
Merhaba arkadaşlar :)
Bölüm başlığından anlayacağınız üzere kitabın adını seçtiğimde aklımda hep bu bölümdeki sahne vardı :) ilk bölümlerimizle de bağlantılı zaten. Umarım beğenirsiniz. Çok bile konuştum yeni bölümü bırakıp kaçıyorum. Beğeni ve yorumlarınız benim için çok önemli. Yıldızları parlatmayı unutmayın.
Bölüm Şarkısı: Rafat Hasanlı - Eserdin Tenimde
Keyifli Okumalar.
GÜNÜMÜZ
‘’Kendime çok kızgınım. Cezaevinden çıktığımda tek düşündüğüm Oktay şerefsizini bulup hesap sormaktı. Sana uyuşturucu verenin peşinden koşmaktı. Gözümü intikam ateşi mi bürüdü dersin, hırs mı artık her ne aptallıksa bilmiyorum. Kör oldum Neva. Öfkem hiç geçmeyecek sandım. İçimden Neva için dedim. Onu iyiliği için terk etmen lazım Baran dedim. Bir işe yaramak istedim işte.’’ sertçe yutkundu Baran. Koltukta oturmuş yanan şömineyi izliyordu. Eliyle alnına düşen ıslak saçları dalgınlıkla çekiştirdi. Büyükada’da kaldığım pansiyona götürmüştüm onu. Günlerdir saklandığım pansiyon desem daha doğru olur herhalde. Beni bulduğuna deli gibi sevinsem de onu ne kadar üzdüğümün gerçeğiyle yüzleşiyordum. Sahi Baran nasıl gelebilmişti? Çıkan fırtınada feribot seferleri iptal edilmiş, adaya giriş çıkışlar kapatılmıştı. Ama Baran bir yolunu bulup bana gelmeyi başarmıştı.
Yanına oturduğumda elimi dizinin üzerine koydum. Birlikte olduğumuza hala inanamıyordum. İçim heyecanla dolmuş, kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu. Benim aksime Baran, gözlerini boşluğa dikmiş, geçmişin yükü omuzlarına çökmüş gibiydi. Başını bana çevirdiğinde mavilikleri buğuluydu. Çenesinin titrediğini, yüzünün renginin attığını gördüm. Çehresini dikkatle incelediğimde göz atlarında koyu halkalar olduğunu, elmacık kemikleri daha da belirgin hale geldiğini fark ettim. Ruhu gibi bedeni de yorgun düşmüştü. Uykusuzdu, bitkindi. En son görüşmemize nazaran zayıflamıştı. Derin bir keder kapladı yüreğimi. Yokluğumda böylesine perişan olacağını bilseydim asla uzaklaşmaz, bir an olsun yanından ayrılmazdım.
Dudaklarımı araladığımda konuşmama fırsat vermedi, kendini telaşla açıklamaya başladı. Sanki ondan tekrar kaçacağımdan korkuyordu.
‘’O yıllarda beni ayakta tutan tek şey intikam alma düşüncesiydi. Oktay’ı bulduğumda bu işin ardındaki kimse ona ulaşacaktım. Ucunda ölüm olsa bile. Katil olmam gerekse bile.’’ dedi kararlılıkla. Bedeni yay gibi gerilmiş, dizlerinin üzerindeki ellerini sıkıp yumruk yapmıştı. Konuşmaya devam ederken sesi öfke doluydu. ‘’Aylarca izini sürdüm. Meğer Türkiye’de uyuşturucu ticaretinden aranıyormuş, bu yüzden yurt dışına kaçmış gerizekalı!’’
Baran’ın içinde fırtınalar kopuyor gibiydi. Devam etme gücünü toplamak adına gözlerini yumup derin bir nefes aldı. ‘’Yakalamama çok az kalmıştı. Konuşturacaktım! Ama yetişemedim. Otele gittiğimde Oktay çoktan ölmüştü.’’
Yüzünü elleriyle kapatıp sertçe sıvazladı. Göz göze geldiğimizde bakışları alev alevdi. ‘’Kendini asmış şerefsiz!’’
‘’Artık bir önemi yok Baran.’’
‘’Ne demek önemi yok?! Öğrenemedim diyorum Neva! Seninle uğraşanın kim olduğunu öğrenemedim!’’ diye sesini yükseltti.
‘’Umurumda bile değil. Tek istediğim yanımda olman.’’ Ölmemi isteyen her kimse canı cehennemeydi! Baran elimden tuttuğu sürece, dünya yansa arkamı dönüp bakmazdım.
Gözlerini kıstı. Bir süre sessiz kaldı. Yüzüme dikkatle bakarken beni anlamaya çalışıyordu. Sözcükler dudaklarından döküldüğünde sesi kırık döküktü.
‘’Sana gittiğin için kızamıyorum bile Neva. Terk edilmek nasıl bir hismiş anladım. Seni ilk bırakan bendim sonuçta.’’ Başını iki yana salladı. ‘’Yapmamalıydım. İnanmamalıydım ne Ali’ye ne de Serkan’a. Almanya’ya Oktay’ı bulmak için gitmemeliydim. Bırakmamalıydım seni.’’ diye sayıkladı. Çaresizlik dolu bakışları yüreğimi sıkıştırdı, içim burkuldu.
‘’O cezaevinin kapısında çok ağladın sen. ‘’Bırakma beni Baran.’’ dedin. Seni öyle yağmurun altında yerde görünce içim parçalandı. Deliye döndüm. Aklımı yitirdim sanki.’’
‘’Baran.’’ diye fısıldadım. Beni duymadı. Oturduğum koltukta daha da yaklaştım ona. Fark etmedi bile. Bakışları boşlukta takılıp kaldı. Tiksinir gibi yüzünü buruşturdu.
‘’Yağmurdan nefret ettim. O an adımdan bile nefret ettim.’’
‘’Baran, yapma lütfen. Kendine bunu yapma. Bize bunu yapma.’’
‘’Seni en büyük korkunla, yalnızlıkla sınadım. Söz vermiştim sana. Elini bırakmayacaktım… Söz vermiştim....’’ konuşmasının sonuna doğru sesi cılızlaştı.
‘’Baran…’’
Çenesi titrerken, küçük bir çocuk gibi masumca sordu. ‘’Seni avluda… Ardımda bıraktığımda… Çok üşüdün mü?...’’ Bakışlarımız birbirine kenetlendiğinde göz pınarlarından yaşlar süzüldü. Bir anda başını göğsüme çektim. Sımsıkı bağrıma bastım onu. İnleyerek ağlamaya başladı. Baran’ı böylesine kırılgan, ilk defa görüyordum. Çektiği acı kalbime saplandı sanki. Nefesim kesildi. Yüreğim o an buz kesti.
Başım bir yana düştü. Gözyaşlarım yanaklarımdan boynuma doğru süzüldü. ‘’Üşümedim ki!’’ diye omuz silktim. Ağlarken sesimi olabildiğince normal tutmaya çalışıyor, boğazıma oturan yumruya inat Baran’ı ikna etmeye çalışıyordum.
Parmaklarımı saçlarına daldırdım, usulca severken derin bir öpücük bıraktım ensesine. ‘’Gittiğinde bile bir gün geri döneceğini biliyordum. Beni bırakmayacağını biliyordum.’’
Başını göğsümden kaldırıp gözlerime baktı. Aldığı kesik kesik solukların arasında ‘’Özür dilerim Neva. Seni tek başına bıraktığım için özür dilerim sevgilim.’’ dedi yalvaran bir tonlamayla. ‘’Özür dilerim bir tanem.’’
Yüzünü ellerimin arasına aldığımda, hafifçe gülümsedim. Nazikçe yanağını okşadım.
‘’Benim için. Bizim için gittin Baran.’’
Onu ikna etmeliydim. Alnından başlayıp, yanaklarına doğru öpücükler kondurdum defalarca. Dudaklarım onun gözyaşlarıyla ıslandı. Kalbim, Baran’a her dokunduğumda daha da parçalandı.
‘’Sana kırgın değilim sevgilim. Kızgın değilim.’’ dedim ağlarken. Bir yandan da gülmeye çalışır gibi dudaklarımı büktüm. ‘’Bak birlikteyiz şimdi. Herkese her şeye inat birlikteyiz.’’
Hıçkırıkları durdu. Derin iç çekişleri başladı. Dakikalar sonra gözyaşlarını koluna silip kuruladı. Burnunu sertçe çekerken, alt dudağını sarkıttı.
‘’Birlikte miyiz gerçekten?’’ dedi dokunaklı bir sesle.
‘’Birlikteyiz. Hiç ayrılmamak üzere… Birlikteyiz Baran...’’
Ağlamaktan kızaran gözleri canlandı. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Onun bir gülüşü yüreğimin ısınmasına yetti.
‘’Hiç ayrılmayacağız Neva’m. Elini bırakmayacağım. Senden asla gitmeyeceğim.’’ Alnını alnıma dayadı. Sevgi dolu bakışları, sözlerinin kanıtıydı. Sıcacık sesiyle fısıldadı.
‘’Ölüm bile beni senden alıkoyamaz.’’
‘’Ölümden bahsetme.’’ diye anında kestim konuşmasını. ‘’Doya doya yaşa. Yaşayalım.’’
‘’Sadece seninle yaşamaya varım.’’ diye inatla karşı çıktı. ‘’Sensiz kendimi bulamıyorum.’’
Bir an durgunlaşıverdi. Elimi avuçlarının arasına aldı. Gözlerinden gözlerime akan yoğun duygu, nefesimi kesti. ‘’Yokluğun, ölümden beterdi benim için. Hayatımın anlamını kaybetmiş gibiydim.’’ Hatırladıklarıyla yüzünü acıyla buruşturdu. Gırtlağını sertçe temizledi.
Başını yana eğdi. ‘’Anlayacağın sen varsan bende varım, yoksan yokum.’’ dedi buruk bir gülümsemeyle. ‘’Ben, yalnız sende varım güzelim.’’
Konuşmak için dudaklarımı araladığımda, birden ellerimin altındaki teninin cayır cayır yandığını fark ettim. O kadar sıcaktı ki, korkuyla kaşlarım çatıldı.
‘’Baran!’’
‘’Efendim Neva’m.’’ diye güçlükle mırıldandı. Gözleri yarı açık, yanakları kıpkırmızıydı.
Telaşla elimi alnına yasladım. Yetmedi diğer elimle yanağını kontrol ettim.
‘’Ateşin var senin!’’
Dalga geçer gibi güldü. ‘’Yok benim bir şeyim merak etme-‘’ der demez şiddetli bir şekilde hapşırdı.
‘’Ne demek yok! Al işte hasta olmuşsun!’’ Bakışlarım hızla bedenini baştan aşağı süzdü. Yağan yağmurda ıslanan kıyafetleri kurumaya başlamış olsa da hala nemliydi. ‘’Çıkar hemen üstünü böyle kalırsan daha kötü olacaksın.’’
Gülüşü derinleşti. Bitkin olmasına rağmen bakışlarından muzip bir ifade geçti. ‘’Soyunmamı mı istiyorsun yani?’’
Sinirle gözlerimi devirdim. Hala beni ciddiye almıyordu.
‘’İstiyorum dersem itiraz etmeden yapacak mısın?’’
Keyif dolu sesiyle kulağıma doğru fısıldadı. ‘’Sen iste her şeyi yaparım.’’
Çatılı kaşlarım istemsizce yumuşadı. Yerimden kalktığım gibi valizime doğru yürüdüm. Neyse ki Baran’ın tişörtünü, nereye gitsem yanımda taşırdım. Kokusu çoktan gitmişti. Yine de üzerime geçirip uyumak iyi geliyordu.
‘’Al bakalım. Bununla idare et. Hem ateşin var. Kalın giyinmesen daha iyi.’’ Elimdeki tişörtü Baran’a uzattığımda boş bakışlarla bana baktı. Yerinde anlamsızca kıpırdandı. Erkek kıyafetini neden yanımda taşıdığımı sorgular gibi bir ifade vardı yüzünde.
‘’Merak etme senin o.’’ Gerileyip kollarımı göğümde birleştirdim. Bakışlarımı utançla kaçırmış, ayağımla yeri eşeliyordum. ‘’Bir ara dolabından izinsiz almış olabilirim.’’
Baran’ın gözleri büyüdü. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ayaklandığı gibi fevri bir adımla soluğu yanımda aldı.
‘’Böyle bir tişörtüm olduğunu bile unutmuşum. Ne zaman aldın ki?’’
Sessiz kaldığımı görünce başını hafifçe yana eğdi, ondan inatla kaçırdığım gözlerime bakmaya çalışıyordu. Biraz daha bana yaklaştı. Geri adım attıkça Baran üzerime geliyor, resmen beni köşeye sıkıştırıyordu. Sırtım duvara dayandı. Aramızda neredeyse hiç boşluk kalmadı. O an kokusu burnuma doldu, gözlerim kapandı.
Omuzlarımı belli belirsiz silkeleyerek ‘’Oldu tabi baya.’’ diye geçiştirdim. Altı yıl önce dolabından kıyafet aşırdım, yetmedi senelerce sakladım, seni her özlediğimde giydim, tişörtün üzerinden kokun gittiğinde deliye döndüm, ağlama krizlerine girdim demeye utanıyordum.
Baran’ın cevap bekleyen bakışları hala üzerimdeyken derin bir nefes verdim. ‘’Giy işte Baran! Amma soru sordun!’’ Bulduğum aralıktan sıvışacaktım ki eli bileğimi kavradı. Beni kendine doğru hızla çekti. Göğsüne yapışmam yetmezmiş gibi tek kollunu belime doladı. O kadar yakındık ki her an dudaklarımız birbirine değebilirdi.
‘’İstersen yeni kıyafetlerim var.’’ dedi çapkın bir gülüşle. Arzu dolu gözleri parlarken, tahrik edici bir sesle ‘’Evime geldiğinde dilediğini alabilirsin.’’ diye fısıldadı.
Bakışlarım dudaklarına kaydığında sertçe yutkundum. Heyecandan buz kestim sanki. Konuyu dağıtmak için aklıma gelen ilk soruyu sordum.
‘’Sahi sen nasıl geldin adaya? Hava çok kötüydü. Feribot seferlerinin iptal edildiğini duymuştum.’’
Baran homurdandı. Konuşmaktan çok, başka şeyler yapma isteği vardı. Bakışlarımdaki kararlılığı gördüğünde hevesi kursağında kaldı, sıkıntıyla nefes verdi.
‘’Tekne ayarladım.’’
‘’O fırtınada tekneyle mi geldin Baran?! Hangi kaptan böylesine tehlikeli bir durumda denize açılır ki?!’’
Önemsiz bir detaydan bahseder gibi geçiştirdi. ‘’Kaptan denizde açılmayı reddedince teknesini satın aldım gitti. Hem şu an buradayım değil mi? Başka şeylere mi odaklansak?’’ belime sarılı kolunu sıkılaştırdı, bedenimi göğsüne iyice yaklaştırdı.
‘’Tekne mi aldın?!’’ diye şaşkınlıkla sesimi yükselttim. Baran, benim aksime fazlasıyla sakindi.
Yüzündeki yorgunluğa rağmen sırıtmayı başardı. ‘’Fena mı oldu? Artık dilediğimiz zaman adaya kaçamak yapmak için gelebiliriz.’’
‘’Baran ciddi olamazsın!’’
Masum bakışlarla başını yana eğdiğinde, kalbim ona kızmayı reddetti. Karşımda süt dökmüş kedi gibi dururken öylesine tatlıydı ki öfkeli kalamıyordum.
‘’Hadi Büyükada’ya geldin diyelim. Yağmurun altında neden bekliyorsun!?’’
Tek omzunu kaldırıp indirdi. ‘’Senin bana gelmeni bekledim.’’
Yüzüm düştü. Beni mi beklemişti yani? Ondan kaçtığımı sandığımda bile Baran yanı başımdaydı.
‘’Ne zamandan beri bekliyorsun?’’ diye boğuk bir sesle sordum.
‘’Üç gün.’’
Bedenim baştan aşağı ürperdi. Kollarının arasında olmasaydım çoktan yere yığılırdım. Onu neyle sınamıştım böyle!? Aklım neredeydi benim!? Kalbim acıyla sızladı. Kendime olan kızgınlığım, her geçen dakika daha da perçinlendi.
‘’Özür dilerim Baran. Kaçıp giderken tek düşündüğüm tehlikeli biri olduğumdu. Sana daha fazla zarar vermekten korkuyordum.’’ Baran’a itiraf etmem gerekenler vardı. Bütün cesaretimi toplayıp bedenimi dikleştirdim ve gözlerinin içine baktım. ‘’Beni eve bıraktığın akşam Serkan karşıma çıktı. Benimle konuşmak istedi. Daha doğrusu elindeki kaydı izletmek istiyordu.’’ Serkan’ın adını duyar duymaz Baran’ın yüzü karardı. Yine de beni bölmek istemediğinden konuşmadı.
‘’Kerem’in öldüğü gecenin kaydı elindeymiş. Sen Ali’nin kasasından almadan önce Serkan flaş belleğe ulaşmış olmalı.’’ diye mırıldandım. Gözümün önüne gelen görüntüler aklımdan bir türlü çıkmıyordu. ‘’Sebep olduğum şeyi ilk defa izleyince…’’ dedim titrek bir sesle. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. ‘’Benim için çok zor oldu Baran.’’
‘’Gel buraya.’’ diye başımı göğsüne çekti. Bir eliyle sırtımı sıvazladı. Diğer eliyle saçlarımı okşadı.
‘’Ali ile yüzleşmek istedim.’’ Başımı kaldırıp gözlerine baktım. ‘’İlk defa hesap sorma cesareti buldum kendimde.’’
Baran’ın tek kaşı havalandı. Düşünceliydi. ‘’Neden Ali’nin karşısına şimdi çıktın peki? Daha önce de hesap sorabilirdin?’’
‘’Oktay’ı hatırlamıyordum. Kullandığım uyuşturucudan olmalı.’’ Yüzümü buruşturdum. Artık istemediğim kadar hatırlayacaktım olan biteni.
‘’Kaydı izlediğimde Oktay’ın çelişkili hareketlerini gördüm. Bana oyun mu oynandı bilmiyordum. Uyuşturucuyu direk bana verip gitmesi, para istememesi… Aklımdan bin bir türlü senaryo geçti.’’
Baran beni tamamladı. ‘’Sende Oktay’ın Ali’nin adamı olabileceğini düşündün.’’
Başımı aşağı yukarı salladım. ‘’Hala daha öyle düşünüyorum.’’
Baran sıkıntıyla nefes verdi. Dudakları aralandığında konuşmakta tereddüt eder gibiydi.
‘’Bunu söylemekten nefret etsem de Oktay’ın başındaki kişi Ali değil.’’ Duraksadı. Şaşkınlığımı gördüğünde anlatmaya devam etmek zorunda kaldı. ‘’Ali ben içerdeyken görüşe geldi Neva. Aramızda bir anlaşma yaptık. Ben gidecektim, ayrılacaktım senden, o da seni ihbar etmeyecekti.’’ Baran sesli bir şekilde soludu. O günü hatırladıkça sinirleri bozuluyordu. ‘’Tek bir şartım vardı. Ali’den sana uyuşturucu veren adamı bulmasını istedim. Bu işin arkasındaki kişi her kimse, sorgulamaya önce o torbacıdan başlamam gerekiyordu. Ali de bana Oktay’ı buldu. Almanya’ya kaçmıştı. Bende her şeyi bırakıp peşinden gittim.’’
‘’Bilmiyorum Baran. Oktay’ın ölümü bile şaibeliymiş baksana.’’
Bakışları yüzümde gezindi. ‘’Ne olursa olsun Ali Oktay’ın peşini bırakmayacağımı biliyordu. Bu risk Ali için bile fazla.’’
‘’Oktay gerçekten intihar mı etti sence?’’ diye sorduğumda Baran öylece baktı yüzüme.
‘’Bilmiyorum. Onu bulduğumda kendini asmıştı. Ortalık karışacaktı. Polisler gelmeden önce otelden kayboldum. İtiraf etmem gerekirse Oktay’ı kendi ellerimle öldürecek kadar gözüm dönmüştü. Ama sırlarıyla birlikte ölüp gitti şerefsiz! Elimde hiçbir şey yoktu! Ne bir isim ne de bir delil.’’ Baran bir an durdu. Sesindeki kuşkunun tonu yoğundu. ‘’Eğer onu ben öldürseydim… Yine de benim yanımda olur muydun Neva?...’’
Ellerine uzandım. Sımsıkı kavradığım gibi gözlerine korkusuzca baktım. ‘’Her zaman seninleyim. Aksini aklının ucundan bile geçirme.’’
Kaşlarını çattı. ‘’Neden kaçtın o zaman?’’ Mavilikleri kor gibi yanarken gidişimdeki asıl sebebi öğrenmek istiyordu.
‘’Karanlığıma seni çekmek istemedim. Ali’ye silah doğrulttum ben! Eğer Leyla engel olmasaydı ateşleyebilirdim bile! Artık yapabileceklerimi kestiremiyorum Baran. Ya vursaydım? Katil olsaydım!? Aklımda bu sorular varken senin yüzüne nasıl bakardım?’’
Baran’ın bakışları yumuşadı. ‘’Aslında Ali’yi vursaydın hiç itirazım olmazdı.’’ Ters bakışım karşısında kollarını göğsünde birleştirdi. ‘’En azından ayaklarına temiz iki tane sıksaydın!’’
‘’Baran!’’ diye payladım onu.
‘’Oturup Ali’yi vurmadığına sevinemeyeceğim kusura bakma Neva!’’ diye omuz silkti. ‘’Başka sefere hedefi on ikiden tutturursun, bana sözün olsun artık.’’ Yüzümün yumuşamadığını görünce, usul usul yanıma yaklaştı. Hırkamın ucundan çekiştirdi. Mızmızlanır gibi söylenmeye başladı. ‘’Hem ben çok hastayım. Ateşler içinde yanıyorum. Bakmayacak mısın bana?’’
Bir an düşüncelerim dağıldı. ‘’Ağrın mı var yoksa? Kötü mü oldun? Miden mi bulandı? Başın dönüyor mu?’’ Ardı ardına sorularımı sıralarken telaşlı bakışlarım yüzünde gezindi.
‘’Kışın ortasında bile yanıyorsam eğer, senin yüzünden.’’ dedi göz kırparak. Kızarmış yanaklarına rağmen hala sırıtabiliyordu.
‘’Komik mi şimdi bu?’’ diye çemkirdim. Baran’ı kolundan tuttuğum gibi yatağa doğru sürükledim. Neyse ki bana karşı koymadan komutlarımı yerine getirdi. Sessize peşimden geldi. Onu yatağın üzerine oturttuğumda alnını tekrar kontrol ettim. Hala ateşi vardı.
‘’Baran sen gerçekten yanıyorsun!’’
Stresle dudaklarımı dişledim. Havale geçirmeden bir an önce harekete geçmem gerekiyordu. Üstümdeki hırkayı aceleyle çıkarıp yatağa fırlatır gibi attım. Açık saçlarımı hızla yukarıdan topuz yapıp bileğimdeki lastik tokayı özensizce geçirdim. Baran yüzünde bitkin bir gülümsemeyle, gözünü kırpmadan beni izliyordu. Kendini önemsediği falan yoktu. Hareketlerimi seyretmekten keyif alıyor gibiydi.
‘’Ilık bir duş alman lazım. Ateşin başka türlü düşmeyecek.’’
Mavilikleri hınzırca parladı. ‘’Duşa birlikte mi gireceğiz?’’ diye arsızca sordu.
‘’Sen tek başına yapacaksın tabi ki!’’
Oturduğu yatakta ellerini geriye doğru yasladı. Kaşları çatıldı. ‘’Neden tek başıma?’’ İtirazlarına içtenlikle devam etti. ‘’Ya başım döner düşersem?’’ Sesli bir şekilde cık cıkladı. ‘’Bu büyük bir risk!’’
‘’Bir şey olmaz hadi Baran!’’ Koluna girip çekiştirsem de yerinden kıpırdamadı.
İnatla omuzlarını silkti. Sert bir bakış atmamla çocuk gibi alt dudağını sarkıttı. Oflayarak yerinden doğruldu. İsteksiz adımlarla banyoya giderken arkasından seslendim.
‘’Ben resepsiyona ineceğim. İlaç bulurum sana belki.’’
Arkasını dönmeden başını sallamakla yetindi. Banyonun kapısını sertçe kapadı. Ne yani bana trip mi atıyordu?!
Kollarımı belime yerleştirirken ‘’Ne yapacağım senle ben?’’ diye mırıldandım. Kapattığı kapıya bakıp gülümsedim. Sonra başımı iki yana salladım. Kendime gelmeli ve bir an önce Baran’a ilaç bulmalıydım. Şansım varsa belki sıcak bir çorba…
***
‘’Bu seti de kaybettin Aliş! Şimdiden söyleyeyim bana olan borcun ikiye katlandı!’’
Ali dalgınlığından sıyrıldığında Yiğit’in ensesine hafif bir şaplak attı.
‘’Ne diye borcum ikiye katlanıyor? Geçenlerde çikolatasına anlaşmamış mıydık senle oğlum?’’
‘’O eskidendi Ali abi. Artık çikolatasına oynamıyorum!’’
Ali sesli bir şekilde nefes verdi. Tek kalan arkadaşı Yiğit’e yukarıdan bakıyordu. ‘’Görmeyeli boyu mu uzadı?’’ diye içinden geçirdi bir an. Arada Yiğit’le sitenin bahçesinde basketbol oynar, sütlerini içerken dertleşirlerdi. Neyse ki küçük adamın ağzı sıkı, sağlam bir dert ortağıydı.
‘’Ya nesine oynuyorsun Yiğit efendi?’’
‘’Parasına açıyorum artık oyunu. Basketbol deyip geçmeyelim hem. Seni yenmek öyle kolay değil. Aramızda metreler var Ali abi! Sitenin çocuklarıyla oynamaya benzemiyor.’’ Eliyle çenesini kaşıdı. Baştan aşağı süzdü Ali’yi. ‘’Beş yüz versen işimi görür.’’
‘’Yuh be! Bacak kadar çocuksun ne yapacaksın sen bu kadar parayı?’’
Yiğit, bilmiş bir edayla kollarını göğsünde birleştirdi. ‘’Ekonomi kötü valla Ali abi. Beş yüz TL artık bir şeye yetmiyor. İki dondurma bir çikolata anca alırım.’’
Ali gözlerini kıstı. Haklıydı çocuk. Elini Yiğit’e doğru uzattı.
‘’Dört yüz veririm yanında da pamuk şeker alırım. Son teklifim bu. Kabul ediyor musun?’’
Yiğit düşünür gibi dudaklarını büzdü. Dikkatle süzdü karşısındaki adamı. Ali’nin teklifini makul bulunca elini sıktı.
‘’Balon da olsa güzel olurdu tabi.’’ diye ağzının içinde geveledi.
Ali’nin yüzünde gülümsemesi yayıldı. Sabahtan beri sahanın yanındaki seyyar satıcının balonlarına bakıp durmasından anlamalıydı. Yiğit, çoktan gözüne kestirmişti parlak balonları.
Çocuğun saçlarına ellini daldırdı, karıştırarak sevdi. ‘’Anlaştık küçük bey.’’
Yiğit hızla Ali’yi savuşturdu. ‘’Ne yapıyorsun Ali abi ya! Çocuk muyum ben?’’
‘’On yaşındasın. Sence hangi kategoriye girersin?’’
‘’Öyle sayılara takılma. Benim bir karizmam var! Böyle yaparsan iyice çizilecek!’’ Telaşla etrafına bakındı. Birilerinin onları görmediğinden emin olunca derin bir nefes verdi.
‘’Yesinler senin karizmanı!’’ Ali, çocuğu kucakladığı gibi havaya kaldırdı. Yanağına ıslak bir öpücük bıraktı. ‘’Pamuk şekeri gömerken çocuk değilsin ama.’’
Yiğit ne kadar itiraz etse de gülerek kollarını Ali’nin boynuna doladı, başını omzuna yasladı.
‘’Pamuk şeker kırmızı çizgim biliyorsun.’’ Başını kaldırıp Ali’ye baktı. Tek gözünü kırpmaya çalışsa da iki gözünü birden sımsıkı yumdu. Ali, onun bu haline sesli bir şekilde kahkaha attı. Bu çocuk son günlerde yüzünü güldüren tek kişiydi.
Telefonu çalmaya başladığında Yiğit’i tek koluna aldı. Boşta kalan elini cebine attı. Yabancı bir numara, onu görüntülü arıyordu.
Açtığı an karşısında Defne’yi görmeyi beklemiyordu.
‘’Ali! Bak kargom geldi! İçinde Barbie ve Ken bebekler bile var!’’ Küçük kız heyecanla elindeki bebekleri ekrana tutuyor, neredeyse boyu kadar olan oyuncak evini göstermeye çalışıyordu. Ali’nin gülüşü derinleşti. Gözleri mi dolmuştu? Defne’yi özlemişti galiba.
‘’Dur kız! Telefonu ver de bizde konuşalım.’’ diye atıldı Yusuf Amca. Ekran bir an kaymış, kamera yaşlı adama dönmüştü.
‘’Ali evladım niye zahmet ettin? Neler göndermişsin bizim Defne’ye.’’ Adam mahcup bir şekilde konuştu. Gelen oyuncaklarla torununun odası dolup taşmıştı resmen.
‘’Lafı mı olur Yusuf Amca. Defne sevdi mi hediyelerini?’’
‘’Sevmez olur mu? Bayıldı. Kargolar geldiğinden beri evde sevinç naraları atıyor.’’
Ali’nin tebessümü genişledi. Yusuf amca ve ailesi, Leyla’yla ormanda kaybolduklarında onlara çok yardım etmişti. Karşılığında güzel bir teşekkür etmek istiyordu. Ayrıca küçük Defne’ye Ken bebek alacağına dair söz vermişti. Birazcık oyuncak alma işini abartmış olabilirdi. Mağazada beğendiği ne varsa düşünmeden sepete atmıştı.
‘’Dede bana ver! Ali ile konuşacağım!’’ Defne, dedesinin kucağına atladığı gibi eline geçirdiği telefonu sallaya sallaya evin içinde koşturdu. Aceleyle boş bir odaya girdiğinde kapıyı arkasından kapattı ve nefes nefese yere çöktü.
‘’Ali, tacımı beğendin mi?’’ diye hevesle sordu. Saçında yamuk duran tacını düzeltmeye çalıştı. Ali’nin ona anlattığı masalı unutmamış, sonunda istediği defne yapraklarına benzeyen taşlı tokasına kavuşmuştu. Gelen hediyeler arasında en sevdiği kesinlikle buydu.
‘’Çok yakışmış Defne’m. Güle güle kullan.’’
Defne’nin gözleri mutlulukla parladı. ‘’Appon da beğenir mi?’’
Ali bocaladı bir an. Ne diyecekti ki? Apollon gibi bir sevdiği olmayacağını ona anlatması gerekiyordu. Tam dudaklarını araladığında Yiğit araya girdi.
‘’Merhaba Defne!’’ Kameraya el sallayarak sırıtıyordu. ‘’Ben Yiğit. Ali’nin arkadaşıyım.’’ dedi gururla.
Defne utançla gözlerini kaçırdı. Kısık bir sesle cevap verdi.
‘’Merhaba Yiğit. Tanıştığıma memnun oldum.’’
Yiğit, küçük kızın cevabı karşısında kıkırdadı. Ali, kucağındaki Yiğit’i uyarır gibi dürttü. Bakışları buluştuğunda Ali kaşları çatmış, sen hayırdır der gibi bakıyordu çocuğa. Ne diye samimi oluyorlardı ki? Bir an Defne’yi kızı gibi sahiplenmiş, kıskançlık ateşi içine düşmüştü.
‘’Leyla nerede Ali abi?’’ Defne’nin sorusuyla Yiğit’in üzerindeki sert bakışlarını çekip telefona tekrar odaklandı Ali. Kara gözlerinin buğulandığını hissetti. Leyla’nın adı her geçtiğinde kalbine bıçak saplanıyordu sanki.
‘’Yanımda değil canım.’’ Verdiği cevap karşısında kızın yüzü düştü, gözleri hemen doldu. ‘’Göremeyecek miyim Leyla’yı?’’ derken dudakları titredi.
‘’Söylerim Leyla’ya seni arar olur mu güzelim.’’ diye ikna etmeye çalıştı. Gözlerine hücum eden yaşları kırpıştırarak yok saydı. Boğazına oturan yumruyu sertçe yuttu. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. Bu küçük kız daha fazla soru sormamalıydı. Aralarının neden kötü olduğunu açıklayamazdı.
Oysa Leyla hakkında konuşmak için can atmıyor muydu? İtiraf etmek gerekirse deli gibi özlemişti onu. Maviliklerini görmeden; beş gün, altı saat, otuz yedi dakika, kırk beş saniye geçirmişti. Dile kolay…
Bu süreçte aklı başına gelmiş, Leyla’yı kaybettiğini anlamıştı. Hiç sahip olabilmiş miydi ki?
Birlikte olabileceklerine dair bir ümidi yoktu. Yüreği dağlansa da yokluğuna katlanacaktı. Canı yanacaktı. Özlemekten geberecekti. Kabul. En azından Ali bu haldeyken, Leyla ondan daha iyi olacaktı. Olur muydu sahiden?
‘’Tacını göster bakayım bir daha.’’ Çaresizce konuyu değiştirmeye çabaladı Ali. Neyse ki Defne’nin dikkati kolay dağılıyordu. Saçlarını çekiştirdi, yamuk tacını düzeltti.
‘’Güzel olmuş mu Ali?’’
‘’Güzel ne demek, peri kızı gibi olmuşsun.’’
Yiğit, yüzünü ekrana daha da yaklaştırdı. Muzipçe, ‘’Gördüğüm en güzel peri olabilirsin Defne!’’ dedi.
Ali sesli bir şekilde soludu. ‘’Hayatında kaç defa peri gördün lan!’’ diye payladı çocuğu. Sinirle Yiğit’i kucağından indirdi. Böylece telefonun ekranında sadece Ali’nin görüntüsü kaldı.
‘’Defne ’cim seni daha sonra arayayım mı?’’
Defne’nin gözleri kocaman açıldı. ‘’Aradığında Leyla da yanında olacak mı?’’ dedi heyecanla. ‘’Beni onunla konuşturur musun Ali? Lütfen! Lütfen!’’ uzata uzata konuşmaya başladığında Ali düşünmeden sözünü kesti.
‘’Tamam! Yan yana olduğumuzda arayacağım.’’
Küçük kız kıkırdadı. Emeline ulaşmanın keyfiyle saçlarını geriye savurdu. ‘’Hadi o zaman görüşürüz Ali. Bay bay.’’ dedi ve bir anda telefonu kapadı.
Ali öylece kalakaldı. Boş gözlerle siyah ekrana baktı. Az önce Defne’ye söz mü vermişti? Hem de Leyla ile ilgili!
Duygularını bastırabilmek için dişlerini sıktı. ‘’İyi bok yedin gerizekâlı!’’ diye mırıldandı. İçinden kendine okkalı küfürler saydırıyordu. Sinirle telefonunu cebine sıkıştırırken bakışları onu izleyen Yiğit’e kaydı.
‘’Sil şu gülümsemeyi suratından!’’
Yiğit sırıtarak ellerini beline yerleştirdi. ‘’Kim bu Leyla?’’ dedi imalı bir sesle. ‘’Neden bana bahsetmedin?’’
‘’Seni hiç ilgilendirmez küçük bey!’’
Hafifçe omuzlarını silkti Yiğit. Meydan okur gibi baktı Ali’ye.
‘’O zaman Defne de seni ilgilendirmez.’’
Ali’nin gözleri kocaman açıldı, dudakları şaşkınlıkla aralandı. ‘’Daha beş dakika önce tanıştınız farkındaysan. Nereden çıktı bu Defne merakı!?’’
‘’Zamanın ne önemi var ki? Ben peri kızımı buldum valla! Defne’m öylesine güzel ki!‘’
Ali sinirle yüzünü sıvazladı. Saçlarına parmaklarına geçirip çekiştirdi. Gün geçmiyordu ki sınavı bitsin!
‘’Defne senin kardeşin sayılır. Aranızda üç yaş var Yiğit! Üç yaş!’’
‘’Aşkın yaşı olur mu Ali abi?’’ diye masumca sordu küçük adam.
Ali tam karşı çıkacakken durdu. Kaşları çatıldı. Aklına, Leyla ile aralarında dört yaş olduğu geldi. Onunla ilk tanıştığı anda bile içinden kardeşim demek gelmemişti. Hala Leyla’nın verdiği kalpli çikolata kutusunu saklamıyor muydu? Neden takım arkadaşlarıyla paylaşmamıştı? Kendi bile yemeye kıyamazken nasıl bir başkasına verebilirdi ki!? O zamanlarda sorgulamak istememişti. Dolabın bir köşesinde, bir daha açılmamak üzere kalmıştı Leyla’nın hediyesi. Şimdiyse yüzüne tokat gibi çarpan sözlere karşı verecek cevap bulamıyordu.
‘’Yürü Yiğit! Balon mu alıyorsun ne alacaksan al!’’ Hareket etmeyince Ali çocuğu kolundan hafifçe çekiştirdi. Birlikte sahanın dışına doğru yürürlerken Yiğit, sorularıyla Ali’yi sıkıştırmaya devam ediyordu.
‘’Ali abi?’’
Ali, gözlerini devirdi. Onu dinlediğini belli eden bir ses çıkardı.
‘’Ne zaman eski haline dönersin? Gülerken bile her an ağlayacak gibisin. Sabahtan beri potayı ıskalayıp durdun zaten. Sen bu kadar kaybetmeyi sevmezsin.’’
Ali adımlarını yavaşlattı. İçindeki sıkıntıyı çaktırmamaya çalışsa da Yiğit’in gözünden kaçmamıştı demek. Yüreğinin derinliklerinde, tarif edilemez bir acı vardı. Değil basketbol oynamak, nefes dahi almak istemiyordu. Günlerdir evden çıkmamıştı. En sonunda kapısının önünde kadar gelen Yiğit’i kıramamış, onunla basket oynamaya ikna olmuştu.
‘’Nereden çıkardın? İyiyim ben.’’ diye itiraz etti. Yenilgiyi kabul etmeyi reddeden, çaresizce bir bakış vardı yüzünde.
Yiğit’in gözleri kısıldı. Bilge bir edayla konuştu.
‘’Büyükler iyiyim diyorsa bil ki tam tersidir Ali abi.’’
Seyyar satıcının yanına vardıklarında ‘’Ne önerirsin peki?’’ diye ciddiyetle sordu Ali. On yaşında bir çocuktan akıl aldığına hala inanamıyordu.
Yiğit balonları incelerken uçak şeklinde olana karar kıldı. Heyecanla öne atıldı.
‘’Bu olsun!’’
Seçtiği balonu eline veren adama gülümsedi, başıyla Ali’yi işaret etti. ‘’Parasını abi ödeyecek.’’
Ali cebinden çıkardığı paraya bakmadan hızla satıcının eline tutuşturdu. ‘’Üstü kalsın.’’ dedi. Sabırsız bakışlarını Yiğit’e döndürdü. ‘’Var mı bir fikrin?’’
‘’Pek güven vermiyorsun be Aliş. Elini yüzüne bulaştırırdın değil mi? Kesin kızın kalbini kıracak bir şey yaptın.’’ Yüzünü buruşturdu Yiğit. Ümitsiz bir vakaymış gibi baktı Ali’ye. ‘’Sen en iyisi al özür çiçeğini, çık karşısına.’’
‘’Ne yapacağım sonra? Ne diyeceğim? Ya beni dinlemek istemezse-’’
Yiğit telaşla konuşan Ali’yi, isyan eder gibi kesti.
‘’Her şeyi de ben bilemem ki canım!’’ Ali’nin kara gözlerine dikti bakışlarını. Bir de büyükler, çocuk gibi korkak olma derlerdi. Bu neydi şimdi? Kimmiş asıl korkak?
‘’Sen önce kızın karşısına çıkma cesaretini göster, sonrasını doğaçlama yaparsın artık.’’
***
GÖKDENİZ.
Demek Leyla’nın işlettiği restoran burasıydı. Gökdeniz, abimin emaneti demişti.
Ali’nin bakışları restoranın tabelasıyla elindeki çiçekler arasında gidip geldi. Yolda çiçekçiye uğramış, en güzel pembe gülleri satın almıştı.
Dudakları yukarı kıvrıldı. Leyla, pembe gülleri severdi. Aklına gelen ihtimalle yüzündeki gülümseme dondu. Ya bu gülleri kafasında parçalarsa? Yapar mı yapardı. Leyla’nın attığı tokat, hala yanağında sızlıyordu.
‘’Rezervasyonunuz var mıydı?’’ Çalışan kadının bakışları Ali’nin üzerinde gezindi. Dakikalardır kapıda dikilmiş, içeri girmekte tereddüt ediyordu.
‘’Hayır yok. Aslında…’’ diye kekeledi. ‘’Leyla Hanımla görüşecektim.’’
‘’Kim geldi diyeyim?’’
Ali zorla yutkundu. Leyla adını duyarsa hiç görüşmek istemezdi. En iyisi karşısına bir anda çıkmaktı. ‘’Sadece nerede olduğunu söyleseniz?’’ Kadının ikna olmayan bakışlarını görünce elindeki çiçekleri hafifçe havaya kaldırdı. Gamzelerini ortaya seren, en ikna edici gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. ’’Aslında kız arkadaşıma sürpriz yapmak istiyorum. Anlarsınız ya…’’ dedi göz kırparak.
Görevli kadın Ali’yi baştan aşağı süzdü. Moda dergilerinden fırlamış, yabancı mankenlere benziyordu. Elinde çiçek, şık giyinimli, yakışıklı yüzüyle son derece göz alan biriydi. Bu çekici sarışın, demek Leyla Hanım’ın erkek arkadaşıydı.
Hayranlıkla başını salladı kadın. ‘’Mutfak’ta.’’
‘’Teşekkür ederim.’’
Ali vakit kaybetmeden içeri girdi. Onu karşılayan deniz manzarası büyüleyiciydi. Restoran İstanbul Boğazı’nı ayaklar altına alıyordu. Merakla bakışlarını etrafa gezdirdi. Akşam servisi için saat erken olmasına rağmen çoğu masa doluydu. Boş olanlarda da rezerve edilmişti. Hafif bir müzik çalıyor, insanlar elit elit yemeklerini yiyordu. Bu mekân gerçekten de adı gibi Gökdeniz’di. Dekorasyonda beyaz ve mavi renkler hâkimdi. Son derece sade tutulmuş, seçilen eşyalarla modern bir görünüme kavuşturulmuştu. Ali, Leyla’nın tasarıma olan düşkünlüğünü bildiğinden bu restorana nasıl emek verdiğini görebiliyordu. Her detayında ondan bir iz vardı sanki.
Mutfağa açıldığını tahmin ettiği kapıya doğru telaşlı adımlarla yürüdü. Her adımında kalbi deli gibi atıyor, heyecandan elli ayağına dolanıyordu. Son anda karşısına çıkan garsona çarpmadan yana çekildi.
‘’Pardon! Ben Leyla Hanım’ı arıyordum. İçeride mi?’’
Adam şaşırsa da siparişi yetiştirmek için sorgulamadan kafa sallayıp yürümeye devam etti. Ali açılan kapıdan, hızla içeri süzüldü.
Mutfak gerçekten de karışık bir yerdi. Şefler birbirine bağırıyor, siparişleri bir an önce yetiştirmeye çalışıyorlardı. Ali’nin sayamayacağı kadar çok kişi çalışıyordu burada. Etraf tam anlamıyla duman altıydı. Ocaklardan yer yer ateş yükseliyordu. Her bir çalışan tavayı, bıçağı ustalıkla kullanılıyordu. Dakikada bir zile basan şefin hazırladığı tabak, önünden alındığı gibi müşterilere götürülüyordu.
Ali ilk gözüne kestirdiği kişinin yanına gitti. Soğanları doğrayan adamın başında dikildi. ‘’Şey Leyla Hanım nerede acaba?’’
Adam, senin burada ne işin var der gibi baktı Ali’ye. Elindeki çiçekleri görünce göz devirdi. Sorgulamadan başından savdı. ‘’Arka tarafta onlar.’’
‘’Teşekkürler.’’
Ali arka standa doğru yürürken üstü başına çeki düzen vermeye çalıştı. Bugüne özel spor ama şık bir takım giymişti. Sırtını dikleştirdi, boğazını temizledi. Elindeki pembe gül demetine son defa baktı. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle Leyla’yı aradı.
Gördükleriyle yerinde çakıldı kaldı sanki. Gülüşü yüzünde soldu. Kara gözleri gölgelendi. Elinde tuttuğu çiçeği sımsıkı kavradı. Çenesini öfkeyle sıktı. Nefes alışı hızlandı. Göğsü şiddetle inip kalktı.
Bakışları Leyla’daydı. Kıskançlık duygusu o kadar ağır geldi ki, yüreği sıkıştı. Göğsünün tam ortasına yumruk yemiş gibi oldu.
Ali, yıllarca alışık olduğu tek bir şey var sanıyordu.
Sevdiği kadını başkasıyla görmek.
Buna aşina değil miydi Ali?!
Oysa kalbi, bu acıyı ilk defa yaşadığını hissediyordu.
BÖLÜM SONU
Evet arkadaşlar nasıl buldunuz bölümü?
Sonunda Leyla ve Ali ile ilgili gelişmeler de oldu. Yeni bölümde daha da artacak sahneleri. Tabi asıl çiftim NevBar’ı unutmam. Onları da bol bol okuyacağız. :)
Beğenmeyi unutmayın yazarınızı mutlu edin. Yeni bölümde görüşmek üzere :)
Seviliyorsunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.19k Okunma |
572 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |