17. Bölüm

16. BÖLÜM: Evdeki Yangın

Özlem K.
by_ozi

16. BÖLÜM: Evdeki Yangın

 

Sabah güneşinin sızdığı pencere perdesi, Nisa’nın yüzüne huzur değil, tarif edemediği bir ürperti bırakmıştı. Sanki güneş, bu sabah başka türlü doğmuştu; sıcaklığından çok, içindeki gölgeleri ortaya çıkarıyordu. Elini yüzüne sürdü, sessizce doğruldu yatağından. Oda hâlâ dağınıktı; yatağın kenarına yığılmış kitaplar, yarım kalmış defterler, üzerinde eski bir kahve lekesi bulunan kupa… Ama o, içindeki düzensizliği toparlamaya niyetliydi. Eşyalar henüz yerini bulmamış olsa da, kalbinde bir şeylerin yavaş yavaş yerine oturduğunu hissediyordu.

 

Dolabını açtı. Bir süre öylece durdu. Renk renk elbiseler, croplar, taytlar, yazdan kalma bluzlar, kısa ceketler… Hepsinin ortak noktası vardı: O eski Nisa’ya aitti. Ama bugün, sanki başka bir kızın eşyalarına bakıyormuş gibi geldi. Elini çantasına uzattı. Dün gece arkadaşı Elif'in ona sessizce uzattığı uzun eteği yavaşça çıkardı. Siyah, düz kesim, gösterişsiz bir etekti. Ne moda dergilerindeki gibi vücuda oturuyordu ne de bugüne kadar Nisa'nın tarzına uyuyordu. Ama nedense içi ısındı. O eteğin kumaşında, modernliğin soğuk gösterişinden çok, huzurun sıcaklığı vardı.

 

Başörtüsünü de düşündü. Bu kez içine bir bone aldı, titizlikle sardı siyah şalını. Parmaklarının arasındaki kumaş, ilk kez ona bir elbise parçası gibi değil, bir niyetin simgesi gibi geliyordu. Aynanın karşısına geçti. Artık gevşek değil, kulaklar açıkta değil, çene altından toplanmış, düzenli bir şekildeydi. Gözleri kendi gözlerine takıldı. Henüz tam alışamamıştı bu haline, ama aynadaki kızın bakışlarında yepyeni bir ton vardı: “Teslimiyetin gölgesi.”

 

Üzerine bol bir gömlek geçirdi. Baktı, her şey yerli yerinde gibi görünüyordu. Ama yine de odada bir eksiklik vardı. Belki cesaretti, belki huzurdu… Ama o eksik şey, bu kez içinde bir engel gibi değil, bir çağrı gibi duruyordu. Sanki “Devam et” diyen görünmez bir ses vardı. Dudaklarından, neredeyse fark etmeden, şu kelimeler döküldü:

“Böyle daha hafifim… Daha ben gibiyim… Ya da belki, daha ben oluyorumdur.”

 

Mutfağa sessiz adımlarla girdi. Annesi ocağın başında kahvaltı hazırlıyordu. Yağın içinde patatesler, tavada usul usul kızarıyor, pencereden içeri giren rüzgâr perdeyi hafifçe dalgalandırıyordu. Annesi tezgaha doğru eğilmiş domates salatalık doğruyor, bir yandan da pencereden sokağı izliyordu. Nisa, hafif bir sesle:

“Günaydın” dedi.

 

Annesi döndü. Önce kızının yüzüne baktı, sonra başörtüsüne, ardından eteğe… Bakışları tekrar başörtüsüne döndü. Kaşları hafifçe çatıldı.

“Bu ne şimdi?” dedi, sesinde hem şaşkınlık hem de sorgulama vardı.

 

Nisa, ne diyeceğini tam kestiremeyerek:

“Ne ne?” diye sordu.

 

“Kime özeniyorsun sen? Bu neyin havası? Yoksa tarikata mı girdin? Yoksa kafede birine mi kaptırdın gönlünü he?” dedi annesi, sesi daha sertleşmişti.

 

Nisa önce şaşırdı, sonra dudaklarında acı bir tebessüm belirdi.

“Anne… sadece örtünmek istedim. Yani… içimden geldi” dedi.

 

“İçinden mi geldi?” diye karşılık verdi annesi.

“Senin içinden gelen şeyler böyle olmazdı. Daha geçen hafta taytla fotoğraf çekiliyordun! Ne değişti bir anda?”

 

Nisa’nın eli istemsizce eteğinin ucuna gitti, kumaşı sıktı.

“Bilmiyorum… Belki de sadece eski şeyler beni yordu” dedi yavaşça.

 

“Neymiş o eski şeyler? Kendi kendine dert çıkarıyorsun. Yoksa birini buldun da kaçıp gidecek misin he? Çocuk dedi diye mi kapattın kendini? Hele öyle bir şey yap… seni bulur, başındakinden tutar sürükler getiririm” diye çıkıştı annesi.

 

“Anne, saçmalama! Kimse yok” dedi Nisa, sesi titremeye başlamıştı.

 

Baba salonda oturuyordu. Televizyon açıktı, ama sesi kapalıydı. Gözleri ekranda değil, elindeki çay bardağının buharında asılı kalmış gibiydi. Nisa ona döndü. Bir destek, bir söz, bir bakış bekledi. Ama baba hiç kıpırdamadı. Çayından bir yudum aldı, başını tekrar ekrana çevirdi.

Sessizlik, bazen en ağır sözden bile ağırdı.

 

Anne sustu. Sonra gözlerini Nisa’ya dikip:

“Kimin etkisi bu? Hani o anlattığın kız vardı ya… Neydi adı? Neydi? Neydi? O kız mı yoksa? Dışarıda birini gördün de birden Müslüman mı oldun şimdi?” dedi.

 

“Anne! Kimsenin etkisinde değilim” dedi Nisa, bu kez biraz daha net bir ses tonuyla.

 

“Heves bu heves. Üç gün sonra eski haline dönersin. Uğraştırma beni, milletin diline düşmeyelim. Bak sana diyorum, eğer bununla ilgili bir laf duyayım… işte o zaman sana gösteririm gününü.”

 

O an Nisa’nın içinde öyle bir uğultu yükseldi ki, annesinin sesi bile uzaklaştı. Ne televizyonun titrek ışığı ne de tavadaki yağın sesi… Sadece kendi iç sesi vardı:

~ “Ben kimin diline düşerim, sanki önemli mi? Değil. Ama Allah’ın huzurunda hangi halimle dikilirim?”

 

Sandalyeye oturdu. Masadaki zeytin, peynir… hiçbiri iştahını çekmiyordu. Annesi ekmek sepetini masaya bıraktıktan sonra, alaycı bir gülüşle:

“Yemeye de mi tövbe ettin?” dedi.

 

Nisa bir an düşündü, sonra sessizce kalktı. Odasına yöneldi. Kapıyı kapattı ama bağırmadı. Ağlamadı da. Çünkü bu bir yenilgi değildi. Bu, bir başlangıcın yangınıydı.

Ve bazen evdeki yangın, insanın içindeki ışığı daha belirgin kılardı.

 

Şalını aynanın önünde bir kez daha düzeltti. Ellerinin titremesine aldırmadan, kenarlarını dikkatle düzeltti. Kendine baktı. Kısa, derin bir nefes aldı:

“Beni bu halimle seven yoksa, kabul eden yoksa… Allah var” dedi, gözleri dolmadan.

 

Ve o an, Nisa anladı ki… gerçek yangın evde değil, insanın kalbinde başlardı. Ama o yangın, Allah içinse… kül değil, nur bırakırdı.

 

~~~

Bölüm : 12.08.2025 09:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...