
17. BÖLÜM: Kafede Fırtına
Kafenin yoğun saatleriydi. Espresso makinesinin ritmik uğultusu, fincanların birbirine çarpan ince sesi ve kapıdan giren müşterilerin oluşturduğu uğultu, mekânı adeta bir deniz dalgası gibi dolduruyordu. Nisa, tezgâhın arkasında siparişleri karıştırmamak için çabalarken, kalbinin kıyısında ince bir sızı vardı. Bu sabah şalını daha da özenli bağlamıştı. Eteği yürürken dizlerine dolanıyor, ama o buna takılmıyor, aksine kendini biraz daha "tamamlanmış" hissediyordu. Her adımında, görünmeyen bir "niyet" vardı, adeta görünmeyen bir ağırlık gibi omuzlarında duruyordu: Allah’ın rızasını aramak.
Daha önce defalarca giydiği kıyafetlerle, sabah hazırlıklarında aynaya bakışı arasındaki farkı hissediyordu. Eskiden “nasıl görünüyorum?” sorusu vardı, şimdi ise “hangi hâlim Rabbime daha layık?” sorusu vardı. Bu sorunun cevabı, onun için artık süslenmekten ya da başkalarının beğenisini toplamaktan çok daha anlamlıydı.
Ama insanlar… insanlar o niyeti değil, sadece dışını görüyordu. Göz, kalbin derinliklerini değil, en çok da farkı görebiliyordu. Ve insanlar, farkı genellikle ya merakla ya da alayla karşılıyordu.
Kafeden içeri iki kadın ve bir adam girdi. Kadınlardan biri topuklu ayakkabılarıyla aceleyle yürüdü, adımlarının sert tıkırtısı zeminde yankılandı. Diğeriyse telefonuna gömülmüş, yüksek sesle konuşuyordu. Adam göz ucuyla kafeyi süzdü. Gözleri Nisa’ya takıldı. Alaycı bir tebessümle dirseğiyle kadını dürttü. Kadın bakınca başıyla Nisa’yı işaret etti. Kadın da gülümseyerek başını salladı.
Sesli konuşmalar yükselince Nisa kulak kesildi.
“Yahu hâlâ başörtüyle ortalıkta gezen kaldı mı ya?”
“Bak bak! Baristaya bak… Bi’ de kahve yapıyor maşaAllah!”
“Aynen. Modern görünümlü Orta Çağ gibiler.”
Kahkahalar.
Üçü birden, acımasızca, gözlerinin içine baka baka güldü. O kahkahaların tonu, normal bir gülüşten farklıydı; içinde küçümseme, alay ve tuhaf bir üstünlük hissi vardı.
Nisa'nın elindeki fincan tepsiye çarptı, fincan hafifçe devrildi. Elleri titredi. Gözlerini yere indirdi. Yutkundu ama boğazından kelime geçmedi. Kalbi, göğsüne sığmaz gibiydi. Tüm kafe birden küçüldü sanki; sanki herkes bakıyor, herkes duyuyordu. Sesi çıkmadı. Elini hızla uzatıp fincanı düzeltti. Siparişi tamamlayıp tezgâha koydu.
Adam yaklaşıp aldı kahvesini. Yüzüne doğru eğildi hafif:
“Düşüncelerde örtülü mü sizde?”
O an zaman durdu. Sözler ağırdı, ama en çok bakışlardı yakan. Göz göze gelmemeye çalıştı. Başını hafif eğdi.
Cevap vermedi.
Ama içinde bir fırtına koptu. Alay edilen sadece başı değil, tercihi, yönü, teslimiyetiydi. Bu, sadece bir kıyafet meselesi değildi; bu, onun inandığı ve yaşamaya çalıştığı hayatın küçümsenmesiydi. Fakat o sabrı seçti.
İçinden, fısıltı gibi bir dua yükseldi:
~ “Rabbim, Sen bilirsin. Ben kimsenin beğenisi için değil, Senin rızan için bu haldeyim.”
Müşteriler kahkahalarına devam etti. Oturdular. Sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Ama Nisa için her şey başka bir yere akmıştı artık. Kendi iç dünyasında, sessizlikle örülü bir kale inşa ediyordu.
Büşra o gün gelmemişti. Onun sessizliği bile eksikti ortamda. Büşra olsa, belki tezgâhın arkasından bakışıyla “önemseme” derdi. Ama bugün, Nisa tek başınaydı.
Bir ara arkadaki masadan genç bir kız yaklaştı. Nisa’nın yaşıtı gibiydi. Üzerinde sade bir kapüşonlu vardı, saçları omuzlarına dökülüyordu. Gözlerinde dikkatle seçilmiş bir merhamet vardı.
“Kolay gelsin,” dedi nazikçe.
“Teşekkür ederim,” dedi Nisa, şaşkınlıkla.
“Az önce yaşananları duydum. Yani… duymamak mümkün değil. Ben… senin yerinde olsam belki dayanamazdım.”
Nisa başını kaldırdı. Kızın gözleri ciddiydi, yüzü yumuşak.
“İlk defa biri böyle bir şey yapmadı, arada insanlar haddini aşıyorlar” dedi. “Ama her defasında daha sessiz olmayı öğreniyorum.”
“Bence bu sessizlik güç. Çünkü bir şeyi savunmak değil, yaşamak zor olan. Sen yaşıyorsun.”
Bu söz, içindeki boğulmuş gözyaşlarına perde oldu. Bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Tezgâhın arkasındaki yalnız genç kız, bir an için yalnız olmadığını hissetti.
Akşam kapanış saatine doğru hava kararmıştı. Dışarıda sokak lambaları yanmış, camlara sarı bir parıltı düşürmüştü. Nisa çantasını omzuna alırken aynaya baktı. Şalının ucunu düzeltti. O an aynadaki yansıma ona sadece bir görüntü değil, bir hatırlatma gibiydi:
~ “Bu yol kolay olmayacak.”
Kendi kendine mırıldandı:
“Beni küçümseyenler, neye sarıldığımı bilmiyorlar. Ama ben biliyorum. Ve bu bana yeter.”
Evin yolunu tutarken zihninde Büşra’nın daha önceki günlerde söylediği bir söz yankılandı:
~ “Özgürlük, herkesin aynı olmasında değil, Rabbin huzurunda boyun eğebilmekte gizlidir.”
Nisa, gözyaşlarını içinde saklarken, bir yandan da güçleniyordu. Çünkü her zorluk, bir ayetin eteğinde dinlenmeye benziyordu. Ve her sabır, bir gün karşılığını verecek bir vefa gibiydi.
Ve o artık, acıyan bir göz değil, hakikatin izini süren bir kalpti.
~~~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.18k Okunma |
670 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |