10. Bölüm

Çok güzelsin

buyalnizcasitemm

Hiç çok değer verdiğiniz birini kaybettiniz mi? Hani şu hayattaki varlığınıza anlam kazandıran o yegâne kişilerden bahsediyorum. Ben kaybettim. Küçücük bir kızken annemle vedalaştım. İlk şahit olduğum cenaze, annemin kalbimden kalkan cenazesiydi. Fazlaca ağrılı, fazlaca yalnız ve sağır edecek kadar sessizdi. Lakin kalktım, dimdik durup kardeşim için hayata tutunabildim.

 

Şimdi önünde beklediğim bu ameliyathane kapısı, sanki bana “Sen henüz kaybetmeyi tatmadın” diye bağırıyordu. “Gerçekten biri nasıl kaybedilir, şimdi öğreneceksin.” Ağlamaktan şişmiş gözlerimin arasından kapıya tekrar baktım. Ne giden vardı ne gelen. Birisi çıkıp “Kardeşin iyi, o hayatta, her şey güzel olacak” deseydi ya… Gerçi film çekmiyorduk, değil mi? Kimse gelip içimi rahatlatmayacaktı. Başımı yasladığım duvardan kaldırıp koridorun diğer tarafına baktım. Armağan az önce gitmişti, henüz görünürde yoktu. O sırada, koridorun sonundaki odadan bir kadını sürükleyerek çıkardılar. Kadın çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordu.

 

“Beyza! Kızımı götürmeyin! Beyza, kalk! Allah’ım ne olur yardım et!”

 

Kadının feryadı hastanenin ıssız koridorlarında yankılandı. İçim acıyla burkuldu. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözyaşlarımı geri itmeye çalıştım.

 

“Anneciğim, bebeğim! Benim kızım daha çok küçük! Ne olur götürmeyin! Yarın Beyza’nın doğum günü, ben kızıma pasta bile yaptım! Yalvarırım, almayın onu benden!”

 

Yanındaki yakınları onu tutmakta zorlanıyor ,kadın sürekli çırpınıyordu. Acıyla gözlerimi kaçırdım. Gözlerimde akmak için hazır bekleyen yaşlar yanaklarımdan aşağı süzüldü.

 

Aklımın karanlık yanı fısıldadı:

“Ya sen de kaybedersen?”

“Ya Mert ölürse?”

Başımı ellerimin arasına alıp saçlarımı çekiştirdim. Kafamı susturamıyordum. Feryat figan bağıran kadının sesi uzaklaşmak yerine yaklaştı. Kolumdan sertçe tutup beni çektiğinde düşmekten son anda kurtulup dengemi sağladım. Şokla, kolumdan tutmuş beni sarsan kadına bakıyordum.

Başındaki örtü omuzlarına düşmüştü. Saçları ıslak, yanaklarına yapışmış, durmaksızın akan yaşlar yüzünden kadına bedbaht bir hal veriyordu.

 

“Allah sizi kahretsin! Duydun mu beni? O şerefsiz kardeşin de çıkamasın ameliyattan! Benim kızımı kopardı hayattan, o da gün yüzü görmesin! Allah sizin belanızı versin! Kızım gitti, canım gitti, Allah’ım yardım et!”

 

Kadının sözleri başlarda öfkeli çığlıklardan ibaretken, sonlara doğru bayılacak gibi olmuştu. Arkasından gelen yakınları tarafından zapt edilmeye çalışsada nafileydi . Anın verdiği şokla tüm vücudum titremeye başladı. Gözlerimdeki yaşlar durmaksızın akarken artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Mert’in yanındaki kız bu kadının kızı mıydı? Ama durumu iyi demişti olay yerindeki polis. Aklımı kaçıracağımı düşündüm. Mahcubiyetten kadının yüzüne bir kez daha bakamadım. Yakınları onu yarı taşır halde koridorda ilerletirken bana doğru döndü.

Gözlerindeki acı kalbimi sıkıştırdı:

 

“En sevdiğin ölsün senin de! Senin de yüreğin ateşlerde kavrulsun! Başıma getirdiğiniz bu felaket sizin kıyametiniz olsun! Rabbime havale ettim sizi!”

 

Kadının ahı boğazıma sarıldı, korkuyla yutkundum. Bir annenin ahı tutmamazlık etmezdi, deli gibi korktum. İçimdeki karanlık, bana dair ne varsa yuttu. Ya Allah, bu bedduayı haklı bulursa ve Mert’i benden alırsa düşüncesi yüzünden içim içimi yedi. Kadın gitti fakat ben olduğum yerden bir milim bile kıpırdayamadım. Boş koridora dalan gözlerimi bir saniye kırpmak için ikna edemedim. Armağan kollarımdan tutup beni sarsana kadar orada öylece bekledim. Neyi bekledim bilmiyorum, belki Mert’i, belki de o annenin ahının akıbetini.

 

“Eleni, bana bak! Ne oldu, niye bu haldesin? Mert’e bir şey mi oldu?”

 

Armağan beni koridordaki banka oturturken ardı arkası kesilmeyen sorular sordu fakat vicdanım henüz üzerimize salınan bu kara bedduayı sindiremediğinden tek kelime edemedim. Armağan başını çevirip ameliyathanenin kapısına baktığında, istemsizce bakışlarım o yöne döndü. İki görevli, sedyede yatan Mert’i koridora çıkarıyordu. Panik ve heyecanla hızla yerimden kalkıp bir iki adımla sedyenin yanına ulaştım. Elimi kalbime götürdüm; kardeşim iyiydi, Mert’im iyiydi.

Armağan kolunu omzuma atıp başımın üzerine silik bir öpücük kondurduğunda dahi, Mert’e bakıp ağlamayı durduramadım. Mert baygın bakışlarla bize bakıyordu, sanırım kendine gelmeye çalışıyordu.

 

“Ablacım, buradayım, buradayız. Bebeğim, iyi olacaksın.”

 

Aceleyle sarf ettiğim sözcüklerim ağlamaktan kesik kesikti. Mert’in dudağı yorgun bir ifadeyle kıvrıldı. Görevliler Mert’i kalacağı hastane odasına doğru götürmeye başladığında, Armağan’la arkalarından ilerledik. Aklıma gelenlerle donakaldım, Mert’e Beyza’nın öldüğünü nasıl söyleyecektim?

 

Mert odasına yerleştikten bir süre sonra verdikleri ilaçların etkisinden olsa gerek tekrar uyuyakaldı. Stresle bacağımı ritmik bir şekilde yere vuruyor, ne halt edeceğimi düşünüyorken, devamlı hareket eden bacağımı büyük bir el yere sabitledi. Bakışlarımı o elin sahibi olan Armağan’a çevirdim.

 

“Eleni, başka bir şey var. Mert uyanmasına rağmen bu derece kendini yıpratman senin için bile normal değil. Sorun ne?”

 

Yaşlar tekrar gözlerime dolarken tırnaklarımı avucuma bastırdım. Bakışlarımı Mert’e çevirip kontrol ettikten sonra başımla dışarıyı işaret edip ayağa kalktım. Ben önden, Armağan arkadan kapının önüne çıktık. Armağan yavaşça kapıyı kapatıp heybetli bedenini tamamen bana çevirdi.

 

“Olay yerindeki polis, Mert’in yanında bir kızın olduğunu söylemişti. Hatırlıyor musun?”

 

Armağan’ın gözleri bir an düşünceyle buğulandı. Ardından başını onaylar anlamda salladı.

 

“Sen telefonla konuşmak için dışarı çıktığında, o kızın annesiyle karşılaştım .”

 

Armağan kaşlarını kaldırdı.

 

“İyi olmuş. Kızın durumu nasılmış, sordun mu?”

 

Gözlerimdeki yaşları geri itmek için başımı iki saniyeliğine yukarı kaldırdım.

 

“Ölmüş, Armağan.”

 

çenesini sıkıp gözlerini kapattı.

 

“Siktir, hiç iyi olmadı bu.”

 

Armağan beni göğsüne çekip çenesini başıma yasladığında, göz yaşlarım yanaklarımı ıslattı.

 

“Mert’e nasıl söyleyeceğiz?”

 

Sesim ağlıyor olduğundan bir çocuğunkinden farksız çıkıyordu. Armağan derin bir nefes aldı.

 

“Hastaneden çıkana kadar bu konuda tek kelime edemeyiz. Mert bu… Hastaneden ayrılmak isteyecektir, tedavisini bitirene kadar bu konu aramızda kalacak.”

 

Başımı hayır manasında sallarken, onu hafifçe itip kollarının arasından çıktım. Armağan kaşlarını çatıp, keyfi kaçmış bakışlarla göğsüne, onu itmek için yerleştirdiğim ellerime baktı.

 

“Olmaz ki, polisler ifade almaya gelecektir. Biz söylemesek bile polisler kesin söyleyecek.”

 

Dedim, umutsuz bir tonda. Armağan sıkıntıyla burnundan bir nefes verip konuştu.

 

“Polisleri ben halledeceğim.”

 

Dedikten hemen sonra Armağan’ın arkasından bize doğru yaklaşan iki polis görüş açıma girdi.

 

“Sanırım geç kaldın çünkü tam arkanda bize doğru yürüyorlar.”

 

Armağan başını çevirip polislere baktıktan sonra bir adım atıp sağıma geçti. Kısa süre sonra iki polis memuru tam karşımızda duruyordu.

 

“Geçmiş olsun. Mert Soykan’ın ifadesi için buradayız. Hasta uyandıysa ifadesini almamız gerekiyor.”

 

Diğerine nazaran daha kısa ve zayıf olan polis memuru kibar bir tavırla konuştuğunda, nezaketle gülümsedim. Armağan otoriter bir tonda konuşmaya başladığında, bakışlarımı ona çevirdim.

 

“Sağ olun, buyurun memur bey fakat bir konuda anlayışınızı rica etmek durumundayız.”

 

Polis memuru tabi manasında başını salladığında, konuşmaya devam etti.

 

“Kardeşim henüz birlikte kaza yaptığı arkadaşının vefat ettiğini bilmiyor. Zaten ciddi bir ameliyattan çıkmışken böyle acı bir haberle bu şekilde yüzleşmesini, vicdan azabı çekmesini istemedik, abisi ve ablası olarak. Siz de ifadesini alırken hassasiyet gösterirseniz minnettar olurum.”

 

Neyse ki, polis memuru anlayışla karşıladı. Rahatlayarak derin bir nefes aldım. Tam kapıyı açıp Mert’in yanına girecekken, başından beri konuştuğumuz polisin yanındaki hafif kilolu memur, bize dönüp konuştu.

 

“Arabayı Beyza Debreli kullanıyormuş. Kardeşinizin neden vicdan azabı çekeceğini anlamadım.”

 

Dedi, meraklı bir ses tonuyla. Açığımızı arıyormuş gibi bir tavrı vardı. Söyledikleri kafama dank ettiğinde yüzümde kırık bir gülümseme peydah oldu. Umutla Armağan’a döndüm, o da rahatlamış bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Heyecanla polis memuruna döndüm.

 

“Gerçekten Beyza mı kullanıyormuş? Kusura bakmayın, böyle soru soruyorum ama bize kazayla ilgili pek bilgi verilmedi. Araba kardeşime ait olduğu için biz kazayı o yaptı sanıyorduk.”

 

Dedim, heyecandan hızla konuştuğum için polis memuru bana garip bir bakış attı.

 

“Hayır, ekipler olay yerine ulaştıklarında, Beyza Debreli’nin sürücü koltuğunda olduğunu rapor etmişler.”

 

Dedikten sonra ekip arkadaşının ardından odaya girip kapıyı kapattı. Armağan’la birbirimize bakıp, saçma bir şekilde güldük. Herkesin acısı kendineydi işte. Helva kendi evinde kavrulmadan, kimse acısı olanın halinden anlamazdı. Bizimki de o misaldi.

 

Bir haftanın ardından hastaneden çıkmış, eve geçebilmiştik. Neyse ki daha fazla sürmemişti çünkü Mert’in hasta hali her şeyden beterdi. Hastanede geçirdiğimiz bir haftanın en zorlayıcı kısmı, Mert’in sürekli Beyza’yı sormasıydı. Geçiştirip konuyu kapatmak için tek ayak üzerinde kırk tane yalan söylememiz gereksede, üstesinden gelmiştik. Armağan Mert’e arabayı kullanılamaz hale getirdiğiyle ilgili nutuk çekmeye başladığı anda, Mert susuyor, azar yememek için uyuyormuş gibi yapıp işimizi kolaylaştırıyordu. Ama ne felaket ki, bundan kaçamazdık, sonsuza dek bu konuyu kapalı tutamazdık. Eninde sonunda Mert, Beyza’nın öldüğünü öğrenecekti ve Armağan o günün bu gün olması konusunda ısrarcıydı. Ben de Mert’e yalan söylemekten memnun değildim fakat böyle bir haberin nasıl verileceği hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Üstelik bu bir haftada uğraştığımız tek şey Mert’te değildi. Beyza’nın annesi, Mert’e dava açmıştı ve ısrarla Mert’in kızını öldürdüğünü iddia ediyordu. O bir anneydi, acısını da bedel ödetme isteğini de anlayabiliyor ve saygı duyuyordum fakat Mert’in suçu yokken böyle suçlanmasına da izin vermem mümkün değildi.

Annemi arayıp Mert’le olanları anlatsaydım, biricik altın yumurtasına olan düşkünlüğünden dolayı muhtemelen hiç uğraşmamıza gerek kalmadan bu dava işini hallederdi. Ama Armağan’ın kızacağından emin olduğum için, bu şıkkı çoktan elemiştim. Bu konuyla ilgilenme işini Armağan’a devretmiş, Mert’in sağlığıyla ilgilenmeyi üstlenmiştim . Tabii bundan da istifa etmeme ramak kalmıştı, o da başka bir meseleydi.

 

“Hayır abla, olmamış. Ben sütü ılık ve orta şekerli istedim, sen sıcak ve az şekerli yapmışsın.”

 

Gözlerimi kapatıp burnumdan derin bir nefes aldım. Eğer şu an iyi olsaydı, o bardağı kafasında kırardım. Ama durumunu sonuna kadar kullanıp, Armağan’la etrafında pervane etme konusunda asla taviz vermiyordu. Zorlukla gülümseyip, bana doğru uzattığı bardağı alıp mutfağa geri döndüm. Bardağı sertçe tezgaha bıraktıktan sonra, az önce sütün içine eklediğim bal kavanozunu açıp içine biraz daha bal ekledim. Hem karıştırırken biraz soğumuş olurdu. Mert bir kez daha beğenmezse, bardağı kafasına atacaktım. Kesinlikle atacaktım. Benim de sınırlarım vardı. Armağan sabahtan beri bu dava konusuyla ilgili yoğun bir telefon trafiğindeydi ve kötü haber buraya taşınmıştı. Mert iyileşene kadar gözünün önünde olmasını istediğini söylemişti. Kötü diyorum çünkü neredeyse öpüşeceğim biriyle aynı evi paylaşmak, çok da iyi bir haber sayılmazdı. Mert salonda yatmak istediği için ona koltuklardan birini hazırlamıştım. Kırılan ayağından dolayı istediği gibi ayağa kalkamadığından, televizyonun ve mutfağın yakınlarında olmak istediğini söyleyince mantıklı bulmuştum. Haliyle Armağan’a kalmak için, Mert’in odası kalıyordu. Adamla aynı evde kalmam yetmiyormuş gibi, odalarımız da yan yanaydı. Tüm bunlara rağmen ona karşı mesafeli davranmakta hayli kararlıydım. Onun bir ilişkisi vardı ve ben annem gibi ikinci kadın olmayacak, kendime olan saygımı ayaklar altına almayacaktım. Süt bardağını alıp, Mert’in yanına geri döndüm. Hafif oturur bir pozisyon almış, elindeki kumandayla kanalları geziyordu.

 

“Umarım istediğin gibi olmuştur, Mert Paşa. Yok, beğenmediğim diyorsan kalkıp kendin hazırla sütünü.”

 

Mert, bana ayıplarcasına bir bakış atıp bardağı elimden aldı.

 

“Aile kavramı gözlerimin önünde çöktü az önce. Biricik kardeşin bu haldeyken nasıl böyle zalim davranırsın?”

 

Abartılı isyanına göz devirip kendimi koltuğa bıraktım. Mert, seçtiği bir filmi başlatırken parmaklarımla şakaklarıma masaj yapmakla meşguldüm. İş yerinden izin alıp duruyordum ve buna devam edemeyeceğim kesindi. Armağan’ın bir yandan burada olması iyiydi, ben yokken Mert’e göz kulak olabilirdi.

Armağan balkon kapısını açıp içeri girdiğinde, Mert’le bakışlarımız ona döndü.

 

“Eleni, iki dakika gelir misin?”

 

Armağan’ın sorusuna kafa sallayıp ayaklandım. Beraber koridora çıktığımızda, elini ensesine götürüp sıkıntıyla kaşıdı.

 

“Duruşma iki gün sonra, Mert’le konuşmamız gerekiyor.”

 

Sıkıntıyla ofladım.

 

“Eninde sonunda öğrenecekti zaten, sorularından daha ne kadar kaçabilirim ki zaten .”

 

Armağan başıyla onayladığında tekrar Mert’in yanına ilerledik. Mert’in sırtını yasladığı yastığı çekmek için küçük bir kuvvet uyguladığımda biraz doğrulup işimi kolaylaştırdı. Yastığı diğer koltuğa bırakıp kalan boşluğa yerleştim. Mert kıpırdanıp başını dizlerime yasladığında, ellerimi saçlarına geçirip nazikçe okşamaya başladım. Gülümseyerek yüzüme bakıp bakışlarını tekrar televizyona çevirdi. Armağan’a baktığımda yüzüne tatlı bir gülümseme kondurmuş, bizi izlediğini fark ettim. Göz göze geldiğimizde, boğazını temizleyip Mert’e döndü.

 

“Abicim, seninle bir şey konuşmak istiyoruz.”

 

Mert, bakışlarını önce Armağan’a, sonra bana çevirdi. Buruk bir gülümseme kondurdum dudaklarıma. Mert, kaşlarını çatıp doğrulmaya çalıştığında ona izin vermedim.

 

“Neyle ilgili konuşacağız?”

 

Mert’in sesi tedirgindi, devreye girmem gereken an bu an diye düşünüp konuşmaya başladım.

 

“Birlikte kaza yaptığınız kız, Beyza. Nereden tanışıyorsunuz, ablacığım?”

 

Mert gülümsedi fakat aklına ne geldiyse gülüşü soldu.

 

“Aynı fakültedeyiz, kütüphanede tanışmıştık. Bir iki aydır beraber zaman geçiriyorduk.”

 

Dedi sakin bir ses tonuyla. Başımı anlayışla sallayıp yumuşak kahve tutamlarının arasından parmaklarımı geçirdim.

 

“Kaza yaptığınızda arabayı kim kullanıyordu, Mert?”

 

Mert gerginlikle yutkunup önce bana, sonra Armağan’a baktı.

 

“Beyza kullanıyordu. Kullanmak istediğini söyleyince kıramadım. Ne oluyor abla, Beyza’nın durumu kötü mü?”

 

Mert tekrar ayaklanmaya çalıştığında, omzundan bastırıp dizlerimde yatmaya devam etmesini sağladım. Gözyaşları gözlerime akın ediyor, akmak için göz pınarlarımı zorluyordu.

 

“Beyza’yı kaybettik, ablacığım.”

 

Mert bir iki saniye boş bakışlarla yüzüme baktı. Aniden dizlerimden başını kaldırdığında engel olamadım. Oturur pozisyona geçtiğinde bir elini göğsüne götürdü; kazada kaburgaları kırılmıştı, muhtemelen ani hareketi canının acımasına sebep olmuştu.

 

“Abla, hayır.”

 

Dedi yalvarır bir tonda. Gözyaşlarım bağımsızlıklarını ilan edip yanaklarımdan bir yol çizdi.

 

“Abla, ne olur hayır.”

 

Mert’in gözlerinden akan yaşlar içime dökülüp kalbimi yakıp kavururken tek kelime edemedim.

 

“Benim yüzümden her şey, benim yüzümden.”

 

Mert, avazı çıktığı kadar bağırıp ayağa kalktığında, kırık bacağı onu yarı yolda bırakıp sendelemesine sebep oldu. Armağan son anda Mert’e doğru ilerleyip ona sarılmasaydı, eminim düşerdi. Mert hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, Armağan kollarının arasından çıkmaya çalışıyordu, Armağan izin vermedi. Mert ondan kurtulmaya çalıştıkça daha sıkı sarıldı.Sonunda gücü kalmamış gibi başını Armağan’ın omzuna yaslayıp iç çeke çeke ağlamaya devam etti. O ağladıkça ağladım. Acısı acım oldu , döktüğü her gözyaşı darı ağacım , duyduğu vicdan azabı yağlı bir urgan gibi boğazımı sardı.

Şimdiye dek beni hayata bağlayan şeyin kardeşimin neşesi olduğunu fark ettim bu gün, gözünden düşen her yaşın ağırlığı kalbimi sıkıştırdığında .

 

Armağan, Mert’i yavaşça oturttuğunda hızlı adımlarla ilerleyip yanına oturdum. Elimi kaldırıp , nazik hareketlerle yanağını sevdim.

 

“Ben olmalıydım.”

 

Dedi Mert, soğuk bir ses tonuyla bomboş gözlerle halıya bakıyor, gözünü bile kırpmıyordu.

 

“Onun yerine ben ölmeliydim.”

 

Dedikten sonra ellerini saçlarına geçirdi. Gözyaşlarım artık durmaksızın akarken başımı iki yana sallayıp Mert’in ellerini saçlarından çektim.

 

“Mert, nasıl konuşuyorsun sen? Sana bir şey olsaydı ne yapacaktım? Bana hiç mi acımıyorsun? Sen benim ailemsin . Benim sahip olduğum tek güzel şeysin . Nasıl ölmeyi dilersin? Ben kaza yaptığını duyunca korkudan aklımı kaçıracağım sandım.”

 

Ağlamaktan kelimelerim düzensiz olsa da umursamadım. Burnumu çekip ellerimi yüzüme kapattım. Mert bana sarıldığında omuzlarım hıçkırıklarım yüzünden sarsılıyordu.

 

“Abla… özür dilerim .Ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacağımı bilmiyorum ”

 

Mert’in söyledikleri içimde bir yerleri kasıp kavurdu. Zorlukla yutkundum.

 

“Sen bir şey yapmadın, bitanem. Ne yaptın ki? Arabayı kullanmak isteyen Beyza’ydı. Keşke ikiniz de sağ salim çıkabilseydiniz ama olmadı. Mert, o öldü diye senin de ölmen mi gerekirdi? Bunu bana yapma, yalvarıyorum. Beni kendinle sınama.”

 

Elimi uzatıp saçını anlından çektim belkide bencillik ediyordum fakat Mert bu haldeyken umurumda değildi.

 

“Her şey yoluna girecek, söz veriyorum. Eğer istersen abin bir psikolog ayarlayabilir, bu süreci tek başına atlatmak zorunda değilsin. Mert, biz hep yanında olacağız.”

 

Armağan başıyla onaylayıp elini Mert’in sağ bacağına koydu.

 

“Seni asla yalnız bırakmam, Mert. Sonuçta en sevdiğim kardeşimsin.”

 

Dedikten sonra buruk bir gülümsemeyle göz kırptı Mert’e. Mert, az da olsa gülümsediğinde derin bir nefes aldım.

 

“Benden başka kardeşin olmadığı için olmasın.”

 

Mert’in söyledikleriyle Armağan, kolunu onun omzuna atıp kulağına doğru biraz yaklaştı.

 

“Diğer kardeşimle daha tanışmadın sen tabi. Arada birlikte berbere gidiyoruz, bıyık sakal ne varsa toplatıyoruz. Sen de bize katıl.”

 

Armağan, onun evindeyken Mert’in söylediklerini taklit ediyordu. Ağzından çıkanlar şaşkınlıkla kaşlarımın kalkmasına sebep olurken, Mert erkeksi bir tonda kıkırdadığında, kızgın bakışlarım kırılıp yerini rahatlamaya bıraktı. Yüzü gülecekse olmayan bıyıklarımla dalga geçebilirdi. Omuzlarımı silkip arkama yaslanırken konuştum.

 

“Benim bıyığım falan yok, aşağılık herifler.”

 

Armağan, dudaklarını birbirine bastırıp başını onaylar anlamda salladıktan sonra gözlerimin içine meydan okurcasına bir bakış atıp bakışlarını Mert’e çevirdi.

 

“Geçen gün yakından bir baktım da hakikaten yokmuş kardeşim.”

 

Dediğinde Mert, elini şokla ağzına götürüp “Ooo!” nidaları atmaya başladı. Öfke ve utançla elimi anlıma geçirdim. Bu iki gerizekalıyı bir gün öldürecektim ama o gün bu gün değildi.

 

“Ha siktir ya, öpüştünüz mü? Niye bana haber vermediniz ahlaksızlar? Madem benim görebileceğim bir yerde öpüşseydiniz ya.”

 

Dediğinde koltuktaki yastıklardan birini elime alıp ona fırlatacaktım ki yaraları aklıma geldi. Hedef değiştirdim ve yastığı öfkeyle Armağan’ın suratına fırlattım. Armağan, yüzüne doğru hızla ilerleyen yastığı suratına milimler kala tutup bana kuvvetle geri fırlattığında, onun kadar havalı olmadığım için yastığı tutmayı başaramadım ve yastık kafama çarpıp kucağıma düştü.

 

“O nasıl atış, hayvan herif! Kafam kopuyordu.”

 

Dedikten sonra dağılan saçlarımı arkaya attım. Armağan genişçe sırıtıp arkasına yaslandı.

 

“Önce sen başlattın.”

 

Deyip omuzlarını silktiğinde, Mert’in mutluluğunu falan bir kenara bırakıp onu boğmanın doğru karar olduğu fikrine bir adım daha yaklaştım.

 

“Niye yalan yanlış şeyler ima ediyorsun? Senin yüzünden öpüştüğümüzü sanıyor.”

 

Armağan, Munzur bakışlarını Mert’e çevirip tekrar bana baktı.

 

“Ben yalan konuşmam, neyse o. İnanır mısın ablan, resmen beni kuytu köşeye sıkıştırıp…”

 

Hızla ayağa kalkıp avcumu ağzına kapattığım için devamını getiremedi. Mert, sırıtarak bize bakıyordu.

 

“İlk olarak, aşağılık abin beni köşeye sıkıştırdı. İkincisi, öpüşme falan yok son ve en önemlisi, bu konuyu kapatmazsanız ikinize boğacağım.”

 

Başlarda sakin çıkan sesim sonlara doğru öfkeye büründü. Armağan, ağzına kapattığım için konuşmuyordu. Göz göze geldiğimizde, bakışları dona kalmama sebep oldu. Gözlerindeki ışıl ışıl yıldızlar benim için mi parlıyordu? Avucumu öptüğünde şaşkınlıkla elimi çektim. Karnımdaki aptal kelebekler heyecanla kanat çırptı.

 

“Çok güzelsin.”

 

kalbim tekledi.

 

“Öfkeyle kıvılcımlar saçarken dahi…”

 

Aklım beni terk etti , ellerim heyecanla titremeye başladığında, arkamda birleştirip saklamaya çalıştım. Ağzımı konuşmak için birkaç kez açıp kapattım ama aklım , düşüncelerim beni çoktan terk etmişti.

 

“Ben kapıya bakayım.”

 

Dedikten sonra hızlı adımlarla yanlarından ayrıldım. Salondan çıktığımda sırtımı sertçe duvara yaslayıp soluklanmaya çalıştım. Titreyen elimi kalbimin üzerine koyup gözlerimi kapattım. Kendimi tanıyamayacak vaziyetteydim. Sırf avucumun içini öptü , “çok güzelsin” dedi diye bu hale gelinir mi ?

Bölüm : 28.12.2024 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...