum. Ayrıca Ali’yi affetmiş olmam ona her fırsatta kefil olacağım anlamına gelmezdi. Tek hayal kırıklığına uğrayan Baran değildi. Benim de güvenim kırılmıştı. Artık eskisi gibi Ali yapmaz diyemiyordum.
Ali’nin gayet canımı yakabileceğini acı bir tecrübeyle öğrenmiştim.
Polis memurunun Komutan Demir’in elini sıkarak yanlarından uzaklaşmasını, kaşlarımı çatık bir şekilde izledim. Baran’a baktığımda o da benimle aynı şaşkınlık içerisindeydi.
Demir’in yanına vardığımız an, ilk konuşan Baran oldu.
‘’Demir Bey ifadem alınmayacak mı?’’ dedi sert bir sesle. Hal ve hareketleri, ifade vermek için can atar gibiydi.
‘’Hayır. Ali Bey bir kaza olduğunu ve kendi düştüğünü söylemiş.’’
Baran, Demir’in sözlerine duymasıyla bakışlarını Leyla’ya çevirdi. Leyla ise başını onaylar gibi salladı.
‘’Peki, siz ne söylediniz Demir Bey?’’ dedim. Sonuçta Ali’yi Baran’ın elinden alan Demir’di. Kavgayı ayırmasaydı daha kötüsü olacak, Baran asla bir kırıkla yetinmeyecekti.
‘’Leyla ve Ali’nin kayıp olduğunu, ekibimin olay yerine sonradan geldiğini ve geldiğimizde çoktan Ali Bey’in yaralı olduğunu söyledim.’’ diyerek net bir sesle konuştu.
‘’Ama siz de oradaydınız-‘’ diye karşı çıkacakken, Demir sözümü elini havaya kaldırarak böldü.
‘’Yeterince kayıpları bulmak için uğraştık.’’ diyerek Leyla ve Baran’a imalı bir bakış attı. ‘’Beni aile meselelerinize karıştırmayın. Kim kimle evli inanın beynim yandı Neva Hanım.’’ diyerek sitem etti Demir.
Elini tuttuğum Baran’ın evlilik meselesini hatırlatılmasıyla bedenin gerildiğini hissedebiliyordum. Uyuyan devi uyandırmanın hiçbir manası yoktu. Hızla konuyu dağıtmaya çalıştım.
‘‘Olayın uzamaması hepimiz için iyi oldu. Gerçekten teşekkür ederim Demir Bey.’’ diyerek sırıttım. Utanmasam sevinçten adamın boynuna atlayacak haldeydim. Baran’ın sicili şu an düşündüğüm tek şeydi. Yeni bir yaralama vakası iyi olmazdı. Adama gülümserken bir yandan Baran’ın elini sıkıp çekiştiriyor, teşekkür etmesi için uyarmaya çalışıyordum. Benim aksime onun yüzünde milim dahi oynamamış, sessizce yanımda dikilmeye devam etmişti.
‘’Ali Bey’in ifadesi doğrultusunda hareket ettim. Asıl teşekkürü ona etmelisiniz. Beni evrak işinden, sizi de şüpheli olmaktan kurtardı.’’ diyerek Baran’a baktı. Baran’sa umursamaz tavırlarla göz devirmekle yetindi. Hala Ali’yi tam anlamıyla dövemediğinden içinde ukde kaldığını her halinden belli ediyordu.
Komutan Demir, bakışlarını üçümüze de değdirdi. ‘’Hepinize geçmiş olsun.’’
Gitmek için adımını attığı esnada, Baran’ın sözüyle tekrar durdu.
‘’Teşekkür ederim komutanım. Sayenizde kardeşimi bulduk. Verdiğim huzursuzluklardan dolayı da kusura bakmayın.’’ diye mahcup bir şekilde başını yere eğdi Baran.
Demir Baran’ın omzuna hafifçe vurdu. ‘’Benim de kız kardeşim var. Anlıyorum seni merak etme.’’ dudaklarında yarım bir gülüş belirdi. Kaç gündür ilk defa Demir’i gülümserken görüyordum.
Bakışlarını üzerimize çevirerek otoriter bir sesle, ‘’Başınızı belaya sokmayın.’’ diye son uyarısını da yaparak gözden kayboldu.
***
Baran karşı konulmasına fırsat vermeden ‘’Siz beni arabada bekleyin.’’ dedi. Ali’nin kaldığı odanın kapısını kırar gibi açmış, arkasından sert bir şekilde kapatmıştı. Leyla ve Neva’ysa irkilerek yerinde sıçradı. Korkuyla birbirlerine baksalar da itiraz etmeye ikisi de cesaret edememişti.
Baran odaya girer girmez Ali’nin burnundaki tamponları ve alçıyı gördü. Yer yer yüzü ödem toplamış ve morarmıştı. Kan oturmuş gözleri kıpkırmızıydı. ‘’Beter ol!’’ diye içinden geçirdi Baran. Gülüşünü saklamadan Ali’nin yattığı yatağın tam karşısına geçti. Kollarını göğsünde birleştirip, başını yana eğdi. Birkaç saniye boyunca karşısındaki şaheserini süzdü. Ellerine sağlıktı. Zannınca güzel bir çalışma olmuştu. Nice dayaklaraydı.
Ali, Baran’ı gördüğünde şaşkınlıkla yerinde doğruldu. Kaldığı işi tamamlamak için mi gelmişti? Şu an yediği narkoz yüzünden başı hala ağrıyordu. Dayak yiyecekse daha ayık olmayı tercih ederdi.
‘’Korkma dövmeye gelmedim seni.’’ dedi Baran boğuk sesiyle. Hala Baran’ın yüzünde tekinsiz bir gülüş vardı. Oysa içi soğuyacaksa her gün bir posta dayak yemeye razıydı Ali.
Ali, ‘’Eserine bakıp gurur duyuyor olmalı.’’ diye düşündü. Tam tahmin ettiği gibiydi. Çaktırmadan gülümsedi. Baran’ı ondan iyi tanıyordu. İntikam almak istediğini, içindeki ateşin ancak böyle soğuyacağını biliyordu.
Göze göz, dişe diş.
Ali bakışlarını birkaç saniye kaçırdı. Lanet olsun! Baran’ı her gördüğünde deli gibi duyduğu pişmanlık kadar, kuvvetli bir duygu daha vardı.
Özlem.
Kaybettiği tek dostuna duyduğu özlem.
Öfkesinin yerini alan özlem.
Kötü birine dönüştüğü için her defasında Baran’ı suçlamıştı. Kolayına geliyordu çünkü. Yıllarca kendini kandırmış, aynaya her baktığında tanıyamadığı Ali’yi böyle teselli etmişti. Mesela ‘’O senin olanı aldı!’’ demişti aynadaki aksi. Susmak bilmeden de devam etmişti;
‘’Neva’yı ilk sen sevdin!’’
‘’Onu kazanmalısın!’’
‘’Neden hemen vazgeçtin?’’
‘’Baran, Neva’yı hak etmiyor.’’
‘’Ne zaman açılacak olsan cesaret edemedin. Bedeli bu olmalı?’’
‘’Gözlerinin önünde aşklarını yaşıyorlar.’’
‘’Ellerinin arasından kayıp gidişini izle şimdi. Bu senin cezan!’’
‘’Sevdiğini bilseydi belki de seni seçerdi.’’
‘’Onları bir arada gördüğün her an, kalbin parçalanıyor. Al gururunla yaşa şimdi!’’
‘’Sevdiği kadın için savaşmayan, hemen pes eden korkağın tekisin sen!’’
‘’Baran kardeşin değil. O Kerem’i kardeşi olarak gördü. Senin için sadece Neva var.’’
‘’Her şeyin başlangıcı ve sonu Neva. İlk elini tutan oydu son da o olacak.’’
Düşüncelerini bir türlü dizginleyemiyordu. Kendi sustuğu anda, yalnız kalmaktan deli gibi ürken çocuk Ali konuşmaya başlıyordu;
‘’Neva giderse kim oynayacak seninle?’’
‘’Kimsen yok senin.’’
‘’Ömür boyu yalnız kalacaksın.’’
‘’Annen baban istemedi seni. Neva mı isteyecek?’’
‘’Unut gitsin. Oyunu kaybettin.’’
Aşk nasıl bir şeydi? Bilmiyordu ki! Anne babası öğretmesi gerekmez miydi sevmeyi? Sevmek, sevilmek, oyun muydu yoksa? Oyunsa mutlaka kazanmalıydı.
Geçmişe dönüp ‘’Ne boş bir çaba!’’ diye kendine haykırmak isterdi. ‘’Şimdi ne haldesin, dön bak kendine! Acıyorum sana. Yaşattığın yıkımı gördün! Kaybettiklerine değdi mi?!’’ demek isterdi. Bütün canları gitmiş, onunla birlikte herkesi yok etmişti. Oyun mu istiyordu küçük Ali?
Artık tek başınaydı. O ve korktuğu yalnızlık duygusuyla baş başaydı.
Baran’ın arkadaşlığını hak edememişti. Dostum dediği adamın kalbini söküp çıkaran biriydi. Tam anlamıyla bölüm sonu canavarıydı. Çok can yakmıştı. Durmalıydı. Neva’ya söz verdiği gibi işe yollarından çekilmekle başlayacaktı. Gerekirse kalan hayatında Baran’ın dart tahtası olurdu. İğneli oklarını Ali’ye batırırsa, belki acısı dinerdi. Umut etmeye hakkı olmasa da tek dileği buydu.
Neyse ki Ali ne yapacağını iyi biliyordu. Tek bir mottosu vardı.
‘’Baran’ı üstüne sal ve dayanabildiğin kadar dayan.’’
Zaten Ali’nin gözünün üstünde kaşı vardı diye bile öfkelenmeye hazırdı Baran. İşi kolaydı yani. Duygularını yok saymaksa en kolayıydı. Aşkını saklamıştı, pişmanlığını saklamıştı, canı yanarsa, acısını da gayet iyi saklardı.
Belki bir gün Baran onu bile affederdi! Hayali bile uzaktı ama denemeye değerdi.
Boğazını temizleyip sırtını dikleştirdi Ali. Düşüncelerini belli etmeme çalışarak kuru bir sesle ‘’Neden geldin?’’ dedi. Gözlerini kısmış, en umursamaz tonlamayla konuşmuştu.
Baran söyleneni duymazdan geldi. Uzatmadan aklındakini sordu.
‘’Neden polise doğruyu söylemedin?’’
Ali kaşlarını kaldırdı. Oturduğu yatakta daha da doğruldu. Ciddi bir şey söyleyecekmiş gibi duraksadı ve en sonunda sakince cevap verdi.
‘’Canım öyle istedi.’’
Ali, Baran’ın sinirlenmeye başladığını görüyor, bir yandan da öfkesini atabileceğine seviniyordu. İçinden bu işin sonunda sağ kalmayı dilemeyi de ihmal etmiyordu tabi.
Baran duyduğu cevapla sinirle gözü seyirdi. Yüzünün kıpkırmızı olduğunu, alnında çıkan damarı şimdiden hissedebiliyordu. Oysa Baran, Ali’yi kamusal alanda dövmeyeceğine dair kendini odaya girmeden uyarmıştı. Sonra polisiydi, ifadesiydi, adliyesiydi derken bir sürü teferruatla uğraşması zor oluyordu. Bir de Neva vardı. Söz vermişti. Kavgadan uzak duracak, kriminal işlere bulaşmayacaktı. Onun diline düşmeyi hiç istemezdi.
‘’Ali seni gebertir, üzerine toprak atar son duanı zevkle okurum.’’
Ali öne doğru eğilip, alçak bir sesle ‘’Nasıl bilirdiniz diye sormayacak mısın? Valla gözüm açık gider!’’ diye yakındı.
Baran duyduklarıyla adeta gözü döndü. Sinirle yumruklarını sıkıp Ali’nin üzerine yürüdü. Utanmadan dalga geçiyordu ha! Verdiği sözün canı cehennemeydi!
Ne demişler; kaşınanı zevkle kaşımak gerekir. Kim söylediyse çok doğru bir noktaya parmak basmıştı.
‘’Senin belanı sik-‘’
Baran, tam Ali’nin boğazını kavramak üzereyken içeri gelen hemşire ile ellerini geri çekmek zorunda kaldı.
‘’Ali Bey serumunuzu değiştireceğim.’’ dedi genç bir hemşire. Baran’a hızla bakış atıp yana çekilmesi için kaş göz işareti yaptı kadın. Odadaki ölümcül sessizlik kadını bile germiş, yine de biten serumu değiştirmeye koyulmuştu.
Baran yüzünü öfkeyle sıvazladı. İstemeden de olsa Ali’nin başucundan bir adım gerilemek zorunda kaldı. Yerini dolduran hemşireye delici bakışlar atıyor, işini hızlı bitirmesi için göz hapsine tutuyordu kadını. Dakikalar geçerken titreyen ellerini beline yerleştirdi Baran. Dudaklarını dişledi, sabırsızlıkla ayağını yere vurarak tok sesler çıkarmaya başladı. Şu an tek düşündüğü serum kablosunu Ali’nin boynuna dolamaktı. Yokladı zihnini. Boğulmak güzel bir ölüm olmaz mıydı? Sakinleşmeyi umarak uyuşan ensesini ovuşturdu. Neden her defasında hevesi kursağında kalıyordu ki!? Önce Komutan Demir, şimdi de bu hemşire. Artık emindi. Ali kesinlikle dokuz canlıydı! Başka açıklaması olamazdı.
Ali’nin yüzündeyse şapşal gülümsemesi vardı. Kurtarıcı meleği olan hemşireye kısa bir bakış attı. Uslu çocuklar gibi öylece serumunun değiştirilmesini izledi. Planı işe yaramış, Baran fazlasıyla öfkelendirmeyi başarmıştı. Artık her şeyin mümkün olabileceğini düşünüyordu. Bir gün dayak yiyeceği için sevineceğini söyleseler malum yerleriyle gülüp geçerdi. Şimdiyse tam olarak yaşadığı neydi?
Oysa köpek gibi pişmanım da diyebilirdi. Özür dileyip Baran’ın ayaklarına kapanası vardı. Ama yapamıyordu işte.
Baran’ın onu affetmeyeceğini biliyordu. O Neva değildi. Yaptıklarının bedelini ödetirdi.
Hemşire işini bitirip Ali’ye ‘’Geçmiş olsun.’’ diyerek gülümsedi. Son defa serumun akış hızını kontrol etti ve odadan çıktı.
Baran, hemşire gider gitmez hızla yatağa doğru yürüdü. Yüzünü Ali’ninkine birkaç milim kalıncaya kadar yaklaştırdı. Alev alev yanan maviliklerini bir an bile kırpmadan üzerine dikti.
‘’Cevap ver! Eline geçen fırsatı neden kullanmadın?’’
Ali sadece omuz silkmekle yetindi.
‘’Hepsi bu mu!’’ dedi Baran dişlerini sıkarak. Ali’nin sessiz kalmaya devam etmesiyle yatağın kenarını sıkıca tuttu.
‘’Hepsi bu mu dedim!’’ Baran’ın sesi odanın içinde yankılandı. Bu kükreyişiyle Ali, birkaç saniye gözlerini kapatmak zorunda kaldı.
Gözlerini araladığında aldırmıyormuş gibi neredeyse alaycı bir bakışla, ‘’Ne duymak istiyorsun Baran?’’ dedi.
Dakikalar geçti. Öylece bakışıyorlar, ikisi de konuşmuyordu. Baran sonunda doğruldu. Alçak, bir o kadar da tehdit dolu sesiyle devam etti.
‘’Kardeşimle uydurduğun evlilik yalanının sebebini bilmek istiyorum.’’
‘’Öyle gerekti.’’
Kollarını kavuşturarak ‘’Öyle gerekti demek.’’ diye yineledi Baran. Beklenmedik bir anda başını geriye atıp kahkaha attı. Bakışlarını tekrar Ali’ye çevirdiğinde kahkahası kupkuru, buz gibiydi.
‘’Seni bundan sonra Leyla’nın yakınında görürsem… Hiç acımam Ali, bir an olsun düşünmem, kasanda sakladığın silahını alır, seni kalbinden vurur, bir güzel intihar süsü veririm...’’
Ali’nin gözleri kocaman açıldı. Hızla aklını yokladı. Ruhsatlı silahı, evindeki kasasındaydı. Baran, Kerem’in ölümüyle ilgili kayıtları ararken silahı görmüş olmalıydı. Ali, ofisteki kasada saklamaya cesaret edememişti. Belki de Neva’nın görmesini istememişti. Hala intihar edişi gece uykularına giriyor, aynı kâbusu defalarca görüyordu. Neva’nın güvenliği için silahı evinde saklamak en iyisiydi. Görüntü kayıtlarını da ofiste.
Baran, yüzünü tiksintiyle buruşturdu. ‘’Ve sen kendi silahınla intihar eden bir korkak gibi bu dünyadan defolup gidersin.’’ İkisinin de gözleri birbirlerine kenetlenirken Baran, işaret parmağını Ali’nin kalbinin üstüne getirip vurdu. ‘’Çünkü sen Ali ATASOY’’ dedi ve birkaç saniye duraksadı. ‘’Asla cezaevine girmeye değmeyecek birisin.’’
Baran son cümlesini tereddütle söylerken yüzündeki tüm saldırganlık uçup gitmiş, yerini hayal kırıklığı almıştı. Ali, bu bakışların altında ezildiğini hissetti. Duyduğu yakıcı sözler sanki onu boğuyor, nefesini kesiyordu. Gözleri dolsa da acıya rağmen dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Başını usulca aşağı yukarı salladı, üzgün görünmemeye çalıştı. Baran, onun için suç bile işlemeyeceğini söylüyordu. Fedakârlığı gibi öfkesi de değer verdiklerineydi.
Baran dönüp gitmeye hazırlanırken Ali arkasından seslendi. Titreyen sesiyle ‘’Leyla’ya neden yaptıklarımı anlatmadın?’’ diye sordu.
‘’Senin iyilik olsun diye değil. Neva için anlatmadım. Leyla, Kerem’in ölümüne Neva’nın sebep olduğunu bilmiyor. Onun yerine hepse girdiğimi de.’’ Sesi, gerçeğin sertliğinde yıpranır gibiydi. Yüzünü dönmeden, omzunun üzerinden konuştu. ‘’Bilmeyecek de Ali.’’
Koşar adımlarla odayı terk etti. Ardından sertçe kapattığı kapının sesi koridorda yankılandı.
Ali’nin yüreği sızlarken, Baran’ın arkasından öylece bakakaldı. Ağladığını, yanağındaki serinlikle yeni yeni hissediyordu. Donuk bakışlarla boşalan hastane odasını dakikalarca izledi.
Ve bir kez daha dokunduğu her şeyi paramparça edişiyle yüzleşti.
***
Hastaneden eve gelene kadar arabada ne ben ne de Leyla sesimizi çıkaramamıştık. En sonunda vardığımızda Baran, sert bir sesle ‘’Leyla, sen eve geç geliyorum.’’ demişti. Leyla, adeta idam mahkûmu gibi çaresizce kaleminin kırılışını kabul etti ve arabadan inip eve doğru homurdanarak ilerledi. Belli ki Leyla’nın gecesi fazlasıyla zorlu geçecekti.
Evlerimiz karşılıklıydı. Bir süredir Leyla, Baran’da kalmaya başlamıştı. Bu duruma içten içe seviniyordum. Leyla, en azından yardım isterse çalacağı bir kapısı vardı.
Arabanın içinde Baran’la ikimiz yalnız kalmıştık. İnmek için kapıyı açtığımda Baran’ın kolumdan tutmasıyla duraksadım.
‘’Neva, biliyorum çok şey istiyorum ama yarın şirkete birlikte gidebilir miyiz? Tek başına kalmanı istemiyorum.’’ dedi. Bitkinliği yüzünden okunuyordu. Bir yandan elimi tutmuş, kedi yavrusu gibi bakışlar atarak gitmemi daha da zorlaştırıyordu.
‘’Tamam, gideriz.’’ diyerek gülümsedim.
Baran başını yana eğdi, boş bakışlar atarak bir süre sessizce durdu. Sonra bana biraz daha yaklaştı. Artık tam dibimde duruyor, nefesinin sıcaklığını yüzümde hissediyordum. Teklifini hemen kabul edişimi çözemediğinden sorma gereği duydu.
‘’İtiraz etmeyecek misin? Ne bileyim senin korumana ihtiyacım yok, ben çocuk muyum falan da mı demeyeceksin?’’
Hafifçe omuz silkerek ‘’Demeyeceğim.’’ dedim. Günlerdir Baran’ın Leyla’nın kayboluşuyla nasıl üzüldüğüne şahit olmuştum. Kalbim parçalanmış, beklemekten başka elimden hiç bir şey gelmemişti. Çaresizlik fazlasıyla can yakıcıydı. Şimdiyse Serkan yüzünden yaşadığı tedirginliği görebiliyordum. Güvende olmamı istiyordu.
Baran’ın bakışları gözlerimden dudaklarına doğru kaydı. ‘’Neva…’’ dedi soluk soluğa. Birkaç saniye sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. Açtığındaysa maviliklerinde yoğun bir tutku vardı. Ateş gibi yakıcı bakışlarını yüzüme dikti. ‘’Böyle her şeye evet dersen seni öpmem gerekir.’’
Ona daha çok sokuldum. Artık nefesi boynumu okşuyordu. Yüreğim alev alev yanarken, cesaretimi harlıyordu. Gülüşüm minik bir kıkırtıya dönüştü.
‘’Öp o zaman.’’
Baran sanki bu komutu bekliyormuş gibi dudaklarıma hızla kapandı. Güçlü eliyle ensemi kavramış, beni kendine hapsetmişti. Arzuyla, bir yandan da beklentiyle öpüyordu dudaklarımı. Gittikçe daha ısrarlı, daha soluksuz bir hale geldi öpüşü.
Yanıp tutuşmama sebep olduğu her dokunuşta, kollarında tekrardan can bulduğumu hissediyordum.
Kulaklarım uğulduyordu. Kalbim doludizgin atıyor, bütün algılarımı yitiriyordum sanki. Heyecanım ellerimi titretti. Yetmedi beni öptükçe ürperen bedenimi yok saymam gerekti. Uçuruma yuvarlanır gibi sürüklendiğimi hissettim Baran’a. İsteyerek bir teslim oluştu bu. Yalnız onunlayken içimi saran müthiş duyguların tadını çıkarmak istiyordum. Deli gibi sadece onunla olmak, sadece ona tutsak olmak istiyordum.
Birbirimizden ayrıldığımızda ikimizin de soluğu kesilmiş vaziyetteydi. Alnı alnıma dayalı, gözlerimizse kapalıydı. Baran’ın elleri yüzümü kavramış, parmak uçlarıyla narince yanaklarıma dökülen saçlarımı seviyordu.
Yaşadığımız bir öpücükten daha fazlası, iki bedenin tek ruha dönüşmesi gibiydi.
Yakıcı sözlerini kulağıma fısıldadı. ‘’Kesinlikle yeni bir tatile gitmemiz gerek. Bunu saymıyorum.’’ dedi erkeksi sesiyle. ‘’Baş başa bir tatil.’’ diye altını çizerken, zevkle hasretini dile getiriyordu.
Biraz önce yaşadığım mükemmel anı düşündüm. Anın büyüsünden çıkmaya niyetim yoktu. Kapattığım gözlerimi zorla araladım. Baran’ın arabanın içinde yarı karanlıkta dahi parlayan maviliklerini gördüm. Mutlulukla gülümseyen yüzü dengemi tekrar alt üst etmeye yetti. Yanaklarıma hücum eden ateşle, kıpkırmızı olduğuma emindim. Ne yapacağımı bilemeyerek utançla bakışlarımı kaçırdım ve arabanın kapısına doğru beceriksizce yeltendim. İlk denemede elim ayağıma dolandığından kapıyı açamamış, ikinci denemede başarılı olmuştum.
‘’Ben şey… Ben gideyim… Yani gitmem gerekir değil mi?... Yarın görüşürüz…’’ diye kekeledim.
Baran’ın kahkaha seslerini kapanan kapıdan bile duyuyordum.
Hızla arabanın yanından geçip yürüdüm. Elimi aceleyle çantama attım. Lanet olası anahtar neredeydi!? Kapıda put gibi dikilirken, çantamı çaresizce karıştırıyordum. Bir yandan Baran’a bakmaktan kaçındım. Ona bakmasam da gözlerini üzerimden ayırmadığını hissediyordum.
Baran aşağı inip, kalçasını arabanın kapısına yasladı. Eve girmemi bekliyordu. Bana bakarken gözerinin içi gülüyor, kendince eğleniyordu. Bıraktığı etkiden fazlasıyla hoşnut bir şekilde kollarını göğsünde birleştirdi, kapı önündeki beceriksiz hareketlerimi film izler gibi seyretti.
‘’Yardım etmemi ister misin?’’
Utançla dudaklarımı ısırdım. Nasıl oluyor da bir anahtarı dahi bulmayı başaramıyordum?
‘’Ha buldum işte!’’ diye anahtarı sıkıca kavrayıp yukarı doğru kaldırdım.
‘’Aferin sana.’’ dedi Baran tebessüm ederek. ‘’Bari eve almıyorsun, rüyanda beni gör!’’ diye bağırdı.
Kapıyı kapatırken ‘’Sersem.’’ diye mırıldandım. Aptala dönmüş bir halde, girişte dikilmiş sırıtıyordum.
Ev, birkaç gündür kapalı olduğundan oldukça havasızdı. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklemeden mutfaktaki balkona doğru ilerledim. Hala yüzümü sıcak basıyor, heyecandan kalbim kulaklarımda atıyordu. Kesinlikle temiz havaya ihtiyacım vardı.
Tam perdeye uzandığımda salonun ışıkları yandı. Rahatsızca çevreme bakındım.
‘’Baran sen misin?’’
Ses gelmiyordu. Koridora doğru tekrar seslendim. ‘’Baran?’’
Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Salonun tam ortasına geldiğimdeyse donup kaldım. Ayaklarım ağırlaştı sanki. Göz bebeklerim panikle büyüdü.
Zor bela tuttuğum nefesi, korkuyla verirken dudaklarımdan küçük bir fısıltı döküldü.
‘’Serkan?’’
Karşımdaki duvara yaslanmış, tekinsiz gülüşüyle bedenimi baştan aşağı süzmüştü. Ardından bana doğru yavaşça birkaç adım attı. İçgüdüsel olarak geri çekildim. Yine de gözlerimi cesaretle kaldırıp meydan okurcasına baktım. Korktuğumu belli etmemeye çalışıyor, kaçmak için kapıya olan mesafemi hesaplıyordum. Kaç saniyem vardı? Bağırsam sesimi duyurabilir miydim?
‘’Evimde ne işin var!’’
Bakışlarını üzerime dikti. Alayla tek kaşını havaya kaldırdı.
‘’Gelen misafiri böyle mi karşılıyorsun? Aşk olsun.’’
‘’Zorla girdiğin evde-‘’
‘’Ah Neva! Yeni geldim sayılır. Sadece yaşanan romantik anınızı bölmek istemedim. Anlarsın ya! Arabada fazla meşgul görünüyordunuz. Bende seninle konuşmak için en uygun yerin ev olduğunu düşündüm. Yoksa direk yanınıza mı gelseydim?’’ diyerek araya girdi.
Bu soruya cevap vermiyorum. Dişlerimi sıkarak, ‘’Neden buradasın? Benden ne istiyorsun!?’’ diye yükseldim.
Serkan yerinde kıpırdandı. Artık aramızda sadece bir adım mesafe bırakmış, tam dibimde duruyordu. Yakından yüzündeki izin derinliğini daha net görüyordum. Güçlü bedeni, baştan aşağı giydiği siyah takım elbisesiyle fazlasıyla ürkütücü görünüyordu.
‘’Duydum ki tatil maceranız olaylı geçmiş. Leyla ve Ali’nin kaybolmasına üzüldüm diyemeyeceğim. Belki de gençleri yalnız bırakmalıydınız. Anlarsın ya ateşle barut gibiler.’’ dedi gülerek. Ellerini cebine yerleştirdi ve rahat tavrıyla, ‘’Ayrıca benden kaçmak için böyle zahmetlere girmenize hiç gerek yoktu.’’ diyerek omuz silkti. Yüzü ifadesizdi. Serkan’ın ne düşündüğünü okuyamıyordum. Yeşil gözlerinin parlaması haricinde duygu belirtisi yoktu çehresinde.
‘’Ne istiyorsun Serkan!?’’ diye öfkeyle bağırdım. Amacım sesimi duyurmaktı.
Serkan, bir anda eliyle ağzımı sıkıca kapadı. Beni itmiş, duvarla kendi arasında bedenimi sıkıştırmıştı. Sertçe savrulmamla duyduğum acı, yüzümü buruşturmama sebep oldu. Oysa dudaklarımdan kopan iniltiyi bile susturmuştu. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerini gözlerime dikti. Tehlikeli bakışları altında korkuyla titriyor, gözlerimden akan yaşları durduramıyordum.
Sesi vahşi bir hayvandan farksızdı. Hoyrat ve korkusuzdu. Her bakışı ruhumu delip geçiyor, tüm hücrelerime kadar ürperiyordum.
‘’Seninle iyi geçinebiliriz Neva. Eğer sözümü dinlersen makul bir anlaşma bile yapabiliriz.’’ dedi tehdit dolu sesiyle. ‘’Kimsenin zarar görmesini istemeyiz değil mi?’’
O an kaçamayacağımı anladım. Teslim olmaktan başka çarem yoktu. Başımı korkuyla aşağı yukarı salladım. Ağzımı tutan eli mengene gibi güçlüydü. Bedenlerimiz arasında mesafe bırakmadığından hareket edemiyordum. Nefesi yüzüme vurdukça, başımı eğmeye çalışıyor ama her defasında çabam sonuçsuz kalıyordu. Serkan, gözlerimi gözlerine değdirmek için tekrar çenemi sertçe tuttu.
Gördüğüm yeşillikler, dipsiz bir kuyu gibiydi. Beni de içine çekmek için yanıp tutuşan bir kuyu.
‘’O zaman önce filmimizi izleyelim.’’ dedi sakin, bir o kadar da otoriter sesiyle. ‘’Beğeneceğine eminim. Ama anlaşma aşamasına geçmeden itiraf etmeliyim ki...’’ Serkan, hayranlıkla bakışlarını yüzümde gezdirdi ve dudaklarına yayılan tekinsiz gülüşüyle kulağıma doğru fısıldadı.
‘’Başrol olarak iyi iş çıkarmışsın Neva.’’
Bölüm Sonu
Evet arkadaşlar nasıl buldunuz bölümü? Umarım beğenmişsinizdir.
Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın. Yıldızımız parlasın ama değil mi?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere yazarınız kaçar :)
Seviliyorsunuz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.2k Okunma |
572 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |