
17. BÖLÜM: DÖNEN KALP
Seyhan tren camından dışarı baktı. Sararmış yapraklar, rüzgârla birlikte rayların üstüne savruluyordu. Yol, sessizdi. Kalbi de öyle. Gözleri ne ilerideki istasyona takılıyordu ne de geride kalan şehir siluetine. O artık geçmişin içinde bir yolcu değildi; istikameti belliydi: Tevhidin izinde, iç yolculuğunun derinlerine...
Valiz küçük, adımları hafifti. Yanında taşıdığı sadece bir defter, bir seccade ve birkaç kitap. Ama içinde taşıdığı geçmiş, şehirden daha ağırdı.
Tren kasabanın istasyonuna yaklaştığında bir ürperti geçti içinden. Buraya ilk kez geri dönmüyordu. Ama bu geliş, diğerlerinden çok başkaydı. Bu kez misafir değil, geri dönen bir yolcuydu.
İstasyonda rüzgâr kesik kesik esiyordu. Gri bulutlar gökyüzünü örtmüş, sonbahar kokusu toprağa sinmişti. Elinde tek bir çanta, annesinin onu beklediği yöne yürüdü.
Annesi onu bekliyordu. Eskisi gibi başörtüsü çenesinin altından düğümlü, gözleri hâlâ aynı endişeyle dolu. Babası gelememişte , çalışıyordu.
“Seyhan…” dedi usulca. “Hoş geldin.”
“Selamun aleykum anne.” dedi Seyhan, boynunu eğerek.
Sarılmadılar. Ama kelimelerden daha gerçek bir şey vardı aralarında: Yorgunluk.
Eve vardıklarında, ev sanki onları sessizlikle karşıladı. Duvarlar sararmış, perdeler solmuştu. Zemin taş, soba kurulu. Evin kokusu değişmemişti ama artık yabancı da gelmiyordu Seyhan’a. Burası, her taşında çocukluğunun izini taşıyan bir hatıra mezarlığı gibiydi.
Odası hâlâ aynıydı. Küçük bir pencere, tahta ranzası, başucunda boş bir kitap rafı. Yavaşça valizini açtı, defterini rafa koydu. Seccadeyi pencerenin altına serdi. Sonra camı araladı. İçeriye süzülen rüzgâr, sanki geçmişten bir esinti getiriyordu.
Akşam ezanına yakın, komşular gelmeye başladı. Teyzeler, halalar, uzaktan akrabalar... Gözlerinde “Tanıyamadık” bakışıyla, dillerinde "Ne oldun böyle?" sitemiyle.
“Şehri bırakıp buraya mı geldin?”
“İyi hoş ama gençsin kızım, bu yaşta kasabaya dönmek... Ne işin var buralarda?”
“Eskiden çok farklıydın. Okumuş, aydın bir kızdın. Şimdi çarşafa mı girdin?”
Bazıları ise sessizdi. Yalnızca gözleri konuşuyordu. Endişeli, yargılayıcı, hatta kimi zaman alaycı. Seyhan gülümsedi. Kalbinde bir kırıklık yoktu ama gözlerinde bir netlik vardı.
“Ben değişmedim,” dedi. “Sadece özümü buldum. Sizin tanıdığınız halim, hakikatten uzaktı. Şimdi, susarak sakladığım her şeyi artık konuşarak yaşamak istiyorum.”
Bir akraba dayanamadı:
“Ne o, hoca mı oldun? İki kitap okuyup herkesi mi yargılıyorsun?”
Seyhan derin bir nefes aldı.
“Hayır, kimseyi yargılamıyorum. Ama artık hakikati saklayacak kadar korkak değilim. Ben sadece Rabbimi sevdim. O’nu sevince, O’nun razı olmadığı şeyleri terk ettim. Bu bir mecburiyet değil, bir teslimiyet.”
Kalabalık yavaş yavaş dağıldı. Herkes kendi iç muhasebesiyle gitti evine. Annesi bir süre sonra çay doldururken sessizce sordu:
“Bizi de terk eder misin bir gün? Yani, bu inandıkların uğruna...”
Seyhan başını eğdi.
“Sizi terk etmem anne. Ama sizi Allah’tan üstün tutamam. Bu da bir terk değil, bir tercih. Ben artık şirkten arınmış bir hayat istiyorum. Ve bu bazen sevdiğimiz insanlarla sınanmakla başlıyor.”
Annesi sessiz kaldı. Çay bardaklarının buğusu camdaki sonbahar çizgileriyle karıştı. Evin içinde yalnızca zamanın uğultusu kaldı.
Gece çöktüğünde Seyhan, çocukluk yatağına uzandı. Yatağının yanındaki duvar çizik çizikti. Her iz bir anıyı hatırlattı. Duvarın köşesinde yıllar önce çaktığı küçük çivi hâlâ duruyordu. Ona bakarken mırıldandı:
~ “Sen hâlâ burada duruyorsun. Ama ben bir devri kapatıp yeni bir devre geçtim.”
Defterini çıkardı. Bugünün tarihini attı. Altına tek cümle yazdı:
~ “Dönüş bazen bir kaçış değil, hakikatin çağrısıdır.”
Yorganı çekti üzerine. Rüzgâr cam aralığından içeri sızarken evin sessizliği yayıldı odaya. Yalnızdı. Ama yalnızlığı artık bir boşluk değil, bir alan gibiydi. Kendine yer açtığı bir alan.
Ve sabaha Allah için uyanacaktı.
~~~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.84k Okunma |
721 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |