7. Bölüm

Salıncak

buyalnizcasitemm

Tunçla sessizlik içinde 5 dakika öylece oturduk.

 

“Eleni, biliyorum, belki bildiklerin yüzünden benim kötü biri olduğumu düşünüyorsun…”

 

Elimi hafif öne uzatmış, hafiften soyulmaya başlayan ojelerime bakmakla meşgulken sözünü kestim.

 

“Kötü biri olduğunu düşünmüyorum, kötü olduğundan eminim.”

 

Konuşmaya başladığımda aydınlanan yüzü derin bir kedere boğuldu.

 

“Eleni, senden çok hoşlanıyorum, ilk gördüğüm andan beri. Bunları bir kenara bırakmanın hiçbir yolu yok mu? Ben geçmişte yaşananlar yüzünden seni kaybedemem.”

 

Derin bir of çekip sandalyeye bıraktığım çantamı omzuma astım.

 

“Hoşlanmasaydın Tunç, ben senden hiç hoşlanmıyorum mesela. O yüzden benden olabildiğince uzak dur. Armağan’a tek bir zararın daha dokunursa, onu senden uzaklaştırmak için elimden geleni yaparım.”

 

Kalkıp gideceğim sırada montumun kenarını sıkıca tutunca durmak zorunda kaldım.

 

“Vazgeçmeyeceğim Eleni, sana aşık oldum diyorum, anla beni. Sen de benden hoşlanacaksın, göstereceğim sana bunu zamanla. Senden asla vazgeçmeyeceğim.”

 

Bir adım geri çekilip montumu ellerinin arasından kurtardım.

 

“Saçma, olmayacak kurgularını kendine sakla. Hoşlanacağım biri değilsin, yakınından bile geçemezsin. Kendi seviyende birileriyle şansını dene, İrem’den devam et bence.”

 

Cevap vermesine şans vermeden arkamı dönüp oradan uzaklaştım. Bahsettiği gibi başıma bela olmamasını umdum; bu kadar yüzsüzlüğü midem kaldırmıyordu. Adamın başka bir kadından bebeği olacaktı, hâlâ bana aşk nutukları çekebiliyordu, hayret ettim doğrusu.

 

Armağan’ın evine geri dönmek için arabamı çalıştırdım. Tek başıma bu bildiklerimle uğraşmam mümkün değildi, birinden yardım almam şarttı. Tunç şıkkı elendiğine göre yerine Mert’i dahil edebilirdim. Hem hukuk okuyordu, daha usulüne uygun ilerleyebilirdik.

 

Villanın önüne aracımı park edip kapıyı çaldım. Armağan kapıyı şaşırtıcı bir hızla açtığında karşımda nefes nefese duruyordu.

 

“Neden koştun? Senin için tehlikeli değil mi?”

 

“Öylece oturup ölmeyi mi bekleyeyim? İllaki hareket edeceğim.”

 

Onu baştan aşağı süzüp cevap vermeden içeri adımladım.

 

Armağan kapıyı kapatıp arkamdan yürümeye başladı.

 

“Nasıl geçti Tunç’la randevunuz?”

 

“Epey verimliydi, beklemediğim şekilde.”

 

Yanımda yürüdüğü için çattığı kaşlarını görebiliyordum.

 

“Hmm, anladım. Ne anlamda verimliydi?”

 

Gülümseyip ona baktım.

 

“Uzun zamandır kimseyle konuşamadıklarımı onunla konuşabildim, her anlamda verimli bir randevu oldu.”

 

Çenesini sıktığını görebiliyordum; bu abilik işine kendini kaptırmış görünüyordu. Peki, bu benim canımı neden sıkıyordu?

 

“Maşallah, kısa sürede böyle kaynaştıysanız bir haftaya evlenirsiniz artık.”

 

Dudağımı büzüp başımı onaylamaz anlamda iki yana salladım.

 

“Bilemiyorum, Tunç pek benim tipim değil.”

 

Rahatlayarak gevşeyen yüz hatları, çocuksu bir gülümsemeyle aydınlandı. Bal gözlerinin içinde küçük yıldızlar belirdi. İlk defa yanımda böyle içten güldüğünü fark etmenin etkisiyle adımlarım durdu. İki yanağında yüzünü süsleyen derin gamzelerine baka kaldım; bir adam böyle gülmemeliydi.

 

“Sana söylemiştim, değil mi? O heriften sana koca falan olmaz, zaten sadık biri hiç değil. Kesin üzülürdün, iyi oldu, iyi.”

 

Dedikten sonra ellerini arkasında bağlayıp keyifli keyifli önden yürümeye başladı.

 

“Sadık biri değil mi? Oysa bana öyle gelmemişti. En son yanından ayrılırken bana aşık olduğunu ve benden asla vazgeçmeyeceğini söyleyip yeminler ediyordu.”

 

Önce arkasına bağladığı elleri iki yanına düştü, ardından keyifli adımları durdu. Onu bozmanın keyfiyle gülümsedim. Yavaşça bana doğru döndü. Gözlerimiz kesiştiğinde gülümsemeye devam ettim; yanaklarındaki güzel süsleri artık görünmüyordu, bir anlığına bunun için üzüldüm.

 

“Sana aşık olmuş? Senden vazgeçmeyecekmiş?”

 

Onaylar anlamda başımı salladım.

 

Konuşmak için ağzını tekrar açtığına fırsat vermeden konuşmaya başladım.

 

“Belki de kararımı tekrar gözden geçiririm. Sonuçta bu zamanda böyle benden vazgeçmeyecek, bana aşkından karşımda ağlayacak birini bulmam çok zor. Belki yanılmışsındır, Armağan abi.”

 

Dedim abi kısmının üzerine bastırarak. Öfkeden kızarmış yüzüne baka baka yanından geçip Mert’e seslendim. Oysa öylece bıraktığım yerde dikilip kalmıştı. Tamam, ağlama kısmı biraz abartı olmuştu ama bozulmuş surat ifadesini görmeye değerdi. Mert içeriden koşturarak yanıma gelip beni koltuklara iteledi. Onu zorlukla durdurdum.

 

“Abla, otursana, anlat, ne yaptınız? Derdi neymiş dümbüğün?”

 

Bu kez ben onun kolundan tutup villanın küçük bahçesine doğru sürükledim.

 

“Bahçede konuşalım, sana birkaç şey anlatacağım.”

 

Cevap vermeden yanımda ilerledi, Armağan ortalıkta görünmüyordu.

 

Bahçeye çıktığımızda Kasım ayının getirdiği soğuk hava yüzünden üşüyeceğimizden emin olsam da Armağan’ın bizi duymayacağı tek yer burasıydı.

 

“Sana anlattıklarım aramızda kalacak. Öğrendiklerinden sonra benden habersiz hareket etmeyeceksin.”

 

Kaşları çatılırken, ellerini hırkasının cebine yerleştirdi. Üşüdüğünü fark edince üzerimdeki montu çıkartıp omuzlarına attım. Mert, benim montuma sığamayacak kadar kalıplıydı ama bir nebze de olsa sıcak tutmaya yeterdi.

 

“Abla, sen üşüyeceksin, şimdi de içerden montumu alıp geliyorum.”

 

Gitmesine engel olup onu bahçe takımına oturttum. Böyle bir konuya yumuşatılarak nasıl girilir, bilmediğimden dümdüz söyledim.

 

“Armağan’ın kalp yetmezliği var, çok fazla vakti yok, bildiğim kadarıyla.”

 

Gözleri derin bir hüzün ve şokla gözlerime kilitlendi.

 

“Hasta olduğunu tahmin etmiştim ama böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Ölecek mi? Abla, ölmesini istemiyorum.”

 

İçim acıdı, elimi kaldırıp kahve saçlarını sevdim.

 

“Ölmemesi için elimizden ne geliyorsa yapacağız, söz veriyorum.”

 

Başını onaylar anlamda sallayıp bakışlarını yere indirdi.

 

“Latif Bey’in kalbi Armağan’la uyumluymuş. Ayrıca Armağan, nakil ameliyatına yanaşmıyormuş. Sandığının aksine, Tunç’la görüşmemin sebebi romantik sebeplerden değildi, Armağan hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum.”

 

Gözleri sinsice parladı.

 

“Latif’in kalbini söküp abime takalım o zaman. Ayrıca zaten Tunç’la olmana ihtimal vermemiştim.”

 

Kafasına bir tane vurduktan sonra konuşmaya devam ettim.

 

“Alık alık konuşma, Latif’in kalbini nasıl sökeceğiz, başka bir yol bulmamız lazım. Ayrıca daha kötü şeyler de var, İrem’le Tunç’un ilişkisi gibi, Armağan’ın yüzüne baka baka arkasında bir birliktelik yaşıyorlarmış.”

 

Mert, şokla ayağa kalkarken omzuma bıraktığım mont yere düştü. Yüzü öfkeyle karardı.

 

“Şerefsiz herif! Belliydi böyle bir halt yiyeceği, başından beri hiç hoşlanmamıştım ondan… Abla, abime nasıl söyleyeceğiz?”

 

Onu kolundan tutup tekrar oturttum.

 

“Sesini alçalt, Armağan duyabilir. Söylemeyeceğiz, Armağan’ın kalbi zaten zayıf, böyle bir şok onu ne hale getirir, kestiremiyorum. Bu yüzden söylemeyeceğiz.”

 

Mert öfkeyle kolunu elimden kurtardı, gözleri dolu doluydu.

 

“Bu pisliği saklayıp onlara ortak mı olacağız? Abim öğrendiğinde nasıl hisseder, düşünebiliyor musun? Bize de güvenmez bir daha. Abla, benim senden başka kimsem yoktu, sonra abimi öğrendim. Küçük yaşımdan beri bir ailem olsa nasıl olurdu diye düşündüm, ben. Sonra senle abimin içinde olduğu evi görünce, bu dedim, aile, bu benim ailem. Bu kaybetmek istemiyorum, abla. Tekrar kimsesiz kalmak istemiyorum.”

 

Gözlerim dolu, Mert’e baktım. Bir anlığına 5 yaşlarındaki hali gözümün önüne gelince gözyaşlarım yanaklarıma döküldü. Hızla onu kendime çekip sıkı sıkı sarıldım.

 

“Mert, ister gökteki yıldızları önüne sererim. Sen benim kardeşimsin, tek ailemsin. Ailemize Armağan’ı da dahil ediyorsan, onun içinde yapmayacağım hiçbir şey yok. Onu kaybetmeyeceksin, söz veriyorum.”

 

Bir süre sarıldıktan sonra benden ayrılıp yüzünü sildi.

 

“O zaman bebek abimin değil, değil mi?”

 

Başımla onayladım.

 

“Şerefsiz Tunç’un bebeğini, kendisinin sanıyor. Nasıl bu kadar kötü olabilirler, abla?”

 

“Bazı insanlar kötü kalplidir… Bunları bildiğini kimseye belli etmemen gerekiyor. Zaten annem tepemizde kara bir bulut gibi. Bir de bu olayları öğrenirse çok kötü olur. Armağan’ın ayağını kaydırmak için elinden geleni yapar, biliyorsun ki. Armağan’ın ölmesi, annemin ekmeğine yağ sürer. Tek mirasçı sen olursun, onunda istediği bu.”

 

Başını onaylar manada salladı, düşünceli görünüyordu. Haklıydı da.

 

“Bu soğukta dışarıda ne yapıyorsunuz siz?”

 

Armağan’ın sesiyle bahçe kapısına doğru döndük. Aynı anda ayağa kalktık, ben ve Mert, Mert bana bakıyordu.

 

“Abla regl olmuş da, bana ped alsana dedi.”

 

Sinirle ve utançla yüzümü sıvazladım.

 

Armağan, ne tepki vereceğini bilemiyormuş gibi öylece kalmıştı, gözlerimiz kesiştiğinde.

 

“Allah kurtarsın.”

 

Dedikten sonra kaçar gibi kapıyı kapatıp görünürden kayboldu. “Allah mı kurtarsın?” Reglden mi gülmeye başladım, Mert bana garip garip baktı.

 

“İyice delirdin ha. Sen bana bak, ne gülüyorsun kız, kendi kendine?”

 

Gülmeyi kesip, Mert’i sırtından eve doğru ittim. Yan yana yürüyorduk.

 

“Az önce bana ‘Allah kurtarsın’ dedi, şapşal bu adam.”

 

Mert, bilmiş bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.

 

“Delikanlı adamın geçmiş olsun, ‘Allah kurtarsın’dır ciğerim.”

 

Dedikten sonra kabara kabara önden yürümeye başladı.

 

“Nesin sen, kamyon şoförü mü?”

 

Dedim gülerken.

 

Salondaki koltuklara kendini bırakırken göz kırptı.

 

“Hakaret sayarım.”

 

Dedikten sonra kumandaya uzandı. Armağan, banyodan çıkıp elini ensesine attıktan sonra bana bakıp gözlerini kaçırdı.

 

“Şey, kontrol ettim de, İrem’in burada birkaç eşyası varmış. İstersen kullanabilirsin, rafların üzerine bıraktım.”

 

Dedikten sonra Mert’in yanına yerleşip kolunu omzuna attı. Düşünceli hareketi gülümsememe sebep olurken, Mert’in yalanına ayak uydurup banyaya ilerledim. Pedlerden birini paketinden çıkarıp rulo şeklinde sardıktan sonra çöpe attım. Çöpe de bakacak hali yoktu herhalde.

 

Banyodan çıkıp mutfak kısmına geçtim. Saat epey geç olmuştu, ben hâlâ kahvaltı ile duruyordum. Dolabı açıp içindeki malzemeleri kontrol ettim. Taze fasulye poşetini görünce gözlerim parladı. Çok severdim. Poşeti dolaptan çıkarıp lavabonun içine döktükten sonra tek tek yıkayıp, az önce alt dolapların birinde bulduğum derin kasenin içine koydum. Çekmeceden bir bıçak alıp, Armağan’la Mert’in yanına gittikten sonra ortalarındaki boşluğa kendimi bıraktım. İkisi de kucağımdaki poşet ve taze fasulye kasesine baktı. Ardından da bana, Mert çok umursamadan ekrana geri döndü.

 

“Ne yapıyorsun?”

 

Dedi, Armağan taze fasulyelere fantastik bir nesneymiş muamelesi yaparak.

 

Bir tanesini elime alıp gözünün önünde sallandırdım.

 

“Ne yapıyor gibi görünüyorsam? Yemek yapıyorum.”

 

Kaşlarını kaldırıp hayretle bana baktı.

 

“Senin soğanı bile doğranmış aldığını düşünüyordum, şaşırtıyorsun beni.”

 

Bu kez ben kaşlarımı kaldırdım.

 

“Ne alaka? Dışarıdan İrem’e benzer bir halim mi var?”

 

Güldü.

 

“Tanıdığım tek kız İrem. O öyle yapınca, normali o gibi düşündüm.”

 

“Ben de İrem’le ilgili herhangi bir şeyin normal olduğunu düşünmenden kaynaklı aklında sorun olduğunu düşünüyorum. Git bir baktır.”

 

Göz devirdiğinde elimdeki çöp için getirdiğim poşeti kucağına bıraktım. Şaşkınlıkla poşete ardından bana baktı.

 

“Bu gece sen çöpçü olacaksın. Ne kadar ekmek, o kadar köfte. İtirazın varsa?”

 

“Yok! İtirazım yok… Bir geceliğine çöpçü olabilirim, sanırım.”

 

Ayıkladığım fasülye çöplerini kucağındaki poşete atıyordum. Bir yandan iki eliyle sıkı sıkı poşeti tutuyor, bir yandan fasülyeyi nasıl ayıkladığımı izliyordu. Yüzü o kadar komikti ki, ciddiyetimi korumak için fazlaca emek veriyordum.

 

“Deneyebilir miyim?”

 

Diye sorunca bir anlığına şaşırdım; fasülye ayıklamayı denemek istiyordu.

 

Omuz silkip elimdeki bıçağı ona uzattım. Bıçağı aldıktan sonra kâsenin içinden mühim bir karar verecekmiş edasıyla orta boylarda bir fasülyeyi eline alıp bana gösterdi.

 

“Çürüğü yok, onu kullanabilirsin.”

 

Dediğimde, beni taklit ederek fasülyenin kılçıklı kısmını kesmeye başladı fakat kılçıkla beraber fasulyenin neredeyse yarısını kesmişti. Kendimi gülmemek için durdurmaya çalıştım.

 

“Atom parçalamıyorsun, alt tarafı fasülye.”

 

Dedim, rahatlatmaya çalışarak. Öyle bir görüntüsü vardı ki, nefesini tutmuş dikkatle fasülyeyi kesmeye çalışıyordu. Sonunda bitirdiğinde, tutup görmem için kaldırdı.

 

“Harika görünüyor, bu konuda gizli bir yeteneğin var.”

 

Dedim bir yandan onu alkışlarken, yüzü düştü, elindeki fasülyeyi çöp poşetine attı.

 

“Berbat görünüyor, fasülyeden geriye bir şey kalmadı.”

 

Küskün sesi ve bir çocuğunkini andıran üzgün yüz ifadesi içimde bir şeylerin erimesine sebep oldu. Çöp poşetine attığı fasülyeyi alıp kaseye koydum.

 

“Ben çok beğendim, kendine haksızlık etme. Asıl kılçık namına bir şey kalmadı fasülyede, yetenek ister.”

 

Dedikten sonra gülüp göz kırptım. Gülüşüme eşlik etti; bu gamzeler nasıl iki yanağında da olabilirdi, bende ki tek taraftaydı ve ondaki gibi büyüleyici durduğunu pek sanmıyordum.

 

Kaseyi alıp mutfağa doğru ilerlediğimde, çöp poşetiyle beraber arkamdan geldi. Ben gereken diğer malzemeleri hazırlarken, o da poşeti çöpe atmış, tezgaha yaslanmış beni seyretmekle meşguldü. Bu yemek konusunun bu derece dikkatini çekmesi beni epey şaşırtmıştı.

 

“En son taze fasülye yediğimde 12 yaşındaydım.”

 

Dedi Armağan, düşünceli bir sesle. Meraklı bakışlarımı yüzünde gezdirdim, bakışlarındaki o keder de neydi öyle?

 

“Sonra sevmediğine mi karar verdin?”

 

Başını iki yana sallayıp, kederle gülümsedi.

 

“Hayır, taze fasülyeyi hala seviyorum. Annem öldükten sonra bir daha hiç yemedim.”

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı kaçırdım; insan böyle bir şeye ne yanıt vermeli, bilemiyordu.

 

“Annen güzel yemek yapıyordur, eminim.”

 

Gülümsemesi bir nebze kederden arınıp ısındı.

 

“En güzelini annem yapardı. Kendi de çok güzeldi, biliyor musun? Nazik, düşünceli… O dünyanın en iyi annesiydi.”

 

Üzüntüyle iç çektim.

 

“Hayatının kısa bir döneminde dahi olsa seni seven bir annen olduğu için seni kıskanıyorum. Benimki genelde eve sarhoş gelir, sızar, gözü bizi görmezdi. Sık sık gider, gittiğinde uzun süre gelmezdi.”

 

Kaşları çatıldı.

 

“Katarina’nın korkunç biri olduğunu hep biliyordum ama bir kadın, her şeyde nasıl berbat olabilir, anlayamıyorum. Anneliği de boktanmış.”

 

Doğradığım soğanları tencereye aktarırken, bu kez ben kederle gülümsedim.

 

“Neyse ki seninki mükemmel biriymiş, şanslısın.”

 

Dedim, gülüşümün arasından sertleşen yüz ifadesiyle gülüşüm soldu.

 

“Annem şansımı elimden aldı.”

 

Dedikten sonra sert bir dönüşle arkasını dönüp gitti. Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece kalakalmıştım. Elimdeki ses kaydını ona vermediğim için içim içimi yedi. Mert annemi öğrendiği için ona ses kaydını vermemek için bir sebebim yoktu ama Armağan’ın öfkesine yenilip anneme zarar vermesinden korkuyordum. Böyle bir şey olursa, Armağan hapse girerdi; bu bir felaket olurdu. Yemeği ocağın üzerine koyup altını yaktıktan sonra Mert’in yanına doğru ilerleyip oturdum, oyun konsolundan oyun oynamaya dalmıştı. Yarım saat kadar orada Mert’in oyun oynayışını izledim. Ardından kalkıp pişen yemeğin altını kapattım, sofrayı hazırladıktan sonra Mert’e haber verdim, o da Armağan’ı çağırdı. Yemek sessizlik içinde devam etti; Armağan beğenmiş olmalı ki iki tabak yedi. Ben sofrayı toplarken, Armağan hırkasını giyip bahçeye çıktı. Hızla bulaşıkları makineye yerleştirip, televizyonun yanında duran sepetten iki battaniye aldım ve bahçeye adımladım. Armağan, evin tam karşı tarafına bakan salıncaklardan birine oturmuş, hafif hafif sallanıyordu. Yanına ulaştıktan sonra, elimdeki battaniyenin birini ona uzattım. Yerdeki bakışlarını önce bana, sonra elimdeki battaniyeye çevirdi. Hala öylece baktığını fark edince battaniyeyi açıp omuzlarına bıraktım. Gözleri, çözemediğim bir ifadeyle gözlerime baktı. Çok da anlam yüklememeye karar verip, yanındaki salıncağa oturdum. Kendim için aldığım battaniyeye sarıldıktan sonra hafif hafif ayaklarımı yere vurarak sallanmaya başladım.

 

“Özür dilerim.”

 

Sesini duyunca başımı ona doğru çevirdim.

 

“Ne için özür diliyorsun?”

 

Omuz silkti.

 

“Annenin yaptıklarının hıncını senden çıkarıyor gibi davrandım, yanlış bir davranıştı.”

 

Başımı onaylar anlamda sallayıp samimiyetle gülümsedim. Onun yerinde olsam, ben belki de çok daha kaba davranırdım.

 

“Unuttum bile.”

 

Dedikten sonra göz kırptım. Derin bir nefes alıp gülümseyen dudaklarımda gezindi bakışları.

 

“Irem konusunu ne yaptın?”

 

Dedim, yere bir kez daha temas edip kendimi biraz daha hızlı salladım.

 

“Bebek konusu ya yalan ya da benden değil. Ona ne zaman bu konuyu açsam panikleyip saçmalıyor.”

 

Yüzü sert ama üzgün bir ifade aldı. Salıncağımla oturduğu salıncağa hafifçe çarpıp sırıttım.

 

“Böyle bir dünyaya minyatür bir insan getirmek, saçmalığın daniskası zaten , verilmiş sadakan varmış.”

 

Gülüşüme eşlik edip başını iki yana salladı. Yüzü yine düşünce, nasıl bir konu açsam, keyfini yerine getirsem diye düşünmeye başlamıştım ki üst kattaki geniş balkonun ışıkları bahçeyi aydınlattı. Mert, omzuna yerleştirdiği orta boylardaki hoparlörle balkona çıktığında kaşlarımı kaldırıp ne yaptığını anlamaya çalıştım. Armağan’a döndüğümde onun da benimle aynı vaziyette olduğunu fark ettim.

 

“İntihar falan etmesin bu deli.”

 

Dedi Armağan, baya ciddi bir ses tonuyla.

Dilimle “Hayır” manasında ses çıkardım.

 

“Kendine çok düşkün sanmıyorum.”

 

“500 TL’ye iddiaya girerim, atlayacak.”

 

Dedi Armağan, ellerini cebine yerleştirirken.

 

“1000 TL olsun. Hayır, birinci katta olduğundan bir şey de olmaz.”

 

Dedikten sonra Mert’e döndüm.

 

“Eğer oradan atlayıp da ölmezsen, ben seni öldüreceğim. Senin yüzünden 1000 TL kaybedemem.”

 

Diye bağırdım, duyabileceğini düşündüğüm bir ses tonuyla. Mert bana el hareketi çektiğinde şokla gözlerim açıldı.

 

“Seni ahlaksız!”

 

Diye bağırdım bu kez , Armağan bizi gülerek izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Mert telefonuyla birkaç saniye uğraştıktan sonra hoparlörden saçma sapan bir şarkı tüm mahalleye yayıldı. İşin kötüsü, her yer villaydı. Bizim mahalleye zaten rezil rüsva olmuştuk, bir de zenginlere rezil olacaktık.

 

“Abi, bu senden İrem’e gelsin!”

( burada şarkıyı açarsanız daha çok keyif almanız muhtemel )

Mert, şarkı sesi yüzünden sesini duyurmak için bağırmıştı. Armağan’ın kaşları şaşkınlıkla kalktı.

 

“ Bekliyrum seni gel

Ner'desin sevdiğim çık

Saklambaç mı oynuyuruz burda?

Aramüyün sormuyun hiç, hiç “

 

Ben kahkaha atıp Armağan’a bakarken, Armağan yüzünü sıvazlıyordu.

 

“Atlasaydı keşke, abim kapat şunu, gözünü seveyim!”

 

Dedi Armağan, bıkkın bir şekilde. Etrafa bakındığımda, birkaç komşunun camlara çıktığını görünce daha çok gülmeye başladım. Mert, kimseyi umursamadan şarkıya bağıra bağıra eşlik ediyordu.

 

“Özlüyürum seni bayan

Hasretinle yanuyurum yâr

Eşe dosta soruyurum yok

Artık fıttırıyurum lan”

 

Armağan ayakkabısının tekini çıkarıp, Mert’e fırlattığında şokla kahkaham büyüdü; birazdan gülmekten ölmem ihtimal dahilindeydi. Koskoca adamı bana dönüştürmüştü Mert.

Biz buna Mert etkisi diyoruz. Mert çevik bir hareketle eğilip ayakkabıdan kurtuldu; idmanlıydı tabii, evde terlik ve benle derin bir mazisi vardı.

 

“Mert abicim, in lan aşağı oradan!”

 

Armağan etrafına bakındığında, karşı villadan çıkmış ve burayı izleyip gülüşen insanları görünce daha da sinirlendi.

 

“Mert, belanı seveceğim oğlum!”

 

Deyip parmağını ona doğru salladı, ama Mert’in hala pek umrunda değildi.

 

“ Bak hele gülüm , geçen hafta pazar günü, öğlen iki gibi , Amerikan Adası'nın girişinde, sağdan üçüncü salepçinin orada takılıyürmüşsün . Gevşeğin biriyle kırıştırıyurmuşsun , beni soranlara yalan oldu diyurmuşsun . Hee anladım ki beni kandırıyurmuşsun . Aboo anladım, sen benimle eğleniyurmulsun , anladım sen beni hiç sevmiyurmuşsun , Hem de heç “

 

Şarkının can alıcı kısmını Mert hiç takılmadan, bağıra çağıra söylediğinde, artık gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Armağan kıpkırmızı yüzüyle Mert’e bakıyor, gülsem mi, ağlasam mı karar veremiyor gibi duruyordu. Mert şarkıyı söylerken bir yandan da telefonun flaşını yakmış, bir sağa bir sola sallıyordu. Şarkı bittiğinde Mert, eğilip komşulara selam verdi.

Armağan tam Mert’e bir şeyler söyleyecekti ki, bahçe kapısına takıldı gözleri. Bakışlarımı o yöne çevirdiğimde, bizi öfkeyle izleyen İrem’le karşılaşmayı beklemiyordum. İşte bu baya kötü olmuştu. Armağan bizi evden kovarsa, şaşırtıcı olmazdı; malum, İrem’e baya düşkündü.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.11.2024 02:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...