

GEÇMİŞ
Tarihin tozlu sayfalarında psikoloji ve analiz dalında şöhretiyle anılan Profesör Hans, insanlığın eliyle Dünyanın yavaşça yok oluşuna tanıklık etmişti. Bu düzensiz ve adaletsiz dengeyi düzeltmek, insanların kendi keyfi arzularıyla doğayı kirletmesine göz yummamak adına ve dünyayı fütursuzca kullanan bencil insanoğluna karşı oluşturduğu savaş için tanıdığı tüm felsefecileri, sosyologları, psikologları ve bilim insanlarını aynı masa etrafında bir araya gelmeye davet etti.
Zamanın en parlak zihinleri, karanlık çağların ardından adım adım yok oluşa sürükleyen Dünyanın değişimi ve geleceği üzerine günlerce, aylarca, hatta yıllarca süren tartışmalara girişti. Sanayi devrimiyle insanlık, ilerleme ve kalkınmanın yolunu aralamış olsa da, bazı gerici topluluklar hâlâ dünyanın üzerinde baskınlık kurmaya ve hükmetmeye çalışıyordu.
Fakat Profesör Hans, düşünceleriyle bu aydınlık topluluklardan farklı bir yerde duruyordu. Yüzyıllar geçse bile insanlığın atalarının işlediği günahları miras alarak, yeniden karanlığa sürüklenebileceğine inanıyordu. Ona göre insan, sadece hizmet eden bir köle olmalıydı; varoluş amacı bu sınırlar içinde kalmalıydı. Bu düşüncesiyle Hans, geçmişin baskıcı düzenine özlem duyan bir bilim insanı olarak, insan doğasının özgürlüğüne set çekmek isteyen bir yolun savunucusuydu.
Dünya için bir kurtuluş mu yoksa yeni bir karanlık mı hazırladığı ise zamanın ötesinde, yalnızca tarihin yargısına bırakılmıştı.
Seneler süren titiz çalışmalar ve sonsuz tartışmaların ardından, Profesör Hans ve çevresindeki seçkin topluluk, insanlık tarihine damga vuracak bir karar aldılar. Kendi cemiyetlerini, Ulukan’ı kuracaklardı. . Bu cemiyetin adı, üyelerinin asil kanlarından, ululuk ve yücelik iddiasından ilham alıyordu. Bu örgütün emeli basitti ama bir o kadar da büyüktü: Dünyayı yeniden yaratmak ve eskinin aksine bu defa sadece güçlülerin hüküm süreceği bir düzen inşa etmek. Zayıf olanlar ya bu güçlülerin kölesi olacak ya da yok olmaya mahkûm edilecekti. Bu olması gerekendi.
Ulukan Sadece bir cemiyet değil, bir ideoloji, bir inanç sistemi olarak tasarlanmıştı. Örgütün ileri gelenleri, halkın düşüncelerine ve bilinçaltına sızarak onları dönüştürmek için ince bir plan hazırladı. Her bir çalışmada halkı sorgulamaya ve düşünmeye teşvik eden fikirler ortaya atıyor, bu fikirlerin ardına gizlenmiş büyülü kelimelerle bireylerin zihinlerini şekillendiriyorlardı. İnançsızlar bile bu örgüt sayesinde bir tür inanca sahip oluyor, inançsızlıktan yeni bir inanç yaratılıyordu.
Ulukan, insanlık tarihine bilişsel gelişim ve bilgi birikimi alanında katkıda bulunduğu iddiasıyla kendini bir kültür ve düşünce kurumu olarak tanıtmıştı. Ancak perde arkasında yatan gerçek çok farklıydı. Cemiyetin esas amacı, yeryüzünde kendi çıkarlarını gerçekleştirmek, dünyanın zirvesine çıkmak ve o zirvede sonsuza dek hükmetmekti.
Bu amaca ulaşmak elbette kolay olmadı. Örgüt önce dünyanın her köşesine sessizce yayılmaya başladı. Küçük, görünmez gruplar hâlinde çalışarak, gizlice fikirlerini tohum gibi ekti. Ulukan Örgütü’nün temelleri atılırken, dünyanın dört bir yanına yayılacak karanlık bir planın ilk adımları da sessizce atılıyordu. Bu şeytani yapılanma, dünya üzerindeki stratejik noktaları belirlemiş ve sekiz farklı bölgeye temsilci aileler yerleştirme kararı almıştı. Orta Doğu, Kuzey Atlantik, Asya, Amerika ve Afrika kıtalarının her birinde, örgütün çıkarlarını koruyacak ve hedeflerini ilerletecek aileler oluşturuldu. Bu aileler, Ulukan Örgütü’nün sarsılmaz emirleri doğrultusunda hareket edecek, insanlığı gizli bir esarete sürüklemek için planlar yapacaktı. Toplumun gözünde ise… Hayal edilebilir bir hayatı yaşayacaklardı.
Ulukan Örgütü, insanlığı sadece yönetmeyi değil, onları birer robot haline getirmeyi hedefliyordu. Duygularını, düşüncelerini ve iradelerini silerek onları kendi bünyesine kazandıracak bir sistem kurmak için çalışıyordu. Her karar, her hareket örgütün karanlık merkezinden onay alıyor ve ardından uygulanıyordu. Her bir temsilci aile, bulunduğu bölgenin kültürüne, siyasetine ve sosyo-ekonomik yapısına uygun yöntemlerle Ulukan’ın gölgeli hedeflerini gerçekleştirmek için harekete geçti.
.
Örgüt’ün karanlık düzeni adım adım örülüyordu. İnsanlık bu karanlık gölgeye karşı farkında olmadan teslim olurken, Her şey, insanoğlunun kendi iradesini kaybettiği ve karanlığın hüküm sürdüğü bir dünya yaratmak içindi. Önce ileri gelen bilim adamları Dünya popülasyonu azaltmak adına, uzun süren deneyler sonucu, yeni bir virüs geliştirdi. Virüsü önce deney hayvanlarında deneyip, sonra insanlara yaydılar. Saman alevi gibi yayılan bu ölümcül virüsler, bir zaman sonra dünyada etki oluşturdu, geçmiş zamanların eksikliği ya da tıbbın henüz altı çağına geçmediği dönemlerde hayatta kalanların neredeyse ölenlerin kırıntılarıydı.
Milattan önce başlayan bu başkaldırış, hız kesmeden devam etti. Su çiçeği, kolera, ispanyol gribi, hıv(aıds) ve daha fazlasının tedavileri bulunana kadar milyonlarca insan yeryüzünden silindi. Amaç belliydi, virüs yarat, yok et ve aşı oluştur tedavi et, tabi geride kalanlar ve gelecekte işlerine yarayacak olan kişiler ile…
Ancak bu gölgelerle dolu hikayenin bir gün aydınlığa kavuşacağına inananlar, sessizce direniş tohumları ekiyorlardı.
Fakat zamanla teknoloji, Ulukan için büyük bir güç kaynağı hâline geldi. İletişim araçları sayesinde insanların zihnine ulaşmak, mesajlarını yaymak, bilimsel deneylere nazaran artık çok daha kolaydı. Önceden insanları deneyler ile bedene temas ederek kontrol altına alınırken, gelen teknoloji ile bilinçaltı zehirlenmesiyle insanların zihinlerine ulaşıyorlardı. Tanıtım broşürlerinden sinema filmlerine, popüler çizgi romanlardan televizyon dizilerine kadar her türlü medya aracını ustalıkla kullandılar. Tanınmış oyuncular ve pop yıldızlarını kendi bünyelerine kattılar; bu ikonlar aracılığıyla kitlelere ulaşarak, örgütün fikirlerini bir düşünce akımı gibi pazarladılar.
Öte yandan, bazı hümanist topluluklar Ulukan’ın bu karanlık planlarına karşı ayaklandı. Çocukların geleceğini tehdit eden, insanlığı karanlığa sürükleyen bir tuzak olarak gördükleri bu örgüte karşı savaşa girdiler. Sokaklarda, meydanlarda sloganlar yükseldi; iyi ile kötü arasındaki mücadele kıyasıya devam etti. Ancak bu çatışmalar Ulukan’ın büyümesini engelleyemedi, tam tersine bilmeyenler tarafından dahi anılmasına sebep oldu.
Zamanla örgüt, sıradan aileleri dahi kendi amaçlarına hizmet eden birer projeye dönüştürdü. Dışarıdan topluma örnek teşkil eden bu aileler, perde arkasında Ulukan’ın gizli planlarını yürüten piyonlardan başka bir şey değildi. Her bir aile, örgütün hedefleri doğrultusunda sessizce çalışıyor, toplumun güvenini kazanarak karanlık planları hayata geçiriyordu. Perde arkasından devletlerin ve toplumların kaderini şekillendiriyordu. Ekonomi, politika, üzerindeki etkisiyle dünya düzenini kendi elleriyle inşa ediyordu. Devletlerin en kritik makamlarında temsilcileri bulunuyor, büyük finansal güçler ve iş dünyası üzerindeki etkisiyle her taşın altından örgütün izi çıkıyordu.
Dünya’ nın devam etmesi için, insanoğlunu ayrıştırmanın yollarını aramaya devam ettiler. Etnik köken dil, din, ırk, cinsel yönelim, mezhep, kutsal kitaplar, dinler demeden toplumu bütünüyle ele alıp insanoğlunun gözlerini bu toplumsal zıtlıklar ile boyayıp, yaşamları boyunca birbirlerine düşman ilan etmeyi başardılar. Bu düzende insanlık, iyilikten uzaklaştırılacak ve kaos hüküm sürecekti. Örgüt, tüm dinlere savaş açmış, şeytanı insanlığın kurtarıcısı olarak göstermeye kararlıydı. Onların inancına göre, Deccal—iblisin insan formu—ahir zamanda yeryüzüne inecek, savaş, açlık ve sapkınlık yoluyla insanlığı iyiliğin yolundan saptıracaktı. Ulukan,, bu karanlık düzenin beyin takımıydı, şeytanın dünyadaki eli ve sesi olarak hareket ediyordu.
Tabii perde arkasında, karanlık planlarını işlemeye devam ettiler. Çünkü nihai hedef, yeni bir dünya yaratmaktı. Ancak onlar yaratacağı dünyada insan olmayı unutmuşlardı.
Ulukan artık yalnızca bir örgüt değil, insanlık tarihinin gölgelerinde gezinen bir güç hâline gelmişti. Yeryüzünde iyilik ve kötülük savaşı sürerken, bu cemiyetin izleri geleceğin şekillenmesinde bir hayalet gibi dolanıyordu. Ve belki de bir gün, tarih kitapları bu hikâyeyi yazarken, Ulukan’ın gerçekte ne olduğunu kimse tam anlamıyla bilemeyecekti.
***
Yıllar önce, verimli ve zengin kaynaklarıyla dikkat çeken Türkiye topraklarının verimli şehri, Gümüş Kuyu, rakip liderlerin, hırsına kurban gitmiş ve uzun süre kuşatma altında kalmıştı. Ancak bu amansız savaşların ardından, kazanan lider burada yeni bir düzen kurmaya karar verdi. Umut dolu bir geleceğin temelleri atılmaya başlanmış, halk yeni bir hayata adım atmıştı. Ancak onların bilmediği bir gerçek, bu toprağın kaderini karanlık bir gölge gibi sarmak üzereydi.
Aradan geçen yıllar, dengeleri yavaş yavaş değiştirdi. Ulukan gizlice ele geçirdiği toprakların üzerinde baskınlık göstermek istedi. İşte tam da bu dönemde, Örgütün en sadık ailelerinden biri olan Akay ailesi, Gümüş Kuyuya yerleşti. Ejder Akay, Levent Akay ve Ekrem Akay, üstadları Profesör Hans’ın izinden gitmeye ant içmiş, örgüte olan bağlılıklarını her şeyin üzerinde tutmuşlardı. Öyle ki, evliliklerini bile örgütün çıkarlarına uygun şekilde düzenlemişlerdi. Her biri, örgüt üyesi kadınlarla yalnızca birer proje evliliği yapmak üzere nikâh masasına oturmuş, toplumun gözünde sıradan bir aile görüntüsü çizerek gizli hedeflerine ulaşmak için perde arkasında karanlık oyunlarını sürdürmüştü.
Akay ailesi, Orta Doğu’daki görevinin farkındaydı. Onlar, bu toprakların kadim hikayelerine, inançlarına ve halkın zaaflarına hâkimdi. Bu bilgiyi kullanarak, Ulukan Örgütü’nün karanlık ağını daha da derinleştirmeye başladılar. Halkın güvenini kazanmak, umutlarına sızmak ve gelecek hayallerini manipüle etmek için ince bir plan hazırladılar. Ancak bu plan, sadece bir başlangıçtı. Dünya üzerinde seçilen diğer yedi aile de kendi bölgelerinde aynı titizlikle çalışıyor, insanlığı tek bir amaç etrafında köleleştirmek için harekete geçiyordu.
Gümüş Kuyu, artık sadece bereketli toprakların değil, aynı zamanda Akay ailesinin sinsi planlarının da merkezi olmuştu. İyilik ile kötülüğün bu kadim savaşı, tarih boyunca süregelmişti. Ancak Ulukan’ ın karanlık oyunlarıyla insanlık, her zamankinden daha büyük bir sınavla karşı karşıya kalacaktı. Şeytanın gölgesi altında yeni bir dünya inşa edilip edilmeyeceğini yalnızca zaman gösterebilirdi. Bir zamanlar huzur ve neşe ile anılan, bereketli topraklarıyla ünlü ve tatlı bir şehirdi.
Fakat Akay aile mensupları arkalarındaki şeytani Ulukan örgütü’ nün gücüyle bu masum şehri yavaş yavaş karanlığın dibine sürüklemeye başladı. Hedefleri belliydi. Gümüş Kuyu’nun tüm sakinlerini kendilerine boyun eğen birer köleye dönüştürmekti. Adım adım ilerleyen Akaylar, düzenledikleri etkinlikler ve ayinlerle halkı savunmasız bir hale sürükleyip, zihinlerini ele geçirdiler. Gizli laboratuarlarında, aylarca süren deneyleri ile kimyasal sıvıları halkın üzerinde deneyip, onları kontrol altına alıp sadece kendilerine itaat edecek şekilde hazırladılar.
Örgütün karanlık törenleri, insanları çaresizlikten kötücül bir inanca boyun eğmeye zorladı. Kimilerini korkuyla, kimilerini ise vaatlerle kandırdılar. Bazıları sevgisini, bazıları ise umutlarını Ulukan örgütü’ nün ellerine teslim ederek, farkında olmadan kendi sonlarını hazırladılar. Akaylar, yalnızca ayin törenleri ile değil, bilimsel deneylerle de halk üzerinde hakimiyet kurdular. İnsanların beyinlerini geriletmek için çeşitli yöntemler kullandılar. Kurbanlarını ayık gezen sarhoşlar haline getirerek onları gerçeklikten kopardılar.
Her dolunay gecesinde, şehrin karanlık köşelerinde kanlı törenler düzenlediler. Bu ayinlerde kan döküldü, kurbanlar vahşice katledildi ve tüm bunlar, Şeytan’ a sadakatlerini bir göstergesi olarak sunuldu. Çünkü Ulukan örgütünün adetleri buydu. Onun bünyesinde hizmet eden dünyanın her bir köşesinde ki aile projeleri, bu törenleri düzenlemek zorundaydı.
Örgütün emriyle Akay ailenin Gümüş Kuyuda ki kontrolü ile başladı. Ayinlerini ve toplantılarını karanlık ve kasvetli mekânlarda, genellikle yer altında oluşturdukları gizli mahzenlerde düzenliyordu. Siyah ve kırmızı renkler, kıyafetlerinde hâkim tonlar olarak öne çıkıyordu. Kırmızı akıtılan kan, siyah ise gizledikleri ve tapındıkları şeytanın yuvası anlamına geliyordu. Bu da onların korkutucu ve esrarengiz imajını pekiştiriyordu. Her bir üyesi, bu dünyayı şeytanın kontrolü altına almak için yemin etmişti.
Bu sapkın düşünce, masun insanların katledilmesine neden oluyordu. Hatta üstelik yeni oyunları öyle bir işliyordu ki her bir kurban, bu ayinler için Ulukan’ a imza bırakıyor ve örgüte bağlılık yemini ediyorlardı. Sapkın tören, şölen edasında, garip şiirsel konuşmalar ile gerçekleşirdi. Kurban edilecek kişinin ruhu önce şeytana hediye edilir, sonrasında ise kurbanın bedeni şeytanı günün birinde ayaklanması ve dünyayı kontrol altına alması için kanı onun dirilişine armağan edilirdi.Ulukan örgütüne göre, dökülen her damla kan, şeytanlarının yeniden doğuşuna bir adım daha yaklaştırıyordu.
Ayinler, yılın belirli aylarında gerçekleşir ve o zamana kadar örgüte üye aileler, sahipsizleri ya da düşkünleri öncelik vererek, onları ele geçirir ve o gün geldiğinde canice yok edilirdi. Ulu kan Örgütü, bir karanlık imparatorluğu inşa etmenin peşindeydi; dünya üzerindeki her bireyin zihinlerini ele geçirmek, iradelerini şeytanın planlarına boyun eğdirmek istiyordu. İstediğini alana kadar durmayacak, hep daha fazlası için insanlığa saldırmaya devam edecekti.
*
Akay ailesi yalnızca bunlarla yetinmedi. Örgütüne bağlılıklarını göstermek ve örgüte bağlı çalışan diğer üye ailelerden daha güçlü ve üstün olmak adına, Gümüş Kuyu’ yu bir turizm ve ticaret merkezi haline getirerek dış dünyadan daha fazla insan ya da kurban çekmeyi başardılar. Şeytanın yeniden doğuşu planında öne çıkmak, Ulukan’ın merkezine oturmak adına yaptıklarından yalnızca biriydi bu.
Medya’ nın onlara verdiği destek ile ellerinde tuttukları ‘’yardımsever ve saygın aile’’ imajı, şehri cazibe merkezi haline getirdi. Eğitim seviyesini daha kaliteli hale getirip, sosyal faaliyetleri artırarak, Gümüş Kuyu’ya genç ve ulaşılması kolay zihinleri kendi bünyelerine çekmeyi başardılar. Diğer üye aileler Akay ailesinin bu yükselişini hayretle izlemeye başladılar. Akaylar, kısa bir süre içerisinde Ulukan örgütünün göz bebeği haline geldi. Artık ailenin eli hem güçlenmiş, hemde diğer üyelerin gözünde yükselmişti.
Şehre gelen genç beyinler, umut ve gelecek kariyerlerinin hayali ile dolup taşarken, Ulukan örgütü’ nün karanlık planlarının hedefi haline geldiklerinden habersizlerdi. Akaylar bu gençlerin yaşam tarzlarını, umutlarını ve arzularını titizlikle araştırdı. Onları, yönlendirilmesi ve yönetilmesi kolay olan birer kukla olarak gördüler. Misyonerlik faaliyetleriyle gençleri adım adım örgüte kazandırırken, ruhlarını sömürmekten çekinmediler. Dolunay geceleri, kasabanın karanlık tarihine kazınmış bir başka dehşet sahnesiydi.
Dünyanın dört bir yanından gelen örgüt üyeleri, kurbanlarını en güzel giysilere büründürerek bu kanlı şölenin odak noktası haline getirdi. Bazıları kurbanlarını canavarca katlederken bazıları ise sabahın ilk ışıklarına kadar kendi zevkleri uğruna kurbanları ile zorla birlikte olup bedenlerini keyifle kullanıyordu. Örgüt için ayin geceleri bayram edasında kutlanıyordu.
Ardından yeni bir gün doğumunda, masum halk kendilerine verilen, kimyasal sıvılar ile hiç bir şey hatırlamıyor ve artık bu yaşanılan dehşet dolu gecelerin onlar için neredeyse önemli bir tören olduğuna inandırılması sağlanıyordu. Fakat her ne olursa olsun her karanlık gecenin sabahı elbette olacaktı. İnsanlık, tarihin en karanlık dönemlerinden birinde kıvranırken, direnişin tohumları çoktan atılmıştı.
Onlar, karanlık gecenin ertesi, güneşin doğacağını tahmin etmemişlerdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 402 Okunma |
213 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |