40. Bölüm

BÖLÜM 40: KAFES.

büşra uzun
busrauzun

 

 

Merhaba arkadaşlar

Uzun bir ara vermiştim. Neyse ki bomba gibi bir bölümle geri döndüm.

Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum.

Bölüm Şarkısı: EMIN feat. JONY – КАМИН

Keyifli okumalar

 

 

 

Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,

Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı.

WILLIAM SHAKESPEARE

 

 

 

‘’Leyla elindeki bıçağı bırakır mısın artık?’’

Leyla, inatla omuz silkip tekrar önüne döndü. Arda’nın söylenmelerini duymazlıktan geldi. Sabahtan beri restoranın mutfağında çalışıyor, daha doğrusu oyalanıyordu. Tezgâhının üzeri savaş alanı gibiydi. Kimin umurundaydı ki?! Bıçağını her sapladığında, Leyla’nın içi rahatlıyordu. Özellikle Ali’yi düşünürken daha bir şevkle önündeki tavuğu deşiyordu. Nasıl bu kadar kör olabilmişti? Aklı almıyordu! Duyduklarını kabul etmek bir yana, gün geçtikçe öfkesi katlanıyordu.

Onu öpmüştü yahu! Herkese, her şeye inat öpmüştü Ali’yi. Bir an on sekiz yaşındaki Leyla çıkıvermişti içinden. Kaybettiği ilk aşkını bulabileceğine inanmıştı. Ali’nin ona karşılık verdiği an… Sanki mutluluktan havalara uçmuştu Leyla. Ayakları yerden kesilmiş, kendini adeta bulutların üzerinde sanmıştı. Sonra da çıktığı gibi bir güzel yere çakılmıştı. Yaşadığı hüsran, dinmeyen bir acının başlangıcı olmuştu.

Onu düşünmediği bir anı dahi yoktu. Yerinde durmakta bile zorlanıyordu. Kabına sığamayan, delişmen bir kadına dönüşmüştü. Utançla öfke karışımı bir duygu içerisindeydi. Kendini berbat hissediyor, pişmanlığı çığ gibi büyüyordu.

Belki de Ali, arkasından dalga geçmişti. Benden uzak durun neyini anlamamıştı ki sanki! Bizden olmaz derken haklı sebepleri varmış meğer. Abisinin uyarılarına bile kulak asmamış, gözü kapalı sevdiği adama güvenmeyi seçmişti. Basireti falan mı bağlanmıştı acaba?

Ali’nin itiraf ettikleri günlerdir Leyla’nın aklında dönüp duruyordu. Aralarındaki tek engelin Ali’nin Neva’ya olan aşkı sanmıştı. Mesele buysa aşardı Leyla. Ali’ye dokunmadan, sarılmadan, yokluğunda sevmemiş miydi? Şimdi yanı başındayken, Ali ona böyle güzel bakarken ümit hep var sanıyordu. Ama beklenmedik bir darbeyle, bütün hayalleri suya düşmüştü.

Ali’nin yaptıklarının affedilir yanı yoktu. Abisine yaşattıklarını, Neva’ya olan sevgisini, bu uğurda kardeşim dediği adamı yok sayışını unutabilir miydi?

Leyla, böyle bir aşkla baş edemezdi.

Elleri yine titremeye başladı. Kalp atışları istemsizce hızlandı. Ali’nin kara gözlerini hatırladığı an, sinirle tavuğun göğsüne sert darbesini indirmesi bir oldu. Kaşları çatıldı. Bütünlüğü bozulmuş tavuğu dikkatle inceledi. Neyi yanlış yapıyordu?

‘’Arda bu tavukta problem var. Budu yanlış yönde duruyor.’’

Arda’nın bakışları Leyla’ya kaydığında, sesli bir şekilde güldü. Elindeki tabağı bırakıp tezgâha doğru yaslandı, kollarını göğsünde birleştirdi. Gözleri telef olan tavukla, Leyla arasında gidip geldi. Yıllardır bu restoranda şefti. İlk defa Leyla’yı mutfağa girerken görüyordu. Emin olduğu tek şey; eline bıçağı her aldığında, son derece tehlikeli bir kadına dönüştüğüydü.

‘’Bu kaçıncı Leyla? Artık tavuklarımı deşmeyi bırakır mısın?’’ Kolundan hafifçe çekiştirse de Leyla yerinden kıpırdamadı. Öfkeli bakışlarını bu defa Arda’ya dikti. Çenesini yukarı kaldırdı. İtiraz ederken, maviliklerinden keskin bir ışık geçti.

‘’Ne varmış benim kesimimde!?’’

‘’Bunları insanlara servis edeceğiz. Tadı kadar görüntüsü de önemli.’’ Arda’nın uyarısını umursamayan Leyla, alıcı bir gözle önündeki tavuğa benzeyen çalışmasını izledi.

‘’Gayet iyi duruyor. Bence daha sık mutfakta çalışmalıyım.’’

Arda kızın elindeki bıçağı dikkatle aldı. Kolundan tuttuğu gibi bedenini kendisine çevirdi. Tedirginlikle baktı gözlerine.

‘’Neyin var senin? Sabahtan beri çalışman hayra alamet değil.’’

Leyla bakışlarını kaçırdı. Umursamaz bir tavırla ‘’Yok bir şey.’’ dedi.

‘’Seni mutfağa sokamazdım. Yemek kokusunu bile alamayan Leyla Aktürk, bugün mutfaktan çıkmaz oldu. Demek ki var bir şey. Dökül bakalım.’’

Yüzüne yerleştirdiği gergin bir gülümsemeyle Arda’nın ellerini sıktı.

‘’Soru sormasan. Sadece en yakın dostum olarak yanımda dursan olur mu?’’

Arda sıkıntıyla nefes verdi. Leyla’nın üzgün olmasına alışık değildi. Hayat dolu, etrafına neşe saçan bir kızdı. Yüzünden gülümseme eksik olmazken, bu kederli ifade ona yakışmıyordu.

Daha fazla sıkıştırmak istemedi. Kollarının arasına çektiği Leyla’ya sımsıkı sarıldı. ‘’Seni kim üzerse karşısında beni bulur duydun mu?’’ Göğsünden ayırdığı kızın yüzünü, avuçlarının arasına aldı. Yanaklarını nazikçe okşadı. Doğrudan gözlerinin içine kararlılıkla baktı.

‘’Baran’a bırakmadan önce ben döverim onu.’’

Leyla hafifçe başını salladı. ‘’Levent’i dövdüğün gibi mi?’’ diye sordu. Eski sevgilisi Levent’i hatırlayınca istemsizce yüzünü buruşturdu. İlişkisi tam bir fiyaskoydu! Boyuna posuna yakışıklığına aldanmış, onu adam sanmıştı. Neyse ki karaktersiz biri olduğu çabuk ortaya çıkmıştı. Arda adamı öyle kötü dövmüştü ki, bir daha yamacına bile yaklaşmaya cesaret edememiş, barışmaktaki ısrarlarından vazgeçmişti.

Arda pişkin pişkin sırıttı. Kaslı omuzlarını gevşetti, sırtını dikleştirdi. Özgüvenli duruşu, bedenine oturan şef önlüğüyle, cazibesi ikiye katlandı.

‘’O lavuk çoktan hak etmişti. Senin gibi kızı aldatacak, bende sessiz kalacağım öyle mi?’’

‘’Orasını gayet net anladım. Eylül araya girmeseydi resmen elinde kalacaktı.’’

Eylül’ün adı geçince Arda’nın gözleri parladı. Elini kolunu nereye koyacağını şaşırdı. Utana sıkıla ensesini kaşıdı.

’Öyle olmuştu dimi ya.’’

‘’Ne zaman açılacaksın şu kıza?’’ diye payladı onu. ‘’Burnunun dibinde duruyor. Sen hala olduğun yerde saymaya devam et. Aferin sana!’’ Eylül’ün çalıştığı tezgâha göz ucuyla baktı Leyla. Her zamanki gibi kızın başı doluydu. Bütün dikkatini tabağını çıkarmaya vermişti. Başarılı bir şefti Eylül. Özellikle yaptığı tatlılarının üzerine başkasını tanımazdı. Onu ekibe katmak için çok uğraşmıştı. Eylül’de güvenini boşa çıkarmamış, canla başla çalışıyordu. Restoranda işe başlar başlamaz Arda’nın eli ayağı olmuştu. İyi bir ikiliydiler. Ayrıca çok da yakışıyorlardı. Leyla, onları tatlı ve ekşiye benzetirdi. Zıtlıkların muhteşem uyumu! Arda ne kadar sarışın ve yeşil gözlüyse, Eylül bir o kadar esmerdi. Simsiyah saçları beline kadar uzanıyor, çekik gözleri ona ayrı bir hava katıyordu. Ufak tefek, alımlı bir kızdı.

‘’Kolay mı sanıyorsun Leyla? Ya benim gibi hissetmiyorsa? Şu an en azından iş arkadaşıyız. Açıldığımda reddederse arkadaş kalma ihtimalimiz da ortadan kalkacak.’’

Leyla bilmiş bir edayla ‘’Kadınlar hisseder Arda. Eylül de sana karşı boş değil.’’ dedi. Arda’nın şef önlüğünün yakalarını düzeltti. Cesaret vermek ister gibi omuzlarına hafifçe vurdu.

’Hem denemeden bilemezsin değil mi?’’

‘’Bakma bana öyle.’’ Arda’nın gözleri kocaman açıldı. ‘’Şimdi mi?’’

‘’En azından akşam yemeğine çıkar kızı. Bir yerden başlamalısın.’’

Arda derin bir nefes aldı. Karalı bakışlarını Leyla’ya dikti.

’Akşam yemeği?’’

‘’Aynen sadece bir akşam yemeği.’’ diye yineledi Leyla. ‘’Pişman olmayacaksın.’’

‘’Sen ne yapacaksın?’’

‘’Eve gidip biraz dinleneyim. Hem çok ayak altında dolaştım bugün. Senin de çalışma yerini işgal ettim.’’ Tezgâhın üzerindeki telef olan tavuklara baktı. ‘’Sanırım mutfak bana göre bir yer değil.’’

Arda hafif bir kahkaha atarken, Leyla’nın kolunu sıvazladı. ‘’Başlangıç için fena değilsin aslında.’’ Duraksadı. Muzip bir ifade belirdi yüzünde. ‘’Yine de işletmecilikten devam etmen en iyisi. Bırak şefliği biz yapalım.’’

Omzuna şakayla karışık bir yumruk attı Leyla. ‘’Çok kötüsün. Gidiyorum ben.’’ Önlüğünü çıkardığı gibi fırlatırcasına attı üstünden. Çıkışa doğru yürürken bir anda durdu. Arkasını dönüp arkadaşına imalı bir bakış attı. ‘’Sana güveniyorum.’’ diye sessizce dudaklarını oynattı.

Göz kırptı Arda. Bakışları Eylül’e kaydığında derin bir iç çekti. Bu gece sandığından da zor geçecekti anlaşılan.

Leyla, yüzünde buruk bir gülümsemeyle ağır adımlarla mutfaktan dışarı çıktı. Ağrıyan boynunu sağa sola yatırdı. Yetmedi ensesini ovuşturdu. Mutfakta çalışmak sandığından da zordu. Kaslarının gerildiğini yeni anlıyordu. Resepsiyondaki çalışanla göz göze gelince başıyla hafif bir selam verdi. Bakışları kadının ellerindeki pembe güllere takıldı.

‘’Ne kadar da güzeller.’’

Kadının gözleri güller ve Leyla arasında gidip geldi. ‘’Leyla Hanım… Aslında bunlar sizin için...’’

Kaşları çatıldı. Yavaş adımlarla yanına yaklaştı. Eline aldığı çiçekleri dikkatlice inceledi. Üzerinde not yoktu.

‘’Kim gönderdi?’’

‘’Sarışın, uzun boylu bir adam geldi. Sizi sordu. Elinde de bu çiçekler vardı.’’

Leyla duraksadı. Maviliklerini karşısındaki kadına dikti. Bakışlarında devam et der gibi ifade vardı.

‘’Mutfakta olduğunuzu söyledim. Sonra o tarafa doğru ilerledi. İçeri girmesiyle çıkması bir oldu. Bir hayli sinirli görünüyordu. Tam gülleri çöpe atacakken vazgeçti. Getirip bana verdi.’’

Kadın öylece baktı Leyla’nın yüzüne. Konuşmaya devam etmekte tereddüt eder gibiydi.

‘’Bir de güllere yazık olmasın dedi.’’

Leyla o an nefes almayı unuttu. Sertçe yutkundu. Buğulu bakışları pembe güllere kaydı. Titreyen elleriyle sıkıca kavradı çiçekleri.

İyi de neden? Bunca yaşanandan sonra… Ali neden ona gelmişti?...

 

 

***

 

 

Ali çenesine gelen darbeyle bir anlığına sersemledi, soluksuz kaldı. Ağzına dolan kanı yere tükürdü. Başını hızla iki yana sallayıp, kendine gelmeye çalıştı. Karşısındaki adam, sandığından da iyi dövüşüyordu.

Nerede miydi?

Müvekkili İlhan Devrim’in düzenlediği dövüş müsabakasında.

İlhan Devrim, oynattığı yasa dışı bahislerle uzun süredir başı beladaydı. Yıllar önce Ali’yi avukatı olarak tutmuş, o günden itibaren ayrılmamışlardı. Arada sırada gözde avukatını, maçları izlemeye dahi davet ederdi. İlhan’ın güvenini hızla kazanan bu genç avukat, bugün ki maçı izlemekle yetinmemiş, dövüşmek için ısrarcı olmuştu. Bütün uyarılara rağmen Ali, soluğu ringde almıştı.

Rakibi, kendinden emin bir duruşu, iri cüssesi, vücudunu kaplayan dövmeleri ve kısa kesilmiş saçlarıyla tipik bir boksördü. Lakabı Pençe’ydi. Kafes dövüşlerinin aranan adamı. Ali birkaç defa onu dövüşürken izlemişti. Rakiplerinin karşısındaki ezici üstünlüğünü gördüğünde kim olduğunu merak edip sordurmuştu. Namı değer Pençe’nin adı; Bedir Aydınalp’ti. Aldığı doping yüzünden müsabakalara katılmaktan men edilen, kendi elleriyle kariyerini bitiren eski bir milli sporcu.

Ali sonunda hak ettiği bataklık çukurunda olduğunu düşünüyordu. Salonun tam ortasına yerleştirilmiş demir tellerle örülü bir kafesin içindeydi. Havada sigara dumanı, ter ve kan kokusu vardı. Dövüşmek bir yana, durup soluklanmak bile gittikçe zorlaşıyordu. Bakışları etrafta gezindiğinde gözünü kan bürümüş seyircileri gördü. İnsanlar başlarına üşüşmüş, var güçleriyle tellere vurup tezahürat yapıyorlardı.

Titrek bir ışıkla aydınlanan bu ölüm kafesinden, sadece bir kişi çıkacaktı.

 

Ali’nin çıplak göğsü hızla inip kalkıyor, kasları hareket ettikçe acıyla geriliyordu. Son bir saattir fena halde hırpalanmıştı. Yüzü gözü kan içerisindeydi. Ellerini yumruk yapıp var gücüyle sıktı. Aklındaki planı uygulamak istiyorsa asla pes edemezdi.

Ağzındaki metalik kan tadını umursamadı. ‘’Daha sert vur! Tek yapabildiğin bu mu?!’’ diye bağırdı rakibine. Öfkesi giderek kabarırken, gözünün önüne gelen anları kovmaya çalışıyordu.

Neden o restoranına gitmişti ki?! Şahit oldukları hançer gibi saplanmıştı yüreğine. Leyla bir başkasına sarılmış, gülüyordu. Mutluydu. Seviyordu, belli ki seviliyordu da... Adamın ona olan yakınlığını düşündükçe kalbi sıkışıyordu. Nasıl silecekti gözünün önündeki görüntüleri? Unutabilir miydi? Gözleri her kapadığında karşısında beliren çifti unutabilir miydi sahiden!?

Yanağına gelen sert yumrukla Ali, birkaç adım gerilemek zorunda kaldı. Rakibi, dalgınlığından yararlanmış fırsattan istifade sağ kroşesini suratına indirmişti. Bir anda gözü karardı. Dengesini kaybetti. Beton zeminde öylece yığılıp kaldı. Şiddetle öksürmeye başladığında, kanlar ağzından yere boşalıyordu.

‘’Pençe!... Pençe!...’’ diye bağıran seyircilerin sayısı giderek artıyordu. Ali’nin yarı baygın bakışları kafesin etrafını saran adamlara kaydı. ‘’Bitir işini Pençe!’’ şeklindeki tezahüratlar kulaklarında yankılandı.

Pençe, maçın son anlarının tadını çıkarıyordu. Saatlerdir karşısındakini hırpalamaktan zevk alır gibiydi. Yüzüne yerleştirdiği alaycı gülümsemeyle, yerde yatan Ali’yi son defa süzdü. Çoktan işinin bittiğini düşünüyordu.

Ali yavaşça dizlerinin üzerine doğruldu, ellerini soğuk zemine dayadı. Birkaç saniye soluklanmaya çalıştı. Gözlerini defalarca kırpıştırsa da görüşü hala bulanıktı. Başı feci halde zonkluyor, sanki yer ayağının altından çekiliyordu. Ölümü böyle mi olacaktı yani!? Son nefesini kendi kanında boğularak mı verecekti?

Pes edemezdi. Aklındaki planı gerçekleştirmek istiyorsa, önce müvekkili İlhan’ın gözüne girmesi gerekiyordu. Avukatı olmak yetmezdi. Bu dövüşü kazanıp, bahisleri İlhan’ın almasını sağlamalıydı. Böylece eline geçen kozla, onunla pazarlık yapabilecekti.

Baran ve Neva’ya yaptıklarını unutturamayacağını biliyordu. Yine de bir nebze vicdanını rahatlatmak istiyordu. İşe Oktay denen şerefsizin akıbetini öğrenmekle başlayacaktı. İlhan Devrim’in eli kolu uzundu. Zamanında Ali’ye yardım etmişti. Oktay’ın Almanya’da saklandığını müvekkili İlhan sayesinde öğrenebilmişti. Şimdiyse yeniden yardıma ihtiyacı vardı. Oktay’ın ölümünü aydınlatmalıydı. İçinden bir ses, o şerefsiz Oktay’ın kendini asmış olabileceğine inanmıyordu. Sonunda Oktay’ın ölümünün arkasındaki kişiyi öğrenecekse, Ali her bedeli ödeme razıydı.

Başını hafifçe sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Ali’nin bu bok çukurunda ölmeye hiç niyeti yoktu! Kalan son gücüyle, yerden destek alarak doğruldu. Sırtını tam anlamıyla dikleştiremese de rakibinin karşısında dikildi. Onun ayaklandığını gören seyirciler, daha çok bağırmaya başladı. Maç son derece kızışmış, gözlerini kan bürüyen izleyicilerin heyecanı iyice artmıştı.

‘’Profesyonel değilsin. Neden buradasın? Yoksa dayak yemek hoşuna mı gidiyor?’’ dedi Pençe alayla.

Ali tahrik edici bir sesle ‘’Senin işin bu değil mi? Sayemde bu ringde dövüşebiliyorsun.’’ Konuşurken nefesi hırlasa da adamın damarına basmaya devam etti. ‘’Yoksa yasa dışı bahisler eskisi gibi kazandırmıyor mu?’’

Pençe, gözlerini kıstı. Delici bakışlarını yavaşça Ali’nin üzerinde gezdirdi. Bu adam eceline mi susamıştı? Eğer öyleyse severek celladı olabilirdi.

‘’Herkes kendi işine baksın avukat!’’ dedi Pençe dişlerinin arasından.

‘’Sende işine bak!’’ diye kükredi Ali. Tekrar gardını aldığında kara gözleri öfkeyle parlıyordu. Elinin tersiyle burnundan akan kanı sildi. Gelen darbelerden ameliyatlı burnunu korumaya çalışsa da nafileydi. Neyse ki kırılmamıştı. Günün sonunda yeniden estetik olmak istemiyordu.

’Daha fazla konuşma ve devam et Pençe! Ben dur diyene kadar da sakın durma!’’

‘’Delisin sen! Ölüp gideceksin!’’

Ali adamın söylediklerini umursamadı. Planına sadık kalacaktı. Ayrıca bedeni hırpalanırsa, ruhuna iyi gelirdi belki. Onun kavgası kendiyleydi. Ama bir konuda yanılıyordu. Bu izbe yerde saatlerdir dövüşmek, içini rahatlatmamıştı.

Kendine öylesine kızgındı ki!

Neva’nın hayatını mahvetmişti. Kardeşim dediği adamı sırtından vurmuştu.

Elleriyle Leyla’yla olma ihtimalini yok etmişti.

Sebep oldukları aklına geldikçe, kendini bir kaşık suda boğası geliyordu. İçinde gittikçe kabaran öfkesine tutunmakta çareyi buldu. Her nefeste ciğeri yanıyor, yüzü acıyla kasılıyordu. Önceki rauntta karnına aldığı darbe canını fena yakmıştı. Sızlayan kaburgasına rağmen derin bir nefes aldı.

Kazanması gereken bir müsabaka vardı. Dayanmalıydı.

Ali’nin bedeni acıyla titrese de yüzüne tekinsiz bir gülümseme yerleştirdi. Yüreğindeki bütün öfkeyi dışa vurmak ister gibi yumruklarını savurmaya başladı. Karşısında özgüvenle dikilen rakibi, bitik bir halde olan Ali’den bu çıkışı beklemiyordu. Saniyeler içinde gelen darbeleri savuşturmayı başaramadı. O kendini savunamadıkça, Ali daha da üstüne gitti.

Rakibinin toparlanmasını beklemeden Ali yeniden gardını aldı. Önce sol kroşesini attı, sonrasında sağ tarafıyla iki yumruk daha… Her yumruk; Ali’nin öfkesinin, nefretinin dışa vurumu gibiydi. Pençe’nin yüzü kan içinde kalırken, Ali durmadı. Ayağını geriye atıp güç aldı. Adamın kaburgalarına sert bir tekme savurdu. İki büklüm olan rakibi, acıyla bağırarak geriye doğru sendeledi.

Üst üste gelen darbeler Pençe’nin toparlanmasını zorlaştırmıştı. En sonunda Ali karın boşluğuna vuracakmış gibi yaparak hedef şaşırttı. Hafifçe eğildi. Bütün kuvvetiyle aşağıdan yukarı doğru en sersemletici yumruğunu, adamın çenesine indirdi.

Pençe’nin vücudu önce sarsıldı, sonra da kanlar içinde yere yıkıldı. Acıyla kıvranan adama bakarken ‘’Sana tavsiyem asla rakibini küçümsememen.’’ dedi Ali dişlerinin arasından. Bir eliyle incinen kaburgasını tuttu. Diğer eliyle alnına düşen saçlarını arkaya itti.

Ali’nin üstsüz bedeni terden sırılsıklam olmuş, nefes nefese kalmıştı. Yarılan kaşından akan kan, yanağından sızıyordu. Dudaklarında patlamadık yer kalmamıştı. Sağ gözü şişmiş, kapanmaya başlamıştı. Elmacık kemiğinin morardığını, şimdiden hissedebiliyordu.

Müsabakayı düzenleyen İlhan, yüzünde kocaman bir sırıtışla alkışlayarak kafesin içine girdi. Ali’nin elini havaya kaldırıp, tüm seyircilerin gözü önünde kazananı ilan etti. Attığı kahkahalardan, dönen bahislerden son derece memnun olduğu anlaşılıyordu. Maçın sonucu İlhan’a da sürpriz olmuştu. Ali’nin bir amatöre göre iyi iş çıkardığı yadsınamazdı. Avukatının omzuna hafifçe vurdu İlhan. Yerde acılar içinde yatan Pençe’ye sadece göz ucuyla bakmakla yetindi.

‘’Sen neymişsin be avukat! Bundan sonra maçlara adını yazdırırım artık! Belli ki doğuştan bir yeteneğin var!’’

Ali, İlhan’ın söylediklerini duymamazlıktan gelerek omzunu geri çekti. Adamın eli havada kalsa da umursamadı. Kazandığı parayı düşündükçe İlhan’ın gözleri sevinçle parlıyordu. Elini yerde yatan rakibine doğru uzattı. Ali’nin yardımıyla ayaklana Pençe, hala yenilginin şaşkınlığı içindeydi. Elini Ali’nin elinden çekmeden önce kulağına doğru eğildi.

‘’İyi iş çıkardın avukat. Şanslı günündeydin. Bunun rövanşını isterim!’’

‘’Tek seferlikti. Yine de iyi bir maçtı.’’

Pençe, Ali’nin dağılmış yüzüne baktı. Onun durumu kendisinden kötü görünüyordu. Yine de günün sonunda kazanan Ali olmuştu.

’Görüşeceğiz avukat.’’ dedi Pençe. Yüzünü Ali’nin yüzüne yaklaştırdı. Gergin bir şekilde gülümseyince kanlı dişleri göründü. ‘’Emin ol tekrar görüşeceğiz.’’

Ali’nin boynundaki damarlar şişmiş, çenesi kenetlenmişti. Ayakta durmakta zorlansa da sarsılmaz bir duvar gibi adamın karşısında dikildi. Bakışlarını kaçırmadan gözlerinin içine baktı. Pençe’nin kaybetmeye tahammülü olmadığını görebiliyordu.

‘’Görüşürüz.’’ dedi mesafeli bir sesle. Korkusuzca başını dikleştirdi. Tek adımıyla adamın burnunun dibine kadar girdi. ‘’Seninle dövüşmek güzeldi. Kazanmak daha da güzeldi.’’

Pençe’nin yüzü karardı. Sinirle dişlerini sıktı. Başını seninle sonra hesaplaşacağız der gibi salladı. Ali’ye arkasını döndüğü gibi seyircilerin arasına daldı, hışımla ringden uzaklaştı.

Pençe arkasını döner dönmez Ali tuttuğu nefesini bıraktı. Kamburlaşıp ellerini dizlerinin üzerine yerleştirdi. Boğulur gibi öksürmeye başladı. Dik durmak için verdiği çabanın sonuna gelmişti.

‘’Ali iyi misin? Gel şöyle benim ofisime geçelim.’’ dedi bir kadın telaşla. Başını kaldırdığında gördüğü yüz yabancı değildi. Sude, müvekkili İlhan’ın kızı, aynı zamanda babasının sağ koluydu. Ali’nin beline sarıldığı gibi onu kafesten çıkarmaya çalıştı. Yıkılmamak için kolunu kızın boynuna dolamak zorunda kaldı. Sude’nin peşinden gitmekten başka çaresi yoktu. Her adımında topallıyor, acıyla inliyordu. Hayatında böylesine dayak yemediğine emindi. Baran’ın bile eli hafif kalabiliyormuş meğer! Bütün kasları sızım sızım sızlıyor, yediği darbelerin acısı yeni çıkıyordu.

Sude’nin ofisine girdiklerinde Ali tekli koltuğa yığılıp kaldı. Bedeni kendini taşımıyordu sanki. Uzuvları hissizleşmiş, acıdan uyuşmuş gibiydi.

‘’Sen tam bir delisin! Karşındakine bu kadar dayanman bile mucize! Son ana kadar kazanacağını düşünmüyordum. Ne oldu öyle birden bire?’’

Sude heyecanla başından aşağı konuşurken, Ali gözlerini kapatıp başını koltuğa hafifçe vurdu.

‘’Sesin beynime giriyor Sude. Sessiz olur musun?’’

Sude karşısındaki koltuğa yerleşti. ‘’Kafana yediğin darbelerdendir o!’’ dedi sırıtarak. ‘’Ne maçtı ama be! Sahiden nasıl direndin bu kadar? Adam seni neredeyse öldürecekti!’’

Sabır dilenir gibi soluklandı Ali. ‘’Ölmedim değil mi? Karşındayım! Maçı da kazandım.’’ Gözlerini araladı. Sude’nin arzuyla parlayan mavi gözlerine baktı. ‘’Günün sonunda baban da kazandı.’’

Karşısındaki kadın Sude Devrim’di. Babasının illegal işlerine bakan, korkusuz bir kadındı. Cesurdu. Ateşliydi. İstediğini alan biriydi. Onun karşısında rahatça konuşabilen tek kişi Ali’ydi. Sude’yi görünce hazır ola geçen adamlardan değildi. Ne ondan korkuyordu, ne de güzelliğine hayran kalıyordu. Kızıl saçları, mavi gözleri, kadınsı hatlarıyla her erkeğin hayalini süsleyen bu kadın, bir tek Ali’yi etkileyemiyordu.

Sude yarım bir gülüşle bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandı. Mini eteği iyice yukarı çıkmış, uzun bacaklarını gözler önüne sermişti. Dönen bahisler umurunda bile değildi. Onu tek heyecanlandıran karşısındaki adamdı.

‘’Senin gibi beyaz yaka birinin dövüşürken izlemek… Tek kelimeyle; muhteşemdi!’’ dedi arzu dolu bir sesle. Başını yana yatırıp Ali’nin dağılmış yüzünü hayranlıkla izledi. Ardından bakışları Ali’nin gövdesine kaydı. Karın kaslarında birkaç saniye oyalandı. Karşısında yarı çıplak adamdan gözlerini alamıyordu.

Onu ilk defa böyle görmüştü.

Dağılmış, vahşi ve bir o kadar da çekici.

’Neyse ki hala yakışıklısın avukat.’’

Ali sıkkınlıkla nefes verdi. Şu an en son düşüneceği şey yüzüne ne olduğuydu.

’Söz verdiğin gibi…’’ dedi hırıltılı bir sesle. Konuşmakta bile zorlanıyordu. ‘’Yardım edecek misin Sude?’’

Sude kollarını göğsünde birleştirdi. Giydiği elbisenin dekoltesi iyice ortaya çıktı. Cüretkâr giyinmeyi her zaman severdi. Ama Ali’nin göz ucuyla bile ona bakmaması sinirlerini bozuyordu. Düşünüyormuş gibi baştan aşağı süzdü karşısındaki adamı. En sonunda Ali’nin kara gözlerinde takılı kaldı. Bakışlarını bir an olsun geri çekmedi. Bu kadar çok mu istiyordu yardımını?

Yavaşça eğilip Ali’ye yaklaştı. ‘’Babamı ikna etmek hiç kolay değil Ali.’’ Sude kuruyan dudaklarını ıslatıp, sertçe yutkundu. ‘’Önce senin beni ikna etmen gerekiyor.’’

Ali kızı dinlemeye daha fazla tahammül edemedi. En iyisi Sude’yle vakit kaybetmeden bir an önce babası İlhan’la konuşmalıydı. Koltukta doğrulmaya çalışınca kaburgası sızladı. Yüzünü acıyla buruşturdu.

‘’Dur tamam yardım ederim!’’ diye öne atıldı Sude. Bir yandan elini Ali’nin dizine koyup ayaklanmasına mani oldu.

Ali, kızın elini dizinden itmesiyle ayağa kalkması bir oldu. Ateşe dokunmuş gibi hızla geri çekilmişti. Başka bir kadının ona temas etmesine bile katlanamıyordu. Hele de o kişinin gözleri maviyse içi anlamlandıramadığı bir öfkeyle doluyordu.

Bakmak istediği tek mavilikler Leyla’ya aitti. Ama o da Ali’ye bakmıyordu.

‘’Oyun oynama benle Sude!’’ Kasılan çenesini kaldırdı. Yüzünü kızın yüzüne yaklaştırarak tehdit dolu sesiyle fısıldadı. ‘’Eğer yardım etmezsen babanla konuşur işimi çözerim. Tıpkı daha önce yaptığım gibi. Karar senin. Ya istediğimi verirsin ya da burada dönen yasadışı bahisleri polise ihbar ederim. İnan kendimi de avukatlık ruhsatımı da yakarım! Hiç şakam yok!-’’

‘’Tamam Ali! Söz verdiğim gibi istediğin bilgilere ulaşacağım. Kanıtlar getireceğim sana. Oktay denen adamın ölüm sebebini öğreneceğim.’’ diye hızla araya girdi Sude. Öfkeyle ona bakan Ali’yi yatıştırmak ister gibi tereddütle gülümsedi. ‘’Hem daha önce Oktay’ın yerini bulan da bizdik. Yine başarılı olacağız.’’

Ali tiksinerek baktı karşısındaki kadına.

‘’Karşılıksız yapmışsınız gibi konuşma. Yıllar önce size ilk geldiğimde pis işlerinizi temizledim. Davalarınıza baktım. Aynı hataya düşmeyeceğim Sude! Tekrar mesleğime ihanet etmeyeceğim. Bunun için bugün avukat olarak değil, kanımla canımla dövüşerek size olan borcumu ödedim.’’

Sude gözlerini kaçırdı. Ali’nin böylesine öfkeli olmasını beklemiyordu. Ne demek avukatlığını yapmayacaktı? Onu kaybetmek istemiyordu.

‘’Peki. Öyle olsun avukat.’’ dedi kırgın bir sesle. Kızın gözleri dolsa da başını dik tuttu. O Sude Devrim’di. Asla bir erkek onu ağlatamazdı.

Birkaç saniye ikisi de sustu. Sude, onun yaralı yüzüne baktıkça içi gidiyordu. Düşünmeden elini kaldırıp Ali’nin yüzüne uzattı. ‘’Bari yaralarına bakmama izin versen?’’

Ali kızın elini havada yakaladığı gibi kendinden uzaklaştırdı. Bir adım geriledi.

‘’Yapma Sude. Beni düşünecek son kişisin.’’

‘’Ya düşünmek istiyorsam? Ya seni istiyor-‘’

’Sakın!’’ diye konuşmasını böldü. ‘’Cümlenin sonunu getirme.’’

Sude’nin mavilikleri öfkeyle parladı. Aralarındaki tek adımı da sonlandırıp Ali’nin burnunun dibine kadar girdi.

‘’Getirirsem ne olur?’’ Kaşları havalandı. ‘’Seni istersem ne olur!?’’

Ali başını iki yana salladı. Soğuk ve mesafeli bir sesle konuştu.

‘’Sana baktıkça ne görüyorum biliyor musun Sude? Karanlık tarafımı. Yaptığım hataları. Haksız yere kazandığım davaları. Ama bu sondu. Sana ve babana olan diyetimi ödedim.’’ dedi tek nefeste. ‘’Ayrıca hala merak ediyorsan kalbim, başka maviliklere ait. Onu ilk gördüğümde anlamalıydım aslında. Kimse gibi olmadığını, yüreğime başka bir kadının dokunamayacağını.’’ Duraksadı Ali. Derin bir nefes verdi. ‘’Asla yerine geçemezsin. Sana ona baktığım gibi bakmam. Sevmem. Öpmem. Dokunmam.’’ Leyla’dan bahsederken bakışları yumuşadı. Dudakları istemsizce yukarı kıvrıldı.

‘’Anlayacağın ben, ondan başka kimseyi sevemem Sude...’’

 

***

 

Bölüm Sonu

 

Evet arkadaşlar nasıl buldunuz bölümü?

Yeni karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum. Yıldızımız hep parlasın değil mi?

Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin.

Seviliyorsunuz.

 

 

Bölüm : 05.10.2025 21:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...