5. Bölüm

4. BÖLÜM: BABA VE OĞUL

Özlem K.
by_ozi

4. BÖLÜM: BABA VE OĞUL

 

Sabahın gri tonlarında yürürken sokaklar daha sessiz, daha çıplaktı. Rüzgar, elinde kahvesiyle işe gitmek üzere metroya doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Hava soğuktu ama onu üşüten rüzgâr değildi. Asıl üşüten, içindeki boşluktu. Bazen bir sokak lambasının titrek ışığında, bazen bir kaldırım taşında kendini görmeye çalışıyor ama aynadaki silüet gibi hep eksik kalıyordu.

 

Her geçen gün biraz daha hissizleştiğini fark ediyordu.

Ne tatmin vardı hayatında, ne bir aidiyet.

Sabahları evden çıkarken arkasından “hadi yavrum, Allah’a emanet ol” diyen bir sesi yıllardır duymamıştı. Oysa çocukken... diye düşündü bir an. Ama anı bulamıyordu.

Sanki çocukluğu bile onunla aynı evde ama farklı odalardaydı. Sessiz, karanlık, unutulmuş.

 

Bir apartmanın köşesinden dönerken gözleri karşı kaldırıma takıldı. Bir baba ile oğul yürüyordu. Baba, sol elinde küçük oğlunun avuç içini sıkıca tutmuştu. Diğer elinde seccade vardı. Oğlunun başında küçük bir takke, üzerinde minik bir yelek… Mescide doğru yürüyorlardı, belli ki sabah namazına gidiyorlardı. O küçük çocuğun minik adımları, babasınınkine yetişmeye çalışıyordu ama belli ki gönülleri aynı yolda yürüyordu.

 

Bir an gözlerini onlardan alamadı. İçinde tarif edemediği bir kıpırtı, belki de kıskanmak bile diyemediği bir imrenme vardı. İç çekti. Derin bir yerinden bir şey kımıldadı. Babasına dair böyle bir anısı yoktu. Onun babası sabahları işe aceleyle çıkan, sessizce kahvesini içip gazetesini okuyan bir adamdı. Duygusuz değildi belki ama duygularını hiç göstermemeyi marifet sayardı.

 

~ “Baba dediğin böyle mi olur?” diye sordu içinden.

 

Ama soruyu sorduğu kişinin sesi belleğinde bile yoktu. Sanki çocukluğunu bir yabancı yaşamıştı da ona sadece video kaydı kalmış gibiydi. Ve o kayıtlar da artık bozuktu; sesi kısıktı, görüntüsü bulanıktı.

 

Evde dini öğretiden, değerlerden bahsedilmezdi. Ne bir kıssa, ne bir dua, ne de Allah’a dair bir cümle... Hayat, okuldan, işten, yemekten ibaretti. Sözde Müslümandılar ama Allah onların evinde misafir bile olmamıştı. Bayram sabahlarında bile “nerede o eski günler” denip televizyon açılırdı, mescide değil. Namaz kılınmazdı ama "adettendir" diye şeker dağıtılırdı. O da yıllarca bu suskunluğu miras bilmişti.

 

~ “Ben nerede büyüdüm?” dedi sessizce. “Kimin oğlu oldum ben?”

 

Belki de bu yüzden içine doğduğu evi hiç ev gibi hissedememişti. O evde yemek pişmişti ama sofra kurulmamıştı. Söz söylenmişti ama hikâye anlatılmamıştı.

 

Mescide giden baba-oğula son kez baktı. Adamın omzunda mescide taşıdığı sadece seccade değildi; oğluna miras bıraktığı iman, yön ve aidiyetti. Oysa onun babası, arkasında bıraktığı en büyük miras olarak suskunluğu bırakmıştı.

Ne bir dua, ne bir sarılma, ne de “seninle gurur duyuyorum” cümlesi...

 

Metro istasyonuna geldiğinde bile o görüntü gözünün önünden gitmiyordu. Tıpkı özlemini bile fark edemediği o sıcaklık gibi… Yıllarca başka kadınlarda bu sıcaklığı aramış, ama bulamamıştı. Her defasında yeni bir yüz, yeni bir ten, ama aynı boşluk. Oysa tüm bu arayışların temelinde, görülmek, onaylanmak, sevilmek vardı. Ve hepsi çocukluktan çalınmıştı.

 

Belki bu yüzden eve değil, otellere koşmuştu. Belki bu yüzden çalışıyor, başarıyor ama hiçbirini içine sindiremiyordu. Çünkü ruhunun bir yerinde eksik kalmış bir dua vardı. Yapılmamış bir konuşma, verilmemiş bir öğüt, duyulmamış bir nasihat…

 

Ve o sabah içinden geçen şu oldu:

 

~ "Ben bir gün baba olursam… oğlumu elimden değil, kalbimden tutacağım.

Ve onu camiye götürürken sadece adımlarımızı değil, dualarımızı da yan yana yürüteceğim."

 

İstasyona adımını attığında ezan sesi yükseliyordu uzaklardan. Belki de ilk kez, o sese kulak kesilmişti. Çünkü artık içindeki çocuk susmuyordu. Ve belki , Rüzgar o sabah bir yöne doğru ilerliyordu.

 

~~~

 

Bölüm : 12.07.2025 09:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...