
20. BÖLÜM: KOMŞU KADINLAR
Kasabanın öğleden sonraları hep aynıydı.
Sokaklardan yükselen kahkaha sesleri, çamaşır iplerinden sarkan renkli tülbentler, balkonlarda içilen çaylar ve üstü örtülmeyen her konu… Herkesin hayatı, herkesin dilindeydi.
Seyhan, pencere önündeki minderine oturmuş, göğün bulutlarla örtülü hâlini izliyordu. Eline aldığı fincandaki zencefilli çay soğumuştu. Oysa kasabanın sıcaklığı, içini yakmaya başlamıştı bile.
Annesinin sesi geldi:
“Kızım, Ayşe teyzen çağırıyor. Karşıda çay demlemişler. Sevda, Hatice, hepsi orada. Hadi biraz görün, yoksa küs kalacaklar.”
Seyhan başını çevirmedi.
“Anne, ben biraz yorgunum. Belki sonra.”
Annesi durmadı, ısrar etti:
“Bak, geldin geleli içlerine karışmadın. ‘Seyhan çok değişmiş, beğenmiyor bizi’ diyecekler. Hem üç beş kelime edersin, kasabanın kadınları bunlar.”
Seyhan içinden bir "ah" çekti.
"Yıllarca herkesin içinde yaşadım. Şimdi içime dönmeye çalıştığımda, bunu kabalık sanıyorlar..."
Yarım saat sonra, ince bir çarşaf ve üzerine genişçe bir panço geçirerek çıktı evden. Peçesini yüzüne indirdi. Sokağa adım atarken, arkasından gelen bakışları hissetmemek imkânsızdı.
Ayşe teyzenin evine vardığında, kapı eşiğinden bir uğultu yükseliyordu. İçeride çay bardakları tıngırdıyor, biri konuşurken diğerleri başını ona çevirip kulak kesiliyordu. Göz göze gelmeden içeri süzüldü. Bir kenara ilişti.
Hatice gözlerini kocaman açtı:
“Seyhan... Gerçekten sen misin? Peçeden pek çıkaramadım açta yüzünü görelim hem erkek yok evde.”
Sevda araya girdi:
“Ben seni geçen hafta parkta gördüm. Ama emin olamadım. ‘Seyhan değil herhalde, o kız daha moderndi’ dedim. Demek gerçekten sensin.”
Seyhan sadece tebessüm etti. Sözle değil, hâl ile bir duruşun içindeydi. Ama kasaba kadınlarının dili, boşluğu sevmezdi. Dolmayan her boşluğu da kendi varsayımlarıyla doldururdu.
Ayşe teyze, çay tepsisini masaya koyarken sordu:
“Büyük şehir seni başka biri yapmış kızım. Ne güzel okudun, yazdın, gezdin. Şimdi böyle bürünmüş gelince şaşırdık tabii. İçimizden biri gibiydin. Ne oldu sana?”
Seyhan’ın çayı önüne konuldu. Parmak uçlarıyla bardağın kenarına dokundu. Sakinlikle konuştu:
“Ben hâlâ içinizden biriyim Ayşe teyze. Ama içimdekileri dışıma taşırmaya karar verdim. Kıyafet değişti belki ama niyet aynı: Allah’ı razı etmek.”
Bir sessizlik oldu. Kadınlar çaylarına yöneldi. Sonra dedikodunun yolu açıldı. Bir komşunun kaynanası, diğerinin gelini, kayıp tapular, yapılan mantıların kaç kişilik olduğu... Gülüşmeler, "ayy kız"larla süslenmiş gereksiz detaylar arasında Seyhan’ın zihni yavaşça uzaklaştı.
~ "Benim dilime, halime yakışmıyor artık bunlar gitmeliyim burdan" diye geçirdi içinden.
"Bir zamanlar ben de böyleydim. Kahkahalara sakladığım yalnızlıklarım, cümlelerle bastırdığım eksikliklerim vardı. Ama şimdi... kelimeyi emanet bilip susmak daha ağır geliyor."
Tam kalkmak üzere iken Sevda, fısıltıyla sordu:
“Sen şimdi hiç dizi de mi izlemiyorsun? Hani şu tarihî olanlardan bile mi?”
Seyhan başını hafifçe salladı:
“Hayır, artık bakmıyorum. Zihnimi ve kalbimi korumaya çalışıyorum. Onlar da emanet çünkü.”
Sevda fısıldamayı bıraktı, sesini yükseltti:
“Aaa gerçekten helal olsun. Ama insan da biraz gevşemeli. Bu dünya bu kadar ciddiye alınacak yer mi?”
Seyhan gülümsedi.
“Ciddiye alınacak olan dünya değil. O dünyadan neyle gideceğimiz.”
Yüzlerdeki tebessümler dondu. Çünkü söz, herkesin içine dokundu. Ve içine dokunulan insan, ya inkâr eder ya da değişir. Bu yüzden çoğu susar.
Seyhan o gün çayını bitirmeden kalktı. Ayşe teyzenin “Daha erken, otur” demesi üzerine başını eğdi:
“Ben burda daha fazla duramıyorum kusuruma bakmayın, çiğ et bana dokunuyor. Ve buna burda susup seyirci olmak kalbimi yoruyor."
Ayşe teyzenin ve evdekilerin şaşkınlığı arasında evden ayrıldı.
Eve dönerken sokaklar daha dardı sanki. Kadınların bakışları, arkadan fısıldaşmaları arasında yürüdü. Evine varınca çarşafını çıkardı, peçesini usulca katladı. Aynanın karşısına geçti, yüzü solgundu.
~ “Allah’ım… Dilime hakkı verdin. Kalbime sabrı indir. Ve beni dedikoduya susanlardan değil, hakikati sabırla anlatanlardan eyle.”
Defterini açtı. Günün notunu düştü:
~ “Kadın meclisleri, ya hoşluk verir ya da zehir. Ortası yok. Bugün bir kez daha anladım: Teslimiyet, konuşmayı değil, susmayı bilmeyi gerektiriyor. Ama bu suskunluk, korkudan değil, vakarındandır.”
~~~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.84k Okunma |
721 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |