49. Bölüm

Bölüm 14-Azap Gecesi-(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Saatler Önce…

Akaylar bugün kasvetli ve soğuk bir hava ile güne başlamışlardı. Anka Akay bir yandan makyajını yapıp son rötuşlarını tamamlarken bir yandan gelen maillerini kontrol ediyordu. Eşi Ejder Akay telefonda yüksek sesle karşısındakine uyarılarda bulunuyordu. Anka bu durumdan dolayı gerildi. Ejder Akay sert bir hamle ile kapıyı açıp odaya girdiğinde Anka'nın gözlerine dik dik baktı. Önemli bir sorun vardı bu oldukça belliydi.

‘’Ender'in avukatı ile görüştüm. O her şeyi kabul etmiş tüm suçu" dedi Ejder.

Anka koruduğu sakinliğini bozdu.

"Bu nasıl olabilir?"

Ejder Akay, Anka'ya doğru adım attı. Burun buruna geldiler.

"Bunda senin bir parmağın yoktur umarım" dedi.

"Nereden çıkardın bunu Ejder?"

"Ansızın gazetenin başına O kızı geçirmen tesadüf mü?"

Anka Akay gerildi.

"Neydi o kızın ismi?" Diye sordu hiddetle Ejder.

Anka tek kaşını kaldırıp cevap verdi.

"Güneş... Güneş Metiner"

"Onunla derhal görüşmelisi. Gazete hakkında. Eski kayıtlara ait ne varsa fark etmeden kaldırman gerek"

"Hiç merak etme, zaten akşam verdiğimiz davete gelecek. Böylelikle onu da kendi bünyemize kazandırmamız geç olmayacak. Ayin gecesi için onura hazır hale getirmeliyiz. Fakat öncelikle istediklerini yerine getirerek onu kendimize çekebiliriz"

Ejder tereddüt ederek sordu.

"Sen bu sıradan eziğin bize dert açamayacağından emin misin?"

"Emin değilim fakat kim olduğunu çözebildim. Uyum sağlayacağını görebiliyorum" dedi Anka Akay.

‘’Ben bu durumu araştıracağım. Enderin neden böyle yaptığını öğrenmeliyim. Samet’ in, Gül’ ün cinayetini üstlenmek ne demek? Bunda başka bir iş var.’’

‘’Canını sıkma. Hem böyle olması her türlü bizim yararımıza. Unutma, zaten bu olayların üzeri örtülmeliydi.’’

Ejder, Anka’nın söylediklerine pek kulak asmadı. Arkasına dönüp odadan uzaklaşırken, gerginliği her halinden belli oluyordu. Düzenin bozulması, onun için kabul edilir bir şey değildi. Hem ailesinin, hem de örgüte karşı sorumluluğu tüm hücrelerinde taşıyordu.

Güneş için hazırladıkları tuzak komplosunun tutmasını hedefleyen Anka, Güneşin dosyasını açtı. Ailesini ve geçmişini gördü. Okul kayıtları başarı belgeleri ve kendisine ait diğer tüm gerekli kaynakları. Ailesine bağlı biri olması onu daha da sevindirdi.

"Demek Ailen her şeyin önünde geliyor sevgili Güneş" diyerek kahkahasını odasının içerisine doğru yaydı.

Akşam için hazırladığı davette herhangi bir pürüz olmasını istemiyordu. Gelen herkes bu geceden nasibini alacaktı. Başak ve Ekrem Akay ile görüşmesi gerekiyordu. Çünkü onlar bu gece için hazırlanan kimyasallardan sorumluydular.

Dakikalar sonra Anka ve Başak buluşmuş, muhtemel plandan söz etmeye başlamışlardı. Odasından çıkan Bora aşağıya inmeden önce gelen seslere kulak kabarttı. Merdivenin köşesinde durup tırabzana tutunarak konuşulanları dinledi.

"Yeni bir bileşen, tadı anlaşılmıyor içildiği an normal bir çakır keyfi ya da sarhoşluk etkisi verecek" diye bilgi verdi Başak Akay.

‘’Güzel, günden güne gelişim gösteriyorsunuz. Takdire şayan. Peki, kontrol gücü, Ekrem bunun için klinik çalışmalara devam ediyor mu?’’

‘’Kimyasalların çoğu, beyni etkiliyor, zaten onu içen, düşünmeyi unutuyor. Hazır ola geçen asker misali, sonuçları tartışılamaz’’

Eşi Ekrem Akay ile uzun senelerdir kendilerini bilime adamış olan bu çift insana yarardan çok zarar veren kimyasallar elde ederek örgütlerinin çıkarlarına göre hareket etmişlerdi. Bora bunun farkında değildi. Bildiği tek şey Ailesinin iyi bir şeye hizmet etmediğiydi. Bora’ nın amacı ailesi ve örgüt için daha çok gelişmek ve günü geldiğinde, Akay ailesinin lideri olmak. Çünkü bu liderlik vasfı günü geldiğinde onu örgütün başına geçmek için büyük bir referans olacaktı. Hırsı için vazgeçmeyeceği bir durum olamazdı. Bir adım geri attı. Arkasında kardeşi Beyna' yı gördü. Beyna ona aldırış etmeden salona doğru indi. Konuşmaları oda duymuştu. Beyna evlerine gelen Anka'yı selamladı. Fakat konuyu tekrar Güneş’e getirdi.

"Pardon Sayın Anka. Bu nasıl olur? O eziğin böyle bir mertebede olmasını nasıl izin verirsiniz?"

Anka Akay istifini bozmadan devam etti.

"Bazen her şey senin düşündüğün gibi olmuyor. Buna karar veren bizleriz. Düşüncelerinizi sormuyoruz. Herkes üzerine düşen görevi yaparsa daha mutlu oluruz diye düşünüyorum. Ne dersin Beyna?"

‘’Bu büyük bir hata diyorum, Anka. O kız her şeyi eline ayağına bulaştıracak.’’

‘’Biz yıllardır gelen kurbanlar için ne yapıyoruz? Önce onları, hayalleri ile oyalıyoruz. Onlara istedikleri fırsatı sunuyoruz. Ardından, onların hem bedenlerini hem de ruhlarını ele geçiriyoruz. Ayrıca Güneş’, Çağın’a Ulu Kan tarafında sunulan bir proje. Onunla ilgilenmesi gereken Çağın sen değilsin’’

Beyna Anka' dan gözdağını almıştı. Susması ve karışmaması gerektiğini biliyordu. Kutsal tören gecesinin bir an önce gelmesi için can atanlardan biriydi. Çünkü o gece Güneş' i kurban edecek ilk kişi olmayı hayali ile donatmıştı kendini. Ama tabi içerisinde kendi emellerine yakın planlar da kurmuyor değildi. Yavaş yavaş onu hezimete uğratacaktı. Salondan ayrılıp, bahçe kısmına doğru ilerledi. Telefonu çıkarıp korumasını aradı.

"-Beyna hanım buyurun?

-En kısa sürede Güneş Metiner'i araştırmanı istiyorum. Onunla ilgili ne var ne yok hepsini tek tek anladın mı? ? Fazla zamanın yok yarına kadar bana o kaltakla alakalı önemli bilgiler edin" deyip suratına kapattı.

Beyanın, Güneşe karşı bu kadar takıntılı olmasının sebebi kuzeni Çağının, Güneş’e karşı olan tavrıydı. Ona bir kurban olarak göremediğini anlamıştı. Çağın’ ı ilk kez bu kadar savunmasız yakalamıştı. Çağın’a küçüklüğünden beri takıntılıydı hatta. Bu takıntı ona Çağından miras kalmıştı.

Beyna, hayatı boyunca birçok duygu tanıdı ama hiçbiri Çağın’a hissettikleri kadar derin ve karmaşık olmadı. Onun varlığı, zihnine kazınmış bir isim gibi, silinmesi imkânsız bir mühürdü. Çağın, Beyna’nın çocukluğunda ona en çok yaklaşan, ona bir şeyler öğreten, onu şekillendiren kişiydi. O zamanlar bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Oyun muydu? Sevgiyi mi paylaşıyorlardı? Beyna ’nın küçük dünyasında, Çağın’ın ona gösterdiği her şey sevgiydi. Sevgi böyle bir şey olmalıydı. Çünkü Çağın Beyna’ ya karşı sürekli ilgi gösterir ve şefkatle severdi. Hatta bir keresinde Beyna, Tedavi gördüğü klinikten çıktıktan sonra uzun bir süre yalnız kalmıştı. Üzerinde uygulanan deneyler onun sağlıklı düşünmesini engelliyordu. Akay çocuklarının zamanlarının çoğu ya kliniklerde tedavi ile gerçekleşiyor, ya da yaşlarından büyük şiddet faktörleri ile karşı karşıya geliyorlardı. Tıbbi cihazlar, aşılar, kullandıkları ilaçlar onları hep kendilerinden farklı biri olmaya itiyordu. Tam da Ulu Kan örgütün istediği gibi, kontrolsüz yeni güçler, daha erken yaşta eğitiliyordu. Küçük yaşlarına rağmen büyük disiplin ile eğitim görüyor, en ufak hatalarında ağır cezalara mahkûm ediliyorlardı.

Zaman geçti. Beyna büyüdü. Ama Çağın’ın dokunuşu, kelimeleri, onun zihninde hep aynı yerde kaldı. Sevgiyi böyle öğrenmişti, teslimiyetle. Birine ait olmanın, onun gözlerinde var olmanın, onun isteklerine boyun eğmenin sevginin özü olduğuna inanmıştı. Eğer bir gün Çağın onu tamamen reddederse, ne yapardı? O zaman yok olurdu. Çünkü kendini hep onun gözlerinde tanımıştı.

Başka insanları hayatına aldı, kimi kendi istediği için, kimi örgütün verdiği görev icabıydı. Ama hiçbiri, Çağın gibi değildi. Hiçbirinin ona “ait” hissettirecek kadar güçlü bir varlığı yoktu. Çağın, yıllar içinde bazen uzaklaştı, bazen yaklaştı ama Beyna ‘nın zihninde hep oradaydı. Onun gözleri, sesi, adımları… Ne kadar uzağa giderse gitsin, onun hayatında hep bir boşluk bıraktı. Beyna, kimseye o boşluğu doldurma hakkını vermedi. Kimse, Çağın kadar büyük değildi. Kimse, onun gibi içini titretmiyordu.

Çağın’ı ilk kez bir başkasıyla gördü. Bunu ilk kez yaşadığı bir acı sanmıştı ama aslında yıllardır içinde büyüyen bir şeydi bu. Kıskançlık değil, kayıp hissiydi. Çağın başkasına döndüğünde, Beyna kendini göremez olmuştu. Yüzüne dokundu, aynaya baktı. Kendini silik hissetti. Çünkü kendini bildi bileli, Çağın’ın gözlerinde var olmuştu. Onun sevgisiyle varlık kazanmıştı. Eğer artık orada değilse, Beyna kimdi?

Beyna için sevgi ve bağımlılık arasındaki çizgi çoktan kaybolmuştu. Çağın’ı severken özgür hissetmiyordu. Sevdiği için değil, onsuz olmayı bilmediği için onu seviyordu. Onun varlığı, kendi varoluşuyla iç içe geçmişti. Herkes ona, zamanla geçeceğini söyledi ama Beyna biliyordu: Bazı şeyler zamanla geçmez, zamanla büyürdü. Ve Beyna ‘nın içindeki şey, geçmek yerine büyüyen bir takıntıydı.

 

Şimdi de Güneş’i tehlike olarak görüyordu. Çağın onunla haddinden fazla ilgileniyordu. Zira Güneş, onlara davet edildiği akşam, alkolüne kimyasal ilacı koyanda bizzat Beyna olmuştu. İşini o gece evlerine davet edildiğinde bitirmekti. Fakat Çağın buna engel olmuştu. Çünkü o akşam Güneş sıradan bir davete katılmıştı. Akay ailesi, Ulu Kan tarafından hedefe getirilen bu kurbanı yakından tanımak istiyordu. Beyna, Çağının, Güneş'e karşı ilgisi olduğunun farkındaydı. Bunu çocukluğundan bu yana tecrübe etmişti. Onu iyi tanımıştı. Hazmedemiyordu. Çünkü oda Çağına karşı yıllardır içinde bastırdığı yasak duyguya engel olamıyordu. Çağın için her şeyi göze alabilecek kudretli sahipti. Ona saplantılı bir âşıktı.

 

Gümüş Kuyuda, fırtına öncesi sessizliğin hâkimiyeti devam ederken, aynı sessizlik Çisemde de hüküm ediyordu. Dün gece yaşadıklarından sonra sabahın ayması hala onun için bir şey ifade etmiyordu. Boşluğun tam ortasında nokta kadar küçük ve değersiz hissediyordu.

Tüm seslere sağır, bütün renklere kördü bu sabah.

Dün gece ilk kez tarihte kırılma anı yaşandı. Yakın arkadaşı Güneş, onun son haline tanıklık etmişti. Bu en son isteyeceği şey olabilirdi. Çisem, karakteri gereği, dışa dönük, eğlenceli ve neşeli halleri ile bilinen biriydi. Ailesinin eksikliğini, kendi karakterinde tersine çevirmiş, yetim bir kıza bürünmek yerine kendini geliştirip, mutlu olmanın yollarını arayarak bu eksikliği doldurmuştu. Çocukluğundan beridir ailesinden fazla sevgi gördüğü söylenemezdi. Zira babası yoğun çalışan bir iş adamıydı. Akaylar ile birlikte ortak projeler yürüten, işkolik biriydi. Akayların kar ortağıydı. Zeki bir insandı.

Bir gün ansızın trafik kazasında ölmüş ve Eşi’ de belirli bir süre sonra sırra kadem basmıştı. Çisem babasının ölümünden sonra Annesi de onu terk ettiğini biliyordu. Ergenlik çağına kadar Babaannesi ile birlikte yaşamış ve sonra babasının geri kalan haklarına sahip çıkmak için Gümüş Kuyuya geri dönüp, babasının vasiliğini sürdürmeye devam ettirmişti. Ejder Akay, Çiseme sahip çıkmış, hiç bir ücret talep etmeden üniversitesinde okuması için yardım etmiş ve ona en güzel parselde ev sahibi olmasını sağlamıştır. Çisem' de Akaylara karşı minnet edip ve onların gizli, görünmeyen sessiz kızları olmuştur. Bu gizlilik, Akaylar’ ın kötü sırlarına da sessiz kalmasını da kapsıyordu.

Ancak artık durumlar değişmişti. Bunların hepsi yıllar önceydi. Şimdi ise Akaylar için Çisem, silik, sessiz, sıradan insandan farkı yoktu. Zaten Akay ailesi Çiseme güven de vermiyordu. Levent Akay yıllarca Çiseme takıntılı bir sapığın tekiydi. Akaylarda mahremiyet zaten yoktu. Levent, Çisemi eline bir kukla gibi kullanmıştı. Aslında Levent Akay eşi ile mantık üzerine iş evliliği yapmasından kaynaklı Çisem onu heyecana sürüklüyordu. Levent Akay gençliğinde yaşayamadığı ne varsa Çisem ile dolduruyordu. Çisem ise yıllarca Akaylar tarafından köşeye atılan ve unutulan olmaktan çıkıp tabiri caizse dişlerini Levent Akay' a bilemiş ve bu aileden öcünü almaya ant içmişti. Levent Akay' ı kullanıp tüm zaaf noktalarını öğrenmek ve ipleri eline almak istiyordu.

Günü geldiğinde tüm bildiklerini koz olarak kullanacaktı. Fakat şu an yolun başındaydı. Dün gece Levent Akay tarafından sadistçe kullanılmıştı. En son hatırladığı taciz ile birlikte devam eden ilişki esnasında Çisemi' in üzerinde mum söndürmüş, zavallı kız eriyen mumların bedenine akıtılmasını canı acıya acıya gözyaşları içerisinde izlemişti bu sapkın adamı. Ona hayır demek, onu istememek imkânsızdı. Bunu bir kez denediğinde neredeyse canından oluyordu. Kurtarıcı bir ele bir mucize gelmeyeceğini bildiği için yavaş yavaş içlerine girip, kötü emellerini bir gün gün yüzüne çıkarmayı hedef haline getirmişti.

Ruhu bedenine ağır geliyordu. Yataktan ağır ağır kendini kaldırmaya çalıştı. Zorda olsa başardı. Sırtında ki yanık izleri canını acıtıyordu. Dayanması zordu. Odasının içerisinden çıkmak istedi. Güçlükle odadan çıktı. Güneşi kontrol etti. Fakat evde kimsenin olmadığını anladı. Duşa girip dün gecenin kirli izlerinin bedeninden söküp atmak istedi. Çırılçıplak banyonun içerisindeydi. Aynada vücudunu izledi. Levent'in üzerinde söndürdüğü mumların yanık izlerini gördü. Gözyaşları hıçkırıkla akmaya başladı.

Açtığı suyun sesi bile hıçkırıklarını bastırmaya yetmedi. Derisini yüzercesine vücudunu ovaladı. Öfkelenmişti. En çokta kendine. Önce ilk tokadı kendisine attı, daha sonradan duşa kabini yumruklayıp, ağlamaya devam etti. Kimsesiz kalmış, ıslak bir kedi yavrusu gibi cenin pozisyonuna geldi. Akan suyun bedenini yıkmasına müsaade etti. Gözyaşları sessizce akmaya devam etti.

Gümüş Kuyu şehrinin ışıkları aydınlanmış, geceye kendini teslim etmişti. Akay sakinleri gelen davetlileri karışılıyorlardı. Geceye gelen herkes, yüksek mertebeye sahip şöhret sahibi zengin insanlardı. Gümüş Kuyunun orta sınıf halkı tabii ki bu davete icabet edemezdi. Çünkü bu davet Ulu Kan örgütünün ender kişiliklerine aitti.

Bu davete icabet edecek tek sıradan insan Güneş Metiner' den başkası değildi. Neticede O, taze bir avdı. Doğru terimle; Akayların yeni kurbanıydı. Ulu Kan örgütünün son üyesi olacağı planlanan Güneş için ise bir dönüm noktası olacaktı. Sedef Akay ve eşi Levent Akay ülkenin itibarlı insanları ile ticaret anlaşmaları yaparken, Ejder Akay elinde tuttuğu içkiyi yudumlarken, güvenlik odasında gelenleri tek tek takip ediyordu. Diğer elinde ki takip cihazı ile Çağının nerede olduğunu kontrol ediyordu. Az sonra cihazdan bağlantı koptu. Sinyal çekmemeye başladı. İçeriye Anka girince öfkeyle Anka'ya baktı. Anka elinde ki takip cihazını görünce bir sorun olduğunu anladı.

''Bağlantıyı kesti'' dedi öfkesinden önce çıkan son sakin ses tonuydu Ejder'in. Anka şaşkınlıkla ona bakmaya devam etti. ''Bu nasıl olur, emin misin?’’

‘’Yıllar önce evi yakmak isteyen, isyan eden kişiden mi bahsediyorsun? Artık çizgiyi aştı bu işi eline ayağına bulaştıracak. Tıpkı öncekinde ki gibi. İyi bir cezayı hak etti''

''Sakın Ejder. Örgüt, Çağına bağlı. Şu an elimizde ki en güçlü koz Çağın. Örgüt onu yeni varis ilan etti, henüz resmi olmasa da sözlü olarak bunu vurguladılar.’’

‘’Ona güvenmiyorum Anka. Oldum olası güvenmedim zaten’’

‘’Sakin olmalısın. Şimdi ben onunla iletişime geçerim.'' deyip odadan ayrıldı. Anka endişe ile gelen gerilimi bedeninde hissetti. Az ileride Alp' in telefon konuşmasına şahit oldu ve yanına doğru ilerledi.

‘'Alp, bir sorun mu var?''

‘’O, gelmiyor.’’

‘’Kim gelmiyor, anlamadım?’’

‘’Güneş, davete katılmak istemediğini belirtti.’’

Alp, bu kez kendini savunmasız hissetti. Ailesinin yarattığı cehennemden kurtulmanın arzu ile tekrar hayata dönmeyi başarmak üzereydi. Ancak Güneş ondan uzaklaşmıştı.

Alp, planın bozulmasına karşın şaşkındı. Saniyeler boyunca put gibi kas katı olduğu yerde dikiliyordu. Güneş' te onu terk etmiş. Planın parçası olmaktan vazgeçmişti. Şimdi yapayalnız kalmıştı. Sinirden eli ayağına dolanan Alp, elinde ki kadehi tek çırpıda tuzla buz etti. Kanı bardağın parçaları ile bulandı. Keskin parçayı alıp boğazına getirdi. Anka şaşkınlıkla üzerine çullandı. Elinden cam parçasını almak istedi. Alp çileden çıkmışçasına bağırmaya başladı. Tüm gözler artık Alp' in üzerindeydi.

''Ver bana şunu. Alp kendine kel''

Hastalığı üzerinde nükseden Alp, kahkahalar eşliğinde ağlamaya başladı. Kahkahalar, gözyaşına karıştıkça, haykırmaya devam etti. Bir bipolar hastasının en korkunç nöbetini geçiriyordu. Sinir sistemi Güneş' in onu yalnız bırakması ile tamamen bozulmuştu. Hiçlik hissi, ruhunu kasıp kavuruyordu. Yalnız olmaktan çok ailesine sitem ediyordu. Eline geçirdiği cam parçasını Anka’ya doğrulttu.

''Yaklaşma, uzak dur''

Atak geçiriyordu, bu çok barizdi. Etrafında ki her şeye saldırmaya başladı. Geçirdiği öfke nöbeti onu hırçın bir canavara dönüştürdü. ''Beni reddetti'' diye haykırdı.

Sedef Akay koşarak yanına geldi. Geçirdiği atağı gidermeye, Alp' i durdurmaya çalışsa da başarılı olamadı. Annesini sert bir darbeyle ittirip Anka’nın üzerine düşmesini sağladı. Alp bu gecenin, gelen davetliler ve örgüt üyelerinin en çarpıcı, gelecek törende kullanabilecekleri güçlü silah olarak listenin başında olmasını sağlamıştı. Çünkü öfkesi kontrolsüz güce dönüşüyordu. Bu örgüt için kaçınılmaz bir kaba kuvvetti. Yaşanandan haz alması cabasıydı. Levent Akay öfkeyle koşarak yanlarına geldi. Alp' in yüzüne yumruğu salladı. Alp aldığı darbe ile yere yıkılmadı. Güçlüydü. Babasına karşı direndi. Alp Karşılık vermek istedi. Başarılı olamadı. Levent Akay, tek elini Alp' in gırtlağına kenetlemiş diğer eli ile de ikinci ve az öncekinden daha sert bir darbe ile yumruğu suratına indirdi.

Çuval gibi yere yuvarlanan alp kanlar içeresinde kalmıştı. Alp' in aldığı darbe atağının geçmesine bir nebze neden olsa da ağlamaya devam ediyordu. Şiddet bu aciz hastanın alabileceği en son şeydi. Hıçkırıkları ile karışık konuşmaya devam etti. İçine dert olan o cümleyi defalarca söyledi.

''Artık tamamen yalnızım. Sizin elinizde kuklayım.''

Sedef Akay yanına eğildi. Elini oğlunun başının altına koyup sessizce sordu. ‘’Alp, böyle söyleme. Sen ailen için önemli bir kişiliksin. Sen Ulu Kan’ın soyusun. Güçlüsün. Dünya senin ayaklarının altında. Kendini hor görmekten vazgeç’’

‘’Sizden nefret ediyorum. Akaylar’ da Ulu Kan’ da cehennemin dibine batsın’’

Alp, Babası tarafından hırpalandıkça, içinde tuttuğu gerçek için cesaret bulmuş ve bunları söylemişti. Zaman onun için geriye sarmaya başlamıştı. İleride bunları söylediği için pişman olacaktı.

 

Yarı baygın halde duşa kabinde kalan Çisem, Taha’nın banyoya girmesi ile ayıldı. Hayretler içerisinde kalan Taha, Çisemi olduğu yerden kaldırdı.

''Titriyorsun. Ne oldu sana?'' dedikten sonra Çisemin vücudunda ki yanık izlerine şahit oldu. Şaşkınlığın üzerine şimdi öfkesi hâkim geldi.

''Bunu sana kim yaptı?'' Sorduğu soruya cevap almadı. Çisem hiç bir şey demeden bornozunu üzerine geçirdi. Taha konuşması için çabalasa da onun tek söylediği ''Beni rahat bırak'' oldu. Odasına geçtiğinde kendini yatağın üzerine bıraktı. Ruhu kilometrelerce yüksekten yere çakılıyor gibiydi. Taha konuşmak için tekrar odaya geldiğinde, sırtını ona döndü. Görüş alanında Taha ile göz göze gelmek istemedi. Gözyaşına şahit olmasını istemiyordu. Yatağın ucuna gelen Taha sessizce bekledi. Çiseme acı dolu ifade ile bakıyordu. ''Sen söylemezsen bunu yapanı ben bulurum. Yaparım bunu biliyorsun'' dedi. Tehditkâr bir ifade ile. Çisem tek kelime dahi etmedi.

Çisemin sessizliği Taha' yı daha çok sinirlendirdi. ''Cevap vermeyecek misin?'' Sessizlik devam etti. Taha hiç bir şey demeden Çisemin yanına kıvrıldı. Ona acıyordu. Oda çok iyi biliyordu ki Çisemin ondan sakladığı birçok sırrı vardı. Tıpkı Taha’nın ondan sakladığı sırlar gibi. Anlatması için doğru zamanı bekledi. Şimdilik susacaktı. Ama bir daha ki seferde bu suskunluk Taha için öfke patlamasına neden olacaktı. Çisemin sessizce akıttığı gözyaşlarına karşılık sadece elini omuzlarına koyarak, güvende olduğunu hissettirmeye çalıştı. Şu an Çisemin konuşmaya değil, sıcak bir ele ihtiyacı vardı.

                                                          ***

Zaman daralıyor, korku ile koştukça ayaklarına kara sular iniyordu. Atılan konuma kadar geldi. Nefes nefeseydi. Konum evin karşısında olduğunu gösteriyordu. Telefonu çıkarıp, Faruk’u aradı. Çağrı cevapsıza düştü. Adamın başına bir şeyler geldiğinden emindi. Evin olduğu yere doğru baktı. Kapı açıktı. Ayakları geri geri gidiyordu, dehşet bir tabloyu görmemeyi diledi. Güneş soğukkanlılığını korumaya çalışsa' da atan nabzı tam tersini söylüyordu. Evin içerisine yavaş yavaş girdi. Ancak kimse yoktu. Diğer odalara baktı hızla. Salonda büyük bir harbede yaşandığının farkındaydı. Az önce burada bir olay yaşanmıştı bu kesindi. Ancak cinayete dair işlenen bir şey göremedi.

Hava kararmaya başladığından dolayı görüş alanı karardı. Kalp atışları hızlı hızlı attığından nefes almakta güçlük çekiyordu. Arkasında ki odadan gelen sese kulak verdi. Ufak bir ayakkabı sesiydi. Adımlarını küçük odaya doğru yöneldiğinde, siyah cübbeli biri üzerine çullanıp, onu hareketsiz bıraktı. Ani hareketle yere yuvarlanan Güneş, bu kamufle ile bürünen kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Güneşin görüş alanından kaçmaya yeltendi. Güneş yattığı yerden eliyle ayağına yapıştı. Şu an tek istediği maskesini indirmek ve onu halt etmekti. Ancak Cübbeliden sert bir tekme yedi. Acı ile yattığı yerde kıvrandı. Cübbeli Güneşin elinden kurtulup evden kaçtı. ''Hey orada kal. Hey!'' arkasından seslenen Güneş onu yakalamak için peşinden koştu. Ancak cübbeli dış kapıyı Güneş' in üzerine kilitleyip evden kaçmayı başarmıştı.

Güneş, kapıyı yumruklamaya başladı. ''Kapıyı aç, Piç kurusu.'' Arkasından bağırsa da artık çok geçti. Tekrar küçük odaya geldiğinde giysi dolabının kapağı aralandı. Cesedin orayı sakladığını düşündü. Fakat Ceset orada değildi. ''Allah kahretsin'' dedi öfke ile. Telefonu tekrar çaldı.

Bilinmeyen bir numarayı gördü ekranında. Telefonu açtı fakat ses vermedi.

''Güneş'' metalik, boğuk bir ses ile karşılaştı.

‘’Seni küçük böcek, oldukça hızlısın ancak pratik değilsin’’

''Kimsin, ne istiyorsun?''

''Katili mi arıyorsun?''

Güneş bunu yapanın bu olaydan haberdar olduğunu fark etti. Belki de katil telefondakinin ta kendisiydi.

''Evet, şerefsiz pislik katili arıyorum. Yani seni. Bulduğumda da seni buna pişman edeceğim'' dedi. Karşı tarafta ki ses kahkahası gürültülü geldi.

''Hayır. Yanılıyorsun, katilin kim olduğunu merak ediyorsan önce aynaya bakmalısın''

Karşıda ki sesin kahkahaları kulağı yırtar derecedeydi. Elinde ki telefonu yere fırlatan Güneş, sinirlerini kontrol edemedi. Haykırarak bağırdı. Evin sessizliği bu yakarışla evin tüm odalarını inletti. Yine başaramamıştı. Bu kez çok yakın olduğunu biliyordu. Yine gafil avlandı. Ancak esas av onun için Akaylar tarafından çoktan başlamıştı. Güneş artık Akayların hedefi haline gelmişti.

                                                                 ***

Kural tanımaz kuralsız, tüm dengeyi kaybetmeye göze almış, karşısına çıkan kaçış yoluna tutunmayı amaç edinmişti. Yıllarca çektiği eziyet belki bu sayede biteceğini düşündü Çağın Akay. O, Akay mensuplarının en gözdesi, en sessizi ve son silahıydı. Onu ailede bu şekilde tanımlayan karanlık bir yanı vardı. Küçüklüğünden bu yana şiddet ile harmanlanan cesaret tohumlarının içerisine yerleştirilmesine katkı sağlayan biricik babası Ejder Akay, oğlunu ileride gizli bir silah olarak insanlığa kullanmak için hazırlıyordu. Bir keresinde Çağın henüz ergenlik çağındayken, Ejder oğlunu ilk ayin gecesi için hazırlamış ve sıradan bir insanın canını almasını emrederek onu yetiştirmeye karar vermişti.

Küçük çocuğun Elleri karanlığın içerisinde defalarca kana bulanmıştı. Çağın bu korku dolu cinayeti işlerken mecburi soğukkanlılığını koruyarak babasının gözdesi olmayı başarıyordu. Çağının korkusu arkasında kule gibi dikiliyordu. O korku kulesi Ejder Akay'dan başkası değildi. Kurbanı ölmeden önce Çağının gözlerinin içerisine derin, derin bakıyordu. Ondan canını bağışlamasını dileyen gözleri yaşlı ve huzursuzdu. Çağın Akay İşlediği cinayet sonrasında kurbanın açık giden gözlerini izledi. O bakışları uzun bir süre unutmak mümkün değildi.

Dehşet veren görevini tamamladıktan sonra eve döndüğünde haftalardır odasından dışarı çıkmadı. Sürekli istifra etti ağladı. Tekrar istifra etti, yine ağladı. Ağladıkça hissizleşiyor ve duygularından arınıyordu. Gözlerini intikam bürüyordu. Ancak masumlara karşı değil Ailesine ve Ulu Kan Örgütüne karşı oluyordu içinde büyüttüğü intikam. Gününü kolluyor ve zamanı geldiğinde onlara bu yaptıklarının bedelini ödetmek için tüm savaş silahlarını kullanacağını düşünüyordu. O gün gelene kadar kan akmaya ve kan akıtmaya devam etti. Her kurbanı için Ailesine bir adım daha kinlendi. İçerisinde ki intikam ateşi, onun ellerinde kanlı lekeler bırakmaya devam etmişti.

Çağın, Yol boyunca Güneşi takip ederken tüm bu yaşadıkları aklına geldi. Özellikle Güneş ile tanıştığından beridir bu yaşadıkları onun zihninde daha fazla misafirlik ediyordu. Hafızası karanlık geçmişine kayıyor, kurtulması uzun sürüyordu. Güneş'i kaçış yolu olarak görmüştü. İlk kez Güneş, ona isyan edip ayaklanması gerektiğinin umudunu serpmişti yüreğine. O gelene kadar hazırlanmıştı. Ya da kader ağlarını örmeye çoktan başlamış olabilirdi.

Yine de içinde ki korku ve şüpheye alıkoyamıyordu. Sokağa girdiğinde, cebinde ki takip cihazını kontrol etti. Sinyali kesmişti ve takip edilmek istemiyordu. Babası tarafından fark edildiğinde bunun bedelini ağır ödeyecekti. Ama şu an onun için önemli olan Güneşten başkası değildi.

Her ne olursa olsun bedel ödemeye hazırdı. Ok yaydan çıkalı çok olmuştu.

Issız sokakta ilerlerken, ağzına kadar dolu olan çöp konteynırı gördü. İçerisinde bir şeyler kıpırdanıyordu. Konteynırın yanına geldiğinde, Faruk' un yaralı olduğunu, müdahale edilmezse ölebileceğini anladı. Onu, oradan çıkarmak için elini uzattı. Faruk' u çıkarmadan konteynır da siyah cübbeyi gördü. Biri oradaydı ve ardında kanıt bırakmamak için cinayet kıyafetini yani cübbesini sözde öldürdüğü sandığı adamın üzerine atıp kaçmıştı. Birkaç hamle sonra yaralı adamı konteynır dan çıkardı. Adam beş yerinden bıçak darbesi yemişti.

Ancak derinden değildi. Bu büyük ihtimalle mesaj verilen bir darbeydi. Bu mesaj büyük ihtimal Güneş için verilmişti. Fakat mesajı veren kimdi? Bunu biran önce bulmalıydı. Faruk'un ölmemesi onun için büyük bir şanstı. Faruk, Çağın'ı görünce bağırmaya başladı.

''Katil, çek ellerini üzerimden. İmdat yardım edecek kimse yok mu?''

Çağın eli ile adamın ağzını nefesle almayacak kadar kapattı. Yanlış anlaşılmaya meyil vermek istemiyordu. Her ne kadar bu yaşına kadar istemediği sayısız cinayetler işlemiş olsa da bu kez onun bir suçu yoktu. Faruk, kanlı ağzından çıkan tükürüğü Çağının yüzüne savurdu.

''Hepiniz öleceksiniz. Hepinizi bir kibrit ile ateşe vereceğim soktuğumun şerefsiz soyları. Kızımı öldürdünüz ama ben önce senin anneni ve kız kardeşini becereceğim sonrada onları canlı canlı yakıp katledeceğim. O günün gelmesi için sabırsızlanıyorum'' dedi hiddetle.

Çağın duydukları karşısında soğukkanlılığını koruyamadı. Kendine karşı her türlü hakareti göğüsleyebilirdi ancak annesi ve kardeşi Talya 'nın bu olaya karıştırılması onu son derece korkunç kişiliğe büründürdü. Faruk'un önceden darbe alan yüzünü bu kez Çağın kin ile yumruklamaya başladı. Faruk yediği her yumrukta acı ile kahkaha atıyordu. Gelen her darbe öldürücü kahkahalarına sebep oluyordu. Bu Çağını oldukça sinirlendiriyor, her bir yumruğu bir öncekinden sert oluyordu. Eğer durmazsa bu kez gerçek bir katil olabilecek pozisyondaydı. Gözlerini öldürmek ile bürümüş olan çağın, sokağın berisinden gelen sesle irkildi. Kulağının içinde çınlama yayıldı. Ses Güneş' e aitti.

Çağın kanlanan ellerini havaya kaldırdı. Öfke nöbetine giren kuralsız genç, Güneşin sesi ile yaşadığı nöbetin farkına vardı. Ellerini havaya kaldırıp suçsuzluğunu ifade etmeye çalıştı. Güneş bir Çağına birde yerde sere serpe yatan Faruk'a baktı. Çöp konteynırında' ki maske ve siyah cübbeyi gördü. Resmen beyninde şimşekler çakıyordu. İnanmak istemedi, gördüklerine inanamadı.

''Hayır olamaz! Ben bunu nasıl tahmin edemedim.'' Dedi Güneş. Hayal kırıklığına uğramıştı.

Bu kez Çağın, Güneş tarafından yanlış anlaşılmanın kurbanı oluyordu. Gözleriyle gerçeği yansıtmak istedi, daha önce ki kurbanların ona baktığı gibi Güneş' in gözlerinin içine bakıyordu. Öfkesinden nefes nefese kalmıştı. ''Ben yapmadım" demekle yetindi.

Güneş bu dediğine inanmadı. Gördükleri ona daha çok inandırıcı geliyordu. Arkadan gelen siren sesleri, bu karmaşık düzeni bozmaya neden oldu. Polis araçları hızlıca yanlarına doğru yanaştı. Telsizden yüksek sesle gelen emre doğru baktılar.

''Kıpırdamayın olduğunuz yerde kalın"

 

                                                           ***

Saatlerdir müşahede altında tutulan Alp, yeni yeni kendine geliyordu. Hızlıca hafızasını yokladı. Yaşadıkları aklına gelince, vücudu titremeye başladı. Bir şeyleri itiraf etmiş olabileceğini düşündü. Ya istemeden ağzından kaçırdığı olduysa diye düşünüp durdu. Odasında yapayalnız olduğunu görünce yattığı yerden yavaşça doğruldu. Soğuk terler döküyordu. Koluna bağlı serumu çıkarmak istedi. Başaramadı. Serumun bitmesine daha vardı. Telefonunu aradı, etrafına bakındı. Telefonu görünür bir yerde değildi. Davet gecesine dair hiç bir şey hatırlamıyordu. Geçirdiği atağı düşündü. Güneş yapılan davete gelmemişti. Resmen yalnız kaldığını hatırladı. Reddedilmişti. Planladığı oyunu devam ettirmek istemediğini söylediğini hatırladı. Bu Alp'i tekrardan nabzının hızlı atmasına neden oldu. Ne olmuştu da fikrini değiştirdi diye düşünüyordu. Başını iki elinin arasına alıp bu kötü dolu ânı unutmak istedi. Az sonra odasının kapısı çalındı. Talya içeriye girdiğinde derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Talya elinde bir kitap ile yanına geldi.

''Doktor yaşayacak dedi'' diye espri yaptı. Alp bu katıksız espriye soğuk bir gülüş sergiledi.

''Yaşadığımın farkındayım. Fakat doktor ne için yaşayacağımı da söyledi mi?'' diyerek Talya' ya atıfta bulundu. Talya, Alp' e derinden baktı. Olduğu duruma üzülüyordu. Elinde ki kitabı Alp' e uzattı. ''İşte bu yüzden, amacını belirlemen için bunu okumanı istiyorum.'' Alp kendisine uzatılan romana baktı. Tolstoy' un İnsan ne ile yaşar'? Adlı romanını inceledi. Derininden bir iç çekti ve teşekkür etti. Talya bu ziyareti uzun tutmak istemedi. Yalnız kalmasının daha iyi olacağını düşündü. Odadan ayrılmak için hazırlanırken, Alp kolundan tuttu.

''Talya yardımın gerek'' dedi sessizce. Talya şüphe ile Alp' i izledi.

''Neler oluyor Alp?'' Dedi. Sesinden tedirgin olduğu besbelliydi.

''Ben yanlış bir şey yaptım. Bu bir başkaldırış olabilir’'

''Ne... Nasıl yani? Ne isyanı anlamıyorum?''

''Her şeyi anlatacağım, sakin ol''

''Alp korkutuyorsun beni'' diyerek yatağının kenarına oturdu.

''En son yaşanılan Ayin gecesini hatırlıyor musun?''

Talya' dan ses çıkmadı. Elleri titremeye başladı.

''Cevap ver bana Talya sessiz kalma." Elinde ki romanı gösterdi. Bunu okumaya gerek yok. Çünkü ben nasıl yaşayacağımı ve hayattan ne istediğimi biliyorum. Ben zaten çoktan aydınlanma yaşadım. Artık bu vahşete katlanmak istemiyorum."

''Yani ailemize karşı savaş mı ilan edelim. Planın bu mu?'' dedi Talya. Sesi gergindi.

''Yıllardır savaşın içinde değil miyiz zaten. Kukla gibi kullanılmıyor muyuz? Ben her ayin günlerinde sürekli ölüyorum. Sen buna yaşamak mı diyorsun.'' dedi Alp.

''Bu çok tehlikeli, biz bununla mücadele edemeyiz'. Bizi yok ederler. Hem yıllardır bunun içindeyiz. Kurallara uydukça bize kimse zarar veremez. '

''Talya fakat.''

''Yeter Alp. Dinlenmen gerek. Sağlıklı düşünemiyorsun.'' diyerek Alp' in konuşmasına Müsaade etmedi.

Odadan hızlıca ayrılırken kapıdan içeriye Levent ve Sedef Akay girdi. Talya ile karşı karşıya kaldılar. Talya yanlarından sıyrılıp uzaklaşırken, Sedef Akay Alp' e doğru ilerledi. Elinde ki romanı gördü.

''Sakinleyebildin mi?'' dedi.

Alp' ten cevap gelmedi. Levent Akay oğlunun bitkin görünüşünü acırcasına izledi.

''Toparlansan iyi olur. Seni uzun bir süre buradan göndermeyi düşünüyoruz.’’

‘’Nereye gideceğim?’’

‘’New Jersey’e. Orada eğitim alacaksın. Örgüt ile birlikte, Güçleneceksin''

Oğulları için en iyisinin bu olduğunu düşünen aile, efendilerine karşı yüzlerini kara çıkartmamak içindi tüm bunlar. Planları erken başlasa da Alp için geleceğin varisi olmalarını istiyorlardı. Soylarını devam ettiren bir lider oluşturmaktı tüm amaçları. En nihayetinde Akay ailesine mensup olsalar da gün gelecek kendi içlerinde bile uzlaşma sağlayamayacaklardı. Çünkü aralarında tek bir kişi Örgüte bağlı takım lideri olacaktı. Tıpkı Ejder Akay gibi. O gün gelene kadar Levent Akay ve diğer kardeşleri çocuklarının karanlık geleceği için gizli bir yarışa girmişlerdi. Tek varis kutlu ayin gecesinde ortaya çıkacaktı.

Alp New Jersey’e gitmek istemediğini belli etti. Annesine yalvarırcasına baktı. Ancak Sedef Akay oğlu ile göz göze gelmek istemedi. En iyi çözümün onun Gümüş Kuyudan ayrılıp kendini toparlaması olacağını düşünüyordu. Alp çaresize New Jersey yolculuğunu düşündü. Son bir kez Güneş'e ihtiyacı vardı. Onu gitmeden önce kesinlikle görecekti.

Gece 00.30 Suları...

Karakolda gözaltında tutulan Çağın ve Güneş, şikâyetini geri çeviren Faruk'un sayesinde serbest bırakıldılar. Ejder ve Anka Akay uzun koridorun başında Çağını bekliyorlardı. Çağın çıktığı yerden yanlarına doğru ilerlerken sessizdi. Güneş arkasından onu takip ediyordu. Hayal kırıklığına uğramışlığının etkisi ile Çağını suçlamıştı ancak suçlunun hala dışarıda olduğunu öğrenmesiyle sessizliğini korudu. Karşısında ailesinin yanlarına doğru giden Çağını görünce adımlarını durdurdu. Ejder Akay elinin tersi ile Çağına sağlam bir tokat savurdu. Gelen sert tokatla hiç istifini bozmadan dikiliyordu Çağın. Acıya direnmeyi öğreneli uzun yıllar olmuştu. Güneş gözleri korku ile açılmış, yanlarına doğru giderken komiser Salim arasından seslendi. Geriye doğru dönüp baktı. Salim göz işareti ile odasına çağırdı. Gitmeden önce son kez Çağına bakmak istedi. Çağın görüş alanından uzaklaşırken göz göze geldiler. Bakışlarında çok şey anlatılan ancak şimdilik gizlenmesi gereken kelimeler barınıyordu her ikisinde de.

Az sonra komiserin odasına gelen Güneş, Salimin talimatı ile koltuğa oturdu.

''Söyle bakalım kızım. Sen ne istiyorsun. Olay yerinde ne işin vardı?''

''Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek istedim.''

''Sen mi?'' dedi Salim Komiser.

''Fakat geç kaldınız. Katil hala serbest''

''Bak güneş ne yapalım biliyor musun? Sen kendi işine eğitimine yoğunlaş. Gümüş kuyunun huzurunu biz sağlayalım. Ne dersin? Böylelikle herkes için en hayırlısı bu olur''.

Güneş bu kinayeli tavrına kayıtsız kalamadı.

''Akayların, kim olduğunu biliyorum. Kanıtları var. Siz bu zaman kadar bu düzensizliği nasıl fark edemediniz. Her birinizin gözünü boyamışlar. Gerçeği görmüyor musunuz?'' diye hiddetle bağırdı Güneş.

Komiser Salim etrafını süzerek Güneşi susturdu.

''Şşşt. Sesini yükseltme. Neyi biliyorsun kızım sen. Ne demeye çalışıyorsun?''

''Masum insanları katlediyorlar. Müzeyi ziyaret ettiniz mi? Gizli bölmede nelerin olduğunu biliyor musunuz? Sadece bununla da sınırlı değil. Kara para, insan ticareti, yolsuzluk. Daha bilmediğim neler vardır bilemiyorum. Şu ana kadar öğrendiğim bunlar"

''Sen bunları nereden nasıl öğrendin?'' Dedi şaşkınlığına şüphe dolu gülümsemesini katarak devam etti.

Güneş tüm bildiklerini içinden dökmeye kararlıydı.

''Küçücük, reşit olmayan çocuklar. Üzerlerinde deney yapılıyor. Onlarcası var. Hepsini depolarda saklıyorlar. '' dedi.

''Ne yapıyorlar onlarla peki?'' diye sordu emin bir dille komiser Salim.

 

''Bende bunu öğrenmeye çalışıyorum. Ancak hizmet ettiğiniz ve güvenliğini sağladığınızı sandığınız bu şehir ölüm saçıyor. Bunların gün yüzüne çıkması gerek biran önce'' dedi Güneş.

''Bak kızım. Sen sakin olacaksın. Bunlar senin boyunu aşar. Hiçbir şeye karışmayacaksın tamam mı?''

''Bunun için söz veremem''

''Bu iddialar oldukça tehlikeli’’ dedi korkuyla Salim.

''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Yani sizde her şey biliyorsunuz değil mi?'' diye Sordu Güneş.

''Bahsettiğin kişiler Akaylar. Onları şu an karaladığının farkında mısın?''

''Bunları bilmeyecek kadar çaylak olamazsınız. Göz mü yumuyorsunuz?’’

''Ne yapmayı amaçlıyorsun?'' keskin bir soruydu bu Komiser Salimden.

''Er ya da geç Adalet yerini bulsun. Korku ile yaşamak istemiyorum'' dedi Güneş. Komiser Salim gerilmişti. Sıradan bir kızın bu kadar çok bilgiye nereden nasıl ulaştığını oldukça merak etmişti. Ortada büyük bir Akay sorunu olduğunu anladı. Bununla yakından ilgilenecekti.

''Ekipler seni eve bıraksın tek başına gitme. Bu konu ile ilgileneceğim. Sen uzak kalacaksın anlaştık mı?''

Güneş cevap vermedi. Polis ekipleri ile birlikte arabaya doğru ilerledi. İçinde tuhaf bir his vardı. Bir nebze de olsa rahatlamıştı. Bu yükle yaşamak oldukça zor geliyordu. Aklında Faruk Bey vardı. Yarın ilk işi hastaneye gidip onu ziyaret etmek olacaktı.

Polis ekipleri tarafından eve döndüğünde, evde istemediği bir tablo ile karşılaştı. Çisem ve Taha hararetli bir tartışma yaşıyorlardı. ''Neler oluyor burada?'' diye sordu. Taha öfke ile ''Belki biricik dostun açıklamak ister'' diye çıkıştı. Güneş Çisem ile göz göze geldi. Ancak Çisem bir tek kelime etmedi.

''Arkadaşın farklı arayışlara girmiş Güneş, artık onu ben tatmin edemiyorum''

'' Kes sesini'' diyerek susturdu Taha'yı Çisem.

Öfkeliydi. Yaşadıklarından çok, Taha tarafından itham edildiklerine öfkeliydi. Taha geçen gece Çisemin Levent Akay ile birlikte geldiğini öğrenmişti. Bu yaşadıklarının sebebini Levent Akay' dan çok Çiseme bağladı. Güneş, Çisemin yara izlerini fark etti. ''Bunu sana o mu yaptı?' diye sordu. Taha Çisemi tek hamle ile yakalayıp üzerinde kıyafeti sıyırıp Sırtını Güne ş' e gösterdi. ''Dahası da var. Bunların tek sorumlusu o şerefsiz herif. Ama bedelini ödeyecek''.

Güneş bir kez daha Akay enkazı altında kaldığını hisseti. Saman alevi gibi her yere yayılıyorlardı.

''Asıl soru o adamla ne işin vardı? Sırtında ki bu izlerden acı mı hissettin zevk mi?'' diye yükseldi Taha. ''Sen beni aldatıyor musun?''

Çisemin gözlerinden alev fışkıracak gibi öfke belirdi. ''Siktir git buradan. SİKTİR GİT'' diye bağırdı. Taha’nın kolundan tutarak uzaklaştırmaya başladı. İkilinin arasında gerilim arttı. Taha, Çisem’ in üzerine abandı. Güneş şoktaydı, öylece kala kaldı. Çisem acısını şimdilik öteleyip kendine gelen şiddete karşı kayıtsız kalamadı. Taha' ya karşı savurduğu tokat evin içinde yankılandı. Olaya derhal müdahalede eden Güneş, gerginliği durdurmak istedi.

"Sakin ol Taha kendinde değilsin" diyerek uzaklaştırmaya çalıştı. Taha Çiseme döndü.

"Bu iş burada kalmayacak. Her ne yaşıyorsan ya da saklıyorsan bunu ortaya çıkaracağım"

Çisem, Taha yı dışarıya doğru ittirip suratına kapıyı kapatmasıyla, yere çökmesi bir oldu. Dizleri titriyordu. Güneş, Çisemi doğrultup kanepenin üzerine uzandırdı. Bazı şeyleri konuşma zamanı gelmişti.

''Çisem artık konuşma vakti geldi'' dediğinde Çisem zaten buna çoktan hazırdı.

"Ortada çok büyük suçlar işleniyor, bugün şahit olduğum şeyi tahmin edemezsin"

"Neye şahit oldun" diye sordu Çisem.

"Müzede gizli tutulan laboratuvar. Küçük çocukların tutsak edildiğini gördüm. Akaylar medyada gördüğümüz gibi masum değiller"

"Bunu nasıl başardın Güneş. Tüm bunları nasıl öğrendin" Çisem duyduklarına pek şaşırmış gibi görünmüyordu.

"Çağının sayesinde. İlginç bir şekilde yardımcı olmak istedi"

"Sende ona inandın mı?"

"O farklı, tüm bu yaşadıklarından kurtulmak istiyor. Ailesi tarafından üzerine ağır gelen her şeyi yok etmek istiyor"

"Güneş bu kadar aptal olamazsın. Ona inanmak yılana sarılmak ile aynı".

"Madem öyle. Senin Levent Akay ile ne işin vardı. Sen anlat"

"Uzun mesele"

"Hepsini dinleyecek kadar vaktim var Çisem"

Güneş kararlı bir şekilde Çisemin gözlerinin içine baktı. İkisi de yaşadığı her şeyi birbirine uzun uzadıya anlattı. Güneş, Çağına âşıktı fakat Çisem ise Levent'e takıntılıydı. En büyük para kaynağı olarak onu görüyordu. İkisi de düşmanı yakınında tutması gerektiğinin farkındaydı. Hem Güneş hem de Çisem aynı intikam için bir kez daha yollarını birleştirdiler. Çisem kaleyi içten ele geçirmeye çalışırken, Güneş o kaleyi dıştan savunmasız bırakacaktı. Olası planları buydu.

O gece İki kadının aynı konudan birleşmesi Akaylar için ilk başkaldırışın sebebi olacaktı. Bu şimdilik dağın görünen tarafıydı. Ancak kimse kimsenin güvenilmez olduğunu henüz anlayamamıştı. Her oyun sonunda bozulurdu.

Ceza, elbet zamanı gelince, en ağır şekilde ödenirdi. Ejder Akay bunun için zaman kollamıştı. Oğlu Çağın bunu çoktan hak ettiğini biliyordu. En son izini kaybettirmek için yaptığı, ortada bir şeyler döndürdüğünün kanıtıydı. O soğuk gecede oğlunu, Gümüş Kuyunun yamaçlarında, yeraltına gömülü mahzenin içerisine götürdü. İşkence odasını itina ile hazırlamıştı. En ufak hata bile aile içinde kabul edilmezdi. Çağın çizgiyi aşmıştı.

Ejder, oğlunun gizli gizli Güneş ile yakınlaşmasını henüz bilmese de ona güvenmiyordu. İlk Ayin gecesine kadar onu dizginlemek ancak kendi bildiği ceza yöntemiyle gerçekleşecekti. Çağın babasına karşı koymaya yeltenmedi. Çırılçıplak soyulmuş, elleri bağlanmış ve çarmıha gerilmiş gibiydi. Bu ceza seremonisi adeta cenazeyi andırıyordu.

İşkencenin ortasında kalmış gelecek olan darbeyi hesaplıyordu. Korku terleri boynundan aşağıya süzülüyordu. Buna hazırdı. Bu ilk değildi. Az sonra hücreye Ejder Akay girdi. Karanlığın içerisinde ruh gibi ilerledi Çağının yanına. Elinde tuttuğu kırbacı sağlamlaştırdı. Ustaca kırbacı savurarak Çağının sırtına geçirdi. Çağın gelen yırtıcı darbe ile soluğu kesildi. Yüzü kıpkırmızı oldu. Damarları yerinden parçalanarak çıkacak gibi şişmişti. Darbeler sırtına hızlıca çarpıp geçtikçe acı derisinde çukurlar oluşturuyordu. Ruhu arşa çıkıp, azap ile dans ediyordu. Bu acıya karşı tek solukta bağıra bildi.

''AAAHHH!’’

Darbenin sertliğinden oluşan acı dişlerinin diline hızla çarpması ile ağzından kan akmaya başladı. Dudaklarından çıkan tek cümle yakarış doluydu.

‘’Yalvarırım dur’’

‘’Bu senin suçunu affettirmez’’

O gecenin ininde Çağın Akay, mahzende kilitli kalıp işkencenin nihai bedelini ödüyordu. Şunu unutmamalıydı. Ailesinden hiç bir şey saklayamazdı. Gümüş Kuyu onlarındı, bu kasabanın sınırları içerisinde Akaylardan habersiz kuş uçamazdı. Çağın Akay kanadını sadece çırpmak istemişti fakat bedelini şimdi ağır ödüyordu. Istırabın ortasında kalmıştı. Bulundukları yamaç, rüzgârların uğultusuyla doluyken, yerin altında işkence sesleri yükseliyordu. Bu henüz Çağın için başlangıçtı ve günün aydınlanmasına daha saatler vardı.

Bölüm : 26.02.2025 19:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...