46. Bölüm

Bölüm 11-İTİRAFLAR KISIM1(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Güneş her şeyi hatırlıyordu. Zaman, ağır ağır zihninin içine işlerken, ruhu tarifsiz bir işkenceyle yoğuruyordu. Anıları, göz pınarlarını acıyla dolduracak kadar derindi. Akaylar, birer akbaba misali üzerine üşüşmüştü. Büyük bir iştahla bekliyor, aralarında onun mutlak sonunu tartışıyorlardı.

“Dolunay gecesine hazırlayalım.”

“Dolunayı bekleyemeyiz. Şimdi başlayalım.”

“Dolunaydan önce olmaz.”

“Ulu Kan Örgütü ile görüşmeliyiz.” İştah dolu konuşmalar onun bu geceki kaderini belirleyecekti.

Güneş, artık bir kurbandı. Ablukaya alınmış, kalabalığın ortasında yapayalnızdı. Tam o anda, gür bir ses yükseldi. Bu ses Çağın’a aitti.

 

“Olmaz, şimdi değil! Şimdi sırası değil, biraz daha zamanı var”

‘’Buna sen mi karar veriyorsun’’ dedi Ejder sesinde ciddiyet taşıyordu.

‘’Onunla biraz daha oynamak istiyorum’’.

Çağın söylediklerinde kararlı olduğunu ispatlamak zorundaydı.

‘’O yaşanacak kutlu geceyi kendisi isteyecek. Bundan emin olabilirsiniz’’

 

O gece… O davet gecesi… Sere serpe yerde, yarı baygın halde yatarken bulanık gözleriyle gördüğü, neredeyse sağır olmuş kulaklarıyla duyduğu o boğuk ses… İşte o ses, hayatını ona bağışlamıştı. O an, bunun hayatındaki en tehlikeli ama aynı zamanda en güvenilir ses olacağını nereden bilebilirdi ki?

 

24 Saat Önce…

Güneş, dehşet içinde çığlık attı. Okul koruluğunda yalnız olmadığını, Çağın’ı gördüğünde anladı. Kelimeleri kifayetsiz, duyguları ise kördüğüme dönmüştü. Çaresizlik içinde ona bakarken gözyaşlarına boğuldu. Çağın hızla yanına koştu. Güneş, hissiz bir halde yere yığılmak üzereyken, Çağın tek hamlede onu kollarının arasına aldı. O sarmalayış, gördüğü korkunç gerçeğin acısını bir nebze de olsa hafifletmişti. Ancak Güneş, kollarından kurtulup onu geriye itti.

“O-orada bir şey oldu!” diye güçlükle konuşmaya çalıştı.

“Ne oldu? Ne gördün?” Çağın paniklemişti.

Güneş ona güvenmiyordu. Burada kalıp işlenen cinayete sessiz kalamazdı. Üstelik Çağın’ın burada ne işi vardı? Zamansız karşısına çıkmayı nasıl bu kadar iyi becerebiliyordu?

“Ne oldu? Anlat!”

“Sana değil, polise anlatacağım!” diyerek hızla ilerlemeye başladı. Samet’in cesedi gözlerinin önüne geliyordu. Çaresizce ağlarken koşturdu, ancak Çağın aniden kolunu tutarak gitmesine engel oldu.

“Bırak beni!”

“İyi değilsin.”

“Evet, değilim! Evet! Orada bir cinayet işlendi! Bu kişi sizin hizmetçiniz Samet! Tanıdık geldi mi?”

Çağın, kaşlarını çatarak onu izlemeye devam etti. Söyleyecek çok şeyi var gibiydi ama susmayı tercih ediyordu. Güneş, akan gözyaşlarının tuzunu dudaklarında hissederken, onun bu ruhsuz tavrına hayretle baktı.

“Çekil önümden!”

“Hayır, gidemezsin. Konuşacağız.”

“Tamam, konuş! Dinliyorum!”

“Önce buradan çıkmalıyız, sonra seni güvenli bir yere götüreceğim.”

Güneş, bu sözleri öyle komik buldu ki kendini bir kuşun, kurda emanet edilmesi gibi hissediyordu. Akaylar artık ona şüpheden başka bir şey vermiyordu. Artık Alp’ in haklı olduğunu düşünmeye başlamıştı.

“Siktir git!” diye öfkeyle bağırdı.

Fakat Çağın, bu hakarete aldırış etmedi. Soğukkanlılıkla etrafını gözlemledi. Ona yardım etmek istediğini belli eden bir tavır içindeydi. Güneş’in korkudan titrediğini büyük ihtimalle fark etmişti. Üzerindeki paltosunu çıkarıp onun omuzlarına bıraktı.

“Tamam, senin dediğin gibi önce karakola gidelim.” dedi, sakin bir tonla.

Bu teklifi geri çeviremezdi. Zaten karşı çıkacak gücü de kalmamıştı. Tek istediği, bu cinayetin failini bulmaktı.

Güneş, ifadesi alınırken korkudan anlattıklarını tam olarak aktaramadığını düşündü. Hayatında ilk kez ifade veriyordu. Bu cinayet kompleksini tüm bedeninde hissediyordu. Sorgu sırasında soğuk terler dökmesinin sebeplerinden biri de buydu. Karşısında, çizgili gözleriyle onu dikkatle izleyen Komiser Salim vardı. Güneş kimi zaman kekeliyor, kimi zaman sözcükler ağzında yuvarlanıp kayboluyordu. Komiser Salim, elindeki kalemle birkaç not aldıktan sonra gitmesine izin verdi. Ancak gözlerinde belirgin bir huzursuzluk vardı.

Dışarı çıktığında Çağın’ı kapının ilerisinde beklerken buldu. Kapının sesiyle ona dönen Çağın, Güneş’e doğru ilerlemeye başladı. Onun şu an neden yardım etmek istediğini bir türlü anlayamıyordu. Üzerindeki paltosunu çıkarıp uzattı ama Çağın başını hafifçe iki yana salladı.

“Hava soğudu, üzerinde kalsa iyi olur.” dedi.

‘’Beni bu kadar çok düşünmene gerek yok’’

Bu tanışmanın daha normal bir zamanda olmasını dilese de, yaşadığı trajedi buna izin vermiyordu. Oysa uzun süredir ona yakın olmayı istiyordu. Ama şu an karşısındaki kişi, hislerini uyandıran biri değil, yalnızca yaşadığı kâbusun bir parçasıydı.

Kısa bir sessizliğin ardından arabaya yöneldiler.

“Neden bana yardım ediyorsun?” diye sordu Güneş.

“Yardım etmiyorum, olması gerekeni yapıyorum.” dedi Çağın.

Güneş adımlarını yavaşlatarak durdu. Çağın birkaç adım attıktan sonra o da duraksadı ve Güneş’e baktı. Gözlerini kaçırdı. Eve gitmesi gerektiğini biliyordu ama içindeki bir ses kalmasını söylüyordu. Çağın, araca binmesi için işaret etti. Onun bu gizemli tavırları sinirine dokunuyordu. Akaylar ailesinin gizemli duruşu, sanki genetik bir miras gibi üzerlerine sinmişti. Ancak gizemli olmak bazen çekici olsa da, fazlası Güneş’in midesini bulandırıyordu.

“Gelmiyorum.” dedi aniden.

Bunu söylemesini ne Çağın ne de kendisi bekliyordu. Ama söz ağızdan bir kere çıkmıştı. Üzerindeki paltoyu çıkarıp arabasının üzerine fırlattı ve yönünü değiştirerek yürümeye başladı. Ancak Çağın’ın sesi arkasından gürleşti:

“Her şeyi biliyorum Güneş.”

Çağın’ ın hamlesi işe yaramıştı. Güneş bir anda durdu. Kulaklarına inanamadı. Her şey bilerek neyi kast ediyor olabilirdi? Gözlerini Çağın’a çevirdi. Beyninde şimşekler çakmaya başladı. Onun gözlerine her baktığında, davet gecesinin anıları zihninde gidip geliyordu. Bir şeyler hatırlamaya başladığını hissediyordu. Eğer Çağın bu noktada üzerine gelirse, zihni bambaşka bir şekilde devreye girebilirdi. Belki de korku ve panik, beynindeki nöronları harekete geçiriyordu. Ama bunu reddedebilir, üzerine gidebilirdi. Ancak Çağın, Güneş’ i manipüle etmenin yollarını arıyor fakat bir türlü onu kontrolü altına almayı başaramıyordu.

“Bir şey bildiğini sanmıyorum.”

“Alp’ in sana anlattığı her şeyi biliyorum. Akaylar yani ailemle alakalı”

Onu köşeye sıkıştırıp gerçekleri yalanlamaya devam edebilirdi ama bu fazla uzun sürmedi. Çağın, beklemediği bir şey söyledi:

“Alp hasta. O ileri derecede Bipolar hastası. Bazen hayal ve gerçeği karıştırabiliyor. Hayal dünyası hep kötülüklerle dolu. Tedaviye cevap vermiyor”

Güneş’in boğazı düğümlendi. Konuşamadı. Böyle bir şeyi duymayı beklemiyordu. Alp her şeyi kafasında kurmuş olabilir miydi? Neye inanacağını şaşırmıştı. Fakat Alp’ in söylediği şu cümle kulaklarında yankılandı: Sen Kurbansın.

‘’Alp yalan söyledi yani’’


‘’Doğru söylediği şeyler de var. Tam olarak yalan değil’’

‘’Öyleyse şunu öğrenmek istiyorum. Ben senin kurbanın mıyım? Beni öldürecek misin?’’

Karanlığın içinde Güneş’ in gözleri parıldıyordu. Şaşkınlık ve hayrete düşmenin gözlerinde bıraktığı etkisi oldukça açıktı. Çağın bu gözlere tekrar odaklandığında içinde ki avcı ruhu onu parçalara ayırmak istiyordu. Parçalara ayırılıp Güneş’e yem olacak kadar derin bir his oluşturuyordu gözleri.

“Benimle gel Güneş. Sana her şeyi anlatacağım.”

Çağın bu kez kararlıydı. Güneş artık bir kurban projesi değildi. Zamanı gelmişti. Çağın, Güneş’ e teslim olmayı seçmişti. Güneş, Başka bir seçenek göremedi. Daha iyi bir planı yoktu. Çağın’ın dediğini yaptı ve arabaya bindi. Diyeceklerini duymak için sabırsızlanıyordu. Ama asıl merak ettiği, kendisini bu kadar içine çeken şeyin ne olduğu idi. İçine düştüğü durum gittikçe düğümleniyordu. Ve bu düğüm, çözüldüğünde neler olacağını kestiremiyordu.

Tek kelime etmeden yola odaklandı. Çağın’dan duyması gereken her neyse, buna hazırdı.

Güneş’in geldiği yer, kentin Kara Orman Tabiatı adıyla bilinen tepelik bir bölgede siyahlara bürünmüş gotik bir mekândı. Tabelasında N-Box yazıyordu. Burada olmalarının sebebini bir türlü anlayamıyordu. İçine tuhaf bir ürperti düştü. Kendini, talan olmuş duyguların ortasında, çırılçıplak kalmış gibi hissetti. Ağaçlar, mekânın üzerinde uzanan dalları ile N-Box’ la paralel büyüklükteydi. Manzara ne kadar büyüleyici olursa olsun, içindeki huzursuzluk bunu görmesine izin vermiyordu.

 

Çağın, yönünü N-Box a çevirdi. Bakışları soğuk ve sessizdi. Güneş’in içine şüphe düştü. Burası konuşmak için pek de doğru bir yer sayılmazdı. Kalp atışları hızlandı. İçindeki korku, damarlarında gezinen bir zehir gibi yayılıyordu.

Ya katilin elinde kalan son kurban oysa?

 

Bagajın kapağı sert bir şekilde kapandı. Güneş, yavaş ve tedirgin bir şekilde gözlerini Çağın’a çevirdi. Onun elindeki cisme odaklandı. İçgüdüleri alarm vermeye başlamıştı. Geri geri sürüklenirken, Çağın siyah bir maskeyle ona doğru yaklaştı. Maskeyi yüzüne geçirdiğinde, Güneş’in bedeni korkudan titredi. Ürkek bir kız çocuğundan farkı yoktu artık.

Sonra… Arkasında ayak sesleri duydu.

Kalabalık bir grup yaklaşıyordu. Adımları ne kadar yaklaştıkça, Güneş’in içinde kötü bir şeyler olacağına dair his daha da güçleniyordu. Nefesi kesildi. Ölmek için çok erkendi. Ama neden şimdi ölümü düşünüyordu? Sonunu hazırlayan kuruntuların içine ne ara düşmüştü?

Çağın, ona esrarengiz bir şekilde yaklaşırken, Güneş kendini savunması gerektiğini anladı. Ani bir hareketle geriye dönüp koşmaya başladı. Karanlığı aydınlatan tek şey, arabanın farlarıydı. Ama şimdi o farlar ona doğru yaklaşıyordu.

Kaçmalıydı. Kaçmalıydı!

Hamle yapmak için hareketlendiğinde, üç kişilik bir grup önünü kesti. Bora, Beyna ve Talya Akay. Artık Güneş, Akaylar ’ın ortasında sıkışıp kalmış bir kurbandı.

Beyna, elindeki kasaturayı sert bir darbeyle Güneş’in yüzüne geçirdi. Aniden fışkıran kan, Beyna ’nın yüzüne sıçradı. Güneş, acının vücudunda yankılandığını hissetti. Ama daha kötüsü gelecekti.

Tam o sırada, Çağın bir adımda arkasına geçti. Soğuk metalin sırtına dokunduğunu hissettiği an, içgüdüsel bir yakarış yükseldi dudaklarından. Ama nafileydi. Çağın, keskin bıçağı iki omurgasının arasına sapladı. Acı, tüm bedenini ele geçirdi. Omuzları sarsıldı. Gücü tükendi. Gözleri kapanıyor, ruhu ebediyete doğru uzanıyordu.

 

Güneş gözlerini açtığında, Çağın’ın buz kesmiş yüzüyle karşılaştı. Adam, onu ayıltmaya çalışıyordu. İçinden lanetler savurdu. Yine… Yine bir halüsinasyon görmüştü. Beyni, kendi içinde bitmek bilmeyen bir kurgusal düzen yaratıyordu sanki. Gerçekle hayal arasındaki sınır her geçen gün daha da bulanıklaşıyordu.

“İyi misin? Bitkin görünüyorsun.”

Çağın’ın sesi, Güneş’in düşüncelerini delip geçti. O an ne cevap vereceğini bilemedi. Nerede olduğunu anlayabilmek için etrafına bakındı. Siyahın içerisine döşenmiş kızıl, kırmızı bir bistro ile karşılaştı. Tavana asılı avizeler, karanlığı aydınlatan puslu ışıklar gibi aydınlatıyordu. Elips şeklinde masalarının üzerinde amdanlar parıldıyordu.

‘’Burası neresi?’’

‘’N-Box. Burası benim gizli mekânım. Çoğu zaman kendimi buraya saklarım.’’ Dedi. Gözlerinde derin bir buğu vardı.

‘’Gerçeklerden arınmak için birebir yerdir.’’ Güneş karmakarışık duygular içinde, çaresizce gözyaşlarını tutamayarak başını Çağın’ın göğsüne yasladı ve ağlamaya başladı.

O an, Çağın sıkıca sarıldı ona.

Güneş, bu anın içinde kaybolmak istedi. Tüm yaşlarını, tüm korkularını, tüm yüklerini bırakmak istedi. Sanki yıllardır bu hissi tanıyormuş gibiydi. İçinde bulunduğu fırtınalı denizden bir gemi çıkıp gelmiş, onu güvenli bir limana teslim ediyordu. Ve o liman, Çağın’ın kolları olmuştu.

“Sadece korkuyorum.”

Bütün hislerini anlatmaya yetecek tek cümle buydu. Tanımadığı birine karşı bir kez daha zaafını teslim ediyordu. Ama bu kez farklıydı. Çağın, sanki evrenin en ücra köşesinde onu bulması için bekliyordu. Sihirle dokunulmuş gibi, kendini ona ait hissettiren o sıcaklığa kapılıp gidiyordu. Ama unutmaması gereken bir şey vardı. Bu şehre geldiğinden beri yaşadığı hiçbir şey sıradan değildi.

 

“Kimsin sen? Neden sana karşı koyamıyorum?”

Sözler, hiç düşünmeden dudaklarından döküldü. Beklenmedik, zamansız ve yerinde olmayan bir itiraftı. Güneş bile bu itirafına şaşırmıştı. Ama en çok da Çağın. Bir an durdu, gözlerinde tanımlanamaz bir ışıltı belirdi. Memnuniyet mi? Yoksa zafer mi?

Ardından soğuk bir gülümsemeyle konuştu:

“Kim olduğumu bende bilmiyorum. Artık bilmiyorum.”

Güneş’in içi titredi.

“Alp’ söylediklerinde haklıydı değil mi?” diye mırıldandı.

Çağın, gözlerini kısarak onu süzdü. Bakışları daha da karanlık bir hal aldı.

“Alp kafeste çırpınan ürkek bir kuş sadece.” dedi ve bir adım geri çekildi.

Güneş, onun neden böyle söylediğini anlayamadan, Çağın bistroya yöneldi. Kendine ve Güneş’ e birer kadeh içki doldurduktan sonra geri döndü. Bu kez elinde bir zarf vardı. İçinden bir dosya çıkarıp teker teker evrakları gözden geçirmeye başladı. Güneş’in yüreği hızlandı. Dudaklarından dökülecek kelimeleri duymaya hazır mıydı?

Çağın, belgeleri ona uzatırken buz gibi ifadeye sahipti. Güneş’in gözleri irileşti. Güneş, elindeki evraklara göz gezdirdikçe içini tarifsiz bir korku kapladı. Okumamış olmayı diledi. Görmemiş, duymamış olmayı. Ama gerçek, bir kez gözlerinin önüne serildiğinde, geri dönüş yoktu. Nutku tutuldu. Gördükleri, ileride göreceklerinin teminatıydı. Şaşkınlıktan ağzını kapatamıyordu. Büyük bir tutsaklığın içine çekilmişti. Evrakların her satırı, zihninde yankılanan bir zincirin halkaları gibiydi ve o zincir, artık boynuna dolanıyordu. Kendine ait evrakları tekrar inceledi. Neredeyse tüm hayat hikâyesi yazıyordu. Alp gerçekten haklıydı. Örgütün tüm karanlık projeleri yazıyordu. Ayin törenleri, zihin kontrolleri, manipülasyon ile insanları ele geçirme ve daha fazlası. Kendi gibi birçok kişi buraya kurban olarak gönderilmişti.

‘’Tüm bunlar nasıl oluyor?’’

‘’Evet, Alp haklı. Ancak yanlış hamle yapıyor. Ondan uzak durmanı istiyorum’’

‘’Öyle mi, evrakta senin kurbanın olduğum yazmasına rağmen sana mı güvenmeliyim. Tanrım bunların hepsi birer şaka olsun lütfen’’

Gelen itiraf, onu hem Çağın’a daha da yaklaştırmıştı hem de kendi hayatından koparmıştı. Kaçış yoktu. Paslı bir kafesin içine hapsolmuştu. Çağın belgelerin çoğunu hafıza kartına taşımıştı. Akay ailesine ait birçok delil barındıran belgeler vardı. Bunu Güneş’ e emanet edecekti. Çağın doğru kelimeleri seçmeye çalıştı.

‘’Ailemin sonunu getiren belgelerin çoğu burada.’’

‘’Peki, planın ne?’’

‘’Bunları okul gazetesinde yayınlaya bilir misin?’’

‘’Ben mi? Bu nereden çıktı? Bunu nasıl yaparım, sen neden yapmıyorsun?’’


‘’Yapacak olsaydım. Şu ana kadar çoktan yapmaz mıydım? Biz kontrol ediliyoruz. Bunu yapmak istediğim anlaşılır. Takip altındayız.’’

‘’Ben takip altında değil miyim yani. Özellikle Gümüş Kuyu’ ya geldiğimden beri.’’

‘’Evet, öylesin fakat benim takibim ve kontrolümdesin. Bende seni özgür bırakıyorum.’’

Güneş, aklına düşen o soruyu sormadan edemedi:

‘’Çağın neden bunu yapıyorsunuz. Neden bunca zamana kadar sustunuz. Polise dahi gitmeyi düşünmediniz. Aklım almıyor. ‘’

‘’Yardım isteyebileceğimiz, her kol onların kontrolünde. Eğer aileme bir savaş açacaksam. Bu soğukkanlılıkla olmalı.’’

‘’O yüzden beni mi tercih ettin.’’

‘’Seni ilk gördüğümde, bir şeyler değişti. Sen… Sen çok farklısın’’

Çağın, yüreğindeki itirafı henüz çıkaramasa da Güneş demek istediğini çok iyi anlamıştı. Üstü kapalı bu sevgi, Güneşi’ in başını döndürüyordu.

‘’Numaramı kaydet. Bundan sonra ihtiyacın olacak’’

Güneş, Çağın’ ın uzattığı numaraya baktı. Karşılığında Güneş’ te kendi numarasını verdi. Tehlikenin ortasında sıkışmıştı. Kasvetli mekânın ortasında donuk bakışları ile sadece onu izlemekle ve yapması gereken görevi düşünmekle geçirdi.

 

İlerleyen saatlerde, Çisemle birlikte gizlice Kampüse geldiler. Gazete’ nin bürosuna doğru yavaşça ve dikkat çekmeden ilerlediler. Çisem şimdiden pişman olmuş gibi görünüyoru.

‘’Bunları yaptığımıza inanamıyorum. Başını ne büyük bir tehlikeye atacağının farkında değilsin.’’

‘’Çok yardımcı oldun Çisem teşekkürler’’

‘’Hem de Çağın için. Güneş bu tehlikeli bir yol. Gel bundan vazgeç’’

Güneş bakışlarını Çisem’ e dikti. Öfkesi her halinden belli oluyordu. Oda henüz Çisem kadar tedirgindi ve korkuyordu.

‘’Tüm bu kötülüklere sessiz mi kalalım yani?’’

‘’Hayır, ancak bu aile bahsettiğin gibiyse, seni her şekilde bulur. Peşini bırakmaz’’

Güneş, Çisem’ in söylediklerine daha fazla aldırış etmedi. Çünkü tüm dediklerini o, zaten beyninde fazlasıyla düşünüyordu. Açtığı bilgisayarın ekranı birkaç dakika sonra parlamaya başladı. Bu açıldığını gösteriyordu. Parmakları titreyerek klavyeye bastı. Bilgisayar açıldıktan sonra, hafıza kartını yerleştirdi. Gazetenin sitesine girip, tüm belgeleri oraya yükledikten sonra, geriye haberi oluşturmak kalıyordu. Ekranda ilerleyen dolum çubuğu, her saniye ona zamana karşı yarıştığını hatırlatıyordu. Az ileride kapının açılma sesi duyuldu.

Çisem ’in gözleri korkuyla büyümüş, nefes alışı hızlanmıştı. Panik içinde büro masasının kenarına yaslanarak Güneş’e baktı.

“Biri geliyor! Güneş, ne yapacağız?”

Güneş’in zihni hızla çalıştı. Bırakıp gitmek mi? Yoksa her şeyi riske atıp dosyayı kaydetmek mi?

Kaçmak bir seçenek değildi.

“Biraz daha zaman lazım,” diye fısıldadı Güneş, ekrana kilitlenmiş gözlerini ayırmadan. Hafıza kartının aktarımı tamamlanmak üzereydi. Ama koridorun ilerisinde ayak sesleri giderek yaklaşıyordu. Çisem ‘in sabırsız fısıltısı duyuldu: “Bırak artık, hadi gidelim!”

Ama Güneş, gözlerini ekrandaki yazıya dikmişti.

Yükleniyor…

Koridorda yankılanan adımlar giderek çoğalıyordu. Biri ya da birileri hızla yaklaşırken, Güneş’in nefesi kesilmişti. Panik içinde hafıza kartını kasadan çıkarıp, bilgisayarı kapattı. Çisem, tereddüde bile fırsat vermeden kolundan tutup onu odadaki dar evrak dolaplarından birinin içine çekti. Havasız ve sıkışıktı, vücut ağırlığı kemiklerine baskı yaparken hareket etmekte zorlanıyordu. Büronun kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri giren, gazetenin başkanı Erdem beydi. Yüzündeki ifadeden şüphelendiği belliydi. Düşünceli adımlarla bilgisayara doğru ilerledi. O anda monitörün ekranı yeni kapanıyordu.

Güneş, dişlerini sıktı. “Siktir” diye içinden geçirdi. Kalbi küt küt atıyordu. Adamın içgüdüleri onu büroda tutmaya devam ediyordu. Şüpheyle etrafına bakındı. Çisem, iki elini ağzına bastırmış, kendini kontrol etmek için mücadele veriyordu. Gözlerindeki korku her şeyi anlatıyordu; bu gece yanlış bir hamlenin bedeli ağır olabilirdi. Adam, hafifçe kafasını kaşıdı. Düşünüyordu. Bir şeyler yolunda gitmiyordu, bunu anlamıştı. Erdem, gördüğüne anlam verememiş gibi etrafı bir kez daha süzdü. Tam büroyu terk etmek üzereyken aniden duraksadı, ardından geri dönüp bilgisayarı açmaya başladı.

Güneş’in yüreği ağzına geldi. İşte şimdi her şeyin bittiğini anlıyordu. “Lütfen açma,” diye içinden yalvardı, ama artık çok geçti. Ekran aydınlandığında adam dikkatle incelemeye başladı. Güneş, kendi hatasının farkına varıp dişlerini sıktı. Aptal kafam! Yedek klasörü silmeyi unutmuştu. Gizli operasyon patlamak üzereydi. Çisem ‘in gözlerindeki hayal kırıklığı ve tükenmişlik Güneş’in içini delip geçti. Umutsuzca birbirlerine baktılar. Ardından adamın gözleri büyüdü, yüzü öfkeyle gerildi. Şok olmuştu. Küfürler birbiri ardına savrulmaya başladı, odanın içinde yankılanan lanetler havayı keskin bir bıçak gibi doldurdu.

Adam hızla yazıcıyı açıp dosyaları çıkarmaya başladı. Aynı anda cebinden telefonunu çıkararak aceleyle rehberini kaydırdı ve beklenen numarayı çevirdi. “Efendim, sizinle acil görüşmeliyiz,” diye konuşmaya başladı, ancak karşı taraftan beklediği yanıtı alamamış olacaktı ki anlatacakları yarıda kesildi. Telefon yüzüne kapanınca sinirle tükürdü. “Lanet kahpe,” diye homurdandı.

Yazıcıdan çıkardığı evrakları hızlıca toplayıp son kontrollerini yaptıktan sonra sert adımlarla odayı terk etti.

Güneş, içindeki korkuyu bastırarak dolabın kapağını araladı. Derin bir nefes aldı ve hızla dışarı çıktı. Çisem de peşinden geldi, ancak sesi titriyordu. “Bittik kızım, bittik… Mahvolduk,” diye fısıldadı. Güneş ise gözlerini kısarak kapıya baktı. Hayır. Henüz hiçbir şey bitmemişti. Asıl her şey yeni başlıyordu.

Güneş ve Çisem, bürodan soluk soluğa çıktılar. Arkalarına bakmadan okulun dış kapısına kadar koştular. Çıkışa yaklaştıklarında, üzerlerindeki paniği belli etmemek için adımlarını yavaşlattılar. Güneş, hızlıca çevresini süzdü ve kapıda duran güvenliğe yaklaşarak mümkün olduğunca sakin bir sesle sordu:

“Pardon, Erdem Bey çıktı mı?”

Güvenlik, bu saatte hâlâ okulda olmalarına anlam veremeyerek şüpheli bir ifadeyle cevapladı:

“Az önce aracıyla çıktı kızım. Bir sorun mu var?”

Güneş, duraksamadan en hızlı şekilde bir bahane uydurdu.

“Okul gazetesine kayıt için ön elemeleri soracaktım.”

Güvenlik, bu cevaptan pek tatmin olmamış gibi boş boş baktı. Güneş, daha fazla konuşmanın şüphe uyandıracağını fark edip sustu. Çisem ise sabırsızlanarak Güneş’in kolundan tutup kendine çekti. Artık gitme vakti gelmişti. Çoktan fazlasıyla geç kalmışlardı.

Eve girdiklerinde, Güneş’in zihni hâlâ durulmayan düşüncelerle doluydu. Sürekli aynı şeyleri tekrar tekrar aklında tartıyor, farklı ihtimaller üzerine düşünüyordu. Bu işi halletmeliydiler. O evrakları Erdem Bey’in elinden almak zorundaydılar.

Çisem, kendini doğrudan banyoya attı. Sakinleşmek için suyun altında biraz zaman geçirmeye ihtiyacı vardı. Güneş ise hâlâ odanın içinde bir ileri bir geri volta atıyordu. Sakinleşmek için bir şeye odaklanması gerektiğini hissetti. Birkaç dakika sonra odanın içi klasik müzikle yankılanmaya başladı. Derin bir nefes aldı, mutfağa gidip uzun bir bardağı suyla doldurdu ve hızla içti. Sonra salonun ortasındaki koltuğa uzandı, gözlerini kapattı. Bir süre sonra gözlerini açtığında yüzünde hafif bir zafer gülümsemesi belirdi. Aklında bir plan şekillenmişti.

Yaklaşık bir saat sonra Alp geldi. Güneş, olan bitenin tamamını anlatmasa da en önemli kısmı paylaştı. Erdem Bey’den o evrakları almaları gerekiyordu. Alp, bir süre düşündü, ardından başını sallayarak kabul etti. Ama bir şartı vardı.

“Sana yardım ederim ama bir koşulla,” dedi gözlerini Güneş’e dikerek. “Her şeyi bana anlatacaksın. Çağın ile ne konuştunuz?” Güneş, kaşlarını hafifçe kaldırarak Alp’i dikkatlice süzdü. Bu anlaşmanın göründüğünden daha büyük sonuçları olabilirdi. Alp’in şart koşması Güneş’i rahatsız etmişti. Kaşlarını hafifçe çatarak, sesi bir parça kırılmış şekilde konuştu:

“Sen benden yardım istediğinde ben koşulsuz kabul ettim. Seninle ilgili çoğu şeyi hâlâ bilmiyorum ama bunun için sana şart koşmadım.”

Alp, bu sözler karşısında hafifçe başını eğdi. Utanmıştı.

“Hayır, yanlış anlamanı istemem,” dedi sessizce. “Sana karşı gelen tehlikeyi ortadan kaldırmak, seni koruyabilmek için sordum.” Güneş, derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. Gözleri, Alp’in gözlerinin içine dikildi. “Benim korunmaya değil, yardıma ihtiyacım var, Alp.”

Bu söz üzerine Alp, sessizce başını sallayarak onayladı. Artık ne yapacaklarını biliyorlardı. Erdem Bey, sabah okula gelmeden önce bu işi halletmeliydiler. Zaman daralıyordu.

Alp, hızla ayağa kalkıp Güneş’e işaret etti. “Hadi o zaman harekete geçelim. Yarını bekleyemeyiz.” Onun oturduğu evi bildiğini söylemesi, Güneş’i bir nebze olsun rahatlattı. Hemen odasına gidip üzerini değiştirdi ve bir çırpıda Alp’in yanına döndü. Çisem de onlarla gelmek istemişti ama Güneş buna engel oldu. Bugün yaşadığı korku ve gerilim, ona bir ay yetecek kadar ağırdı. Otobanda hızla ilerlerken, Güneş’in telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktığında arayan ismi görünce kalbi hızlandı.

-ÇAĞIN ARIYOR…

Arama oldukça ısrarcıydı. Derin bir nefes aldı ve açtı.

“Neredesin?” Soru oldukça net ve katıydı. Çağın’ın sesi tok ve ciddi geliyordu. Güneş, bir an için ne diyeceğini bilemedi. O sırada Alp, dikkatlice ona baktı, ardından kendisini işaret ederek “Yanımda olmadığını söyle” dercesine bir hareket yaptı.

“Evdeyim.”

Aldığı cevap, bir anda yüzünün kızarmasına neden oldu. Yalan söylediği için gözlerini devirdi.

“Ne büyük tesadüf, ben de senin evindeyim.”

Güneş’in nefesi kesildi. Hemen Alp’e arabayı durdurmasını işaret etti. İçinde giderek büyüyen panik dalgasını bastırmaya çalışırken, Çağın’ın sesi bir kez daha duyuldu.

“Alp mi yanında?”

Sesi sertti. Kızgınlığı belli oluyordu.

Güneş’in sesi titredi. “E-e-evet.”

Çağın, anında karşılık verdi.

“Yanınıza geliyorum. Konum at.”

 

Çağın yanlarına geldiğinde, Güneş tüm olanları en az Alp’e anlattığı kadar ona da anlattı. Ancak Çağın’ın tepkisi bambaşka oldu. Öfkesi gözlerinden okunuyordu. Bir an bile tereddüt etmeden Alp’in yakasından tutup onu sertçe duvara yapıştırdı. Yumruğunu kaldırmıştı, belli ki kaçınılmaz bir darbe Alp’in suratına inecekti.

Güneş hızla araya girerek Çağın’ın bileğini kavradı. “Yapma,” diye yalvardı. Onu durdurmalıydı. Ama Çağın’ın öfkesi dinmiyordu. Gözleri ateş saçıyordu. Alp’in üzerine yeniden çıkıştı.

 

“Bu saatte onu tehlikeye mi atacaktın ha?”

‘’Bana tehlikeden bahsedecek en son kişi sensin’’ dedi Alp hiddete.

Çağın bu kez kendini durduramadı. Yumruğunu Alp’ in yüzüne oldukça sert indirdi.

‘’ÇAAĞĞIINNN’’

Güneş öfke ile haykırdı. Gelen bu ses Çağın’ ın kulak zarını delip geçti. Sanki bir emir, bir itaat kadar güçlü bir ses tonuydu. Kontrolünü Güneş’ e kaptırmış hissediyordu. Etkilenmişti. Alp’ i ellerinin arasından bırakıp, gözlerini Güneş’ e çevirdi.

‘’O, sadede bana yardım etmek istedi.”

Kendi yakasını sert bir hareketle Çağın’ın ellerinden kurtardı ve birkaç adım geriye çekildi. Güneş hemen Alp’in önüne geçti, Çağın’ı öfkeyle izledi.

“Eğer burada taşkınlık yapacaksan ardına bakmadan git” dedi, sesi titriyordu.

Aslında onu göndermek istemiyordu ama Çağın’ın bu hali artık ona zarar verecek gibiydi. Tam o an, Çağın’ın gözleri Güneş’in gözleriyle buluştu. Karanlığın içinde parlayan, gecenin derinliğini aydınlatan bir berraklık vardı bakışlarında. Birkaç saniye boyunca öylece kaldılar. Sonra Çağın yavaşça geriye bir adım attı. Ancak giderken Alp’e dönerek sadece bir cümle kurdu: “Benden haber bekleyin.”

Sonra Güneş’e son kez baktı ve Alp’ e sert bir şekilde ekledi: “Onu eve bırak.” Ardına dahi bakmadı, arabasına atlayıp hızla gecenin karanlığında kayboldu.

Çağın, geceyi kaplayan sislerin içerisinde son sürat Erdem’ in evine gidiyordu. Aklında köklenmiş, soru kalıpları dizildi. Eline geçen delilleri ondan ne yapıp edip almalıydı. Aksi halde kendi canı tehlikeye girecekti. Delilleri, ailesi ile paylaşmamasını umdu. Erdem sadakatli bir piyondu, özellikle babası Ejder’ in sağ koluydu. Yıllarca onun için çalışıyor ayrıca kullanılıyordu. Zihni çoktan ele geçirilmiş bir kukladan başka ne beklenebilirdi?

Varmak istediği yere yaklaştığında, sokağın sessizliğini Çağının kullandığı arabanın sesi bozdu. Sokak kedileri arabanın farlarından rahatsız olunca, sağa sola doğru kendilerine güvenli alan aramak için koşmaya başladılar. Ağır şekilde arabayı sürmeye devam ederken, sokağı kontrol etti. Anlaşılan varmak istediği yere gelmişti. Erdem’ in bulunduğu apatmana doğru göz gezdirdi. Ardından rehberinden onun ismini bulup çevirdi.

‘’Çağın bey’’

‘’Evde misin?’’

‘’Evet, size ulaştığım iyi oldu. Acil görüşmemiz gerek. Anka Hanım üyeleri ile birlikte konker oynadığını söyledi. O yüzden ona iletemedim’’

‘’Kapıyı aç içeriye geliyorum’’

Erdem kapıyı sessizce açtığında içeriye buyur etti. Evin salonun işaret etti. Çağın emin adımlarla girdiği yeri iyice gözlemledi. Mutfağa göz attığında tezgahın üzerinde bıçak setlerinin olduğunu görmek onu bir nebze sevindirdi. Çünkü aleyhine bir durum ile karşılaşırsa onları Erdem için kullanacaktı. Gözü dönmüştü fakat kontrol altında kalmalıydı.

‘’Neymiş o acil olan?’’

‘’İşte bunlar’’

Erdem elinde ki dosyaları gösterdi. Akayların aleyhine ait belgeler ondaydı.

‘’Bunların sende işi ne?’’

‘’Birileri sizinle uğraşıyor. Bakın burada size ait yazılar var. Sanki ailenizin sırlarını ortaya atan yazılı metinler’’

‘’Bunlara nasıl ulaştın?’’

‘’Siz mi yazdınız Çağın Bey. Bu yazılar size mi ait?’’

‘’Soruma soru ile karşılık verme?’’

‘’Büroda, bunları klasöre yedeklediler. Benden bir şey çıkmaz merak etmeyin. Ben sizi ele vermem’’

Çağın bu cüretkâr konuşmayı kendine yediremedi. Ender’ in boğazına yapıştı. Sert hamle ile duvara salladı.

‘’Sen kimsin de benimle iş birliği yapabiliyorsun. Tabii ki beni ele vermezsin. Buna izin vermem’’

‘’Demek doğru. Gerçekten ailenizi harcamayı düşünüyorsunuz.’’

‘’Kapat çeneni’’

‘’Merak etmeyin. Sandığınız gibi bir şey asla yapmam. Ancak onları halt edebilirim’’
‘’Kimleri?’’

‘’Büroya girenleri gördüm. Güvenlik görevlisi haber vermişti. Biri gazetecilik bölümünden, ismi neydi? Güneş… Güneş METİNER.’’

‘’Nereden tanıyorsun onu?’’

‘’Büroya başvuru yaptı. Okul gazetesi için. Zaten o kıza hiç güvenmedim. O ortalığı karıştırabilir. Dilerseniz onu azmedebilirim.’’

Çağın’ ın öfkeden gözünden şimşekler belirdi. Kendi bile böyle bir şeye cüret edemezken, Erdem kim oluyordu? Kafasını hızla Erdem in kafasına geçirdi. Adam acı ile inlemeye başladı. Sağ kaşı yarılmış, kanlar içinde kalmıştı. Erdem sendeleyip dizlerinin üzerine düştü. Çağının ayaklarına kapandı.

‘’Lütfen bana zarar verme. Ben bir şey yapmadım’’

‘’Henüz yapmadın’’

Çağın aklındakini henüz söylemişti. Mutfağa doğru koşar adımlarla ilerledi. Tezgâhın üzerinde duran bıçaklardan birini alıp, geri geldi. Adamı başından tutup yukarıya kaldırdı ve ardından duvara sabitledi. Elindeki bıçak, şimdi adamın boğazındaydı. Erdem korku dolu gözleriyle Çağın’ı izliyordu. Korku ile titreyen dizlerine hâkim olamadı.

‘’Ne istiyorsunuz?’’

‘’Yaşamak istiyor musun?’’

‘’Evet. İstiyorum’’

Bu cevap Çağın’ın hoşuna gitmişti. Bir kurban seçmesi gerekiyorsa bu Erdem’den başkası olmayacaktı.

‘’Suçlamaları üzerine alacaksın’’

‘’Hangi suçlamaları efendim’’

‘’Samet’in ve Gül’ ün cinayetini üzerine alacaksın. İtiraf mektubu hazırlayacaksın’’

‘’Neden bunu yapmamı istiyorsunuz?’’

Çağın bıçağı biraz daha adamın boğazına dayadı. En ufak hareketinde canından olabileceğini artık çok iyi biliyordu.

‘’Bu bir emirdir. Sen Akaylara sonsuz sadakat yemini etmedin mi?’’

‘’Evet, efendim sonuna kadar’’ dedi adam ancak bu canını düşünmekten başka bir çaresi olmadığı için verdiği bir cevaptı.

‘’Güzel. O zaman git ve itiraf mektubunu hazırla. Merak etme erken çıkman için babam elinden geleni yapacak. Fazla uzun kalmayacaksın.

Erdem’ in başka kurtuluş yolu yoktu. ‘’Efendim. Size son kez söylemek istediğim bir şey var’’

Çağın pür dikkat Erdem’ in söyleyeceği söze odaklandı.

‘’O kıza güvenmeyin. O size zarar verecek.’’

Çağın hiçbir şey demeden, adamın yazacaklarına odaklandı. Çağın bu söylediğini düşünmek için geç kalmıştı. Güven kelimesi onun için oldukça uzak bir terimdi. Zaten yıllar önce güven duygusunu unutmuştu.

                                                ***

Yeni sabaha uyandığında, Güneş’in içini garip bir ağırlık kapladı. Yatağından çıkmak istemedi. Zihni karmakarışıktı. İlk sınavlar yaklaşıyordu ama hayatındaki kaos içinde bunu bile unutmuştu. Fakat bu sabah sınavlardan daha önemli bir şey vardı. Çağın’dan hiçbir haber gelmemişti. Telefonunu eline alıp ekranına baktığında, ne bir arama ne de bir mesaj vardı. İçini belirsiz bir huzursuzluk sardı.

Yavaşça üzerindeki yorganı kaldırıp yatağından çıktı. İçini ferahlatmak için odasının penceresini ardına kadar açtı. Temiz hava yüzüne çarptığında, biraz olsun kendine geleceğini düşündü. Sonra tekrar telefonunu eline aldı ve Alp’i aradı.

Cevap yoktu.

Üst üste birkaç kez çevirdi ama hiçbir yanıt alamadı. Geri dönüş de olmadı. Aynı şey Çağın için de geçerliydi. Şimdi gerçekten tedirgin olmaya başlamıştı. İçinde garip bir his vardı Kesin kötü bir şeyler oluyordu. Ve bu, sandığından çok daha büyük bir şeyin başlangıcıydı.

Güneş ve Çisem okula vardıklarında karşılaştıkları manzara karşısında donakaldılar. Okulun önü tıklım tıklım doluydu. Öğrenciler, öğretmenler, polis ekipleri kalabalığın içine karışmıştı. Fısıltılar havada uçuşuyor, kimi şaşkınlıkla kimi korkuyla birbirine bir şeyler anlatıyordu.

Güneş’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Kapının önüne yanaşan iki polis aracı gözlerine takıldığında, panik tüm vücudunu sardı. “Ne oluyor burada?” diye mırıldandı, sesi titriyordu. Daha fazla bekleyemeyerek kalabalığın arasına ilerledi. O sırada yerde bir şeyler dikkatini çekti. Okul girişinin hemen önüne rastgele saçılmış ufak broşürler vardı. Eğilip bir tanesini aldı ve elleri titreyerek okumaya başladı.

“BEN KATİLİM.”

Kâğıdın üzerinde kocaman harflerle bu iki kelime yazıyordu. Güneş’in başından aşağı kaynar sular döküldü. İçindeki panik şimdi korkuya dönüşmüştü. Çağın başarabilmiş miydi? Diye düşünüyordu. Az sonra Çisem yanına gelip, Erdem’ in itiraf dolu yazısını uzattı. Gözleri mektupta donup kaldı. Kulakları uğuldamaya başladı. Çevresindeki sesler bulanıklaştı, insanlar hareket ediyordu ama sanki zaman yavaşlamıştı.

 

Bölüm : 22.02.2025 13:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...