51. Bölüm

Bölüm 16-Gizli Tören(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Güneş, üzerine doğru gelen silueti fark ettiğinde korkuyla donakaldı. Savunmasızdı. Bir an için, her şeyin sona erdiğini düşündü. Ona doğru yaklaşan siluet, elleriyle boğazına hükmediyordu. Zanlının elleri paslı ve kirliydi. Nasırlı parmakları Güneş’in narin boynunu sıkıca kavradıkça, nefesi kesiliyor, bilinci bulanıklaşıyor, gözlerinin önünde küçük yıldızlar dans ediyordu. Sanki ruhu, bu dünyadan kopup bambaşka bir âleme savrulmak üzereydi.

Direnmek oldukça zordu. Karşısındaki adam güçlü ve acımasızdı. Tek amacı, Güneş’in son nefesini almak, onu mutlak bir ölümle yüzleştirmekti. Kontrolsüzce bastırdığı elleri, Güneş’in soluklarını yok ederken, genç kadın oksijensizliğin yarattığı acıyla yanaklarından süzülen gözyaşlarını hissetti.

O esnada, adamın arkasında beliren büyük ışık huzmesi Güneş’in dikkatini çekti. Gökyüzünden inen bu esrarengiz parıltının büyüsüne kapılmışken, kaderinin çoktan çizildiğini bilmiyordu. Çünkü Beyna, onun ölüm fermanını imzalamış, bu adamı kendi elleriyle Güneş’in sonunu getirmesi için görevlendirmişti.

Güneş, cennetten bir kapı açılmış gibi hissediyordu. Ruhunun bedeninden usulca ayrılmasını beklerken, içten içe geri sayıma başlamıştı. Artık buraya ait olmadığını, ışığın kendisini çağırdığını biliyordu. Bedenini terk eden ruhu, gökyüzüne doğru yükselirken yüzünde huzurlu bir tebessüm belirdi. O an, içindeki tüm acılar silinmiş, dünyevi yüklerinden arınmıştı. Öyle ki, belki de kendisini öldüren bu tanımadığı adama teşekkür bile edebilirdi. Çünkü özgürlüğü ilk kez bu kadar derinden hissediyordu.

Işığa doğru süzüldükçe, kendisi gibi yükselen diğer ruhları gördü. Onlar da halinden memnun görünüyordu. Güneş, kısa bir an için düşündü:

Demek ki asıl cehennem, dünyada kalıp onun çilesini çekmekti. Sonsuzluk çemberinin ortasında toplanan ruhlar, açılan kapılardan bir bir geçerken, Güneş de onlarla birlikte öteki âleme doğru ilerlemeye başladı.

O artık ölmüştü. Bedenini dünya denen kederli topraklara bırakmış, ruhu ise cennetin bahçelerine açılan kapılara ulaşmıştı. Son kez ardına dönüp baktığında, cansız bedenini gördü. Ne kadar da aciz, ne kadar da zavallı görünüyordu. Artık o, başka bir gerçekliğin eşiğindeydi. Yeni bir varoluşun kapısını aralarken, ruhu sonsuzluğa doğru süzüldü.

                                                          ***

Uzun çalışmaları sonucunda, kendisine keyif kahvesi yapan Ekrem Akay, laboratuvardan çıkacak olan son örneğini bekliyordu. Fanusun içerisinde ki kimyasal sular, son kez eşi ile yaptıkları X-AKY karışımı kimyasal ile harmanlanıyordu. Bu kimyasal vücuda karıştığı an direkt beyine komuta veren, daha doğrusu beyni uyuşturan, insani kontrolü kaybettirip, tabiri caizse tıpkı bir zombi gibi düşünceden noksan aktarımlar yükleniyordu. Bu sıvıyı içen her kimse, ilk otuz dakika kimyasalın kanına karışmasını ve vücuduna yerleşmesini hissetmiyor, vücuda yerleşen kimyasalın ilk tepkimesi, beyinde etkileşim sağlıyordu. Kimsenin önemsemediği, ufak bir beyin uyuşması olarak algılanan bu zehir aslında insanların bildikleri, gördüklerini unutturuyor ve hafıza kaybına neden oluyordu. Kendilerine ne söylenirse onu yerine getiriyordu.

İşte yıllardır Gümüş Kuyu bu monarşi ile yönetilip, içerisinde bulunan halk, dünyanın dört bir köşesine bu akımı yayıyordu. Örgütün amaçladıkları sonsuz gücü hem politikaya hem ekonomiye hem de yaşam düzenine kadar toplumun içlerine kadar girebiliyordu. Çünkü örgütün esas temeli buydu. Hizmet ettikleri Deccal' in yeryüzünde uyanmasını bekliyordu. Rivayete göre ona hizmet eden ve yolundan ayrılmayanlar, Deccal uyandığında onun gölgesinde hizmet edenler ödüllendirilecek, aksi gelenlere ve ona karşı koyan herkes yok olacaktı.

Laboratuvarın içesinde az sonra Başak Akay girdi. Yorgun eşini fark edip, arkasına doğru geçti. İnce, kıvrımlı elleri ile eşine masaj yapmaya başladı.

''Kasılmışsın. Oldukça gergin görünüyorsun'' dedi Başak Akay. Eşinin yaptığı masaj ile gevşeyen Ekrem, gülümsedi. Kahvesini masaya uzattı. Masajın verdiği keyif ile tatlı tatlı inledi.

''Çok yakında yeni projemi hayata geçiriyorum.'' dedi ve eşi Başak' a doğru baktı. Bahsettiği projeden haberi olmayan Başak, şüphe ile kocasını inceledi.

''Benim bundan haberim yok. Ne projesi?'' diye sordu.

''Yeni bir Aşı''

''Ne aşısı bu peki?''

''Çok yakında insan ırkını azaltmak için yeni bir virüs yaratılacak. Amerika da katıldığım komitede bundan bahsedildi. Komite üyeleri soykırıma oldukça hazırlar. Buna karşın anti virüs için gerekli tüm önlemleri alınması istendi. Virüs için çalışıyorlar, bende aşı üretimi için deneylere başladım. Beni bunun için görevlendirdiler. Eğer başarılı olursa, virüsü dünya da patlatmak için geri sayıma başlayacaklar.''

''Bu ne virüsü? Corona virüs gibi mi?''

''Hayır, daha da beteri, eğer başarılı olursa canlı bomba gibi toplu ölümler meydana gelecek. Bu bambaşka. Tüm hücrelere aynı zamanlı saldıran ve en son kalbi durduran, ölümcül bir virüs. Aslında insanoğlunun korunmak için en çok zorlayacak önlem sebepleri olacak. Daha sonra aşı üretilecek ve piyasa da tutar ise satışa sunulacak. Böylelikle daha ulaşılmaz olacağız. İnsanlık tüm umudu benim aşılarımda arayacak''

''Peki, aşıları nerede deniyorsun?'' diye sordu Başak Akay. Kocası gerine gerine gülmeye başladı. Karşısında ki eşinin yüzünde ki aptal ifadesi onu oldukça neşelendirmişti. ''Tabii ki Deney çocuklarının üzerinde'' diyerek kahkahasına devam etti. Birkaç dakika sonra Deney odasının alarmları çalmaya başladı. Ekrem Akay koşarak odaya doğru ilerledi. Hazırladığı su kimyasalı pozitif tepki vermişti ve kullanıma hazırdı. Deney tüpü ile odadan çıktı. Elinde ki deney tüpünü eşine doğru gösterdi. ''Sanırım Gümüş Kuyulular biraz susamış'' diyerek gülmeye devam etti. Başak Akay nakliye firmasını arayıp, hazırlanacak olan kimyasal suların, taşınması için telefondaki görevliye haber verdi.

Ekrem Akay o gece başarısının verdiği keyif ile zil zurna sarhoş oldu. Laboratuvarın dinlenme bölümünde nakliye firmasının gelmesini beklerken yorgunluktan sızıp kaldı. Eşi Başak, durumu fırsata çevirip projelerini incelemeye koyuldu. Kocasına güvenmiyordu. Kendisinden gizlediği bir şeyler olduğunu biliyordu. Haksız da sayılmazdı. Gördükleri karşısında pek sevinemedi. Ekranda açtığı gizli dosyada, proje üzerinde yazanlar; dünya nüfusunun yarısının yok olmasından ve buna kendisinin de dâhil olduğunu okudu. İşte bu şaşırılacak bir durumdu. Kocasının bu ihanet projesini görmeyi beklemiyordu. Ekrem Akay büyük bir plan içerisindeydi. Örgütün başında sadece kendisinin olmasını ve tüm Akay soyunu yok etmeyi amaçlıyordu. Kendi ailesine gizliden gizliye haince tuzak kurmuştu. Başak Akay dosyayı yedekleyip bir kopyasını kendi diskine yükledi. Oturduğu yerden ağır ağır kalktı.

Gördüklerini hazmedemedi. Kocasından böyle bir kötülük beklemiyordu. Ekrem Akay'ın gözü dönmüştü bir kere. Kontrolsüz gücü, hırsı, ailesinden bile önce gelmişti. Örgütün mutlak sonsuzluğu onun başını döndürmüş bencil bir insan haline getirmişti. Tek istediği para ve güçtü. Başak Akay gördüklerini sindirmek için, önce şarap kadehini tazeledi. Kadehini yudumlarken, uyuyan eşini izlemeye başladı. Aklına gelenleri harekete geçirmeyi planlıyordu. Sessizce eşine doğru yaklaştı. Elinde ki kadehi uyuyan eşine doğru kaldırdı. ''İyi geceler sevgilim'' diyerek sinsice gülümsedi.

                                                            ***

Gecenin ilerleyen zamanlarında, Bora Evinin terasında ki Spor salonunda kan ter kalıncaya kadar ağırlık kaldırıyor, istediği Çelik adam modeline girmek için çaba sarf ediyordu.

Bora çocukluğundan bu yana spor' a düşkündü. Dövüş sporları ilgi alanıydı. Hayallerinden biriydi KickBoks. Bununla kendisini geliştirmek istiyordu. Zamanında ona verilen eğitimleri hep bu ilgi alanına yöneltmişti. Asi bir çocukluğu vardı. Ailesinin bilim insanı olmalarından ötürü kendisi ve kardeşi Beyna ile pek ilgilenemiyordu. Ekrem ve Başak Akay sürekli yurt dışı ziyaretlerinde oldukları için çocuklarına çoğunlukla eve getirdikleri dadı ya da eğiticiler eşlik ederek büyütmeleri sağlanmıştı. Boranın dış görünüşü ne kadar sert olsa da içerisinde hayal dünyası zengin biri barınıyordu. Aile eksikliği onu duygusal olarak zayıf kalmasına neden olmuştu. Amcaları Ejder ve Levent' in üzerinde emekleri geçmiş olsa da bir babanın ve annenin yerini hiç bir şey dolduramazdı. Kardeşi Beyna, Bora'ya keza acı çektirmekten hoşlanırken, Bora acıyı yaşayıp üzerinden atmayı severdi. O acının içerisinde deli yangın gibi savrulup, en sonunda onu söndürmesini bilirdi.

Küçükken kardeşi Beyna bahçeden topladığı böcekleri getirir ve onları canlı canlı yakmasını isterdi. Ya da kanatlı bir böceği acı çektirmek için kanatlarını koparmaktan keyif alırdı. Bora bu caniliğin içerisinde Beyna' ya ayak uydurmaz aksine onu sürekli azarlardı. Bu sayede akıllanıp bu cani düşüncelerinden kurtulabileceğini düşünürdü. Ancak örgütün derslerinde sürekli bunlar işlenirdi. Beyna bir bakıma haklıydı. Daha o zamanlar küçük akıllarına cinayet acı ve korku yükleniyordu. Bir çocuk olarak bunlara maruz kalmak zordu. Abilik içgüdüsü ile kardeşini zarardan korumak isteyen Bora, her defasında Beyna' nın kendisine verdiği zarar ile karşı karşıya kalıyordu. Beyna sürekli canını yakacak oyunlar oynar ya da kesici aletler ile abisinin üzerinde kullanmaya yeltenirdi. Bora biraz daha dikkatli olmasa bu yaşına kadar kardeşi tarafından istemsizce de olsa çoktan öldürülmüş bile olabilirdi.

Bora Akay ailenin iri yapılı, sert ve karizmatik çocuğuydu. Yay burcu biri olmasından dolayı özgürlüğüne düşkün ve bir o kadar da zamparanın tekiydi. Herkese mavi boncuk dağıtır ve her hedeflediği insanı gün sonunda ele geçirirdi. Karizması ile gelen cazibesine kimse karşı koyamazdı. Gözüne kestirdiği kişi mutlaka ağına yakalanırdı. Çünkü manipüleyi doğru kullanmasını biliyordu. Örgüt tarafından verilen derslerden biri de karşı tarafı iyi manipüle etmek ve onu halt etmekten geçiyordu.

Her ateşli ilişkileri ile gecenin sonunda ne olursa olsun yalnız kalırdı. Kimseye kolay kolay bağlanamaz, kimseyi sevemezdi. Bazen duygularının alındığını hissederdi. Birini sevmekten çok, o kişiden hevesini alana kadar kullanmak onu daha çok cezbederdi. Büyüdüğü zamanlar ailesi tarafından verilen görevlerin ağırlığı altında kalırdı. Ruhu ne kadar otorite ile ezildiyse bedenini o kadar çok kuvvetlendirdi. Yaptığı vücut kasları ile övünür ve güçlü duruşunu sergilerdi.

Ayin törenlerinde üyelerin vazgeçilmez oyuncağı olurdu. Üyeler onun haz veren vücudunu kullanır, köle misali istenilen her fanteziyi üyeler için yapmak zorunda kalırdı. Bu ona ödül olarak geri dönerdi. Tüm bunları düşününce damarlarında akan kan hızlanmasına sebep oldu. İstemsizce aklına Çisem geldi. Son zamanlarda düşünce ağına fazla takılıyordu. Her ne kadar Çisem ile küçüklüğünden bu yana büyümüş olsalar da ona bir kardeş gözü ile bakamamıştı. Zaman değişmişti, Çisem onun için nefes kesen bir güzelliğe sahipti. Onu sürekli arzulamaktan öteye geçemiyordu. En son yaşadıkları cinsel birleşimi sürekli düşünüp duruyordu. Oda çok iyi biliyordu ki Çisem de kendisine karşı boş değildi. Durumu tekrar değerlendirmek istedi. Eline telefonunu aldığı gibi Çisemi aradı.

                              

                                                        ***

Gelen arama ile irkilen Çisem telefonun ekranını Levent Akay' a gösterdi.

GELEN ARAMA-BORA AKAY

Levent hiddetle elinden telefonu aldı.

''Gecenin bu saatinde neden arıyor seni bu haydut?'' diye söylendi Levent Akay. Çağrıyı reddetti. Çisem bulundukları rezidansın çatı katından şehrin ışıklarını gözlemledi önce. ''Bilmem belki beni istiyordur'' dedi. Esen tatlı rüzgâra bıraktı kendini. Levent, elinde tuttuğu kadehi yere fırlattı. Çisem arkasından gelen hamlenin farkında değildi. Ellerini Çisemin beline sardı, kalçasını kendisine doğru yapıştırdı. Parmaklarını kızın vücudunda yolculuğa çıktı. Sonunda, göğüslerine kadar getirdi ve onları okşamaya başladı. Gittikçe bu durum Çiseme acı vermeye başladı. Levent, Çisemin kulağına doğru eğilip fısıldadı.

''Seni benden başka kimse isteyemez. İsteyen olursa onu yok ederim'' dedi tehditkâr bir dille. Çisem bomboş gözlerle şehri izlerken, yüzünü ekşitti.

''Belki de ben istiyorumdur.'' dedi.

Ancak dediğine o an pişman oldu. Levent, kızın ensesinden tutarak terastan aşağıya doğru itekledi. Çisem şehrin soğukluğunu şimdi daha çok hissediyordu. Ölüm ile burun buruna geldi. ''Böyle bir şey yaparsan küçük kaltak, bu şehri son görüşün olur'' dedi. Çisem acı ile yalvardı.

''Tamam, lütfen bırak''.

Levent, kör kütük sarhoştu. Söyleyeceği kelimeleri bile kullanmakta güçlük çekiyordu. Ancak bu onu asla durduramazdı.

''Banyoya geç ve soyun. Mumları yak ve tüm ışıkları kapat'' dedi.

Levent için keyif zamanı gelmişti. Libidosu onu durduramıyordu. Çisem banyoya gitmek zorunda kaldı. Tüm mumları tek tek yaktı. Artık çırılçıplaktı. Aciz bedeni birazdan acı çekmeye başlayacaktı. Levent kendisine doğru yıkıla yıkıla geldi. Önce kemerini çıkardı. Kemerini Çisemin vücudunda gezdirmeye başladı. Hırslı bir domuz gibi soluyordu. Çisemin midesi bulanmıştı. Ancak buna karşı koyamazdı. Katlanmak zorundaydı. Mecburiyet onun için bir görev niteliğindeydi. Çisemi duvara karşı dayadı ve üzerine abandı. İşkence ile karışık birleşmenin an meselesiydi. Çisem acıya karşı direnmekten başka çaresi yoktu. Ne Levent' in yırtıcı cinselliğine nede vücuduna gelen kemer izlerine...

Dakikalar sonra, adam yorulmuştu. Olgun yaşına rağmen genç bir kıza karşı performansı hala yerindeydi. Bununla övünüyordu. Kendisini kaç yaşına gelirse gelsin, paslanmayan demir olarak görmek onu tahrik etmişti. Ancak yine de vücudu aldığı alkole ve yaşadığı cinselliğe yenik düştü. Küvetin içerisinde baygın halde sızıp kaldı. Aynada kendini izleyen Çisem, ağlamamak için çabaladı. Kalbinde ki acı, gözyaşları ile dışarıya çıkmak istiyordu. Tek tek mumları söndürdü. Banyodan çıktı ve tekrar terasa yöneldi. Üzerine örtünmek için Levent' in siyah ceketini aldı. Çıplak bedenini sadece bu ceket ile sardı. Ardından bir sigara yakarak gökyüzünde parlayan ay' ı izledi.

Şehrin sesi oldukça gürültüydü. Ambulans ve polis araçlarının siren sesleri şehir içerisinde yayılıyordu. Gözlerini kapatıp, içine çektiği dumanı havaya yolladı. Kendini gevşetmek istedi. Ancak vücudunda ki yaralar buna izin vermedi. Sandalyede kaskatı oturup, hoyratça sigarasını içmeye devam etti. Yaşadıklarını ve bu cani adamın oyuncağı olmaktan utanç duyuyordu fakat emeline ulaşana kadar katlanmalıydı. Mutlaka bir yerde açık bulacaktı ve o zaman bu adama gününü göstereceği günü iple çekiyordu. İçeriden gelen ses ile irkildi. Levent Akay'ın telefonu çalıyordu. Parmaklarının ucuna basa basa sessizce içeriye geldi. Adi herif sızmıştı ve gecenin yorgunluğu ona ağır gelmişti. Top patlasa uyanmazdı. Pantolonun cebinden telefonu çıkarıp sessize aldı. Levent' i arayan eşi Sedef Akay'dan başkası değildi. Çisem ne yapacağını bilemeden telefonu yerine koydu. Ancak o anda aklında bir ampul yandı. Telefonu geri çevirip, banyoya doğru ilerledi. Telefonun kamerasına Levent' in yüzünü gösterdi. Bunu yaparken kalbi küt küt atıyordu. Saniyeler sonra yüz kilidi açıldı.

Korkudan titremeye başladı. Sakin kalmaya çalıştı. Önce gelen mesajlara baktı, derin bir incelemeye koyuldu. Bulacağı ilk şey onun yaşadığı işkenceden kurtuluş bileti olacaktı.

                                                       

 

                                                                  ***

Sabahın ilk ışıklarında, boş bir sokakta uyandı Güneş. Ne yaşadığını hatırlayamadı. Bedeni üşüyordu. Dişleri soğuktan birbirlerine çarpıyordu. Soğuk zemin üzerinde bedenini katılaştırmıştı. Yavaşça olduğu yerden doğruldu.

Üstü başı toz içerisinde kalmıştı. Sonra olanları hatırladı. Biri tarafından takip ediliyordu. Yakalanmıştı, boğazlanarak öldürülmüştü. Elini boynuna getirdi. Hiç bir iz göremedi. Oysa Cennete gittiğini görmüştü. Cansız bedenini yerde yatarken görmüştü. Ruhu arşa çıkmış dünyadan ayrılıyordu. Ama nasıl bu hale gelmişti diye düşündü. Yine rüya atakları başlamıştı. Psikolojik bir baskı içerisine girmişti. Oysaki dün gece ne onu takip eden biri ne de öldürmeye çalışan bir katil vardı. Hepsi paranoya ile halüsinasyondan ibaretti. Güneş bunu idrak ettikten sonra, acı ile haykırdı.

Tüm sokak Güneş' in çığlığı ile inledi. Yerde gezinen kuşlar Güneş'in sesi ile irkilerek gökyüzüne uçmaya başladı. Güneş gökyüzüne uçup giden kuşlara doğru baktı. Tıpkı kendisi de dün gece o kuşlar gibi özgürce gökyüzüne süzülüyordu fakat hepsi korkunç bir bilinçaltı oyunuydu. Bedeni bu oyuna dayanamayıp, baygın düşmüş ve sabaha kadar ıssız sokakta bir başına kalmıştı. Bu dayanılmaz yanılsama onu sersemletti.

Biraz nefes egzersizi yaptı. Kendisini toparlamak mecburiyetindeydi. Yoksa kafayı sıyırabilirdi. Tekrar gökyüzüne baktı. "Sevgili Evren, bana mucizelerini göster" dedi. Bulunduğu konumda okula çok uzak sayılmazdı. Zaten dün gece okul civarından pekte uzaklaştığı söylenemezdi. Tekrar adımlarını okula doğru yönlendirdi. Çağına ulaşmayı ve onunla her şeyi konuşmayı umuyordu. Ancak Çağını defalarca aramasına rağmen ulaşamadı. Bu durum Güneş' i daha da kamçılıyordu. Yapa yalnız bir başına kalmış gibiydi. Telefonu çalmaya başladığında, ekranda Çağını görmeyi diledi. Arayan annesiydi.

''Kızım, Güneşim''

''Anne?'' diye umutla haykırdı Güneş.

''Kızım, nerelerdesin. Ya sen arıyorsun ulaşamıyorsun ya da ben'' deyip gülümsedi. Annesinin yanında olmak istiyordu. Ona şimdi ne kadar çok ihtiyacı olduğunu anladı.

''Anne sana ihtiyacım var'' sesi tiz geliyordu. Biraz daha konuşsa ağlayacak gibiydi.

''Kızım bir şey mi oldu? Güneş beni endişelendiriyorsun''

''Girdabın içerisinde gibiyim ve oradan çıkamıyorum. Anne ben çok pişmanım.''

''Kızım beni korkutuyorsun’’

''Evet Anne. İlk kez hata yaptığımı kabul ediyorum. Lütfen eve dönmeme izin ver''

''Zaten ben gelmeni söylemiştim. Noel’e yakın burada ol. Senin için lazanyada yapacağım?''

‘Ben temelli geri dönmeyi düşünüyorum’’

‘’Dur bir dakika Allah aşkına. O nereden çıktı?’’

‘’Anne yapamıyorum, lütfen’’

‘’Pekâlâ, sakinle. Bunlar senin gerçek duyguların değil biliyorum.’’

Güneş sessizce gözyaşlarını akıtmaya başladı. Ne derse desin, kelimeler kifayetsiz kalıyordu. Bir şeyleri açıklamak için ne doğru zamandı ne de anlatacak gücü vardı. İstemeden o kadar çok olayın içerisinde kalmıştı ki anlatsa bile yılan hikâyesine dönecek gibi görünüyordu.

''Anne bana güzel bir şeyler söyle''

''Ah Güneşim. Asi kızım. Beni cidden endişelendiriyorsun"

''Şu an senin dizinin dibine ihtiyacım var anne. Lütfen bana öyle bir şey söyle ki. Düştüğüm yerden kalkabileyim.'' Annesinden duyacak bir söz bile onu umuda tekrar sarılmasını sağlayacaktı.

''Canım kızım. Seninle farklı şehirlerde olsak ’ta doğan güneş bir tane. İkimizde onu görebiliyoruz. Şimdi gökyüzüne bak.''

Güneş annesinin dediğini yaptı. Sonsuz mavilikleri izlemeye başladı.

''Dediklerimi tekrarla. Doğan yeni gün huzurunda kendime söz veriyorum. Bugün diğer günlerden daha güzel olacak. Bitmez sandığım her kötü oluşum, doğan Güneşin berraklığı ve sıcaklığı ile kaybolacak. Yeni başlayan gün benim için mucizeler getirecek. Güneş bugün benim için doğdu. Bedensel ve ruhsal farkındalığa sahibim. Beni seven aileye sahibim. Başıma gelen her şerre karşı gardını alabilirim. Bu kötü negatif enerjiyi pozitife çevirebilirim. Çünkü ben güçlüyüm ve her şeyin üstesinden gelebilirim.''

Güneş son cümleyi tekrarladı. ''Çünkü ben güçlüyüm ve her şeyin üstesinden gelebilirim'' dedi.

''Seni seviyorum biricik kızım. Her ne olursa olsun seninleyim. Lütfen toparlan. Yakında kavuşacağız.''

''Seni seviyorum Anne.''

"Bende seni seviyorum canım kızım"

Güneş telefonu kapattıktan sonra gökyüzüne doğru uzun uzadıya baktı. Derin derin nefes alıp verdi. Annesinin söylediklerini içinden tekrar etti. Şimdi bir nebze de olsa iyiydi. Annesinin sesini duymak iyi hissettirmişti. Yarım kalan işi tamamlamanın zamanı gelmişti. Okula doğru hızlı adımlar ile yürümeye başladı.

Gazete bürosuna vardığında, bir sonra ki haber için yaşadığı olayları aktaracaktı. Belki bir umut aradığı yardımı bulabileceğini ve Akayların kim olduğunu insanlara gösterebilecekti. Gözleri Çağın’ ı aradı fakat onu göremedi. Şaşırmadı.

Büroda çalışmaya başladı. Takım arkadaşları haber taslaklarını, ona iletip, düzenlemesi için yardım istiyorlardı. Sorunsuzca hepsini kabul edip göz gedirmeye başladı. Haber taslakların birinde, şehirde gerçekleşecek bilim festivalinden bahsediliyordu.

‘’Şeytan diyor ki hepsini değiştir ve tüm gerçekleri yaz’’ diye içerisinden geçirdi Güneş.

Ulu Kan örgüt üyelerinin şehre geldiğini ve amaçlarının ne olduğunu artık çok iyi biliyordu. Masasının üzerinde biriken diğer evraklara göz gezdirirken düşünceleri sürekli başka yerlere kayıyordu. Kalemi elinde çevirip duruyor, dikkatini toparlamak için derin bir nefes alıyordu. Ama olmuyordu. Zihni, onu istemediği yerlere sürüklüyordu. Çağın’a.

Onun habersiz gidişi, uzun süren sessizliği, yokluğunun bıraktığı boşluk paha biçilemezdi. Ofisin kapısı hızla açıldı. Güneş, başını kaldırdığında karşısında onu gördü. Uzun zamandır görmediği o adam, gözlerinin önünde dimdik duruyordu. İçinde bir şeyler alev aldı. Heyecan mıydı? Yoksa öfke mi? Gözleri kısıldı, kaşları çatıldı.

“Ne o yine zorda mı kaldın. Yine bana işin mi düştü yoksa?” dedi, sesi titrememesi için kendini zorladı. Çağın, kapıyı arkasından kapatıp yavaş adımlarla ona doğru yaklaştı. Gözleri Güneş’in gözleriyle birleşti.

“Biliyorum,” dedi alçak ama kararlı bir sesle. “Biliyorum, bana kızgınsın. Haklısın da.”

Güneş, oturduğu yerden kalktı. Çağın’ın gözlerine öfkeyle baktı.

“Sadece kızgın değilim, kırgınım da. Seninle son konuşmamızda bana sözler verdin. Sonra hiçbir açıklama yapmadan ortadan kayboldun. Günlerce, seni bekledim. Ama sen… Yine yoksun”

Kızgınlığının ardında yatan o derin hayal kırıklığını belli etmek istemiyordu.

“Bunu telafi etmek istiyorum,” dedi Çağın yavaşça. “Seni buradan götürmek istiyorum, Güneş. Şehirden uzak, sadece ikimizin olabileceği bir yere.”

Güneş, dudaklarını sıktı. Kolayca pes etmek istemiyordu. Ama aynı zamanda, ondan uzak kalmanın nasıl acıttığını da biliyordu. Derin bir nefes aldı.

“Şu an hiçbir şey için hazır değilim,” dedi kararsızdı.

“Sadece benimle gel. Birlikte biraz nefes alalım. Sana ihtiyacım var, Güneş.”

Onun sesindeki samimiyet, Güneş’in duvarlarını yavaş yavaş eritiyordu. Gözlerini kaçırdı, kısa bir tereddütten sonra başını onaylar şekilde salladı. Onunda buna ihtiyacı vardı. Uzaklaşmak iyi gelecekti.

Saatler sonra, küçük bir kasabaya vardılar. Çağın, arabayı ahşap bir evin önünde durdurdu. Güneş, etrafa göz gezdirdi. Sessizlik, temiz hava, doğanın ortasına yerleşmişti.

“Burası mı?” diye sordu.

“Evet,” dedi Çağın, gülümseyerek. “Burada kimse bizi rahatsız edemez.”

Evin içine girdiklerinde, Güneş, Çağın’ ın şömineyi hazırladığını gördü. Kendi de dikkatini çeken kitaplığın başına geldi. Sayısızca kitaplar dizilmişti raflara. Onlara göz gezdirirken pencereden dışarıyı izledi. Ay ışığı boş arazilere doğru çarşaf gibi serilmişti. Geldikleri yer oldukça sessizdi. Güneş bunu sevmişti. Sessizlik şu an onun zihnini toparlayacaktı. Az sonra burnuna lezzetli kokular gelmeye başladı. Arkasına baktığında şöminenin yandığını gördü. Odun çıtırtıları kulağına hoş bir tını bırakıyordu. Çağın çoktan mutfağa geçmişti. Güneş, onun yemek hazırladığını görünce şaşırdı.

“Bana yemek mi yapıyorsun?” diye sordu kaşlarını kaldırarak.

“İlk akşam yemeğimiz olacak. Beraber yemek istiyorum.”

‘’Daha önce yediğimizi hatırlıyorum’’ dedi. Konağa davet edildiği akşamı kast etti.

‘’Birlikte baş başa ilk yemeğimiz’’ diye ekledi Çağın.

Bunu söylerken kendinden emin tavrı Güneş’ i heyecanlandırıyordu. Mutfak tezgâhına geçtiğinde, doğrama tahtasının üzerinde sebzeleri kemikli parmakları ile orantılı bir şekilde doğruyordu. Bunu yaparken kol kasları genişliyordu. Siyah boğazlı kazağının altında vücut hatları cezbedici görünüyordu.

Masayı hazırlama işi Güneş’e düşmüştü. İlk akşam yemeklerini özenle hazırlamak istedi. Evin içerisinde bulduğu yaldızla boyalı mumları masanın ortasına getirdi ve onları tek tek yakmaya başladı. Tabakları karşılıklı koymaya başladı. Sonra Çağın’a kendini yakın hissetmek için tabakları yan yana koydu. Bahçeden topladığı güllerin bir kısmını, vazoya yerleştirip masanın ortasına, diğer kısmını yapraklarını etrafına dağıtıp masanın etrafına serpiştirdi. Mutfaktan Çağın’ ın hazırladıklarını masaya getirmeye devam etti.

Artık yemek için hazırlardı. Çağın mutfaktan salona doğru gelirken, elinde şampanya şişesini tutuyordu. Yemek boyunca göz göze geldiler, konuşmalarının arasında geçmişin yaralarını sardılar.

‘’Senin kurbanın mıyım?’’ diye sordu Güneş.

Çağın içli içli kızın gözlerinin içine baktı.

‘’Hayır. Hayır, sen değilsin. Esas kurban benim.’’ Dedi ve elini alnına götürdü.

‘’Lanet sistemin, ucube kölesiyim’’

Güneş devamında çok sorular sormayı düşündü ancak o bu akşam değildi. Emin olduğu şey duygularının karşılıksız olmadığı aksine Çağının ondan bir adım daha önde olduğunu görüyordu. Kadehler boşaldıkça aralarındaki mesafe’ de azalıyordu. Alkolün sıcaklığıyla gevşeyen bedenler, birbirine daha da yakınlaştı.

Çağın, yemeğin sonunda masadan kalkıp Güneş’in arkasına geçti. Ellerini onun yüzüne götürdü, parmakları yanağında usulca gezindi.

“Beni affedebilecek misin?” diye fısıldadı.

Güneş, gözlerini kapattı. İçindeki kırgınlıkla, Çağın’a duyduğu özlem savaş halindeydi. Ama Çağın’ın nefesi dudaklarına yaklaştığında, her şey silindi.

İlk öpücük yavaş ve kararlıydı. Tensel birleşim bedenlerinin ateşini yükseltiyordu. Çağın, onu kollarına arasına alıp kucağına yerleştirdi, banyoda hazırladığı jakuziye taşıdı. Kıyafetler birer birer düşerken, duygular kontrolsüzce akıyordu. Jakuzinin içinde birbirlerine baktıklarında, gözlerinde artık sadece saf bir arzu vardı. Güneş’in teni suya değdiğinde, Çağın da peşinden geldi. Su, bedenlerini sararken dudakları yeniden birleşti. Çağın küçük havuzun içinde fokurdayan suyun bedeninde gezinmesine izin verdi. Güneş, yüzü ona dönük halde üzerine oturdu. Artık onu içinde hissedebiliyordu. Bedenlerini birbirlerine yapıştırıp, sevişmeye devam ettiler. Güneş, Çağın’ın kaslı vücuduna dudaklarını değdirirken, Çağın, kızın boynunu emmeye başladı. Kızın canı acısa da aldığı hazdan dolayı buna katlanmayı seçti. Ardından Çağın, kızın diri göğüslerini yalayıp, uçlarını zevkle ısırdı. Oluşan haz ilerleyen saatlere doğru ikiye katlanmıştı.

‘’Ah!’ o dakika Güneş zevkle inledi.

“Beni bırakma,” dedi ardından boğuk bir sesle.

“Asla,” diye fısıldadı Çağın, onu daha sıkı sardı. ‘’Asla seni bırakmam’’

Sevişmeleri suyun içinde devam etti. Güneş, Çağının geniş omuzlarından tutup, yukarıya kalkıp iniyordu. Çağını içinde hissetmek ve onu içinde tutmak, arzuyla yanıp tutuşan bedenini perçinliyordu. Tutkunun ve aşkın ritmi sert notalara yükseldi. Çağın, doğası gereği vahşi duygularına artık gem vuramadı. Güneş’i üzerinde zıplatmaya başladı. Su seslerine karışan ten sesleri aynı şarkıyı söyler gibiydi. Birlikteliklerini başka atmosfere taşımak istediler. Çağın, kızın içinden hiç çıkmadan ayaklandı. Kollarıyla, kızın belini sarmaladı. Göz göze kenetlenmiş halde soluğu yatak odasında aldılar. Çağın, hırçın bir zevkle kızı saten çarşaflı yatağın üzerine fırlattı. Bu Güneş’ i daha da cezbetti. Bacaklarını yana açıp, onu şehvetli birleşime davet ediyordu. Güneş, Çağının çemberinde hapisti. Oradan çıkmak yasaktı. Zaten O, Çağının gölgesinde müebbet yatmaya razıydı.

Çağın var gücüyle, kızın üzerine abandı. Vücudunu onunkiyle birleştirdi. Artık daha acımasız ve sertti. Önce dudaklarına, oradan boynuna ardından göğüslerinin arasına daldırdı dudaklarını. Ve aşağıya doğru devam etti. Göğüs kafesinden göbek deliğine kadar üfleyerek indi. Göbek deliğini vakumlamaya başladı, oradan da bacaklarının arasında ki kutsal bölgeye indi. Orada kaybolmak ve sonsuza kadar kalmak istiyordu. Dilini, kızın kutsal bölgesi ile birleşiyor ve tükürüklere boğuyordu.

“Benimsin,” dedi, sesi ateş gibi yakıcıydı.

Güneş, parmaklarını Çağın’ın saçlarına geçirdi ve apış arasına doğru kafasını iyice bastırdı.

“Evet,” diye fısıldadı. “Sadece seninim, içimde hissetmek istiyorum.’’ Dedi sessizce. Çağın gelen komuta ile daha çok arzulandı. Dediğini yaptı. Ağır ve yavaşça, onu hissetmesi için harekete geçti. Kızın bacaklarını omuzlarına yerleştirdi. Yavaşça, kızın kutsalına girmeye başladı. Güneş’ in yüzünde tatlı sert ifade belirdi. Acıya dayanmak ancak verilen zevkle gerçekleşiyordu. Artık acı, sonsuz keyfe ve bitmesini istemediği hazza dönüşmüştü.

‘’Daha fazla ver’’ dedi Güneş. Bu saatten sonra sarf edeceği kelimeler umurunda değildi. Umurunda olan şu an yaşadığı ve Çağın’ın heybetli vücudunun altında terlemekti.

Çağın, yarım bir gülüşle kıza karşılık verdi. Sert olmayı seviyordu. Güneş, ondan olmasını istediği adama dönüşmesi için komut vermişti. Kızı tek hamle ile yatağın içinde yüz üstü çevirdi. Güneş, ters dönmüş, bedeni karanlığın içerisinde havalanmıştı.

‘’Demek daha sert olmamı istiyorsun’’ dedi ve ensesine üfledi. ‘’O zaman isteğinizi yerine getirelim sarışın’’.

Ensesinden beline kadar, dolu dolu yalamaya devam etti. Dişlerini kızın teninde gezdirdi. Güneşi önünde domaltıp, kalçalarını ısırmaya ve ardından cezalandırıyormuşçasına tokatlamaya başladı. Her bir tokadında kız zevkle inliyordu. Çağın, elleriyle kızın kalçasını sıkıca kavradı ve kendine yaklaştırdı. Saniyeler sonra artık kızın içindeydi. Beyninde şimşekler çakıyor, yüreğinde nehirler akıyordu. Sanki uzayın dibinde, kara deliğin içerisinde bir gezintiye çıkmış gibiydi. Yaşadığı coşkunun gerçekle örtüşmesi cabasıydı. Kız daha sert olmasını istedikçe o, yarış atını kamçılar gibi kızın kalçalarını tokatlayıp ileri geri gidip duruyordu.

‘’Orada kal ve sakın kıpırdama’’ dedi Güneş, aldığı hazla tatlı tatlı inlemeye devam etti.

Çağın teslim olmuş gibi, olduğu yerde kaldı. Güneş, Çağını tüm hücrelerinde hissetmek ve onu yaşamak istiyordu. Son tur başladığında, kızı havalandırıp kucağına oturttu. Elinde değerli bir hazineyi tutar gibiydi. Kızı cama yapıştırıp, tutkuyla sevişmeye ve gel git yapmaya sert bir şekilde devam etti. Güneş artık, inlemiyor, haykırıyordu, O bu zamana kadar yaşamadığı ya da yaşamayı unuttuğu festivalin merkezinde deliler gibi eğleniyordu.

‘’Yavaşla, lütfen’’

‘’Az önce sert olmamı istiyordun’’

‘’Şimdi yavaşlamanı istiyorum’’

Çağın zevkten gözlerini kapatmış, karanlık boşluğun içerisinde patlayan havai fişeklerinin seslerini duyabiliyordu. Bu sesler tutkunun son vuruşuydu.

Nefes nefese kaldılar. Çağın, kızı kucağından indirmeden kendini yatağın üzerine attı. Güneş tekrar üzerine düştü. Yaşadıkları şeyin gerçekliğini idrak etmeye çalışıyorlardı. Güneş, adamın üzerinden inip yanına kıvrıldı. Geniş omuzlarına yaslandı. Teşekkür maiyetinde öpücüğünü kondurdu omzuna.

Çağın, kıza doğru döndü ve gözlerinin içine baktı. Sonsuz maviliklerin içinde gibiydi.

‘’Teşekkür ederim’’

Güneş, gelen teşekküre ilk önce şaşırmıştı. Karşılıklı yaşananlar için teşekkür ediyordu. Gülümsedi. Fakat gerçeğin soğuk yüzü ile karşılaşmak an meselesiydi. Rüya bitmişti. Yaşadığı en güzel rüyaydı. Hiç bitmesin istedi.

‘’Yarın ne olacak Çağın. Yarından sonra?’’ Çağın cevap vermek istemedi. Sadece gözlerini tavana dikmiş, boşlukta gezdiriyordu.

O gece, iki beden birbirine sonsuz bir teslimiyetle bağlandı. Aralarındaki sınırlar tamamen kaybolmuştu. Ve artık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

                                                                      ***

Geçen günler sonrası, beklenen gün gelip çatmıştı. Hafta sonuna giriş yapan Gümüş Kuyulular, heyecan içerisinde gelenleri bekliyordu. Şehir karnaval alanına dönmüş, medyanın büyük çoğunluğu şehir merkezine gelmişti. Ulusal yayına hazırlanıyorlardı. Akay ailesi tüm hazırlıkları yapmış, evleri halka açık bir müzeye dönüşmüştü. Halk sabahın ilk saatlerinde ziyarete başlamış ve gelecek üyelere, yazılan mektupları, getirdikleri çelenkleri, hazırladıkları özel tasarımlarını karşılama köşesine bırakmaya başladılar.

Adeta bayram coşkusu olan bugüne Akay çocukları da özen ile hazırlanmıştı. Beyna en koyu deri elbisesini giyerken, Talya daha parlak bir kırmızı renk elbise ile kendisini süslemişti. Bora ve Çağın siyahlara bürünen takımları ile asaletin başkenti gibi duruyorlardı. Akay kadınları da giyilebilecek en seksapel kıyafetleri ile göz alıcı duruyorlardı. Gelecek olan efendilerine itina ile hazırlanmışlardı.

Akşam olduğunda tören için kendilerini hazır hissetmeleri gerekiyordu. Şehrin güvenliği askeri birlikler ile sağlanmıştı. Ama onun öncesinde medya önünde her şey olması gerektiği gibi işlemeli ve toplumsal iyilik projelerinden bahsedilmeliydi. Böylelikle dünya üzerinde marka olma yolunda ilerleyeceklerdi. Medya ekibi ve tüm kanal görevlileri Akay koruluğunun içerisinden başlayıp, evlerine doğru ilerlediler. Korluğun her bir yanını ve sitelerinin her bir köşesini fotoğraflamaktan geri kalmadılar. Sonunda içeriye giriş yapmaya başladılar.

Gelen öğreniciler tanışacakları üst düzey bilim kurulu için oldukça heyecanlıydılar. Hepsinin gözünde gelecek heyecanı ve hazırladıkları sunumları ile bekleyişe geçtiler. Akşam saatlerine doğru Gümüş Kuyu Halkının çoğu Akayların koruluğuna gelmiş, kutlama için eğlence alanları hazırlanmıştı. Hepsi tek tek hazırlanan masalara oturup yerlerini almaya başladılar. Önde gelecek olanlar için protokol kısmı da hazırlanmış, bilim kurulunu ve siyasi önderlerinin yerleri ayarlanıyordu. Bu gece Gümüş Kuyu yaşanılanları unutamayacağı bir tören olacaktı. Ancak ertesi sabah asla bu geceden eser dahi kalmayacağı bir bilinçaltı oyunu oynanacaktı. Çünkü kendileri için hazırlanan içkilerin, meşrubatların ve içilebilir suların içinde Ekrem Akay'ın ürettiği, hafıza kaybına sebep olan kimyasal karışımlar bulunuyordu. Sabah olduğunda kimse bir şey hatırlamayacaktı.

Saatler 20.00' ı gösterdiğinde, Gümüş kuyuda trafik yoğunluğu başlamıştı. Şehre gelen üyelerin makam araçları sırayla merkeze giriş yapıyordu. Konvoy halinde gelen lüks siyah kaplamalı makam araçları, adrese doğru ilerliyorlardı. Askeri üstler tüm araçların girişini sağladıktan sonra, şehrin girişini ve çıkışını kapatmaya başladılar. Bu gece yaşanılan sadece bu şehirde olacaktı. Şehre gelen ve şehirden çıkmak isteyen hiç kimseye izin verilmeyecekti. Esaslı karmaşa artık başlıyordu. Gümüş Kuyu bu gecenin ayazında kalacak ve yapılacak olan gizli tören, amaçlanan her bir kötülüğün doğumuna neden olacaktı.

 

 

 

1 Gün önce

Güneş sabahın erken saatlerinde uyanıp, yağan yağmurun estirdiği rüzgârı, penceresinden içeriye girmesini ve yüzüne değip geçmesini keyifle izliyordu. Geceden beridir hiç uyuyamamıştı. Sürekli Çağını düşünüp durmuştu. Yağan yağmur, yüreğini daha çok dağlıyor bir ırmak gibi taşmasına neden oluyordu. Yağmur damlası sanki yüreğinde birikip göl olmuştu. Penceresini daha da araladı. Şiddetle yağan yağmurun onu ıslatmasına izin verdi. Yüzüne ve vücuduna çarpan her bir damla içinin rahatlamasına neden oluyordu. Tüm yaşadıklarını bir kaç dakikalığına unutmuş ve sanki tekrar göğe yükselmiş bir kuş gibi uçtuğunu hisseti. Hafifçe gülümsedi. Çağın ile yaşadığı bu duygu dolu özgürlüğü, yüksek ses ile çalan telefonu engellemişti. Kurduğu anlık hayalleri bir çırpıda yok oldu. Hızla gözlerini telefonuna çevirdi. ''Çağın?'' diye seslendi. Fakat yanıldı. Arayan Alp' ti. Henüz o sıra saat 05.30'du. Tedirgin bir şekilde açtı telefonunu.

''Alp?''

''Güneş, yalvarırım bana yardım et." Alp'in sesi bitkin geliyordu.

''Ne oldu? Sen iyi misin?''

''Çok kötüyüm. Güneş ben ölmek üzereyim. Lütfen beni kurtar'' .

Alp'in söylediği iki cümle ile irkildi. Güneş, Alp' ten gelen yardım çağrısı ile yeni doğan günün başına gelen en büyük felaketi olacağını henüz idrak edememişti. Alp, Gümüş kuyudan gitmeden önce, büyük bir hata yapmış ve hayatının en büyük dersini almıştı o gece. Şimdide düştüğü kuyudan yardım bekliyordu. Gümüş Kuyu artık onun için kalmayı isteyeceği bir yer olmaktan çıkmıştı. Alp, şehirden gitmeden önce bir kez daha girdiği bataklığın içerisinden çıkamayıp, Güneşten yardım istemişti.

Belki o yardım gelecekti. Belki de hiç gelmeyecekti. Alp, acılar içerisinde soluk soluğa kalmıştı ve usulca kapanan gözleri, onu sonsuzluğa uğurluyor gibiydi.

 

Bölüm : 03.03.2025 19:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...