
Merhaba arkadaşlar,
Yeni bölümde yorum ve beğenilerinizi bekliyorum.
Keyifli okumalar
Bölüm Şarkısı: Kahraman Deniz-Garezi Var-
Bazı gerçekler vardı hayatta. Kaçamadığınız, kaçsanız da kurtulamayacağınız gerçekler. Yüreğinize taş gibi oturan, nefesinizi kesen. Kaldırmakta zorlandığınız gerçekler.
Benim gerçeğim neydi peki? Daha neler öğrenecektim? Sebep olduklarımın bir sınırı yok muydu artık!?
Kendimden çoktan vazgeçmişken, sevdiğim adamın hayatını mahvedişimi izlemek dayanılmaz bir acıydı.
Belki de benim cezam buydu. Etrafımı yok edişimi izlemek kaçınılmaz sonumdu.
Yine, yeni ve yeniden.
Sanki film tekrardan başa sarmıştı. Ve ben o cezaevinin avlusundaydım. Hiç kalkamamıştım düştüğüm yerden.
Boğazıma oturan yumruya inat korktuğum soruyu yeniledim. Aksinin olması deliler gibi istesem de yüzleşmem gerekiyordu.
‘’Sana diyorum Serkan! Oktay’ı Baran mı öldürmüş?!’’ diye öfkeyle bağırdım.
Serkan ifadesiz bakışlarını yüzüme dikti. Başını hafifçe iki yana salladı.
‘’Üzgünüm Neva… Gerçekler bazen acıtır.’’
Önümdeki sandalyeye çuval gibi yığılarak oturdum. İnanmak istemedim. Titreyen ellerimle Oktay’ın ölüm haberini veren gazete parçasına bakıyordum. Anlamadığım yazılara hızla göz gezdirdim. Bir an Almancadan nefret eder olmuştum.
Neden gitmişti Baran? Beni terk edişine öylesine odaklanmıştım ki başka bir ihtimal bile düşünememiştim.
Ayrılmamıza rağmen bana uyuşturucuyu verenin peşine mi düşmüştü yani? İntikam mı almak istemişti?
Kalbim sıkışıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Titrek bir sesle umutsuzca konuşmaya başladım.
‘’Nereden biliyorsun belki de başkası yaptı?’’ diye savunmaya geçtim. ‘’Oktay torbacı olduğuna göre gayet çevresinden biri tarafından öldürülmüş olabilir. Ayrıca uyuşturucu kullandığı bir anda yüksek dozdan ölmediği ne malum? Hem sana neden inanayım ki Serkan!? Baran’a düşmanlık besliyorsun. İntikam almak için iftira atıyor olabilirsin. Planın buysa eğer-‘’
Sözümü keserek karşımdaki sandalyeye rahatça oturdu. ‘’Yapma ama Neva! Sende biliyorsun bunu Baran’ın yaptığını!’’ dedi alaycı bir gülüşle.
‘’Hayır!’’ diye çıkıştım. ‘’Baran yapmaz. Birine bile isteye zarar vermez o!’’
Serkan’ın gülüşü soldu. Yüzünden belli belirsiz bir gölge geçti. Bakışları keskinleşti.
‘’Biliyor musun Neva, sen gerçek Baran’ı tanımıyorsun. Neler yapabileceğini bilmiyorsun.’’
Başımı dikleştirdim. Gözlerine korkusuzca baktım. İçimde kopan fırtınalara inat gülümseyerek tek kaşımı havaya kaldırdım.
‘’Sen mi tanıyorsun Baran’ı?’’ dedim. ‘’Sana inanacağımı sanman büyük aptallık!’’
Gözlerini üzerimden ayırmadan kollarını göğsünde birleştirdi ve arkasına yaslandı. Duygusuz bir sesle geçmişteki anılarını anlatmaya koyuldu.
‘’Baran ilk gördüğüm gün anlamıştım. Cezaevine ait değildi. Hani anlarsın ya fazla düzgündü. Kusursuzdu. Ama bir o kadar da insanların dikkatini çekiyordu.’’ dedi yarım gülüşle. ‘’Biliyor musun bir anda kanım kaynamıştı ona. Arkadaş bile olmuştuk.’’
Birkaç saniye sessiz kaldı. Sonrasında omuz silkerek bakışlarını tavana dikti.
‘’Ben onun hayatını kurtardım Neva!’’ dedi. Sert bakışlarını üzerime çevirdi. ‘’Arkasını kolladım. Baran ne yaptı peki?! Bu iyiliğimden sonra bana düşman oldu!’’
Serkan’ın Baran’ı kurtardığını biliyordum. Baran, içerde yaşananları bana anlattığında otel odasındaydık. Ali ve Leyla’nın kaybolmasından önceydi. Her konuştuğunda yüzündeki acıyı görmüştüm. Onun için hiç kolay değildi. İlk defa açmıştı içini bana. Öfkeyle bahsetmişti o geceden. Haykırışları hala kulaklarımdaydı. Cezaevinde onun için tutulmuş bir katilden söz etmişti. Üvey annesinin azmettiren olduğunu bile bilmiyordu oysa. Söyleyememiştim gerçekleri. Leyla’yla olan sırrımız gelmiş kurulmuştu aramıza. Öylece susmuştum. Çaresizce dinlemiştim olan biteni. Baran, uyurken boynuna dayanan ipten… nefes alamayışından…. Serkan’ın son anda adama engel oluşundan bahsetmişti. İlk başta Serkan’ın yetişmiş olmasına sevinsem de adamın boğazını keserek öldürdüğünü söylediği an dehşete kapılmamak elde değildi.
‘’Serkan adamı yanı başımda öldürdüğünde üzerime bulaşan kan kokusunu unutamıyorum... Kokusu hala burnumdan gitmiyor…’’ demişti Baran. Bu caniliği kaldıramamıştı. Serkan, suçunu üstlenen bir adam kolayca bulmuş ve bu işten de sıyrılmıştı. Baran’a da sadece susmak kalmıştı.
Hatırlandıklarımla tiksintiyle yüzümü buruşturdum.
‘’Ne bekliyordun ki! Adamı öldürdün diye Baran seni tebrik mi etseydi?!’’
Serkan oturduğu yerden usulca doğruldu. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerimin içine baktı. Gördüğüm karanlık içimi ürpertmiş, bakışlarımı hızla kaçırmıştım.
‘’Tebrik mi?’’ diyerek sesli bir şekilde güldü. ‘’Teşekkür edebilirdi. İtaat edebilirdi. Ama o ne yaptı?’’
Sessiz kaldığımı görünce eliyle çenemi kavradı ve beni kendine bakmaya zorladı. Birkaç saniye yüzündeki derin ize gözüm takıldı. Yakından daha da kötü göründüğünden istemsizce yutkundum.
‘’Bana ne yaptığını görüyor musun Neva? O masum diye savunduğun adamın yüzüme ne yaptığını görüyor musun!?’’ diye kükredi.
İrkilerek yerimde sıçradım. Çenemi sıkıca tutan elinden kurtulamayınca acıyla gözlerim kapandı.
Ardından kollarımı iki yandan tuttu ve sertçe sarsarak ‘’Aşk mı kurtaracak seni Neva?’’ dedi. ‘’Aç gözlerini! Gerçekleri gör! Çık şu hayal dünyandan!’’
Bütün gücümle Serkan’ı itekledim. Bedeni birkaç adım geri savrulurken öfkeyle parladım.
‘’Bırak beni! Sana ne inanırım ne de seninle iş birliği yaparım!’’ dedim. ‘’Asıl sen hayal kurmayı bırak! Baran’a asla zarar veremeyeceksin! Hele de benim üzerimden asla!’’
Serkan söylediklerim karşısında bir anda kaskatı kesildi. Yüzündeki bakış, korkutucu derecede donuktu. Belki de emeline kavuşamadığı içindi. Kim bilir hastalıklı zihninden şu anda neler geçiyordu? Konuşmadan ceketini üzerinde düzelttir gibi yaptı. Hareketleri sinir bozucu derecede yavaştı. Sanki karşımda az önce kendini kaybetmemiş, öfkeden deliye dönmemiş gibi durgundu.
‘’Önce sana uyuşturucu veren Oktay’ı kimin tutuğunu öğren. Yani ölmeni isteyen kişiyi.’’ dedi direktif vererek. ‘’Belki de bunca yıl görüntüleri saklayan Ali’den başlamalısın.’’ Omuz silkerek ellerini ceplerine yerleştirdi. ‘’Sonra Oktay’ın başına gelenleri birinci ağızdan öğren. Baran’a sor. Eminim yaptıklarını sevdiği kadına itiraf edecektir.’’ dedi buz gibi bir sesle.
‘’Ne saçmalıyorsun-‘’ diye çıkışsam da beni duymazdan gelerek konuşmaya devam etti.
‘’Eğer sorduğun soruların cevabını bulamazsan Neva…’’ derin bir nefes verdi ve ceketinin cebinden kartını çıkarıp, masaya koydu. ‘’Beni arayabilirsin. Ya da yalanlarla yaşamaya devam edersin. Böylesine yaşamak denirse tabi…’’
Arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken sorumla yerinde çakılı kaldı.
‘’Neden intikamını almadın Serkan? Baran’ı öldürebilirdin.’’ dedim titrek bir sesle. Son gücümü toplayıp konuşmaya zorladım kendimi. Üzerine gidersem belki gerçek niyetini anlayabilirdim.
‘’Sense gelmiş benden olan biteni öğrenmemi istiyorsun. Söylesene amacın ne senin?’’
Hala sırtı bana dönükken konuşmaya devam ettim.
‘’Baran’ın Almanya’dan dönmesi için benimle tehdit ettiğini de biliyorum. Hiç inkâr etme. Başından beri amacın onu Türkiye’ye çekmekti. Şimdi Baran burada. Yanı başımızdaki evde. Sense ona gitmek yerine benim yanıma geliyorsun.’’
Serkan hala salonun ortasında dikilmiş, arkası bana dönük duruyordu. Sessiz kaldığını görünce doğru yolda olduğumu anladım. Üzerine daha fazla gitmem gerekiyordu.
‘’Kolayca Baran’ı öldürebilirken ama sen buradasın.’’ diyerek bir adım attım. ‘’Benim evimdesin.’’ Her adımımda Serkan’a daha da yaklaştım. Artık tam arkasında duruyordum. ‘’Belki de kolay yol beni öldürmendir.’’ dedim korkusuzca. ‘’Baran’a yaşatabileceğin acıyı bir düşünsene.’’ diyerek Serkan’ın kulağına doğru fısıldayıp geri çekildim. Son kozumu oynamıştım. Bütün dikkatini Baran’dan çekmesini istiyordum. Biri feda edilecekse o Baran olmayacaktı. Buna asla izin vermeyecektim.
Serkan başını hafifçe çevirip omzunun üstünden konuştu. Yüzünün yarısını görebiliyordum.
‘’Ne Baran ne de sen. Ölüm sizin için mükâfat olur. Ben birbirinizi yok edişinizi görmek istiyorum.’’ dedi ve hızla evden çıkıp gitti.
Kapının sertçe kapanma sesi evi doldurdu. Dakikalar geçti. Bense salonun ortasında dikilip kaldım. Taş kesilmiştim sanki. Nefesimi tutuğumun bile farkında değildim. Ayaklarım beni taşıyacak gücü bulamadığında duvar köşesine yavaşça çöktüm. Saatlerdir bedenimi sıkmaktan gerim gerim gerilmiş, fazlasıyla yorgun düşmüştüm. Kollarımı bacaklarıma dolayıp hafifçe sallanmaya başladım. Gözümü kırpmadan boş bakışlarla duvarı izliyordum. Dudaklarım titrerken gözlerimden usulca yaşlar süzülüyordu.
Geçmiş, gizemleriyle birlikte omuzlarıma çökmüştü. Kerem’in ölümüne sebep olduğum videoyu izlemek hayatımda yaptığım en zor şeydi. Birde Oktay denen herif çıkmıştı başıma. Üstelik Oktay’ın kimin adamı olduğunu da bilmiyordum. Azmettireni her kimse beni öldürmeyi gerçekten istemiş olmalıydı. Ve Oktay, bütün cevaplarla birlikte ölüp gitmişti.
Cevapsız sorular çok fazlaydı. Yorgunlukla yüzümü sıvazladım. Ellerimi saçlarıma geçirmiş dalgınlıkla çekiştiriyordum. Bakışlarım pencereden dışarı kaydı. Güneş yavaşça odadan içeri süzülüyor, gün ağarıyordu. Saatlerdir duvar köşesinde oturup kaldığımdan bütün bedenim uyuşmuştu. Artık ağlayamayacak kadar hissizleşmiştim. Bitkinlikle gözlerimi kapadım. Kuşların cıvıltıları kulaklarıma doldu. Her şeye rağmen dışarıda hayat devam ediyordu.
Kabul etmeliyim ki, Serkan haklı olabilirdi. Ölmekten beter eden bazı gerçekler vardı.
Ve haklı olduğu bir konu daha vardı.
Yüzleşmeye ilk Ali’den başlamam gerekiyordu.
***
Ali saatlerdir aynada yüzünü inceliyordu. Ameliyat şişlikleri henüz geçmemişti. Peki ya burun ameliyatından sonra yüzünün böylesine moraracağını neden kimse Ali’ye söylememişti?
‘’Böyle insan içine de çıkamam ki ya!’’ diye homurdanarak yüzünü buruşturdu. Başını bir sağa çevirdi, bir sola. Aynadaki aksine son defa baktı. Artık emin olmuştu. Bu şiş yüzle işe gitmesi mümkün değildi.
Banyodan çıkıp ışığı isteksizce kapadı. Salona doğru ayaklarını sürterek ilerledi. Şimdiden ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamıştı. Hasta olmayı oldu olası sevmezdi. Çalışmak her zaman iyi gelirdi ona. Evde uyumak dışında nadir vakit geçirdiğinden, uyanır uyanmaz sıkıntıdan patlamıştı. Duvarlar üstüne üstüne geldiğini hissedebiliyordu.
‘’Herkes ne yapıyorsa bende onu yaparım’’ diyerek omuz silkti ve koltuğa rahatça uzandı. Masanın üzerinde duran kumandayı eline aldı. Televizyon izlemek makul bir aktivite gibi duruyordu.
Kanalları hızla gezerken gündüz programları karşısına çıktı. Birbirinin kopyasıymış gibi art arda sıralanmışlardı sanki. Avazı çıktığı kadar bağıran bir kadın, istemsizce dikkatini çekmişti. Kanalda durup kaşlarını çattı ve merakla izlemeye başladı. Stüdyodaki kadının iddiası, kocasının başka bir kadınla onu terk edip gitmesiydi. Boy boy kocasının yeni sevgilisi ile olan fotoğrafları ekrana verilmişti. Üstelik adam, kendinden yirmi yaş küçük genç bir sevgili yapmıştı. Karısının gözü yaşlı, aldatılmanın verdiği öfkeyle ekranda feryat ediyordu. Sanırım bu koca, sadece karısını aldatmakla yetinmemiş, evin altınlarını da alıp kaçmıştı.
Kamera, aldatan kocayla telefon bağlantısı yapmaya çalışan kadın sunucuya döndü. Ali’nin merakı daha da büyüdü. Sarışın sunucunun tanıdık bir siması vardı. Bundan önceki kanalda da sunucu sarı saçlıydı. Neden bütün sunucular sarışındı? Ekrana baktıkça aklına Leyla’nın sarı saçları geliyordu. Dudakları usulca yukarı doğru kıvrıldı. Başını hızla iki yana salladı. Yüzündeki gülümsemeyi sildi. Kollarını bağdaştırıp homurdanarak ayaklarını masaya uzattı. Ne diye durduk yere aklına Leyla geliyordu?
‘’Şerefsiz adam! Bari kadının altınlarına dokunmasaydın be!’’ diye sinirle söylendi Ali. Dikkatini televizyona vermeye çalışıyordu. Masanın üstündeki cips poşetini alıp ağzını tıka basa doldurmaya başladı. Leyla’yı düşünmemeliydi. Ne yani, her sarışın birini gördüğünde aklına Leyla gelecek değildi ya!
İştahla cipsini yerken ‘’Hepiniz aynısınız işte!’’ dedi. ‘’Bir eşinize sadık olamıyorsunuz!’’ diye saydırmakla meşguldü. Oldu olası sevmezdi mutsuz evlilikleri. Böyle bir evliliğin en canlı tanığıydı Ali. Babası annesini defalarca aldatmış, asla sadık bir eş olamamıştı. Sonunda boşanmayı başarmışlardı ama Ali’ye göre çok geç kalınmış bir karardı. Olan olmuştu. Sevgisiz, kavga gürültüyle büyüyen bir çocukluk geçirmişti. Hala yaşanılanların hayatına sirayet ettiğini düşünmeden edemiyordu.
Kaç yıldır avukattı ama boşanma davası almazdı. Her defasında ortağı olan Neva’ya verirdi böyle işleri. Yıllardır babasıyla görüşmüyordu. En son genç sevgilisiyle çıkan haberlerde görmüştü babasının yüzünü. Ünlü iş adamı Mehmet Atasoy’un sansasyonel bir hayatı vardı. Hızına yetişebilene aşk olsun! Yine de babasından öğrendiği bir şeyi es geçemezdi.
Tek bir kadına kendini adamayı onun sayesinde öğrenmişti. Sevgisini sadece bir kadına gösterecek, sadece onu sevecekti. Bugüne kadar lanet gibi taşımıştı bunu. Babam gibi olmayacağım, ona benzemeyeceğim derken babasından daha kötü birine dönüştüğünü yeni yeni anlıyordu. Yani evdeki hesap çarşıya uymamıştı! Ali, Mehmet Atasoy’dan da zalim birine dönmüştü.
Aşk uğruna yaptıklarının affedilir yanı olmadığını biliyordu. Önce kendini Neva’ya aşık olduğuna ikna etmişti. Bir hedef seçmesi gerektiğine inanmıştı. Neva en ideal adaydı gözünde. Çocukluğundan beri yanındaydı. İyi anlaşıyorlardı. Onu değil de kimi sevebilirdi ki? Aklınca aşık olacağı kişiyi seçebileceğini düşünmüştü. Neva elinden alındığında çocuk gibi hırçınlaşmış, can yakmaktan da çekinmemişti.
Artık anlayabiliyordu. Hastanede tek başına kaldığında düşünecek zamanı olmuştu. İnsan aşık olacağı kişiyi seçemezdi. Neva’ya hiçbir zaman aşık değildi. Onunki saplantıdan öteye geçmemiş, takıntıya dönüşmüş, hastalıklı bir duyguydu.
Aşk ansızın gelişen bir şeydi. Plansızdı. Beklentisizdi. Talepte bulunmadan, hiçbir şey ummadan birini sevebilmekti.
Düşüncelerini bölen kapı ziliyle yerinden sıçradı. Kimseyi beklemiyordu. Bitkin bir şekilde elindeki cips poşetini masaya bıraktı. Televizyonu kapatıp etrafa hızla göz attığı an, salonunun savaş alanından bir farkı olmadığına kanaat getirdi. Israrla çalan kapı ziline bakılırsa ortalığı toparlayacak vakti de yoktu.
‘’Çalar çalar gider!’’ diyerek mırıldandı ve koltuğuna tekrardan kuruldu. Ama kapıya inen seri yumruklar, fikrini değiştirmişti.
Oflayarak yerinden kalktı ve kapıya doğru yöneldi. Kimdi bu alacaklı gibi kapısına dayanan münasebetsiz!?
Kapıyı hızla açmasıyla öne doğru sendeleyen Leyla’yı görmesi bir oldu.
‘’Leyla! Senin ne işin var burada?’’ dedi Ali boğuk bir sesle. Hala burnundaki tamponlar yüzünden rahat nefes alamıyor, sesi bir değişik çıkıyordu.
‘’Ben… Seni merak ettim… Haber vermeden hastaneden çıkmışsın. Böyle kapıyı da açmayınca bir şey oldu sandım…’’ dedi Leyla utana sıkıla.
Ali kapı eşiğinde elinde poşetlerle dikilen Leyla’yı baştan aşağı süzdü. Saçı, makyajı, kıyafeti özenle seçilmiş gibiydi. İtiraf edecek olursa Leyla’ya ne giyse yakışıyordu ama bugün giydiği haki renk elbisesi ve düzleştirdiği sarı saçlarıyla ayrı bir güzel olduğunu düşünmeden edemedi. Ayağındaki bandajı çıkarmış, çoktan topuklu ayakkabılarına geçiş bile yapmıştı.
‘’Sen evimin adresini nereden biliyorsun?’’ dedi Ali. Kapıya kolunu yaslamış, karşısındaki kadının yüzünü dikkatle incelemeye başlamıştı. Bu kız böylesine güzelken kendisinin gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Ameliyat yüzünden ödem toplayıp, yer yer morarmış yüzüyle pek de iyi görünmediğine emindi. Üzerinde depresyon hırkasıyla yakalanması da hiç hoş olmamıştı.
‘’Şirketi aradım adresini söylediler. Malum patronun kardeşi olunca akan sular duruyor.’’ dedi Leyla gururla gülümseyerek. ‘’Beni içeri almayacak mısın Ali?’’
Ali yana çekildi ve ‘’Pardon ya tabi girsene!’’ diyerek Leyla’ya geçmesi için yol verdi. ‘’Karşımda seni görünce bir anda şaşırdım. Gelmeni beklemiyordum!’’ dedi heyecanla.
‘’Müsait değilsen ben gideyim başka zaman-‘’
‘’Yok yok geç sen içeri.’’ diyerek sözünü böldü. Bir yandan da ensesini kaşıyor, içinden kendine küfürler saydırıyordu. Akıllıca cümle kurma yetisini kaybetmiş olabilir miydi? Daha fazla saçmalamadan kızı içeri davet etti.
Leyla eve girerken Ali de arkasından geliyordu. Birlikte salona geçmişlerdi. Leyla savaş alanına dönmüş odayı incelerken Ali, eline ne geçirdiyse toplamaya başlamıştı.
‘’Dağınıklık için kusura bakma.’’ yerde duran gömleğini hızla almış, diğer eliyle de masanın üzerindeki abur cuburları toplamaya başlamıştı. ‘’Aslında çok düzenli biriyimdir. Bu aralar kafam yerinde değil sadece.’’
Leyla belli belirsiz kafa sallamakla yetindi. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. ‘’Hiç sorun değil. Sen nasıl rahat edeceksen öyle kalsın.’’
Ali rahatsızca gülümsedi. Leyla’nın en pasaklı olduğu halini görmesini istemezdi. Bu beklenmedik ziyarete fazlasıyla şaşırmıştı. Bakışları, kızın elindeki poşetlere kayınca ‘’Onlar ne?’’ diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı.
Leyla’nın yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı ve ‘’Sana aldım.’’ dedi. Bakışları masadaki abur cuburlara kayınca kaşları çatıldı. ‘’Hastasın. Yemek yapamazsın diye düşündüm. Belli ki fazla sağlıksız şeyler yemişsin.’’
Ali gözlerini Leyla’dan ayırmadan elindeki poşetlere uzandı. ‘’Zahmet etmişsin teşekkür ederim.’’ diyerek taşıdıklarını aldı. Kısa bir an elleri birbirine değmiş, sanki elektrik çarpmış gibi hızla geri çekmişlerdi.
‘’Ben bunları içeri götüreyim.’’ Ali mutfağa doğru yürüdü. Leyla’da sessizce peşinden geldi.
Poşetleri tezgâha koymasını beklemeden Leyla konuşmaya başladı.
‘’Nasılsın peki? Ağrın var mı?’’ diye merakla sordu. Mavi gözlerini kısmış, Ali’nin yüzündeki bandajı dikkatle inceliyordu. ‘’Biraz fazla şişmiş görünüyor. Doktora kontrole gittin mi bugün?’’
Ali sıkıntıyla nefes verdi. Gerçekten kötü göründüğünün bir kez daha farkına vardı. ‘’Sabah arayıp doktorla konuştum. Ödem olabilir dedi. Hastadan hastaya değişiyormuş semptomlar. Benim cildim ince yapılı-’’ Ali konuşmasını yarıda kesti, bir anda dibine giren Leyla’ya bakakaldı. Bu kadar yakınında olmasını beklemiyordu. Leyla, yüzünü acıyla buruşturmuş, başını hafifçe yana eğip Ali’nin burnunu daha yakından incelemeye başlamıştı. Ali’nin bakışlarıysa kızın yüzünün her santiminde yavaşça geziniyordu.
Bu yakın mesafe Ali’nin kalp atışlarını hızlandırmıştı. Nefesini tuttuğunun bile farkında değildi. Neden böyle bir anda yanı başında belirmişti ki!?
Leyla bir adım geri attığında Ali ancak derin bir nefes verebildi.
‘’Bir hafta sonra şişliklerinin çoğu gidecektir. Yani umarım.’’ diye mırıldandı genç kız. Ali’nin bakışlarını yakalamış, gözünü kırpmadan onu izlediğinin yeni farkına varmıştı.
‘’Hadi soğutmadan yemeğini yesene!’’ dedi Leyla. Heyecanla saçlarını geri savurdu. ‘’Hem ben bunu bizim şeften gidip aldım. Kendisinin yemekleri enfestir.’’
Ali tek kaşını havaya kaldırarak bakışlarını poşetteki kutuya çevirdi. Bütün dikkatini önündeki yemeğe vermeye çalıştı. Böylesi daha iyiydi. Gördüğü mavilikler şu anda ona hiç yardımcı olmuyordu. Bir yandan da ‘’Sizin şef ?’’ diye merakla sordu.
‘’Benim işlettiğim bir restoran var. Adı Gökdeniz.’’ dedi heyecanla. ‘’Aslında eskiden abim ilgilenirdi orayla. Sonra cezaevine girince bana kaldı. Tahliye olduktan sonra da devam etmek istemedi. Hoş Türkiye’de bile kalmadı ya, hemen Almanya’ya gitti.’’ diye buruk bir gülüşle anlatmaya koyuldu Leyla. ‘’Baran’ın ölen annesi Elif. Onunmuş bu restoran. Hatta babamla ilk karşılaştıkları mekanmış. Abim için değerli bir yer anlayacağın. Annesinden geriye kalan tek hatıra.’’
Ali dikkatle Leyla’yı dinliyordu. Yüzündeki her değişen mimiği kaçırmak istemezcesine bakıyordu.
‘’Başta zorlandım tabi okulla bir arada götürmek zordu. Ama abimin emanetine sahip çıkmak istedim.’’ diyerek hafifçe omuz silkti. ‘’Şimdi kendime güvenilir bir ortak buldum. Arda. Elim kolum gibi oldu. İş yükümü hafifletti. Bütün vaktimi restoran almıyor artık. Bundan sonra bende kendi mesleğimi yapmak istiyorum.’’
‘’Senin mesleğin ne Leyla?’’ diye merakla sordu Ali. İlk tanıştıkları andan itibaren sürekli başlarına bir şey geldiği için onu çok az tanıdığını yeni yeni fark ediyordu. Hakkında bildiği tek şey Baran’ın kardeşi olduğuydu.
Leyla gururla sırtını dikleştirdi. Başını hafifçe yukarı kaldırıp ‘’İnşaat Mühendisiyim.’’ dedi.
Ali dişlerini dudaklarına geçirdi. Gülmemek için kendini zor tutuyordu.
‘’Demek inşaat mühendisisin.’’
Leyla, Ali’nin gülmemek için kendini tutuğunu görünce sinirle kaşlarını çattı.
‘’Hayırdır yakıştıramadın galiba?’’ diye çıkıştı.
Ali daha fazla gülüşünü saklayamadan ‘’Bir an seni topuklu ayakkabılarınla şantiyede hayal ettim.’’ dedi. ‘’Ustaların içinde falan gezindiğini…’’ Kahkahasını mutfağı doldururken tahminlerde bulunmaya devam etti. ‘’Kesin başına taktığın baret, saçının fönünü bozuyor diye söylenip duruyorsundur. Mini eteğinle arazide dolaşmak da zordur şimdi.’’
Leyla sinirle yemek poşetini çekiştirmeye başladı. ‘’Ver şunu! Yok sana yemek falan!’’
‘’Ya dur!’’ diyerek Leyla’nın kolundan tuttu Ali. ‘’Gerçekten alıp gidecek misin?’’
Leyla öfkeyle parlayan maviliklerini Ali’nin gözlerine dikti. ‘’Bakıyorum benim gitmemden çok yemeği alıp götüreceğim için endişelisin?’’
Ali, ‘’Saçmalama Leyla! Tamam özür dilerim. Amacım dalga geçmek değildi.’’ diyerek Leyla’yı sakinleştirmeye çalıştı. Hala kolunu bırakmamıştı. ‘’Eminim ki çok başarılı bir mühendis olacaksın.’’ dedi gönlünü almak istercesine samimiyetle gülümsedi. ‘’Hem birlikte yemek istemez misin? Belki bana bundan sonraki kariyer planlarını anlatırsın.’’
Leyla saçını geriye savurup tabureye tekrar geri oturdu. Yüzündeki bütün öfke gitmiş, yerini sakin bir ifadeye bırakmıştı. Neyse ki Ali sinirlendirdiği gibi Leyla’nın gönlünü almayı da başarıyordu.
Ali hızla kutuyu açtı ve karşısında gördüğü pizzanın kokusunu zevkle burnuna çekti. El yapımı pizzaları servis ederken gülüşü dudaklarında yayıldı.
‘’Biliyor musun İtalyan Mutfağına bayılırım.’’
‘’Sakın en sevdiğim yemek de pizza deme.’’ diye gözlerini kocaman açtı Leyla.
Ali başını aşağı yukarı sallayıp eline aldığı dilimi iştahla yerken Leyla’nın yüzü aydınlandı. Bilmeden Ali’nin en sevdiği yemeği seçmiş olmanın haklı gururunu yaşıyordu.
‘’Hadi soğutmadan ye yoksa hepsini ben yerim.’’ dedi Ali ciddi bir sesle. Leyla hızla pizzaya doğru atıldığında Ali de ona bakıyordu. Telaşla kızın yemek yiyişini izlerken gülümsemeden edemedi.
‘’Ali?’’
‘’Efendim Leyla?’’
‘’Sana bir şey sormak istiyorum.’’
Ali yeni bir dilime uzanırken başını olumlu anlamda sallamakla yetindi.
Leyla tedirginlikle ensesini ovuşturdu. Cesaretini toplayıp derin bir nefes aldı.
‘’Ne yaşadınız? Abim… Sana neden bu kadar sinirli?... ’’
Ali pizzasından tam ısırık alacakken donup kaldı. Elindekini yavaşça kutuya geri bıraktı. Zar zor yutkundu. Ölümcül sessizlikte dakikalar geçti. Sonunda sandalyesinde doğruldu ve alçak bir sesle devam etti.
‘’Leyla, sana yaptıklarımı anlatmak isterdim.’’ dedi soğuk bir sesle. Yüzünü acıyla buruşturdu. ‘’Ama öyle şeyler yaptım ki anlatınca bile insanların hayatını mahvedebiliyorum.’’ gözleri dolmuş bir şekilde Leyla’ya baktı. ‘’O yüzden sorma.’’ diyerek masadan kalktı. ‘’Bana hiçbir şey sorma.’’
Leyla, Ali’nin söylediklerini anlayamıyordu. Sinirle kollarını göğsünde birleştirdi. Sorgu dolu sesiyle ‘’Ne yani herkesin bildiği şeyi benden mi saklayacaksın?’’
‘’Baran senin öğrenmeni istemiyor.’’ dedi ifadesizce. Buz gibi bakışlarını Leyla’nın gözlerine dikti.
Leyla hızla yerinde doğruldu. ‘’Yapma ama Ali! Abimin sözünü dinlemek şimdi mi aklına geldi?’’
‘’Bence senin eve gitme vaktin geldi küçük hanım.’’ diyerek kestirip attı Ali. Leyla’nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Göz göre göre onu evinden mi kovuyordu?
‘’Gitmemi mi istiyorsun?!’’ dedi Leyla soluk soluğa. ‘’Gerçekten şu an gitmemi mi istiyorsun Ali!?’’ Sinirden gözleri dolmuş, hayal kırıklığıyla Ali’ye bakıyordu. Onun sessiz kaldığını görünce gururunun daha da incindiğini hissetti.
Oysa buraya gelmeden önce ne kadar heyecanlıydı. Sırf Ali’yi göreceği için kuaföre bile gitmişti yahu! Erken saatte restorana uğramıştı. Şefi darlayıp, üç kere pizza bile yaptırmış, sonunda en güzel görüneni seçebilmişti. Eve gelene kadar pizzanın sucuklarıyla sevgiyle bakışmıştı. Ne için yapmıştı bunu? Ali onu kovsun diye mi?
Leyla Ali’nin dibine kadar yaklaştı ve kırgın bir sesle ‘’Biliyor musun Ali, başına gelen her şeyi hak ettiğini düşünüyorum.’’ diyerek gözlerini kıstı.
Ali buruk bir şekilde gülümsedi.
‘’Tıpkı seni de hak etmediğim gibi Leyla.’’
Leyla, duyduklarıyla ağlama isteği daha da artmıştı. Ne diye umutlanmıştı ki!? Ali açıkça onu istemediğini söylüyordu. Leyla, üzerine çöken hüzne rağmen gülümseyerek bir adım geri attı. Ali, kara gözlerini bir an olsun Leyla’nın üzerinden çekmezken yüzünde en ufak bir mimik bile oynamamıştı. Duvar gibi durmuştu kızın karşısında.
Leyla kapıyı sertçe vurup çıktığı anda, Ali’nin yüzü soldu. Üzüntüyle elini saçlarına daldırdı. Ne yapıp edip Leyla’yı kendinden uzak tutmayı başarmıştı. Tebrik edilesi bir işti bu!
İçinden kendine küfürler saydırıyordu. Kızın ne kadar kırdığı gözlerinden okunuyordu. Leyla’yı üzmek istememişti. Ama gidişini de durduramamıştı.
Salonda amaçsızca volta atarken saçlarını sinirle avuçlayıp çekiştirdi.
‘’İyi bok yedin gerizekalı! Madem yaptıklarını anlatamayacaksın ne diye ümit veriyorsun kıza!‘’ diye söylenirken çalan kapıyla kendine saydırması yarım kaldı.
Bir anda başını kapıya doğru çevirdi. Umutla ‘’Leyla?’’ diye mırıldandı.
Koşar adım salondan çıkıp soluğu kapının yanında aldı. Belli ki Leyla geri gelmişti. Neden bu ihtimale böylesine sevindiğini o an sorgulamak istemedi.
Yüzüne yayılan şapşal sırıtışıyla hevesle kapıyı açmış, aynı anda Ali’nin donup kalması bir olmuştu.
Gelen Leyla değildi.
Ağlamaktan kızarmış gözlerle ona hiç olmadığı kadar öfkeyle bakan Neva’ydı.
Bölüm Sonu
Evet arkadaşlar bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir.
Ali ve Leyla çiftimizi nasıl buluyorsunuz?
Sizce Ali ve Neva yüzleşmesi gelir mi?
Neva’nın ölmesini kim isteyebilir?
Yıldızımızı parlatmayı unutmayın.
Seviliyorsunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.2k Okunma |
572 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |