
1. BÖLÜM: YÜZÜ OLMAYAN ADAM
Adı Rüzgar’dı. Gerçek kimliğinde başka bir isim yazılıydı ama kendine yıllardır böyle sesleniyordu. Rüzgar gibi yaşamıştı çünkü; yönü belli olmayan, estiği her yere savrulan bir hayatın içinde kaybolmuştu. Ne bir yere kök salabilmişti ne de bir yürekte tutunabilmişti.
İstanbul geceye hazırlanırken, gökyüzü betonun grisine karışıyor, sokak lambaları tek tek yanıyordu. Şehir, kalabalığın içinde yalnızlık kokuyordu. Rüzgar, bir binanın çatısı altında, ama her gece başka bir yabancının koynunda güne veda ediyordu. Yüzleri hatırlamıyordu. İsimler aklında kalmıyordu. Onlar da onu tanımıyordu zaten. Belki tanısalar da hiçbir şey değişmeyecekti. Her biri başka bir boşluğu doldurmak içindi.
Her gecesini farklı bir hayatla uyuşturuyordu. Sabah olduğundaysa, bir yük gibi taşıdığı geçmişiyle baş başa kalıyordu. Göz altlarında biriken çizgiler, birer günah izi gibi derinleşmişti. Aynaya her bakışında karşısına çıkan yabancı, artık kendisinin bir yansıması değildi. Yorgun, bulanık ve silik bir suret… Sanki başkasıydı, sanki beden ona aitti ama ruh başka birine kiralanmış gibiydi.
Ama tuhaf olan bir şey vardı. Tüm bu karanlık hengâmenin içinde bir an geliyordu… Gecenin sessiz bir noktasında, herkes uyuyorken, içinden bir cümle geçip gidiyordu:
~“Bu muydu yani aradığın hayat?”
İçindeki o ses susturulamıyordu. Bastırmak için daha çok eğleniyor, daha çok tüketiyordu. Kadınlar, müzik, gece… hepsi o sesi boğmak içindi. Ama o ses… ısrarla geri geliyordu. Her gece biraz daha güçlü. Sanki içindeki bir başka Rüzgar vardı, fısıltıyla konuşan, yönünü kaybetmiş ama hâlâ yol arayan bir Rüzgar.
Yakın bir arkadaşı bir gün şöyle demişti:
~"Abi senin her şeyin var ama içinden bir boşluk akıyor."
Boşluk… Dışarıdan dolu görünen, ama içi çürümüş bir hayat.
Babası da böyleydi. Küçükken ona hep “Adam gibi ol” derdi. Ama onun adamlık anlayışı takım elbise, yüksek maaş ve kadınlar arasında dolaşmaktı. Hiçbir zaman "Allah’tan kork" dememişti. Belki kendisi de bilmiyordu bunu. Belki onun da içi aynı boşlukla doluydu. Belki o da sadece ezberlediği bir hayatı oğluna kopyalıyordu.
Rüzgar’ın bir evi yoktu. Dört duvar onu barındırsa da, huzur yoksa orası mezar gibiydi. Kalabalıkların içinde kaybolmuş, ama kendi içinde yapayalnız bir adamdı. Dostları da yoktu. Menfaatin bittiği yerde kaybolan gölgelerdi hepsi. Gülerken omzuna dokunan eller, ihtiyaç anında yok olan seslerdi.
Ailesi mi? Belki vardı, ama o yakmıştı hepsini bir bir, kendi elleriyle. Gururu sevgiye perde olmuş, öfkeyle çizdiği yollar onu geri dönülmez bir uzaklığa sürüklemişti. Bir bayram sabahı bile aramamıştı annesini. Bir doğum günü bile hatırlamamıştı kardeşini. Şimdi pişmanlıkla hatırlasa da, o sessizlik köprüleri çoktan yıkmıştı.
Ama hâlâ içinde kıpırdayan bir şey vardı. Henüz adını koyamamıştı. Her sabah uyanınca o ilk birkaç saniyelik sessizlikte bir umut seziliyordu. Sanki o anlar hâlâ onu kurtarabilirdi. Sanki her şeyin geri dönüşü mümkünmüş gibi bir his… Belki içindeki çocuğun hâlâ ümidi vardı.
O gece, diğerlerinden farklıydı. Takıldığı mekândan erken çıktı. Hava yağmurluydu. Sırılsıklam oldu ama yıllar sonra ilk kez içi ferahlamış gibiydi. Başını göğe kaldırdı. Yağmur yüzüne vurdu. Bir temizlik gibiydi. Belki bir çağrıydı. O an durdu ve düşündü:
~“Nereye gidiyorum ben?”
Cebindeki telefon çaldı, bakmadı. Bildirimler aktı, okumadı. Şehrin gürültüsü azalmış, sadece kalbinin sesi kalmıştı geriye. İçinden geçen dua gibi bir cümle döküldü:
~ “Allah’ım, ne olursam olayım ben seni unutmadım. Sende beni unutma...”
Henüz nereye gideceğini bilmiyordu. Ama artık içindeki sesi susturmak istemiyordu. Dinlemeye karar verdi.
Rüzgar belki de bir yön arıyordu. Belki savrulmayı değil, yönelmeyi seçecekti.
Ve o gece, yüzünü kendine döndü.
~~~
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 918 Okunma |
360 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |