
3. BÖLÜM: SESSİZLİĞİN İÇİNDEKİ SES
Seyhan, o sabah alıştığı sessizlikten farklı bir sessizlikle uyandı. Her şey yerli yerindeydi; pencereye vuran güneş ışığı, sokaktan gelen çocuk sesleri, mutfaktan yayılan kahve kokusu... Ama içinde bir şey eksikti. Uyanır uyanmaz fark edilen cinsten değil; uzun zamandır sessizliğe gömülmüş bir eksiklikti. Bugünse biraz daha yüksek sesle fısıldıyordu.
Yavaşça yataktan kalktı. Aynanın karşısına geçti. Göz altındaki çizgiler derinleşmiş, yüzü geçmişin yükünü daha fazla gizleyemez olmuştu. Saçlarını toplamaya çalışırken kendi kendine fısıldadı:
"Ben kimim? Gerçekten kimim?"
Bu soruyu ilk kez sormuyordu, ama bu kez cevap aramak için içinde ciddi bir istek vardı. Herkesin bir yola çıktığı, bir şeye inandığı, bir şey için yaşadığı bu dünyada onun yönü nerede başlıyordu, nereye gidiyordu?
Günlük rutini devam ederken zihninde dönen bu sorular ağırlık kazandı. Artık sosyal medya profilleri, dışarıdan gelen “başarılı kadın” övgüleri, maddi rahatlık… hiçbiri onu tatmin etmiyordu. Şehrin lüks semtinde yaşıyor, kendi işinin patronuydu. Şık giyiniyor, başkalarına örnek olduğunu düşünüyordu. Ama kalbindeki bir ses, tüm bunların yalnızca birer ambalaj olduğunu fısıldıyordu.
O öğleden sonra, yıllar önce üniversiteden tanıdığı ama sonra izini kaybettiği bir arkadaştan mesaj aldı. Mesaj sade ve kısaydı:
~“Seyhan, biliyor musun bazen sessizlik konuşur. Seni düşündüm. Müsaitsen bir çay içelim.”
Arkadaşı Esma’ydı. Üniversite yıllarında sessiz, gözlemci ve derin düşünen biriydi. Kalabalıkların içinde kaybolmayan ama kalabalıklara da ait olmayan bir hâli vardı. Seyhan, onunla geçirdiği günleri hatırladı. Esma hep sorular sorardı; hayatın anlamı, yaratılış, insanın sorumluluğu... O zamanlar Seyhan için bu sorular fazla ağırdı.
“Boş şeyler bunlar,” deyip geçerdi.
Ama şimdi, yıllar sonra, Esma’nın sessizliğine ihtiyaç duyduğunu hissediyordu.
Küçük bir kafede buluştular. Esma’nın yüzü yılların izlerini taşısa da gözlerindeki huzur belliydi. İlk dakikalar sıradan sohbetlerle geçti. İş, hayat, aile... Sonra Esma birden sustu. Gözlerini Seyhan’a çevirdi ve yavaşça sordu:
“Seyhan, hiç yalnızken gerçekten kendini dinlediğin oldu mu? Sessizliğin içindeki sesi duyabildin mi?”
Bu soru Seyhan’ı derinden sarstı. Sessiz kaldı. Çayını karıştırdı. Gözlerini kaçırdı. Ama o anda içindeki bir şey kırıldı. O kırık yerden bir ışık sızıyordu.
Esma devam etti:
“İnsan sadece dış seslere kulak vererek yaşadığında, hayatın içini kaçırıyor. İçimizde bir çağrı var. Hep vardı. Ama biz onu susturduk. Kalabalıklarla, başarılarla, eğlencelerle... Sonra bir gün o ses büyüyor. Susmuyor. Ve bizi asıl soruya götürüyor: Ben neden yaratıldım?”
Seyhan’ın gözleri doldu. Bu kadar basit ama güçlü bir cümle, kalbindeki düğümleri çözmeye başlamıştı. Esma’nın sözleri onu bir uçurumun kenarına getirmişti. O uçurumda korku da vardı, merak da...
O günden sonra Seyhan’ın geceleri değişti. Kalabalık gündüzlerin ardından gelen sessizlik artık korkutucu değil, davetkârdı. O sessizlikte oturuyor, yıllardır kaçtığı düşüncelerle yüzleşiyordu. Esma’nın önerdiği bir kitapla başladı bu sessiz yolculuk. Kitabın adı “Fıtratın Sesi”ydi. Her sayfa, Seyhan’ın iç dünyasında bastırılmış hakikati canlandırıyordu.
Bir gece, kitabın ortalarında şu cümleyle karşılaştı:
~“Senin Rabbin birdir. O’ndan başka ilah yoktur. Seni gözeten, seni unutmayan, seni senden iyi bilen…”
O an ağladı. Uzun, sessiz, içe akan bir ağlayıştı bu. Ne gözyaşlarının ne de kalbindeki kırıkların farkında olan biri vardı etrafında. Ama o biliyordu... Görülüyordu.
Bu, bir dönüşümün başlangıcıydı. Ama öyle bir dönüşüm ki çığlıkla değil, sessizlikle geliyordu. Yavaş, sakin ve kararlı bir şekilde...
Seyhan artık sabahları uyanırken başka bir sesle uyanıyordu. İçindeki boşluk henüz tamamen dolmamıştı ama oraya bir şeyler akıyordu. Belki de ilk kez içi gerçekten doluyordu.
Geceleri Esma’yla mesajlaşıyor, okuduğu kitaplardan alıntılar paylaşıyor, öğrendiği her yeni hakikat kırıntısını heyecanla anlatıyordu. Esma ise onu acele ettirmeden, yargılamadan dinliyor, zaman zaman ayetlerden örnekler veriyordu. Ama hiçbir zaman “şunu yapmalısın” demiyordu. Çünkü Seyhan’ın önce kendi içinde uyanması gerekiyordu.
Bir gece, kalbinin derinliklerinden yükselen o soruyu yine duydu:
~“Ya Rabbim... Yalnız mıyım?”
Ama sonra durdu. Bu soru artık ona yabancıydı. Çünkü cevabını hissediyordu. Yalnızlık hissi, yerini bir şahitlik duygusuna bırakıyordu. Her şeyin üzerinde bir kudretin izini seziyordu artık. Gökyüzünde, yaprakta, kalbindeki huzursuzlukta bile...
Esma’yla geçirdiği vakitler arttıkça Seyhan kendini tanımaya başladı. Hırslarından sıyrılıyor, maskelerini birer birer çıkarıyordu. Hayatın gerçek anlamı üzerine düşündükçe, sahip olduğunu sandığı başarıların aslında ne kadar boş olduğunu fark ediyordu.
Bir akşam Esma ona şöyle dedi:
“Tevhid bir kelime değil Seyhan. O, hayatı yöneten hakikattir. Allah’tan başkasını ilah edinmemek, yalnız O’na boyun eğmektir. Bu öyle büyük bir söz ki, gökleri ve yeri ayakta tutar. Ama bunu anlamak zaman alır. Kalbin hazır olmalı.”
Seyhan başını salladı. “Hazırım,” diyemedi. Ama "Hazır olmak istiyorum" dedi.
Ve işte o andan sonra her şey değişmeye başladı. Seyhan artık sadece hayatı yaşamıyor, hayatın Sahibini arıyordu. Sadece bilgi değil, anlam peşindeydi. Sadece huzur değil, hakikat arıyordu.
Ve arayan… mutlaka bulurdu.
Ama bazen bulmak, önce kırılmayı gerektirirdi.
~~~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.84k Okunma |
721 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |