
Merhaba arkadaşlar :)
Çok güzel bir bölüm bırakıyorum buraya. Yıldızları parlatmayı bol yorum yapmayı unutmayın.
Bölüm Şarkısı: PERA- Aşk Koydum Adını
Keyifli Okumalar
Karanlığa alışabilir mi insan? Sanırım ben alıştım. Yapabileceklerimin bir sınırı olmadığını fark ettiğim o an, büyük bir aydınlanma yaşadım. Bir yerde okumuştum. ‘’Duygular bizi ele geçirmez. Biz onlara tutunarak kendimizi esir alırız.’’ diyordu. Ne haklı bir tespit ama! Şimdi düşünüyorum da, kimin esiriydim ben? Kendimin mi?
Kaçarak kurtulacağımı sanmam büyük aptallıktı! Nereye gidersem gideyim içimdeki sıkıntıyla baş başa kalıyordum. Dibi görmek bu olsa gerekti. Emin olduğum tek şeyse kalbimin; önceleri acıdığı, yer yer kanadığıydı. Şimdiyse hissizleşmiş bir organdan farksız olduğuydu.
İnsanlarla iç içe olacağım bir yere gitmek istememiştim. Tek başıma olmalıydım akılımca. Eski Neva’yı bulmaya ihtiyacım vardı. En huzurlu olduğum yeri seçme sebebim de buydu. Bir ihtimal ayağa kalkma gücünü bulabilme ümidiydi.
Büyükada’daydım.
Burası bana Baran’ın sıcaklığını hissettiriyordu. Geçmişteki mutlu olduğum anlar gözümde canlanıyordu. Yokluğuyla başa çıkarken bile yine ona sığınıyordum. Kaçıp giden ben değil miydim oysa? Hakkım var mıydı onu özlemeye? Aklımı da kalbimi de tek meşgul eden Baran’ken daha ne kadar uzak durabilecektim?
İnzivaya çekileli tam dört gün olmuştu. Telefonları açmadığım, Baran’ı görmediğim dört koca gün! Kendimden geçmiştim. Vazgeçmiştim. Kim için? Ne için yapmıştım bunu? Düşünmeden edemiyordum. Yüreğim sıkışıyor, nefesim daralıyordu. Hiçbir yere sığamıyordum. Yaşama sevincim içimden sökülüp alınmış gibiydi. Neden böyleydim!? Neden kırıyordum defalarca sevdiğimi? Sadece onun değil, benim canımdan da can koparılıyordu sanki. Baran’ın beni aradığını bilmek… Buna rağmen uzak durmak… Ölüm gibi bir şeydi. Yine de yapamıyordum işte! Karşısına çıkamaya cesaretim yoktu. Onun yüzüne bakacak gücü bulamıyordum. Her geçen gün hayatını mahvedişimle yüzleşmek bana ağır geliyordu.
Yine de deli gibi özlemekten kendimi alamıyorum. Oysa kalbim yalan söylesin istiyordum. Özledim diye atmasın. Kavuşmak için yanıp tutuşmasın. Sussun. Gerekirse atmayı bıraksın yine de sussun istiyordum. Ama biliyorum. Bir defa görsem Baran’ı; kalbim ferahlar, ilk gün ki gibi olurdum.
Kavgam içimdeydi. Kazananı yoktu. Hükmen mağlup olmuştum. Belki de asıl mesele buydu.
Bana ağır gelen kendimdi.
Saatlerdir amaçsızca yürüyordum. Yanımdan geçen insanların yüzünde belki Baran’ı görürüm diye bakıp durmuştum. Gözlerim onu arıyordu. Sanki her an kaşıma çıkacakmış gibi yüreğim ağzıma geliyordu. Oysa yanımda olsa, elimden tutsa, bana sıcacık gülümsese öyle mutlu olurdum ki!
İnsanın bir yere varma kaygısının olmaması ne garipti. Nereye gideceğimi bilmeden avareler gibi bütün gün dolaşmıştım. Adanın bütün sokaklarını arşınlamış, en çok da mavi panjurlu beyaz evin yanından geçmiştim. Adaya geliş sebebim, belki de tek heyecanım. Son dört gündür kalp atışlarımı hızlandıran, yaşadığımı hissettiren sadece bu evdi. Beni ayakta tutan, yanında nefes alabildiğim, tek yerdi. Kaçamak bakışlar atıp duruyor, telaşlı adımlarla önünden geçip duruyordum. Fark edilme korkuma rağmen dönüp dolaşıp soluğu evin önünde alıyordum. Yanından kaç defa geçtiğimi saymayı bırakmıştım artık. Adımlarım beni buraya doğru sürüklemişti.
Etraf ıssızdı. İn cin top oynuyordu. Pencerede hareketlenme görmemle koşar adım evden uzaklaştım. Sonu denize çıkan bir sokağa saptım. Yolun iki yanı kocaman ağaçlar ve tarihi konaklarla diziliydi. Ağaçlardan gelen kuş cıvıltıları dışında ses seda yoktu. Hava kararmak üzereydi. Kaldığım pansiyona dönmek istemiyordum. Duvarlarla bakışmaktansa temiz havada dolaşmak, evin etrafında olmak bana iyi geliyordu.
Deniz kenarına ulaştığımda gözüme ilişen ilk banka oturdum. Bir adım daha atacak takatim kalmamıştı. Hava serinlemiş, kara bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Kabanıma daha sıkı sarıldım. Üşüyen ellerimi ceplerime sokup, yüzüm denize döndüm. Benim gibi dalgalıydı deniz. Hırçın ve hoyrattı. Mart ayının sonlarında, turistlerin gelmediği bir dönemdeydik. Dün kopan fırtınada feribot seferlerinin iptal edildiğini duymuştum. Teknelerse iskeleye yanaşmış, demir atmışlardı. Denizde açılmak olanaksızdı. Bir nevi adada mahsur kalmış gibiydim. İstediğim tam olarak bu değil miydi? Kimsenin gelemeyeceğini bilmek, gidemeyeceğimi düşünmek neden kalbimi sızlatıyordu?
Bir anda büyük bir gürültü koptu. Arp arda çakan şimşeklerle, gökyüzü aydınlandı. Etrafta olan tek tük insanlar da hızla kaçışmaya başladı. Büyük ihtimalle çoğu ada sakiniydi. Oysa tek kaçmayan, acelesi olmayan bendim. Öylece oturuyor, boş bakışlarla gökyüzüne bakıyordum. Rüzgâr sert esti, saçlarımı birbirine kattı. İstemsizce ürperdim. Kollarımı kendime sıkıca doladım. Yağmur çiselemeye başlamış, hava iyice bozmuştu. Başımı gökyüzüne kaldırdım. Titreyen göz kapaklarımı yavaşça kapadım. Gittikçe irileşen damlalar şiddetini arttırmış, yüzümü ıslatıyordu. İçim üşüse de buruk bir gülümseme dudaklarımda belirdi.
Yağmur, Baran yanımdaymış gibi hissettiriyordu.
Öyle çok dalgındım ki, bana seslenen kadını duymadım. Koluma dokunmasıyla yerimden sıçradım.
‘’Sendin değil mi?!’’ dedi. ‘’Günlerdir evimin etrafında dolaşan kız sendin?’’
Oturduğum bankta kaşlarımı çatmış, kollarım göğsümde sarılı bir şekilde karşımdaki yaşlı kadına baktım. Güzel anımın katili değilmiş gibi başımda dikiliyordu. Yuvarlak, kırışmış bir yüzü vardı. Kovuklu gözleri yorgun ama hayat dolu bakıyordu benim aksime. İnce dudaklarında samimi bir gülümseme belirdi. Elindeki şemsiyenin altına beni de soktu.
‘’Yanılıyorsunuz.’’ diye kekeleyerek de olsa konuşabildim. Sırtımı dikleştirdim, istemsizce savunmaya geçtim. ‘’Ben oturmuş denizi izliyorum. Neyden bahsettiğinizi anlayamadım.’’
‘’Yüzüne aşinayım sanki. Daha önce Büyükada’ya gelmiş miydin?’’
Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Huzursuz bir tavırla gözlerimi kaçırmış, kadının yüzüne bakamamıştım. Sanki gözlerine bakarsam içimi okuyacakmış gibiydi.
‘’Ben yanıldım o halde.’’ dedi. ‘’Birazdan fırtına başlayacak. Burada böyle oturmayı düşünmüyorsun değil mi?’’
Nezaketimi bozmadan dudaklarıma silik bir gülümseme yerleştirdim. ‘’İyiyim böyle teşekkürler.’’
‘’Hastalanmak mı istiyorsun? Adanın havası serttir. Çarpar insanı. Genç yaşına hiç güvenme! Yataklara düştün mü vay haline!’’
Sıkıntıyla iç geçirdim. Nereden çıkmıştı bu kadın karşıma? Huzurla denizi izleme hayalim resmen suya düşmüştü. Kesin evini gözetlerken görmüştü beni. Belli ki işin aslını öğrenmeden yakamdan düşmeyecekti bu yaşlı kurt.
‘’Dikkatli olurum.’’ diye kestirip attım.
Hevesle atıldı. ‘’Tabi ya! Şimdi hatırladım seni! Fotoğrafçı kız değil misin sen?’’ dedi gözlerini şaşkınlıkla büyüterek. Yüzünde, tanıdık bir simayı görmüş olmanın hoşnutluğu vardı. ‘’Yanında mimarla gelmiştin hani. Boylu poslu, dalyan gibi bir oğlandı.’’
Telaşla oturduğum banktan ayağa fırladım. ‘’Hayır, ben fotoğrafçı falan değilim!’’ diye itiraz ederek birkaç adım geriledim. Heyecandan ayağıma takılan taşı bile görmemiş, sırt üstü yeri boylamıştım.
‘’Ay kızım iyi misin?! Bir yerine bir şey oldu mu?!’’
Acıyla inledim. Ağzımın içinde söverken, yanıma yavaşça çömelen kadına bakışlarım kaydı. Endişeli görünüyordu. Benden daha çok canı yanmış gibiydi.
‘’İyiyim.’’ dedim mırıldanarak. Doğrulmaya çalıştığımda elimin kesildiğini fark ettim. Yerdeki kırık şişenin üzerine düşmüştüm tabi ki! Tam benden beklenen bir hareketti.
‘’Kesmişsin işte!’’ dedi beni çocuk gibi azarlayarak. Bir yandan elimi yüzüne yaklaştırmış net görmeyen gözleriyle yakından incelemeye çalışıyordu.
‘’Önemli değil.’’ diye omuz silktim.
‘’Neyse ki evim yakın.’’ dedi. Bakışlarımız buluştuğunda itiraz istemeyen bir tonlamaya devam etti. ‘’Yaranı temizlemeden seni rahat bırakmam. Böyle bırakırsan mikrop kapar. İşimiz bitsin ondan sonra istediğin yere gidersin.’’
Başımı sallamakla yetindim. Ne kadar itiraz etsem de nafileydi onun gözünde. Düştüğüm yerden kalktım ve onu takip ettim. Adaya son gelişimin üstünden altı yıl geçmişti. Bu kadının beni görür görmez tanıması ilginçti.
Evi sokağı döner dönmez karşımıza çıktı. Kulaklarım uğulduyor, nefes alış verişim her adımımda daha da hızlanıyordu. Günlerdir gözetlediğim evin karşısındaydım. Gizli gizli etrafında dolanmama gerek yoktu artık.
Kapıyı açarken kadının arkasında öylece dikiliyordum. Adımlarım bir türlü ilerlemiyordu. Sesimi bile çıkarmadım. Düşünme yetimi kaybetmiştim sanki. Her detayı aklıma kazımak istercesine etrafıma bakındım. Hala ilk gün ki gibiydi. Baran’ın dediği gibi el değmesine rağmen değişmeyecek, ruhunu koruyacaktı. Öyle de olmuştu. Bir şekilde zamana ayak uydurmuştu bu ev. Ayakta kalmayı başarmıştı.
Bahçeye girdiğim an, gözlerim dolmasına engel olamadım. Bir yere bu kadar ait hissetmek, beni korkutuyordu.
Yaşlı kadın arkasını bana dönmüş, dalgın bakışlarımı yakalamıştı. ‘’Adım Hülya.’’ dedi tebessüm ederek. Gülüşü içten ve samimiydi. ‘’Senin?’’ diye merakla sordu.
‘’Neva.’’
Başını sallamakla yetindi. Oturmam için bahçedeki masayı işaret etti. Bende itiraz etmeden oturdum. O ise hızla evden içeri girdi. Yetmişli yaşlarının sonlarında olmasına rağmen fazlasıyla atikti. Göz açıp kapayıncaya kadar geri gelmişti. Elinde küçük bir çanta vardı. Masaya gelip yanı başıma kuruldu.
‘’Teşekkür ederim.’’ dedim cılız bir sesle. ‘’Yardımın için.’’
Yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Elimi elinin içine aldı. Çantanın içinden çıkardığı ilk yardım malzemelerini ustalıkla kullanıyordu.
‘’Bu kesik derin değil, iyileşir. İzi bile kalmaz.’’ dedi bilmiş bir edayla. Şefkatle gözlerimin içine baktı. ‘’Sen asıl yüreğindeki yaradan bahset. Neden böylesine hüzünlü bakışların?’’
Sözlerinin hedefi olmaktan kurtulamayacağımı anladığımda, sıkıntıyla derin bir nefes verdim.
‘’Sebep benim.’’ dedim boğuk bir sesle. Konuşabilmek için boğazıma takılan yumruyu zar zor yuttum. Bakışlarımı yere indirmiş, kabanımın ucuyla oynuyordum. ‘’Sevdiğim adamı mahvettim. Hayatını kararttım. Karıncayı bile incitmeyen biriydi. Benden önce yani.’’ Başımı kaldırdığımda Hülya’nın gözlerinin içine baktım. Dudaklarıma acı dolu bir gülümseme yerleşti. Titreyen elimle yanağımdan süzülen yaşı sertçe sildim. Ağlamaya bile hakkım yoktu.
‘’Olmaktan nefret edeceği birine dönüştü. Sırf beni sevdiği için. Artık buna göz yumamam.’’ diye başımı kararlılıkla iki yana salladım. Kendimi ikna etmeye çalışır gibi ‘’Ayrı kalmamız gerek. Birlikte olamayız.’’ diye üstüne basa basa söyledim.
‘’Ona sordun mu? Yani senden ayrı kalmak istiyor mu?’’
Buruk bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. ‘’İsteyecek. İstemeli.’’ diye omuz silktim.
Hülya’nın bakışları yumuşadı. Başını yana eğdi. ‘’Biliyor musun ömrümüz çok kısa Neva.’’ dedi tek nefesle. Gözleri buğulanmış, sesi çatallanmıştı. ‘’Hayat arkadaşımı, tek sevdamı kara toprağa verdiğimde anladım.’’ dedi güçlükle gülümseyerek. ‘’Ayrılıkların, acıların, kavgaların bir çaresi varmış da sadece ölümün çaresi yokmuş.’’
‘’Çok üzüldüm.’’ diye fısıldadım.
Manidar bir sesle güldü. Saçlarımı nazikçe okşadı. ‘’Üzülme kızım. Meğer sevdamın değerini bilmem için önce kaybetmem gerekiyormuş. Özlemim ağır basınca aşkımın büyüklüğünü gördüm. Hem eşime kavuşacağım ben! Hissediyorum. Çok az kaldı.’’ dedi heyecanla. ‘’Yine de Ömer’im yanımda olsaydı; her an, her dakika, her saniye onunla olmak isterdim. Sanki son günümmüş gibi.’’
Bu yaşlı kadın, ölümü bir mükâfat gibi bekliyordu. Gözyaşlarıma hâkim olamadım. Hülya’nın gülüşünün altındaki acı, yaşadığı kayıp kalbimi derinden sızlatmıştı.
‘’Sen sen ol Neva kızım; yüreğine, ruhuna dokunan biri varsa hiç düşünme! Bırakma elini. Ne yaşarsan yaşa, ne yaşatırsan yaşat.’’
Başımı aşağı yukarı salladım. Göğsüm şiddetle inip kalkıyor, hıçkırıklarım nefesimi kesiyordu. Kollarımı Hülya’nın boynuna doladım. Sımsıkı sarıldım ona. Gözyaşlarımı akıttım omzunda.
‘’O mimar oğlana da söyle mutfak dolaplarını çok yukarıda yapmış, ben yaşlı bir kadınım uzanmakta zorlanıyorum.’’ diye muzipçe kulağıma fısıldadı.
Birden durdum. Başımı omzundan kaldırdım. Burnumu sesli bir şekilde çekip, gözyaşları içinde baktım gözlerine. Ne tuhaf, geçen yıllara rağmen Baran’ı da beni de unutmamıştı Hülya.
‘’Olur, söylerim.’’ dedim ağlama ile gülme arası bir sesle.
