41. Bölüm

BÖLÜM 41: GECE GÜZELİ.

büşra uzun
busrauzun

 

 

Merhaba arkadaşlar

Yine karşınızdayım hem sevineceğiz hem de üzüleceğimiz bir bölüm bizi bekliyor umarım beğenirsiniz.

Yorumlarını eksik etmeyin.

Bölüm Şarkısı: Sufle & Can Ozan - Hiç Kimsenin Günahı Yok

Keyifli okumalar

 

 

‘’Ölüm değilse bizi ayıran

Yazık Olmuş, hata yapmışız’’

Soner Arıca

 

 

Ali, önünde uzanan merdiven basamaklarına göz uzuyla baktı. Kara kara yüksek, bir o kadar da dik basamakları nasıl çıkacağını düşünüyordu. Evi Cihangir’deydi. Bu semti oldu olası severdi. İşlekti, tarihiydi, İstanbul’un gözde mekânları etrafında sıralanmıştı. Hem ofise de yakındı. Konumunu gördüğü ilk an tutmak istemiş, apartmanın eski olmasını önemsememişti.

‘’İyi bok ettin gerizekâlı!’’ diye kendi kendine söylendi. Ne diye asansör olmayan bir yerde yaşıyorsa sanki!

Bitkinlikle korkuluklara tutundu. Adımını attığı an, kaburgasına keskin bir sancı saplandı. Daha ilk basamakta iki büklüm olmuştu.

‘’Sikerim böyle işi ya!’’ dedi sinirle. Sessizce ağzının içinde küfürler gevelemeye devam etti.

Kafes dövüşü, spor salonunda kum torbasını yumruklamaya benzemiyordu. Bunu acı bir tecrübeyle öğrenmişti. Yediği yumrukların etkisi saatler geçtikçe daha da artmış, uyuşukluk yerini acıya bırakmıştı. Elini karnına bastırdı. Midesi bulanıyor, sürekli yüzünü buruşturup duruyordu. Sağ gözü tamamen kapanmıştı. Elmacık kemiği fena sızlıyordu. Yarılan kaşından akan kansa bir türlü durmak bilmemişti. Sanırım dikiş atılması gerekiyordu. Ama hastaneye gidemezdi. Değil polise ifade vermek, evden içeri girmeye dahi hali yoktu. Hem ne anlatacaktı ki? İllegal bir müsabakaya katıldığını mı? Yoksa dönen yasadışı bahisleri mi?

Gözlerini devirdi, başını hafifçe iki yana salladı. Kaçarı yoktu. Beş kat merdiveni çıkmaya bir yerden başlamalıydı.

‘’Sakinim!... Sakinim!... Bir şey yok… Altı üstü beş kat… En fazla merdivende uyurum. Sabah ola hayrola.’’ diye mırıldandı.

Derin bir nefes aldı. Kapüşonlusunu başına iyice geçirdi. Sırt çantasını tek omzuna aldı. Dağılmış yüzünü örtmeye çalışıyor, ses çıkarmadan yavaşça hareket ediyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bir an önce kendini eve atsa iyi olacaktı. Eğer varmayı başarabilirse, şişen gözüne buz tutmayı aklının bir köşesine not etti.

Parmak uçlarına basa basa duvardan destek aldı, basamakları adımladı. Arada bir soluklanıyor, merdivenin trabzanlarına tutunuyordu. Dördüncü kata vardığında kan ter içinde kaldı, nefesi boğazında atıyordu. Hızlanmalıydı. Meraklı komşusu Melehat teyzeyle karşılaşırsa hiç iyi olmazdı. Kadının uykusu o kadar hafifti ki… Yaşlı kadın duyduğu her tıkırtıda, soluğu Ali’nin kapısında alırdı. Tek yaşadığından mıdır bilinmez, Ali’yi oğlu gibi görüyordu. Ali de bu durumdan şikayetçi değildi. Yalnız yaşayan, bekar bir adamdı. Sürekli gelen ikramlarla şımartılmaktan son derece memnundu. Hem Ali kadının tabağını boş göndermez, mutfaktaki hünerlerini gösterirdi. Tek yarışamadığı Melehat teyzenin yaptığı zeytinyağlı yaprak sarmalardı. Öylesine lezzetliydi ki…

En son ne zaman yemek yemişti? Dündü galiba. Karnına yediği darbeler yüzünden midesi kasılıp duruyordu. Anlaşılan bir süre ağzına lokma koyamayacaktı.

Ali hareket etmeyince apartmanın ışığı söndü. Neyse ki hedefine son birkaç basamak kalmıştı. Yatağına kavuşmasına son birkaç adım…

Adım attığı an ışığın yanmasıyla gözleri kamaştı. Defalarca kırpıştırsa da önündeki görüntü değişmedi. Ali, bir an hayal gördüğünü sandı. Acaba kafasına çok mu darbe almıştı? Beyin sarsıntısı geçiriyor olması da muhtemeldi.

‘’Yok canım daha neler…’’ diye mırıldandı. Gözlerini kapattı, birkaç saniye sonra tekrar açtı. Yine ordaydı işte! Kaybolmamıştı. Bedenine yayılan şok dalgasıyla dondu kaldı, nefes almayı unuttu.

Kapısının önündeki uyuyan Leyla… Sahiden gerçek miydi!?

Başı duvara yaslı, kollarını bacaklarına dolamış vaziyette, soğuk merdivende oturan kızdan dakikalarca gözlerini alamadı. Neden buradaydı? En önemlisi kaç saattir buradaydı?!

Ali uyandırmaktan çekinerek kıza doğru yavaşça eğildi. Sessizce yanındaki basamağa oturdu. Bakışlarını ondan ayıramıyordu. Yüzünün her detayında oyalandı. Onu deli gibi özlemişti. Hakkı olmamasına rağmen özlemişti işte. Saatlerce izlese, yine de doymayacak bir özlemdi bu.

Leyla yerinde hafifçe kıpırdandı. Üşüyen bedenine kollarını daha da sarmaladı. Kızın titrediğini gören Ali, sertçe yutkundu. Onu harekete geçiren, Leyla’nın hastalanma ihtimaliydi.

‘’Leyla?’’ diye cılız bir sesle fısıldadı. Omzuna dokunup hafifçe kızı sarstı.

‘’Hadi uyan güzelim.’’

Leyla irkilerek gözlerini açtı. Bir an, uyku sersemliğiyle nerede olduğunu anlayamadı. Başını yana çevirdiğinde gözleri kocaman açıldı. Karşısında dağılmış bir yüzle Ali’yi görmeyi beklemiyordu.

Çığlık atmasıyla Ali tarafından ağzının kapatılması bir oldu. Hızla kapüşonunun başını açtı. Parmağını dudaklarına götürüp kıza sus işareti yaptı.

‘’Leyla benim Ali!’’ dedi alçak bir sesle. ‘’Sakin ol ben iyiyim. Biliyorum şaşırdın ama gerçekten iyiyim.’’ Aralarındaki tek nefeslik mesafe vardı. Ali’nin bakışları, kızın dudaklarını kapatan eline kaydı. Onu daha farklı bir şekilde susturmayı nasıl da isterdi.

Kızın gözleri korku doluydu. Ali’yi baştan aşağı süzüyor, yüzündeki ifade bir türlü değişmiyordu. O kadar mı kötü görünüyordu?

Ali en ikna edici bakışını takındı. ‘’Şimdi elimi çekeceğim, sen de bağırmayacaksın.’’ Leyla’nın maviliklerini baktıkça içten içe kendine sövüp saydırıyordu. Onun karşısında böyle çıkmayı hiç istemezdi.

‘’Söz mü Leyla?’’

Leyla başını olur anlamında aşağı yukarı sallamasıyla ellerini kızın üzerinden zorlukla çekti.

‘’Ne oldu sana!’’ diye bağırdı Leyla. Rengi atmış, korkudan titremeye başlamıştı. ‘’Kim yaptı?!’’

‘’Kimse.’’ Umursamazca omuz silkti. Bakışlarını kızdan hızla kaçırdı. Başından savar gibi ‘’Ufak bir kaza sadece.’’ dedi. Konuyu kendince kapatıp, oturduğu basamaktan yavaşça doğruldu. Çantasından anahtarını çıkarmaya çalışırken yüzü acıyla kasıldı. Leyla arkasında kalmış, şaşkın bakışlarla onu seyrediyordu.

Kızın gözlerinde yaşlar çoktan birikmişti. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ali’yi karşısında böylesine dağılmış, yaralı görünce bir el yüreğini sıkmıştı sanki. Leyla bir hışımla oturduğu merdivenden ayaklandı. Bu konuyu öylece kapatamazdı. Gördüklerinin mantıklı bir açıklaması olmalıydı.

‘’Ne demek kaza Ali!? Bal gibi de dayak yemişsin işte!’’

Ali sessiz kaldıkça Leyla sinirle sarı saçlarını çekiştirdi, omzundan arkaya savurdu. Yüzü kıpkırmızı olmuş, bedeni cayır cayır yanıyordu. Bunu Ali’ye yapanı bir an önce bulup, eceli olmak istiyordu. Titreyen ellerini saklamak istercesine kollarını göğsünde birleştirdi. Ali’nin arkasında inatla dikilmiş, onu soru yağmuruna tutmaya devam ediyordu.

‘’Bana doğruyu söyle. Susma Ali! Sana kim yaptı diyorum! Anlat!‘’

Ali derin bir nefes aldı. Açtığı kapıdan içeri girip uzun uzun Leyla’ya baktı. Eşikte dikilen kızın mavilikleri alev almış gibi parlıyordu. Gerçeği öğrenmeden peşini bırakmayacağına emindi. Yine de yaptığı planı ona anlatamazdı. Daha kendisi bile işe yarayıp yaramayacağını bilmiyordu. Bu iş bitene kadar Leyla’yı kendinden uzak tutmak en iyisiydi.

‘’Ne önemi var Leyla? Ölmüşüm kalmışım senin için bir önemi var mı gerçekten?’’ Ali’nin sesinde durgun, uzak bir tını vardı. Leyla’nın gitmesi için bundan daha iyi rol yapması gerekirdi. Genzini temizledi, kaşlarını çattı. Bakışları artık buz gibi soğuk, duruşu daha mesafeliydi.

‘’Hatırlarsan en son Neva’nın beni vurmasına engel olduğun için pişman olduğunu söylemiştin. Üstüne daha iyi anlayayım diye tokat bile attın. Yani beni önemsiyormuş gibi yapmana hiç gerek yok.’’

‘’Sen aklını mı yitirdin?! Vur dedik diye kendini mi öldürtmeye çalışıyorsun!’’ diye çığırdı Leyla. Kızın tiz sesi, bütün apartmanı inletti.

Ali onu kolundan hızla çektiği gibi evden içeri aldı. Arkasından kapıyı sertçe kapadı. Leyla’nın bedeni Ali’nin göğsüne sertçe çarpmış, düşmemek için yine ona tutunmuştu. Böylelikle soluğu adamın burnunun dibinde almıştı.

Ali, bu ani hareketiyle kızın afalladığını görebiliyordu. Sadece gece yarısı Melehat teyzenin uyanmasından korkmuştu. Kesinlikle buydu nedeni. Ona dokunmak için yanıp tutuşması değildi mesele. Ya da öperek susturma hayali…

‘’Leyla bu saatte neden bağırıyorsun? Komşuların başımıza üşüşmesini istemezsin değil mi?’’ diye boğuk bir sesle sordu. Leyla’nın sırtı kapıya dayalı, bedeni Ali’ye yaslıydı. Kollarıyla kızı mengene gibi sarmış, bırakmaya da hiç niyeti yoktu. Bu mesafeden sıcak nefesleri birbirlerine karışıyor, kızın kokusu Ali’nin burnuna doluyordu.

Leyla, yavaşça yutkundu. Bakışları Ali’nin gözlerinden dudaklarına doğru kaydı. Nefes alışverişi hızlanmış, göğsü şiddetle inip kalkıyordu. Onun kolları arasında eriyip gidiyor, yanıp küle dönüşüyordu sanki. Böylesine etkilenmesi haksızlıktı! Kendini toparlamak adına kafasını hızla iki yana salladı.

Çok sinirliydi Leyla. Restorana kadar uğrayan Ali, neden yanına gelmemişti? Hadi onu görmek istemedi diyelim, bütün gece telefonunun kapalı olmasını nasıl açıklayacaktı? Leyla’ya hiç mi acıması yoktu!? Bir açıklama dahi yapmadan, ortadan kaybolacak kadar önemsiz biri miydi onun için?

Oysa Leyla, Ali’ye ulaşamadığı her an aklını yitirmiş gibiydi. Çatacak yer aramış, en sonunda dayanamayıp soluğu Ali’nin evinde almıştı. Gelmesiyle de kapı duvarla karşılaşması bir olmuştu. Zaman ilerledikçe aklına bin bir türlü kötü senaryolar geliyordu. Vesveselerinde haklı çıkmıştı tabi ki! Ali’nin yüzü gözü dağılmış, çok kötü bir halde karşısında dikiliyordu. Hem de tek kelime etme zahmetinde bulunmadan! Bu kadarına göz yumamazdı. Leyla Aktürk’ü saatlerdir kapısında bekletmenin hesabını verecekti!

Ali’yi göğsünden iteklediği gibi kollarının arasından sıvıştı. ‘’Sen de bağırtma o zaman!’’ diye çıkıştı Leyla. Telaşlı adımlarla mutfağa yöneldi. Bir an önce onun etki alanından kopmak istiyordu. Yakınlaştıkları her an öfkesinin buhar olup uçması, kalp atışlarının hızlanması Leyla’nın sinirlerini bozmuştu.

Ali kaçarcasına giden kızın arkasından boş gözlerle birkaç saniye baktı. Ne yani köşe kapmaca mı oynayacaklardı? Homurdanarak yerinde kıpırdandı. Resmen hevesi kursağında kalmıştı. Arkasından topallayarak kızı takip etti.

Ali mutfağın kapısından içeri girer girmez, Leyla buz torbasını suratına yapıştırdı.

‘’Ah Leyla! Ne yapıyorsun ya!’’ diye kükredi Ali. Acıyla yüzünü buruşturdu, başını geriye çekmeye çalıştı. Ali buz torbasından kurtulmak için birkaç adım gerilese de nafileydi. Leyla onunla birlikte hareket ediyor, buzu gözünden çekmesine mâni oluyordu.

‘’Tut şunu gözüne kör olasıca! Ben de merhametliyim işte ne yaparsın! Bıraksana şişsin, ödem toplasın dimi!’’ diye payladı Ali’yi.

Kızın elinden kurtulup, masanın diğer kenarına çeviklikle kaçmıştı Ali. Karşısındaki adamın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını görünce Leyla daha da sinirlendi.

Buz torbasını ona doğru fırlattı. Ali refleksle havada yakalamasa, tam kafasına isabet edecekti.

‘’Gözün çıksın Ali! İyi mi!? Gözün çıksın!’’ Leyla sinirini alamayınca masanın üzerindeki tuzluğa uzandı. Tam fırlatacakken Ali araya girdi.

‘’Hayır, hayır o olmaz!’’ diye korkuyla başını iki yana salladı. ‘’Her yerim yara bere zaten! Görmüyor musun halimi? Gerçekten de hiç acımıyor musun bana?’’

Kızın eli havada kaldı. İkilemde kalmış bir Ali’ye, bir elindeki tuzluğa bakıyordu. Son anda atmaktan vazgeçti. Sert bir şekilde elindekini masaya geri bıraktı.

‘’Otur bari yüzünü gözünü temizleyelim.’’ diye çıkıştı Leyla. Neden ona acıyorsa sanki!? İçindeki merhamet duygusuna küfür edesi vardı.

Ali sesini çıkarmadan salona doğru geçti. Mutfak, can sağlığı için tehlike arz ediyordu. İtiraf etmek gerekirse Leyla’dan korkuyordu. Kız onu bir kaşık suda boğacakmış gibi bakıyor, mavilikleriyle Ali’yi göz hapsine alıyordu.

‘’İlk yardım çantan var mı?’’

‘’Banyoda. Alt çekmecede.’’

Leyla sadece başını sallamakla yetindi. Onu arkasında bırakıp banyoya doğru yöneldi. Birkaç dakika sonra geri geldiğinde, Ali’nin yüzüne bakmadan emir verir gibi konuştu.

‘’Otur.’’

‘’Leyla ben kendim yapar-‘’

‘’Otur dedim Ali!’’ diye sesini yükseltti. Ali’nin bir an dudakları araladı, sonra ne diyeceğini bilemeyerek geri sustu. Bakışlarını Leyla’dan çekemedi. Sinirliyken bile fazlasıyla çekici ve güzeldi.

Ali tek kelime edemeden tekli koltuğa kuruldu. Leyla ise tam karşındaki sehpanın ucuna oturmuştu. Bu yakın mesafeden ikisinin de dizleri birbirine değiyordu.

Leyla titreyen elleriyle kucağındaki çantayı açtı. Eline aldığı antiseptik solüsyonu, dikkatle gazlı beze döktü. Bir yandan ifadesini sabit tutmaya gayret gösteriyordu. Ne boş bir çabaydı ama! Ali’nin dağılmış yüzünü incelerken sertçe yutkunmadan edemedi. Gözünün etrafı şişmiş, morlukla kaplanmıştı. Dudağının kenarı patlamıştı. En kötü görünen kaşının üzerindeki derin kesikti. Yarılmış alnına doğru uzandı. Açık yaranın etrafını temizlemeye başladı. Bir yandan onunla göz göze gelmemeye gayret gösteriyordu. Ali’nin bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu. Sinirleri yay gibi gerildi, ellerindeki titreme daha da arttı. Neden onu izliyordu? Resmen göz hapsine alınmıştı. İşini zorlaştırmaya yemin mi etmişti bu adam?!

Gazlı bez açık yaraya değince Ali istemsizce irkildi, yüzünü buruşturdu. Leyla, canının yandığını görünce kaşları çatıldı. Sanki yaralı olan, zarar gören kendisiydi.

‘’Çok mu acıyor?’’

Ali, kızın bakışlarındaki endişeyi görebiliyordu. Demek Leyla’nın içinde, ona acıyan bir parça hala vardı. Umutlanmalı mıydı şu an? İçini kaplayan mutlulukla dudakları yukarı kıvrıldı. Oturduğu koltukta anlamsızca kıpırdandı.

‘’Biraz.’’ dedi tek solukla.

Leyla tereddüt etmeden eğildi, Ali’ye iyice yaklaştı. Acıtmaktan korkar gibi yarasına üflemeye başladı. Onun sıcak nefesini yüzünde hissederken Ali’nin bütün hücreleri uyarılıyordu. En sonunda dayanamayıp gözlerini kapadı, derin bir iç çekti. Aklı nefes almayı unuttu. Hareket etmekten kaçındı. Sanki kıpırdarsa büyülü an bozulacak, Leyla yok olup gidecekti.

‘’Neden buradasın Leyla?’’ dedi gözleri kapalıyken. Sesi fısıltıdan farksız çıkmıştı. Odada derin bir sessizlik vardı. Kızdan cevap gelmeyince Ali zorlukla gözlerini araladı.

Kısa bir an göz göze geldiler. Bakışlarını ilk kaçıran Leyla oldu. Adamın bir sözüyle, kızın bütün direnci kırılıyordu. Yüzünü duygusuz bir hale getirmeye çalıştı, yeniden yarayı temizlemeye odakladı.

‘’Benim yanıma ilk gelen sendin hatırlatırım.’’ Leyla’nın gözleri hafifçe kısıldı. Sorgular gibi başını yana eğdi. ‘’Sahiden neden geldin restorana?’’

‘’Defne için.’’ dedi Ali aniden. ‘’Seninle konuşmak istedi.’’

‘’Telefonumu verseydin. Bunun için yanıma gelmene gerek yoktu.’’

‘’Evet, gerek yokmuş.’’ dedi Ali sıkılı dişlerinin arasından. Başını yana çevirdi, bakışlarını boşluğa dikti. ‘’Fazla meşgul görünüyordun. Bölmek istemedim sizi.’’

Leyla, Ali’nin yaptığı imayı anlamamıştı. Yaranın üzerini bantla kapatırken alayla güldü.

’Zaten özür dilemek için gelecek halin yoktu. Aksini düşünmem benim hatam.’’

Ali’nin bakışlarından keskin bir ışık geçti. Öfkeyle parlayan kara gözlerini, kızın maviliklerine dikti. Neden inkâr etmiyordu? O şef bozuntusunun sevgilisi miydi sahiden!? Asıl öldürücü darbeyi şimdi almış gibi canı yandı. Bağırıp çağırmak, ortalığı yıkıp dağıtmak istiyordu. İncinen her yerinin daha çok sızladığını hissetti. En çok da kalbi, onu yarı yolda bırakmıştı.

Titreyen ellerini dizlerinin üzerinde yumruk haline getirdi, dişlerini sıktı. Gerilen boynunu yavaşça yana yatırdı. Gevşemeye çalıştı. Sakin olmalı, bir an önce benliğini ele geçiren kıskançlık duygusunu bastırmalıydı.

Oturduğu yerde duruşunu dikleştirdi. ‘’Neden buradasın Leyla? Gecenin bir yarısı kapımda buldum seni.’’ Konuştukça gücünün tükendiğini hissediyordu. Dirseğini, koltuğun kenarına dayadı. Artık yüzü, Leyla’nın yüzüne daha yakındı. ‘’Yanımdan ayrılmıyorsun. Yaralarımı sarıyorsun. Şimdi sen söyle…’’ Sesi sona doğru fısıltıya dönüştü. Düşündüklerinin aksini söylemesi için Leyla’ya yalvarmak üzereydi. ‘’Bu hallerinden ne anlam çıkarmam gerekiyor?’’

Leyla’nın gözbebekleri şaşkınlıkla büyüdü, dudakları aralandı. Bir an ne diyeceğini bilemedi. Ondan hesap mı soruyordu yani? Belli ki burada olmasından rahatsız olmuştu Ali. Ellerini iki yanında yumruk yaptı. Bedenini saran öfke dalgasına tutundu. İstenmediği yerde daha fazla durmayacaktı.

‘’Telefonunu açsaydın kapına gelmek zorunda kalmazdım gerizekalı! Ayrıca sana pansuman yapmaya da meraklı değilim! Çok biliyorsan kendi yaralarını kendin sar!’’ Leyla bir hışımla ayaklandığı gibi Ali bileğini kavradı, kızı durdurdu.

‘’Bırak beni!’’

Tam aksine Leyla’yı kendine daha çok çekti. Kolunu beline doladı, bedenine iyice yasladı. Artık kaçamayacak kadar yakınındaydı.

‘’Soruma cevap vermedin!’’

Leyla adamın kolları arasında debelendi, göğsünden var gücüyle iteklese de milim oynatmayı başaramadı.

‘’Bırak dedim! Canımı yakıyorsun!’’

Ali ateşe dokunmuş gibi çekti ellerini üzerinden. Ona zarar vermek, en son isteyeceği şeydi.

Leyla hızla bir adım geriledi. Bakışlarında öfke ve hayal kırıklığı bir aradaydı.

‘’Sana istediğini vermeyeceğim! Duymak istediklerin çıkmayacak ağzımdan.’’ Boğazına yerleşen düğümü sertçe yuttu. Sinirden gözleri dolarken, bakışlarını bir an olsun Ali’den çekmedi.

’Cesareti olmayan adama, tek kelime etmem ben.’’

Ali bir süre duvar gibi durdu karşısında. Beklenmedik bir anda gülmeye başladı. Kollarını göğsünde birleştirdi, başını hafifçe iki yana salladı. Tepkisi karşısında Leyla’nın şaşırdığını görebiliyordu. Sona doğru gülüşü, dudaklarından bıçak gibi kesildi. Yüzü karardı, bakışları Leyla’yı delip geçti.

‘’Kiminle konuşursun peki? Dur tahmin edeyim.’’ dedi buz gibi bir sesle. Bir adımıyla soluğu kızın dibinde aldı. Aralarındaki boy farkı yüzünden Leyla’ya yukardan aşağı bakıyor, gözünü kırpmadan onu izliyordu.

’Arda’ydı dimi adı. Restorandaki şef… Hani senin güvenilir ortağın…’’

Leyla’nın kaşları çatıldı. Arda’yı neden sorduğunu anlayamamıştı. Ali gibi o da kollarını göğsünde birleştirdi. Çenesini yukarı kaldırıp meydan okurcasına dik dik baktı.

‘’Konunun Arda ile ne ilgisi var?’’

Ali’nin gözkapakları titredi. Alnındaki damarlar şişmiş, sinirden seğiriyordu. Leyla ona inat mı yapıyordu!? Bal gibi neyden bahsettiğini anlamış olmalıydı! Derin bir nefes aldı. Sakin olmalı, işin aslını öğrenmeliydi.

‘’Sadece ortak mısın o adamla?’’

Leyla boş bakışlarla Ali’yi izlemeye devam etti.

‘’Sana ne bundan?’’

‘’Sevgilin yani.’’ diye kendi kendini yanıtladı. İkisini birlikte gördüğü anı hatırladıkça öfkesine hâkim olamıyor, düşünme yetisini kaybediyordu. ‘’Aksini söylemediğine göre sevgilin! Ne zamandır birliktesiniz? Seni öptüğümde hayatında var mıydı? Yoksa ikimize birden mi-’’

Leyla’nın eli hızla havalandığında, Ali kızın bileğini refleksle yakaladı. Onu kavradığı gibi göğsüne çekti. Aralarındaki mesafe yok denecek kadar azdı. İkisinin de bakışları alev alevdi.

‘’O tokadı bir kere yerim Leyla. İkincisi olmayacak.’’

‘’Sen!... Sen kimsin?!... Ne hakla bana hesap sorabiliyorsun!...’’ diye bağırdı Leyla. Nefes nefese kalmış, sinirden tir tir titriyordu. Kalbi boğazında atıyordu sanki.

‘’Daha ne kadar yok sayacaksın beni Leyla?’’ Ali’nin yüzündeki keder gittikçe koyulaştı. Sözcükler dudaklarından dökülürken gözleri buğuluydu. ‘’Yaşattıklarımın bedelini her gün ödüyorum. Evet, çok kötü şeyler yaptım! Kabul! Şerefsiz herifin tekiyim! Ama seni sevdim Leyla. Seviyorum! Biliyorum çok saçma! Değil sevmek, aklımdan hayalini geçirmem dahi yasak. Dokunamam sana. Öpemem. Bilirim ki yanarım. Seni de kendimle birlikte yakarım.’’

Ali’nin keskin hatlara sahip yüzü acıyla kasıldı. Çaresizce omuz silkti. Konuşmaya devam ederken sesi kırık döküktü.

‘’Baran’ın kardeşinin elini tutmaya bile hakkım yok benim! Ama engel olamıyorum kendime!’’

‘’Ali lütfen…’’ Belli belirsiz bir inilti döküldü Leyla’nın dudaklarından. Öfkesinin yerinde yeller esiyordu şimdi. Ona karşı koymaya çalışırken asıl kendiyle savaşıyordu.

Ali, kızı duymamış gibi devam etti. Bütün cesaretini toplamışken buradan dönüş yoktu.

‘’Başka bir kadına âşık olduğumu sandım. Sevmek için yıllar geçmeli, alışkanlıklar olmalı, birbirini iyi tanımak gerekir sandım. Yalnızlığımı sonlandırmak istedim belki de… Bu uğurda kötü şeyler yaptım, geri dönülemez hatalar… Af dilemeye bile yüzüm yok! Kavgam kendimle, asla da bitmeyecek biliyorum! Ölene kadar vicdan azabı çekeceğim.’’ Bakışlarını utançla kaçırdı, başını yere eğdi. Gözyaşlarını saklamaya çalıştı.

Bir süre sonra kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı. ‘’Ama sen Leyla…’’ kızarmış gözlerle kızın gözlerinin içine kararlılıkla baktı.

‘’İçimde kalan tek iyiliksin. Masum yanımsın. Yeniden ümit etme sebebimsin. Yanımda yokken bile varlığını hissediyorum. Nereye gitsem yüreğimde taşıyorum maviliklerini. Daha ne kadar dayanırım bilmiyorum. Korkusuzca elinden tutmak, gözlerinde kaybolmak istiyorum. Her şeye, herkese inat birlikte olma ihtimalimizi düşünüyorum!’’ Yüzünü kızın yüzüne daha çok yaklaştırdı.

‘’Delilikse bu, en büyük deliliğim sen ol istiyorum Leyla.’’ diye fısıldadı dudaklarına doğru.

Leyla, Ali’den gelen itiraflarla donup kalmıştı. Başı dönüyor, kalbi kulaklarında atıyordu. Ayaklarının bağı her an çözülebilirdi. Ona inanabilir miydi sahiden? Bilmiyordu. Leyla’ya şu an adını bile sorsalar bilmiyorum derdi.

Ali kızın tepkisiz kaldığını görünce kollarını iki yandan tuttu. Gözlerini gözlerine kenetledi.

‘’Tüm inandıklarımı yıktın geçtin, gece güzeli. Sana yenildiği görmüyor musun gerçekten?’’

Ali ona gece güzeli demişti. O ana kadar isminin anlamı hiç bu kadar güzel gelmemişti kızın kulaklarına. Ali’ye koşulsuz inanabilmeyi nasıl da isterdi… Oysa yanında nefes almak bile güçtü artık. Tümüyle soluksuz kalmaktan, yanılmaktan delicesine korkuyordu.

Leyla, başını çaresizce iki yana salladı. ‘’Bana âşıkmışsın gibi davranma! Benimle oynama Ali! Sakın yapma bunu… Sakın!...’’ dedi kırgın bir sesle. Yaşların yanaklarından süzülmesine engel olamadı. Güçsüz görünmek istemiyordu oysa. ‘’Başkasından kıskanma beni. Pembe güller alma. Böyle bakma, dokunma, gülme. Sevdiğini söyleme.’’ Duraksadı. İçinde fırtınalar koparken, söyledikleri en çok onu yaralıyordu.

’Neva’yı unutmak için beni kullanma.’’

‘’Yanılıyorsun!’’ diye hızla karşı çıktı Ali. ‘’Benim için sadece sen varsın. Kabul et veya etme. Bir gün seni nasıl sevdiğimi göreceksin. Vazgeçmeyeceğim Leyla. Ne pahasına olursa olsun savaşacağım. Güvenini yeniden kazanacağım.’’ Leyla’yı ikna etmeye çalışırken bir yanı onu kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Alnını kızın alnına yasladı. Titreyen gözkapaklarını yavaşça kapattı.

‘’Ben kendimi sende buldum. Lütfen kaybolmama izin verme.’’ yalvarırcasına mırıldandı Ali. Çoktan arzularının esiri olmuştu. Bakışları kızın yüzünde hayranlıkla gezindi. Gözünü kırpmadan her detayında tek tek oyalandı. En çok da dolgun dudaklarını öpmek istiyordu. Dayanamayıp parmak uçlarıyla kızın yanağını hafifçe okşadı. Gözyaşlarını nazikçe sildi. Tenine değdiğinde, Leyla’nın titrediğini gördü. Ali’nin gülüşü yüzünde yayıldı, gamzeleri ortaya çıktı.

Yanılmamıştı.

Hisleri karşılıklıydı. Tutkuları birdi. Sevgileri ortaktı.

Bu kız ya felaketi olacaktı, ya da kurtuluşu.

Ali kulağına doğru yavaşça eğildi. Müptelası olduğu saçlarının kokusu burnuna doldu. Elini ensesine dayadığı gibi dikkatle geriye itti kızın saçlarını. Leyla’nın beyaz gerdanı ortaya çıktığında, derin bir nefes çekti içine. Ali’nin dudakları kızın pürüzsüz tenine kısa bir an sürtündü.

O an Leyla’ya asır gibi geldi. Ciğerlerindeki hava uçup gitmişti sanki. Tepeden tırnağa ürperdi, beklentiyle kasıldı bedeni. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi attı, kulakları uğuldadı. Ali’ye teslim olmanın eşiğinde geziniyordu.

‘’Bu gece yanımda kal. Gitme. Beni sensiz bırakma gece güzeli.’’

 

 

***

 

 

 

‘’Baran? Hadi uyan sana ilaç getirdim.’’

Tepki vermeden yatakta yatmaya devam ediyordu. Nefes alış verişleri düzenli, derin bir uykudaydı. Hala yanımda olmasına inanamıyordum. Büyükada Baran’ın gelmesiyle benim için yeniden anlam kazanmıştı. Tek sorunumsa Baran’ın düşmek bilmeyen ateşiydi. Bütün gece gözümü kırpmadan başında beklemiştim. Alnına ve boynuna nemli bezler koyup durmuş, vücudu serinletme çalışmıştım. Neyse ki sabaha karşı ateşi düşmüştü. Gün aydığında bulduğum ilk eczaneden ateş düşürücü alıp yanına geri dönmüştüm. Baran’sa hala deliksiz uyuyor, otelden ayrıldığımı bile fark etmemiş gözüküyordu.

Yatağın kenarına oturduğum gibi elimin tersiyle yanağını okşadım. ‘’Baran?! Hadi aç gözünü.’’ Uyandırmaya kıyamayacak kadar güzeldi oysa.

‘’Aşkım hadi kalk.’’ diye mırıldandım. Alnını hafifçe öperek ateşini kontrol ettim. Baran gözleri kapalıyken dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

‘’Bir daha söyle.’’ dedi tek kaşını keyifle havaya kaldırarak. Yüzünü bana çevirdi. Mavi gözleri araladığında, bakışlarında uyku mahmurluğu vardı.

Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Anlamamış gibi omuz silktim. ‘’Neyi söyleyeyim?’’

Baran’ın yüzü düşünce daha fazla dayanamayıp yanağına derin bir öpücük kondurdum.

‘’Aşkım... Sevgilim… Kara sevdam...’’ diye uzata uzata konuştum. ‘’Başka bir sıfat ister misin mavişim?’’

Baran’ın gözleri hınzırca parladı. Dudaklarında samimi bir gülüş belirdi. Kolumdan tuttuğu gibi beni yatağa çekti. Yanına düşerken çoktan kolunu belime dolamış, sırtımı göğsüne yapıştırmıştı.

‘’Mavişim harici tüm sıfatlar uygun.’’

Sesli bir kahkaha attım. ‘’Neden bence sana en uyan oydu.’’

‘’Kuş muyum ben Neva!’’ diye huysuzca söylendi. Belimdeki kolunu sıkılaştırdı. Sarılırken göğsünün içine sokmak ister gibi sahipleniyordu. Yüzünü boynuma gömdü. Derin bir nefes çekti ciğerlerine.

‘’Bundan sonra ismim yasak sana. Baran’ı unut. Aşkım demeye alışsan iyi edersin.’’

Başını yastığına gömerken uykusuna devam etme niyetindeydi. Güçlü kollarıyla beni kendine hapsetmiş, bedenlerimiz bir bütün olmuştu. Onun bana her dokunuşunda, heyecanım katlanarak artırıyordu. En ufak temasında bile darmadağın oluyordum. Yüzümde huzurlu bir tebessüm belirdi. Kalbimdeki yoğun sıcaklık içimi ısıttı. Baran’ın güvenli kollarına iyice sokuldum.

‘’Olur. Nasıl istersen.’’ dedim kıkırdayarak. ‘’Ama aynı ilgi ve alakayı senden de beklerim.’’

Baran’ın sıcak nefesi enseme değdi. Dudaklarını kulaklarıma yapıştırıp tahrik edici bir sesle ‘’Göstermekten hiç çekinmeyeceğime emin olabilirsin.’’ diye fısıldadı. Eğilip boynuma yöneldiğinde, derin bir öpücük kondurmayı ihmal etmedi.

‘’Ben şimdi hala hasta mı sayılıyorum?’’ Tenime doğru mırıldanırken bir yandan dudakları boynumda geziniyor, omuz başlarıma yakıcı öpücükler bırakıyordu.

Sadece başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Boğazım kurumuş, sesim çıkmaz olmuştu. Beklentiyle onun dokunuşlarının tadını çıkarıyordum. Bedenim her zaman daha fazlasını istiyordu. Sanki hiç bitmeyecek bir özlem vardı içimde. Doyumsuz olan bu yanım, Baran’a karşı hep talepkârdı.

Beni tutan kolları gevşedi. Yatakta dirseğinin üzerinde doğruldu. Ensesini kaşırken, yüzü allak bullaktı.

Yeni farkına varır gibi ‘’Bulaşıcı olabilir.’’ dedi.

Gözlerimi hafifçe kıstım. Ciddi olamazsın der gibi baktım yüzüne. Sahiden hastalanmamdan mı korkuyordu?

Baran battaniyeyi hızla başının üzerine çekti. ‘’Benden uzak durman gerek!’’ diye çıkıştı. Sesi örtünün altından boğuk çıkıyor, bu endişeli haliyle çok sevimli görünüyordu.

‘’Baran saçmalama istersen! Gripten ölmem herhalde.’’ Başındaki örtünün ucunu çekiştirdim. Bana dirense de en sonunda nefes alamayıp pes etmek zorunda kaldı. Battaniyenin altından çıktığında saçları dağılmış ve elektriklenmişti. Bu haliyle tıpkı küçük bir oğlan çocuğuna benziyordu.

‘’Ne yapacağım ben senle?’’ diye muzip bir sesle söylendim. Bir yandan gülmekten kendimi alamıyordum. Gür saçlarına parmaklarımı daldırıp düzeltmeye başladım. Baran’sa sessizce kıpırdamadan hareketlerimi izliyordu. Tek kaşını kaldırdı, başını yana eğip kalbimi tekleten sıcacık gülüşüyle gözlerime baktı. Saçlarıyla oynamam hoşuna gitmiş gibiydi. Dayanamayıp dudaklarına doğru uzandım. Anında kendini geri çekti.

‘’Öpmek yok!’’

Gözlerim hayretle irileşti. ‘’Sen ciddisin!’’

Yataktan doğrulduğu gibi ayaklandı. Yumuşak ama kararlı bir sesle ‘’Hiç olmadığım kadar.’’ dedi.

Dudaklarımı büzerek kollarımı göğsümde birleştirdim. Bütün hevesim kursağımda kalmış, somurtarak yatağın içinden ona bakıyordum.

‘’Hiç öyle bakma bana! Seni bir kere öpersem hiç duramam.’’

İnatla omuz silktim. Baran yanıma çömeldi. Elimi avuçlarının içine alıp usulca öptü. ‘’İyileştiğim an kaldığım yerden devam edeceğime emin olabilirsin.’’

Heyecanla genzimi temizledim. Bakışlarımı kaçırdım. Yanaklarıma kan hücum ederken, kıpkırmızı olduğuma emindim.

’İyi bir kahvaltıyla başlayalım o halde. Sonra da ilaçlarını alırsın.’’

Gözlerini devirdi. İlaç içmekten oldu olası nefret ederdi. ‘’İlaçsız olmuyor mu ya?’’ diye bir ümit sordu.

Başımı hayır anlamında salladım. Baran alt dudağını sarkıtınca kaşlarım havalandı.

’Yok, ben geç iyileşmek istiyorum dersen içme-‘’

Konuşmamı bölüp hızla araya girdi.

‘’Senden daha fazla uzak durmak mı?’’ Kendi kendine sırıttı. ‘’Zehir olsa yine de içerim.’’

 

 

***

 

 

Günlerdir kapalı olan hava açmış, gökyüzü masmaviydi. Rüzgârın tatlı esintisi yüzüme vurdu, saçlarım dağıldı. Düzeltme ihtiyacı hissetmedim. Dirseklerim masaya dayalı, göz alıcı ada manzarasına bakıyordum. Sakin ve huzurluydu deniz. İçimdeki durgunluk gibi.

İştahla önündeki böreği yiyen Baran’a bakışlarım kaydı. Nefes almadan masadaki kahvaltılıkları süpürmeye devam ediyordu. Zorla ağzıma tıktığı yiyeceklerle benim bile karnımı tıka basa doyurmuştu.

‘’En son ne zaman yemek yedin sen?’’

Başını tabağından bir anlık kaldırdı. Yine tatlı gülümsemesi belirdi dudaklarında.

‘’Bilmem. Son günlerde yemek aklıma gelmedi.’’ dedi rahatça omuz silkerek.

Arkama yaslanıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. Kaşlarım çatılmıştı.

‘’Ne demek aklıma gelmedi!? Açlıktan kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?’’ Baran’a kızarken ondan çok bir farkım yoktu aslında. Ayrı kalmak ikimizi de yavaş yavaş bitirmişti.

Yüzüne vuran güneşle gözlerini kıstı. Durgunlaşıverdi birden. ‘’Günlerdir seni bulmaktan başka bir şey düşünmedim.’’ Elindeki çay bardağını yavaşça masaya bıraktı. Uzunca bir süre suskun kaldı. Kasılmış omuzlarından gergin olduğunu görebiliyordum. Bakışlarındaki tedirginlik yüreğimi sıkıştırıyordu. ‘’Söz vermeni istiyorum Neva’’ diye zorlukla devam etti. ‘’Bir daha benden uzaklaşmayacaksın. Kaçmayacaksın. İyiliğim için olsa bile. Beni sensiz bırakmayacaksın.’’

Suçlulukla bakışlarımı ondan kaçırdım. Başımı yere eğdim. Yaşlar çoktan gözlerime hücum etmişti. Karşısında sesim çıkmaz oldu.

Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Omzumdan tuttuğu gibi beni sıkıca göğsüne bastırdı. Uzun uzun kucakladı. Başımın tepesine derin bir öpücük kondurdu. Dakikalar sonra yavaşça geri çekildiğinde mavilikleri şefkatle parlıyordu.

‘’Korkuyorum Baran.’’

‘’Neden?’’

‘’Mutluluğun elimden kayıp gitmesinden.’’

Eli benimkine dokundu. Parmaklarını parmaklarıma doladı. ‘’İzin vermem ki.’’

Yüzüme buruk bir tebessüm yerleşti. Yanağımı göğsüne bastırdım. Kollarımı beline iyice sardım. Ona tutunduğum her an, yeniden nefes alıyor gibiydim.

‘’Söz veriyorum. Değil yanından ayrılmak, elini bile bırakmayacağım Baran.’’

Parmaklarını saçlarıma doladı, incitmekten korkar gibi sevdi. Her okşayışında içim bir hoş oldu. Göğsüne dayadığım başımı kaldırdım.

Baran yüzüme baktı, yürekten gülümsedi. Eğilip gözkapaklarıma, yanağıma, burnumun ucuna küçük öpücükler bıraktı.

‘’Desene artık sen bana emanetsin, ben de sana.’’

 

 

***

 

 

Sokağın ortasında dikildi Baran.

‘’Neva yorulmadın mı artık? Adada basılmadık yer bırakmadık. Artık dinlensek mi güzelim?’’ Yüzündeki çaresiz ifadeyle kolumdan çekiştirip duruyordu.

’Hani turp gibiydin. Çoktan iyileşmiştin. Bütün gün ne dersem yapacaktın?’’

Baran derin bir nefes verdi. ‘’Turistlik gezi niyetinin olduğunu bilmiyordum. Baş başa kalacağımızı düşünmüştüm.’’ diye homurdandı.

‘’Yine baş başayız aşkım.’’ Elinden tuttuğum gibi onu yürütmeye devam ettim. Baran’sa bir adım arkamdan geliyor, kolundan çekiştirmek zorunda kalıyordum. Gördüğüm ilk takı dükkânın önünde durdum, vitrinde özenle dizilmiş el yapımı kolyelere merakla göz gezdirdim. Bir yandan da dükkânın dışında kurulmuş tezgâhtaki takıları inceliyordum.

Baran’ın telefonu ısrarla çalmaya başladı. Cebinden çıkardığı gibi arayanın kim olduğuna bakmadan kapattı.

‘’Açmayacak mısın?’’

Ellerini cebine koydu, yanaklarını şişirdi. ‘’Hayır, daha mühim bir işimiz var. Takı bakmak gibi.’’ dedi kinayeyle.

Onu duymamazlıktan geldim. ‘’Sabahtan beri bu kaçıncı arama. Israrla açmıyorsun. Neden?’’

Baran yanıma gelip göz ucuyla tezgâha baktı. ‘’Babam arayıp duruyor, ah bir de Asistanım Canan. Sanırım şirketi batırmak üzereyim.’’ Basit bir konudan bahsedermiş gibi konuşuyordu. Eline aldığı kolyeyi havaya kaldırıp bana gösterdi. ‘’Bu nasıl sence?’’

Göz bebeklerim şaşkınlıkla büyüdü. ‘’Ne yani batıyor muyuz!?’’

Baran hafifçe omuz silkti. ‘’Şirkete gidince durumu toparlarım. ’’ Cilveli bir bakışla göz kırptı. ‘’Senin işsiz kalmana müsaade etmem merak etme.’’

İşe başladığım günden beri doğru düzgün şirkete gitmemiştim. Baran’ın koluna dokundum. Bakışlarını yüzüme çevirdi. ‘’Sürekli izin kullanıp durdum. Eğer yönetim kuruluna karşı zor durumda kalacaksan beni işten kovabilirsin.’’ dedim ciddi bir tavırla.

Baran sesli bir kahkaha attı. ‘’Şirketi senin için aldım güzelim. Değil kovmak, hisseleri üzerine bile yapabilirim.’’ dedi. ‘’Ama bir konuda anlaşalım.’’ Elimi tuttuğu gibi avucumun içine bir kolye bıraktı.

‘’Bir şey takacaksan eğer, beni hatırlatacak bir parça olmalı.’’

Gözlerimi ayırmadan hayranlıkla elimdeki parçaya bakıyordum. Su damlası şeklinde zarif bir kolyeydi.

Başımı kaldırdığımda üzerimde gezinen ürkek bakışlarıyla karşılaştım. Parmak uçlarımda yükselip kolumu boynuna doladım. Sımsıkı sarıldım Baran’a. O da belimden kavramış, başını boynuma gömmüştü.

‘’Seni seviyorum Baran. Yeryüzüne düşen, her yağmur damlası kadar seviyorum seni.’’

Saçlarımın kokusunu içine çekti. Kulağıma fısıldarken sesi yumuşacıktı.

‘’Asla çıkarma bu kolyeyi. Boynunda taşı. Kalbine en yakın yerde olduğumu bileyim.’’

‘’Kalbimin tam üzerinde yani.’’ diye mırıldandım.

Hafifçe geri çekildiğimde mutluluktan havalar uçuyordum. Kocaman gülüşüm yüzümü aydınlattı.

‘’Bekle hemen geliyorum.’’ Baran dükkândan içeri girdiği gibi çıkması bir oldu. Kolyeyi satın almıştı.

‘’Artık senin.’’ dedi heyecanla. ‘’Takayım mı?’’

Başımı hevesle aşağı yukarı salladım. Saçlarımı yukarda topladım. Baran aceleyle arkama geçti. Kolyeyi takarken sıcak nefesini ensemde hissediyordum. Bütün bedenim titredi sanki. Soluklarım hızlandı.

Bugün, hayatımdaki en değerli hediyemi almıştım.

‘’İşte oldu.’’ dedi Baran. Gururla baktı boynumda sallanan kolyeme.

Parmaklarımı su damlasının üzerinde gezdirdim. ‘’Çok güzel.’’

Kolunu omzuma doladı. Beni kendi bedenine yasladı. ‘’Sen daha güzelsin.’’

‘’Aşkım?’’ dedim keyifle.

Gözlerinin derinliklerine kadar gülüyor Baran. ‘’Efendim sevdam?’’

‘’Son defa bir yere daha uğrayalım mı senle?’’ En sevimli bakışımı atarak, boynumu büktüm. ‘’Lütfen!’’ diye yalvardım.

Baran’ın bakışı yumuşadı. Bana asla kıyamıyordu. ‘’İyi bakalım sen nasıl istersen öyle olsun.’’

 

 

***

 

 

Baran’la el ele yürüyerek Hülya teyzenin evinin önüne kadar gelmiştik. Bu yaşlı kadına söz vermiştim. Sevdiğim adamla birlikte girecektim kapısından içeri.

Baran duraksadı. ‘’Burası Ömer amcanın evi değil mi?’’ Kaşları çatıldı. ‘’Benim restorasyon projemdeki ev yani?’’

Başımı aşağı yukarı salladım. Hülya teyzenin anlattıklarını hatırlayınca gülüşüm yüzümde soldu. ‘’Baran, Ömer amca ölmüş. Şimdi eşi Hülya kalıyor evde.’’

Baran’ın bakışları hüzünlendi. Belli ki Ömer amcanın öldüğünü bilmiyordu.

‘’İyi adamdı. Ne kadar fikir ayrılığına düşsek de.’’ dedi sertçe yutkunarak. Evin yenilenme sürecinde yaşlı adamın Baran’ı nasıl darladığını hatırladığımda, buruk bir gülümseme yüzümde belirdi.

‘’Eşine son hediyesini vermiş oldu. Bu konak, Ömer’le Hülya’nın hatıralarıyla dolu.’’ dedim eve bakarak.

Baran dudaklarını birbirine bastırdı. ‘’Keşke öldüğünü bilseydim. Son defa beni paylamasını duymak isterdim.’’

Gözlerime yaşlar hücum etti. Ağlamanın sırası değildi. Genzimi temizleyip sırtımı dikleştirdim. ‘’Neyse ki Hülya teyze, Ömer amcanın yerini aratmıyor. Hala yaptığın mutfak dolaplarından şikâyetçi.’’

Baran’ın dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. ‘’Desene çok işim var. Hadi, kadını daha fazla bekletmeyelim.’’

Bahçe kapısına hafifçe vurdum. İçerden ses gelmiyordu.

‘’Belki uyuyordur. Biraz daha vur.’’ dedi Baran. Bu defa daha sert kapıya vurdum. Hala kimse kapıyı açmamıştı.

Baran dirseğimden beni geri çekti. ‘’Bir de ben deneyeyim.’’

Seri yumruklarla tahta kapıya vurdu. Hala içerden ses gelmemişti.

‘’Baran yaşlı kadın, ya bir şey olduysa?’’ dedim korkuyla. Bakışlarımız buluştuğunda ikimiz de karar vermiştik.

Baran tüm gücüyle kapıya omuzla vurdu. Tahta kapı, geriye doğru kırılarak açıldı.

Hülya teyze avluda boylu boyunca yatıyordu. Onu gördüğüm an, tiz bir çığlık attım. Ellerimle ağzımı kapadım. Kapı eşiğinde kıpırdayamadan, adeta donup kalmıştım. Baran ilk şoku atlattığı gibi koşar adım içeri girdi. Yaşlı kadının yanına çömeldi. Elini boynuna koyup, nabzını kontrol etti. Yetmedi başını göğsüne yasladı, nefesini dinledi.

Baran en sonunda dizlerinin üzerine çöktü. Bakışları beni bulduğunda yüzündeki çaresizlik her şeyi anlatıyordu.

‘’Ölmüş.’’ dedi boğuk bir sesle.

Gözyaşlarım yanaklarımdan hızla süzülüyordu. Belli belirsiz başımı iki yana salladım. Öldüğünü kabul etmek istemiyordum.

‘’Hayır hayır! Ölmüş olamaz.’’ dedim feryat ederek. Hızla kapıdan içeri girdim. Kadının soğuk bedeninin üzerine kapandım. Titreyen ellerimle sertçe sarsmaya başladım.

‘’Hülya teyze ben geldim!’’ Sesim çatladı, konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. ‘’Hadi uyan! Ne olursun uyan!’’

Beni durduransa Baran’ın güçlü kolları oldu.

‘’Neva bırak artık. Elinden bir şey gelmez.’’

Omuzlarım şiddetle sarsılıyor, hıçkırarak ağlıyordum. ‘’Ölemez! Şimdi ölemez! Daha seni ona getirecektim!’’

Bedenimi göğsüne çekti. Başımı çenesinin altına aldı. Yanındayım dercesine sımsıkı sarıldı. Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. En sonunda ‘’Yetişemedim Baran. Geç kaldım. Sözümü tutamadım!’’ diye sayıkladım. Direnmekten yorgun düşmüş, hıçkırıklarım yerini iç çekişlere bırakmıştı.

Baran, sırtımı sıvaladı. Benim aksime gözyaşlarını sessizce döküyordu.

‘’Ömer’ine kavuştu. Hülya sevdiğine şimdi kavuştu Neva.’’

 

 

 

Bölüm Sonu

 

Nasıl buldunuz bölümü? Hülya’ya üzüldüm ben valla. Yine de Ali ve Leyla’daki gelişmeler olumlu gibi.

Yıldızı parlatmayı unutmayın. Yazarınızı mutlu edin.

Yeni bölümde görüşmek üzere

Seviliyorsunuz

 

Bölüm : 28.10.2025 15:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...