‘’Ne zaman istersen gel, Neva kızım. Kapım sana hep açık.’’ dedi. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Bakışlarında anne şefkati vardı. ‘’Bir dahaki sefer o oğlanla birlikte, bu kapıdan el ele girin.’’
Başımı anladım der gibi salladım. Dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı.
‘’Hala ne duruyorsun?’’ diye çemkirdi Hülya. ‘’Boşa mı o kadar nasihat ettim?’’
‘’Efendim?’’
‘’Her şeyi de ben mi söyleyeceğim canım!’’ dedi sitemle. ‘’Git ara şu oğlanı! Daha kaç gün bekleyeceksin?’’
Günlerdir yalnız olduğumu, evini gözetlediğimi biliyordu demek. Şaşırmamıştım. Bu yaşlı kadın herkesi cebinden çıkarırdı.
Heyecanla ayaklandım. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu. ‘’Gideyim o halde... Geç kalmadan...’’ Onay bekler gibi baktım Hülya’ya.
‘’Durduğun kabahat deli kız!’’ diye güldü. Koşar adım çıktım bahçeden. Son defa arkama dönüp baktığımda beni gülümseyerek izlediğini gördüm.
‘’Teşekkür ederim! Her şey için! Çok teşekkür ederim.’’ diye bağırdım. Sevinçten yerimde duramıyordum. Kaç gündür ilk defa yaşadığımı hissettim. Sanki yeniden nefes almaya başlamıştım. Hülya teyzeyle konuşmak gözümü açmış, beni kendime getirmişti.
‘’Mutfak dolaplarını söylemeyi unutma ama!’’ diye huysuzca söylendi arkamdan Hülya. Gülüşüm yüzümde yayıldı. Uzaktan gelen yaşlı kadının sesi, giderek yağmura karıştı.
Dışarı çıktığımda fırtınanın şiddetinin arttığını gördüm. Düşünmeden atladım sokağa. İliklerime kadar ıslansam da umurumda bile değildi. Bir an önce pansiyona dönmeli, Baran’ı aramalıydım. Telefonum günlerdir kapalıydı. Yanımda bile taşıma zahmetine girmediğim için kendi kendime saydırıyordum.
Tam köşeyi döndüğümde olduğum yerde kalakaldım. Gözlerimi kırpıştırdım. Soluğum kesildi. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Hayal değildi. Gerçekti. Buradaydı işte! Tam karşımda!
Aksak adımlarla ona doğru ilerledim. Yağmur damlaları yüzüme vururken, sırıtışım dudaklarımda yayıldı. ‘’Baran!’’ diye fısıldadım. Gözlerim parladı. ‘’Buradasın!’’ dedim ümitle.
Baran beni görür görmez beyninden vurulmuşa döndü. Yüzünün rengi değişti. Gözlerindeki bu kati öfkenin sahibi olmak canımı yakmıştı.
Tam ona sarılacakken son anda geri çekildi. Bakışlarımız kavuştuğunda, gülüşüm yüzümde dondu kaldı.
Donuk ve sessizdi. O an sessizlik elle tutulur gibi geldi. Üstümüze yağan yağmur olmasa zamanın durduğuna inanırdım. Bakışlarım özlemle üzerinde gezindi. Benden daha çok dışarıda kalmış, sırılsıklam olmuştu. Bitkindi. Yorgunluktan gözlerinin altı morarmış, saçları dağılmıştı.
Berrak mavi gözleri titredi. ‘’Beni inciten ne oldu biliyor musun Neva?’’ dedi kırgın bir sesle. ‘’Kalbimi yok sayanın sen olma ihtimali… Bunu bir an bile düşünmezdim…’’
Tüylerim ürperdi. Kaybetme korkusu bütün benliğimi sardı. Onu derinden yaraladığımı görebiliyordum.
Bakışmamız birkaç saniye sürdü. Gözlerini kıstı, yüzünü acıyla buruşturdu. ‘’İstedin mi Neva? Yanında olmamı, gerçekten istedin mi?’’ dedi. Sertçe yutkundu. ‘’Beni hiç istedin mi?!’’
‘’Hayır öyle değil!’’ diye kestim sözünü. Soğuktan mı yoksa kaybetme korkusundan mı bilmiyorum ama bütün bedenim zangır zangır titriyordu. Dişlerimin birbirine vurmasını önemsemeden konuşmaya devam ettim. ‘’Olmadığın birine dönüştürmeni istemiyorum. Beni sevmek seni yıpratıyor görmüyor musun? Böyle biri değilsin?! Tanıdığım Baran bu değil benim! Gözünü karartıp dilediğin gibi suç işleyemezsin! Sonuçlarını düşünmeden hareket edemezsin!’’
Yağmur üzerimize yağarken ikimiz de nefes nefeseydik. ‘’Umurumda mı sanıyorsun!’’ diye haykırdı Baran. Bütün sokak inledi. İstemsizce yerimde sıçradım.
Öfkeyle attığı bir adımla, dibime kadar girdi.
‘’Oktay yüzünden mi kaçtın benden?’’ dedi kırgın bir bakışla. ‘’Yoksa benden korkuyor-‘’
‘’Hayır!’’ diye atıldım. ‘’Asla!’’
‘’Hem seni kaybettim hem de kendimi.’’ diye mırıldandım. Başımı yana eğdim. Gözyaşlarım yağmur damlalarına karıştı. ‘’Sen yaralanma, karalanma diye çabalıyorum görmüyor musun?!’’ dedim. ‘’Dayanamam! Bir daha seni kaybetmeye dayanamam Baran! Başını benim yüzümden belaya sokmana izin veremem!’’
Aramızdaki boşluk azalmış, yüzüme iyice yaklaşmıştı. Yağmur hızını kesmeden devam ediyor, görüşümü bulanıklaştırıyordu. Baran bir an olsun gözünü kırpmadı. Kararlılıkla konuştu. ‘’Seni gördüğüm ilk gün aşık oldum. Düşünmedim sonumu. Bir an bile vazgeçmedim senden. Kim olduğumun ne önemi var ki? Yanımda sen yoksan asıl o zaman ışığımı kaybederim, yönümü bulamam Neva.’’
Baran bana hayattaki en değerli şeymişim gibi bakıyordu. Onun bu bakışı altında daha da ezildim.
‘’Neredesin bilmiyorum. Bakmadığım yer, ulaşmadığım kişi kalmadı! Seni bulamayınca deliye döndüm Neva!... Yoksun sandım!... Bunca yıl sonra… Bulduğum an kaybettim sandım! Beni kendinden mahrum etme.’’ dedi yalvarırcasına. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Yanaklarımı nazikçe okşadı. ‘’Eğer sen yoksan hiçbir şeyin anlamı yok benim için.’’
Söylediği her kelime kalbime akıyor, ruhum ruhuna karışıyordu.
Gözlerini kapadı. ‘’Sen benimsin’’ diye fısıldadı. Alnını alnıma dayadı. ‘’Senden tek istediğim…’’ Derin bir nefes çekti içine. ‘’Benim olanı bana vermen…’’
***
2019
‘’İki gündür şuradaki çocuk için bu kafeye geliyorum kızlar! Nasıl ama dediğim kadar var mıymış?’’
Kızın bakışlarıyla arkadaşlarına işaret etiği, Baran’dan başkası değildi. Yarım saattir birbirlerine kaş göz yapıp, gülüşüyorlardı. Gözlerimin önünde, güpegündüz sevgilime asılıyorlardı!
Kulaklarımda tiz bir kahkaha çınladı. Yanında oturan ‘’Ay inanmıyorum ya! Bu endam, bu boy pos, omuzlar gerçek mi?! Yaradan özene bezene yaratmış!’’ dedi beğeni dolu sesiyle.
Masadaki diğer esmer kız, ‘’Analar neler doğuruyor be!’’ diye heyecanla söze atıldı. Gözlerini kıstı. Arzu dolu bakışlarıyla Baran’ı baştan aşağı süzdü, ardından derin bir iç çekti. ‘’Adam dediğin böyle olacak işte! Bu erkekse diğerleri ne!’’
Kıvırcık saçlı olan ‘’Gerçekten çok yakışıklı!’’ dedi hayranlıkla. ‘’Yüzü çizilmiş gibi. Yürüyen büst resmen! Kızlar bu oğlan bana öl dese ölürüm! Böylesi adamı baştan çıkarır!’’ diye kıkırdadı.
Esmer kadın, kendinden emin bir şekilde diğerlerine göz kırptı. ‘’Görün bakın nasıl bağlıyorum şimdi kendime!’’ dedi. Kadınsı bir hareketle elini kaldırdı. Cilveli bir sesle ‘’Pardon, bakar mısınız?’’ diye Baran’a doğru seslendi.
Baran o an diğer masadaki boş bardakları toplamakla meşguldü. Kadını duyar duymaz başını kaldırdı. ‘’Hemen geliyorum.’’ dedi ve gülümsedi. Neden müşteriye gülümsemişti ki!? Ona gülmeyi yasaklamalıydım! Kesinlikle yapmalıydım bunu. Çok güzel gülüyordu zalimin evladı. Öyle güzel gülmemeliydi!
Sinirle sildiğim tezgâhı bırakıp, koşar adım Baran’ın karşısına dikildim. Düşünmeden önüne atlamıştım. Kız dolu masayla arasında dağ gibi duruyordum şimdi.
Ani hareketim onu sendeletti, bir adım gerilemek zorunda kaldı. Kaşları havalandı, şaşkınlıkla bana baktı. Elimdeki bezi sımsıkı tutuşumdan, kasılmış omuzlarından gergin olduğumu görebiliyordu.
‘’Bir şey mi oldu Neva?’’ dedi yumuşak bir sesle.
‘’Yok! Bir şey olmadı. Müşterilerle ben ilgilenirim! Sen boşları topla sevgilim!’’ diye karşı çıktım. Yüksek bir tonda konuşuyordum. Amacım arkamdaki masaya sesimi duyurmaktı.
Baran hafifçe omuz silkti. Boş bakışlarla ‘’Tamam.’’ dedi. Yarım bıraktığı masayı toplamaya geri döndü.
Tabi ki onu gözleriyle yiyip bitiren kızların farkında değildi. Bu kaçıncıydı canım! Her arkamı döndüğümde akbaba gibi Baran’ın başına üşüşenlerin haddi hesabı yoktu. Sürekli teyakkuzdaydım. Okuldan kalan zamanımda kafede yarı zamanlı garson olarak çalışıyordum. Baran da her bulduğu fırsatta yanıma geliyor, bana yardım ediyordu. Patronum benimle birlikte çalışmasını sorun etmemişti. Baran’ın kırdığı bardakları, yaptığı sakarlıkları görmezden geliyordu. Nihayetinde onun gözünde bedava iş gücüydü.
Benim için garsonluk yapan bir sevgilim vardı işte! Hem de onca zenginliğine rağmen! Evde suyunu bile hizmetçisi getirirken, kalkmış benimle birlikte canla başla kafede çalışıyordu.
Gel de bu adama âşık olma…
Başımı iki yana salladım. Baran’ı düşünmeyi bırakmalıydım. Hakkından gelmem gereken meseleler vardı. Burnumdan derin bir soluk aldım, yavaşça geri verdim. Yok, olmuyordu işte! Sakinleşemiyordum. Kim demiş müşteri her zaman haklıdır diye? En son düşüneceğim bu arsız kızların memnuniyetiydi!
Gözlerim önce Baran’a seslenen esmer kıza kilitlendi. Suratına sürdüğü abartılı boyalar onu olduğundan daha büyük gösteriyordu. Masaya doğru hızlı adımlarla yürüdüğümde ağır parfümü genzime dolmuş, gözlerimi yaşartmıştı.
Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Yüzümde sahte bir gülümseme vardı.
‘’Buyurun ne alırsınız?’’ dedim. Ses tonum kalk git der gibiydi. Soğuk ve mesafeli.
Karşımda pişkinlikle sırıtıyordu. ‘’Biz diğer garsonu çağırmıştık ama?’’ dedi utanmadan.
Dudaklarımı dişledim. Birkaç saniye bekledim. İçimde kopan fırtınalar inat sakin olmalıydım! Bu kızların saçlarına yapışmak, yerde sürümek, gözlerini oymak gibi fikirleri kendime saklamam gerekiyordu. Kovulmak istemezdim.
‘’Sizinle ben ilgileneceğim.’’ dedim net bir sesle. Arka cebimden çıkardığım not defterini sertçe açtım. ‘’Siparişinizi alabilir miyim?’’
‘’Bak canım gel senle bir anlaşma yapalım.’’ Başparmağıyla Baran’ı işaret etti. Üzerindeki çalışma önlüğü rağmen yakışıklıydı. Bütün cazibesiyle masayı toplamaya odaklanmış, etrafında olan bitenin farkında değildi. ‘’Sen şu yakışıklının telefon numarasını bana ver, bende sana yüklü bir bahşiş bırakayım ha?’’ dedi göz kırparak. ‘’Ne dersin?’’
Öfkeden bedenim titremeye başladı. Yüzüm kazan gibi yanıyordu sanki. Tırnaklarımı elimde tuttuğum not defterine sertçe geçirdim. Ne saçmalıyordu bu kız?! Kamera şakası falandı herhalde!
Kaşlarımı çattım. Dişlerimin arasından ‘’Anlayamadım?’’ dedim tükürürcesine.
‘’Anlayamayacak ne var canım? Telefonunu bilmiyorsan sosyal medyası da olur.’’ dedi yanındaki kıvırcık saçlı kız. Diğerleri de başıyla onu onayladı.
İçimde kıskançlık kıvılcımları yandı. Büyüdü. Büyüdü. Kocaman bir alev topuna döndü. O anda karşıma kim çıkarsa yakar, kül ederdim.
Kaşlarım havalandı. İki elimi masaya dayayıp eğildim. Tehdit dolu sesimle ‘’Siz mi dışarı güzellikle çıkarsınız yoksa ben sizi zorla mı çıkartayım?’’ dedim.
‘’Pardon? Neden çıkacakmışız?’’
Cevap vermeden esmer olanı kolunu kavradığım gibi var gücümle sıktım. Demek güzellikten anlamayacaklardı! Bende anladıkları dilden konuşurdum.
‘’Hadi canım başka kapıya! Buradan size ekmek çıkmaz!’’
Kızın gözleri büyüdü, afallamıştı. Yüzü acıyla buruştu. Kolunu elimden kurtarmaya çalıştı. ‘’Bu ne cüret! Kovuyor musun bizi?!’’
‘’Aynan öyle!’’ dedim sinirle. Kolundan çekiştirerek ayağa kalkmaya zorladım onu. Çıkışa doğru iteklerken, öfkeden deliye dönmüş gözlerimi diğer kadınlara diktim. ‘’Ne duruyorsunuz! Çıksanıza dışarı!’’ diye kükredim.
Diğer masalardaki müşteriler şaşkınlıkla bize bakıyordu. Umurumda mıydı? Asla.
‘’Ne biçim mekân burası ya kalkın kızlar gidelim!’’ dedi kıvırcık olan. Sandalyesini sesli bir şekilde iterek ayaklandı. Gözleri korkmuş olacak ki ikiletmeden hızla çıkışa doğru ilerlediler.
‘’Bir daha görmeyeyim sizi buralarda!’’ diye çemkirdim. Sertçe arkalarından kapıyı kapadım. Kolay olmuştu. Buna bile küfredesim vardı! Hala ellerimin titremesi geçmemiş, öfkeyle burnumdan soluyordum. Bir güzel saçlarından tutup sürükleyemediğime hayıflanıyordum.
Alev alev yanan bakışlarım Baran’la buluştu. Masaya yaslanmış, gülerek izliyordu beni. Gülüşü sinirlerimi daha da bozdu.
Hızlı adımlarla yanına vardım. Burnunun dibine girip sert bir sesle ‘’Gel benle!’’ dedim.
‘’Emrin olur.’’ dedi mutlulukla. Sesini çıkarmadan peşime takıldı.
Ben önde, Baran arkamda mutfağa girdik. Mesai bittiğinden ortalıkta çalışan kimse yoktu. Kafeyi ben kapatacaktım bugün. Şu kızlar olmasaydı gayet güzel bir gün geçirdim diyebilirdim. Son anda keyfim fazlasıyla kaçmıştı.
‘’Bakıyorum çok mutlusun! Hoşuna gitti mi bari?’’
Baran ellerini iki yana açtı. ‘’Ben tamamen suçsuzum.’’ dedi. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırsa da gözlerinin içi parlıyordu.
Sudan sebepler aramak istedim. İçimdeki yangın hala sönmemişti. Aklıma gelen ilk bahaneyi söyledim. ‘’Ne diye sırıtıyorsun müşterilere?!’’ diye payladım onu. ‘’İnsanlar ümitlenebilir, yanlış anlayabilir-‘’ diye saydırmaya başlamışken Baran bir anda elimi tuttu. Parmaklarımın ucundan hafifçe öptü. Dokunuşu, ruhumdan öpmek ister gibiydi. O an soluğum kesildi. Ne diyeceğimi unuttum.
‘’Kabul etmeliyim ki, az önce izlediğim şey… ‘’ durdu. Eli elimdeyken sıcak nefesi yüzümü okşadı. ‘’Harikaydı!’’
‘’Seni eğlendirdim demek.’’ diye mırıldandım. Kokusu burnuma doluyor, boğazım kuruyordu. En küçük temasında bile içimde şiddetli bir arzu uyanıyordu. Bu nasıl bir şeydi böyle!
Baran’ın yüzünde sabırsızlık ifadesi gelip geçti. Tek kaşı havalandı. ‘’Kıskandın.’’ dedi boğuk bir sesle. Bakışları gözlerimden dudaklarıma kaymıştı.
Sertçe yutkundum. Yüreğim kıpır kıpırdı. ‘’Öyle mi oldu?’’ diye kaçamak bir cevap verdim. Bütün benliğimi çocuksu bir heyecan kapladı. Ondan kopmak istemiyordum. Beni öpme ihtimali bile yanıp tutuşmama yetiyordu.
Kollarıyla beni tezgâha yasladı. Aramızdaki mesafe gittikçe azalıyordu. Nefeslerimiz birbirine karıştı.
‘’Olmadı mı?’’ diye tereddütle baktı gözlerime.
‘’Kıskanmak kelimesi yetmez.’’ dedim. Saklayacak halim yoktu. ‘’Kıskanmaktan öldüm, bittim, mahvoldum demek daha doğru olur.’ diye fısıldadım.
Baran, baştan çıkaran gülüşüyle dudaklarıma yöneldi. ‘’Hmm. Demek öyle.’’ dedi memnuniyet kokan sesiyle. ‘’ Sen ayrıntılı anlatsana bana nasıl öldün bittin?’’
Başımı yana eğdim. Düşünürken alt dudağımı hafifçe sarkıttım.
Baran inler gibi bir sesle ‘’Yapma.’’ dedi.
‘’Neyi?’’
‘’Dudakların…’’ diyerek kaşlarını çattı. ‘’Dikkatimi dağıtıyor.’’ Sanki matematik problemi ile karşı karşıya kalmış da nasıl çözeceğini düşünür gibi hali vardı. Odağını zar zor dudaklarımdan çekip, gözlerime kenetledi. Bakışlarındaki yoğun tutku, bütün bedenimi ürpertti.
Maviliklerine baktıkça kaybolduğumu hissettim. Zaman algımı yitiriyordum sanki. Onun yanında hayat duruyor, sadece ikimiz kalıyorduk.
Göğsüm şiddetle inip kalkarken, nefesim ciğerlerime yetmiyordu. Omuzlarımı hafifçe aşağı yukarı indirdim. Huysuzca ‘’Dağıtsın.’’ diye karşı çıktım. Beni öpmesi için bir yalvarmam mı gerekiyordu şu anda!?
Ellerini belime yerleştirdi. Beni kendine daha çok çekti. Ruhumu teslim etmeme sebep olacak bir yavaşlıkla kulağıma doğru eğildi. Yanağı yanağımda, dudakları kulağıma değiyordu. Dizlerimin bağı çözülür gibi olunca koluna tutundum. Sıcak nefesi boynumu okşuyor, yanıp tutuşmama sebep oluyordu. Titreyen göz kapaklarımı kapadım. Kokusu başımı döndürdü. Sanki bana özel bir uyuşturucu gibiydi. Her geçen saniye daha da müptelası oluyordum.
‘’İlk öpücük özeldir Neva.’’ dedi derin bir sesle. Yavaşça geri çekildi. Başını iki yana salladı. ‘’Seni alelade bir yerde öpmeyeceğim.’’ dedi. Baran da güçlükle nefes alıyor, kendi aldığı kararla savaşıyor gibiydi.
Alnını alnıma değdirdi. ‘’Senin ilkin olmak istiyorum.’’ dedi gözlerimin içine bakarak. ‘’Hiç unutmadığın anın olarak kalmak istiyorum.’’
Hayal kırıklığıyla dudaklarımı büzdüm. ‘’Tahmini ne zaman öpersin peki?’’ diye sordum masumca.
Baran sesli bir kahkaha attı. Bakışlarını yüzümün her miliminde hayranlıkla gezdirdi. ‘’İnan her şeyden çok istiyorum bunu.’’ dedi sıcacık gülüşüyle. Elinin tersiyle yanağımı nazikçe okşadı. ‘’Eğer sonunda sana kavuşmak varsa, özlemek bile güzel.’’
‘’Öyle olsun bakalım.’’ diye söylendim. Benimle ilgili geleceğe dair plan yapması o kadar hoşuma gitmişti ki öpüşmediğimize takılmadım.
Baran yine de dayanamayıp çenemin ucunu tuttu. Yanağıma derin bir öpücük bıraktı. Kokumu içine çeker gibi öpmüş, başım hafif geri gitmişti.
‘’Şimdilik bununla yetinmeyi öğrenmeliyim.’’ diye kendi kendine konuştu. Aramızdaki çekime son verebilmek için bir adım geri attı. Sıkıntıyla yüzünü elleriyle sıvazladı.
İstemsizce kıkırdadım. Üzerindeki etkim sandığımdan da çoktu demek.
Bir anda ‘’Sen ne zaman kapatacaksın kafeyi?’’ diye sordu. Konuyu değiştirmek ister gibiydi. ‘’İşin bitti mi?’’ dedi titrek bir sesle.
‘’Birazdan çıkarız.’’ dedim tebessüm ederek. Aklıma gelenle gözlerimi kıstım. ‘’ Sabahtan beri yanımdasın Baran. Senin işin gücün yok muydu? Okula da gitmedin bugün?’’
Omuz silkti. ‘’Bir önemi var mı şu an? Senin yanında olmak varken başka nereye gidebilirim ki?’’
‘’Nereye gidecektin ki?’’ diye yineledim.
‘’Boş ver Neva!’’ diye kestirip attı. Aceleyle kolumdan tuttu. ‘’Hadi geç olmadan seni yurda bırakayım güzelim.’’
Kolumu geri çektim. Yerimden kıpırdamadan ‘’Baran bir soru sordum.’’ dedim ciddiyetle. ‘’Ne yapman gerekiyordu?’’
Baran bir süre sessiz kaldı. Ağzında bir şeyler geveledi. Büyük ihtimalle küfür etmişti. Parmaklarını saçlarına daldırdı. En sonunda bakışlarımdaki kararlılığı görünce oflayarak ellerini beline yerleştirdi. ‘’Restorasyon Projesi için Büyükada’ya gitmem gerekiyordu.’’ duraksadı. Hızla başını iki yana salladı. ‘’İki gün senden ayrı kalamam.’’ Nihai kararını vermişti. ‘’Seneye dersi tekrar alırım.’’ dedi ve kestirip attı.
‘’Baran ne saçmalıyorsun sen!?’’ diye çıkıştım. ‘’Sen bugün mü gidecektin adaya?’’
Bakışlarını benden kaçırdı. Sırtını duvara yasladı. Dalgınlıkla parmaklarıyla oynadı. Ne zaman kızacağım bir şey yapsa böyle davranırdı.
Kaşları çatıldı. ‘’Ne yapayım gitseydim tek kalacaktın Neva.’’ diyerek ateşli bir savunmaya geçti. ‘’Bugün sen kapatıyorsun kafeyi. Hem ben bilmiyor muyum nakliye günü bugün. Taşınması gereken koliler, çuvallar var, sonra müşteriler var, temizliğiydi, masa düzeniydi, gün sonu kasayı say kapa derken uzar gider böyle liste. Tek başına nasıl yapacaktın bunları sen?’’
Gözlerim doldu. Bir anda Baran’ın boynuna sımsıkı sarıldım. Sabahtan beri bu saydığı bütün işleri tek başına o yapmıştı.
İçim sevgiyle kabardı. ‘’Seni hak edecek ne yaptım ben?’’ diye ağlamaklı bir sesle yüzümü boynuna gömdüm. Bir yandan ensesini okşadım, yetmedi parmaklarımı gür saçlarına daldırdım. Sadece ona sığınmak, onun yanında olmak istiyordum.
O da kollarını sırtıma sardı, beni göğsüne yasladı. Saçlarımın kokusunu genzine çekti. Sonra da derin bir öpücük bıraktı. Birkaç dakika sonra geri çekildiğinde mavilikleri mutlulukla parlıyordu.
‘’Yardım etmek istiyorum Baran.’’ dedim kararlılıkla. ‘’Lütfen.’’ diye eklerken en ikna edici bakışımı atmaya çalışıyordum.
Baran ellerimi avuçlarının arasına aldı. ‘’Seni bu iş için adaya sürükleyemem Neva. Hem grup çalışması olacaktı. Tek başıma altından kalkamam.’’
Sıkıntıyla nefes verdim. Şu an adada arkadaşlarıyla çalışması gerekirken benim yanımdaydı.
‘’Tek başına değilsin ki! Ben varım!’’ diye atıldım.
Baran’ın dudağının bir köşesi hafifçe yukarı kıvrıldı. ‘’Aşkım restorasyon projesi bu. Hiç kolay değil. Ayrıntılı rölövesini çıkarmalıyım. Konağın plan, kesit ve görünüş çizimlerini yapmam gerekiyor. Bunu yapabilmem için önce araziye gitmem gerek. Yerinde tek tek ölçüsü almalıyım, fotoğraflar çekmeliyim.’’
‘’Tamam, işte sen ölçü alıp, teknik çizimlerle uğraşırken bende fotoğraflarını çekerim?’’ dedim hevesle.
Kaşları havalandı. ‘’Sen mi?’’ dedi inanmayan bir tınıyla.
Gözlerimi devirdim. Zamanla beni hafife almamasını öğrenecekti. Çenemi yukarı kaldırıp ‘’Ne sandın sen beni?’’ dedim. Gururla göğsümü kabarttım. ‘’Karşında profesyonel bir fotoğrafçı duruyor. Yıllardır o kurs senin bu kurs benim dolaştım. Bir sürü başarı sertifikam bile var. Anlayacağın fotoğraf çekmek konusunda iddialıyım.’’ dedim kollarımı kavuşturarak. Kendinden emin gülüşüm dudaklarıma kuruldu. ‘’Bütün teçhizatımla emrine amadeyim mimarım.’’
Baran şaşkınlıkla yüzüme baktı. ‘’Fotoğrafçılık senin için bir sadece heves sanmıştım.’’
Gülmemek için dişlerimi dudaklarıma geçirdim. ‘’Ben heveslerimi bile ciddiye alırım Baran Aktürk.’’ dedim kadınsı bir sesle.
Bakışları gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı. Sertçe boğazını temizledi. Suratı allak bullak olmuştu. ‘’Tamam, o halde’’ dedi. Sırtını dayadığı duvardan uzaklaştırdı. Dağılan aklını toplamak ister gibiydi. ‘’Bir an önce çıkalım. Yoksa…’’ Sesli bir nefes verdi. ‘’Verdiğim sözü tutmayıp, seni öpebilirim.’’
Bölüm Sonu
Evet arkadaşlar nasıl buldunuz yeni bölümü?
Bolca Baran ve Neva’lı oldu sanki. Özlemişim bu çifti yazmayı.
Geçmiş sahnesi devam edecektir merak etmeyin böyle bırakmadım. Adada bizi bekleyenler var :)
Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere canlarım.
Seviliyorsunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.19k Okunma |
572 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |