52. Bölüm

Bölüm 17-Karanlık Odalar(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Yağan yağmur hiddetini, arttırmıştı. Sokaklar yağan yağmurun etkisi ile sislenmiş, yol boyunca şoför' ün ilerlediği yolu görmesini zorlaştırıyordu. Gökyüzünden düşen şimşekler öyle bir gürültü ile iniyordu ki sağır olmamak elde değildi. Bu kasvetli havayı, ticari taksinin camından korkuyla izliyordu Güneş. Gelen konuma doğru ilerledikçe, sokaklar daha da karanlığa çalıyordu. Taksici, Güneş' i şüphe ile izliyordu. Fakat bu Güneş' in şu an umurunda dahi olamazdı. Tek düşündüğü Alp' ti. Aradığı halde telefonu açmıyordu. Bu onu daha da telaşa sokmuştu. Birkaç kilometreden sonra taksi durdu ve el frenini çekti. Güneş boş boş şoföre baktı. Aracın iç lambalarını aydınlatan adam. Dikiz aynasından Güneş' e doğru baktı.

''Geldik Hanımefendi'' dedi.

Güneş oldukça şaşırmıştı. Çünkü geldikleri yer bomboş bir araziydi. Sadece henüz yapımı bitmeyen bir inşaat vardı. Öyle bir korkuya kapıldı ki, eli ayağına dolandı. Ya atılan konum yanlıştı ya da bir tuzağın içerisindeydi.

''Hanımefendi. Burası olduğuna emin misiniz?'' diye sordu adam.

Güneş elbette emin değildi ve bunu yüz mimikleri ile oldukça belli ediyordu. ''İsterseniz sizi burada bekleyebilirim'' dedi adam. Güneş bunu duyduğuna sevinmişti. ''Teşekkürler. Çok iyi olur'' dedikten sonra kapı kolunu açıp kendini araban dışarıya çıkardı. Yağmurun şiddeti, onu pes ettirecek gibi durmuyordu. Tekrar Alp' i aradı. Telefon çalıyordu ancak açan yoktu. Bir kaç denemeden sonra bir ses işitti.

''Alp, orada mısın?''

''Küçük Alp' in ile biraz eğlendik. Şimdi usulca uyuyor. ''

''Kimsin sen? Telefona Alp' i ver hemen'' diye sordu Güneş. Sesinde alabildiğince korku yer etmişti. Kalp atışları hızlandı. Aynı anda inşaat' in yukarısına doğru baktı. 4. Kattan yansıma beliriyordu. Muhtemelen şüpheli ya da şüpheliler oradaydı. Önce arkasında ki Taksiciye baktı. Adama bir nebze' de olsa güven vermişti. Dönüp geldiğinde Taksiyi burada bulmayı umuyordu. Hız kesmeden adımlarını hızlandırdı. Bu esna da telefonu tekrar çalmaya başladı. Ancak arayanı gördüğünde şu an olduğu yerde hiç ummadığı kişiydi.

''Çağın?''

''Güneş, ne oldu''.

‘’Alp’ in başı belada birilerinin eline geçmiş, benden yardım istiyor. Nereye geldiğimi bilmiyorum’’

‘’Neden bana haber vermedin. Yine kendi başına iş yapıyorsun’’

‘’O telaşla çıktım bilemiyorum, şu an konumuz Alp’’

‘’Konum at hemen… Hemen.’’

Güneş konuşma esnasında arkadan gelen aramayı gördü. Bu Alp' ti.

''Kapatmam lazım. Tekrar arıyorlar. Sana konum atacağım.'' deyip telefonu kapattı. Ardından konumu Çağın' a gönderdi. Tedirgin adımlarla inşaat' a doğru giriş yaptı.

                                                                ***

Akay Konaklarında bu geceye, parlak şamdanlar, ışıldayan avizeler, özen ile hazırlanmış şık yemek masaları, gramofon' da çalan huzurlu plaklar, tutku ile edilen danslara kahkahalar eşlik ediyordu. Üyelere ve eğitimcilere eşlik eden öğrenciler, geleceğe yakın kariyer planlarını hasbihâl ediyorlardı. Tam da o sıralarda Ulu Kan’ ın kurul üyesi az sonra kendisi için hazırlanan özel odaya giriş yaptı. Kamufle olmak için üzerine özenle seçtiği gösterişli şövalyeyi andıran deri ve altın kaplamalı kıyafeti bu gece için oldukça iddialı görünüyordu. Akay kadınları gelen misafirler ile ilgilenirken, Akay erkekleri bu yüce örgütün özel üyesini ağırlıyorlardı. Karanlık odayı sadece kırmızı ve mor renge çalan loş ışıklar aydınlatıyordu.

Adam, yüzünde ki maskesini dikkatle çıkardıktan sonra, huzurunda bekleyen Akay erkeklerine sadece kısık gözleri süzerek selamladı.

"Sonunda yine birlikteyiz evlatlar" dedi boğuk sesi ile. Ejder Akay parmağını şıklatarak, başkanlarına hizmet edilmesi için komuta verdi. Hizmetli odaya girdiğinde, elinde tuttuğu tepsiyi itina ile taşıyordu. Kurul üyesi için hazırlanan orta derecede pişen kaz eti ve sıcak şarap servisini yaptı. Başkanın özellikle istediği başlangıç buydu. Gelen hizmetli manidar bakışları ile adama doğru eğildi. Adam şehvetle kıza baktı. Onu baştan aşağıya inceledi. Aç bir yırtıcı iştahı ile üzerine abanacak gibi duruyordu.

"Bu gece uzun olacak desenize" deyip manidar ifade ile kahkahayı bastı. O sıra gözlerini hizmetli kızdan bir an olsun ayırmadı.

"Sen burada kal" diye emretti.

Hizmetli kız önce Akay erkeklerine baktı. Gelen emre onaylarının olup olmadığını öğrenmek istedi. Ejder Akay başı ile onayladı. Örgüt üyesi Adam Won, elini hizmetlinin çenesine götürdü. "Ürkek bir ceylan gibi titriyorsun. Rahatla güzelim" dedi.

Ejder Akay'a odadan ayrılmaları için kardeşlerine komuta verdi. Ardından Başkan, odada ki tüm güvenlik kameralarının açılmasını ve bu gece gelenleri ve töreni izlemek istediğini söyledi. Levent Akay kameraları tek tek açtı. Odadan ayrıldıklarında üç Akay kardeşler birbirleriyle usulca bakıştılar. Loş odada hizmetli ile kalan Adam kalmıştı. Örgüt başkanı Won, yemeğini afiyet ile yemeğe başladı.

Aynı anda hizmetli kızı göz hapsine aldı. Korkudan titreyen kızcağız istemsizce başparmağının etlerini soyuyordu.

"Üstündekilerden kurtul" dedi Won.

Kıyafetlerini çıkarması için talimat verdi. Kız şaşkınlıktan sağa sola bakındı ama nafileydi. Henüz Akaylar için çalışmaya başlayalı aylar olmuştu fakat düzenlerine alışmak zordu. Üstelik ilk defa böyle bir geceye şahitlik ediyordu. Öncesinde Akay kadınları tüm çalışanları bilgilendirilmişti fakat böylesini henüz beklemiyordu. Adam oturduğu yerden ağır ağır kalktı. Gözlerinde derin bir ulaşılmazlık ve itaatkâr bakışlar belirmişti. Hizmetli üzerindekileri gelen komuta ile çıkarmaya başladı. Çaresiz ve şaşkın halde kendini bu yaşlı adama teslim etmeye hazırlanıyordu. Adamın haince planları her halinden belli oluyordu. Keyifle kızı seyretmeye devam etti. Kız, siyah dantel detaylı iç çamaşırı haricinde tamamen çırılçıplak kalmıştı. Won elini önce kızın göğüslerine daldırdı. Onları zevkle okşuyordu. Diğer elini kızın apış arasına götürdü. Başparmağı ile oynamaya başladı.

Masumların çaresizliği güçlülerin kontrolü altında ilerliyordu bu akşam. Salonda tören konuşmasını yapan Ejder Akay, gelen misafirlere sınırsız eğlence ve keyif veren bir kutlama bahşetmişti. Gümüş Kuyu halkının yarısı bu törenden haberliyken, diğer yarısı henüz başlarına gelecek felaketten bir haber, bu akşamın tadını çıkarıyordu. Salon kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Gösteri grubu içeriye girmişti.

Dansçılar üzerlerinde kırmızı ile karışık siyah cübbeleriyle gölge gibi dans alanına doğru ilerledi. Gösteri sırası onlardaydı. Işıklar yanıp söndüğünde, coşkulu müzik eşliğinde gösterilerine başladılar. Kızlı erkekli bu dans grubu izleyenleri hayrete düşürüyordu. Ellerinde ki sonsuzluk ve hançer simgesine benzer semboller ile onları izleyenleri adeta hipnoz etkisi yaratıyorlardı.

Salonun balkon kısmından geceye şahitlik eden Beyna Akay kadehini yudumladı. Her sene boy gösterdiği bu törende, bu kez güç onun elindeydi.

Önce ki törenlerde üyelere hizmet eden oyken, şimdi ona hizmet edilecekti. Hem de bu salondan bir yabancı tarafından. Ancak önce planlar işlendiği gibi devam etmeliydi. Gözleri bir an Çağını aradı. Uzunca etrafına baktığında, karşı lobide gelen üyeler ile konuşuyordu. Hatta öyle ki üyenin biri neredeyse onu gözleri ile yiyordu. Bu gecenin haricinde yaşanacak bir hadise ise Akay ailesi üyelerinden biri Ulu Kan’ ın düzenleyeceği ayin gecesinde, geleneksel Takım lideri seçilecekti. Gelen üyeler, muhtemelen bunun raporunu da örgüte verecekti. Bu gecenin Akay ailesinin adayları Çağın ve Bora olmuştu. Beyna şunun farkındaydı ki; bu gecenin galibi Çağın olacaktı. Gördükleri karşısında yerinde durmaktansa, Çağının yanına doğru ilerlemeye başladı. Lobide onlara doğru ilerledi.

‘’Merhaba baylar’’ deyip kadehini onlara doğru kaldırdı. Aralarında ki sarısın 1.90 boylarında ki adam kadehini Beyna ile tokuşturdu.

‘’Beyna Hanım, harika görünüyorsunuz’’ dedi.

Kendinden emin bir ifade ile gülümseyen Beyna şöyle söyledi:

‘’Her zaman öyleyimdir’’

Gözleri Çağındaydı. Fakat Çağın onu görmezden geliyordu. Beyna, ona biraz daha akınlaştı.

‘’Abim ile karşılaşmaya hazır mısın?’’

Çağın, küçümser bir ifade takındı yüzüne, gözleriyle ona yukarıdan bakıyordu.

‘’Şu an sadece kafa toplamam gerekir.’’

‘’Aramızda kalmalı mı bilmem fakat ben senin kazanacağından hiç şüphe etmiyorum’’

Çağın kadehini, garsona uzatıp, yanlarından ayrıldı. Beyna her ne kadar Akay soyunun bir ferdi olsa da onu reddeden ve görmeden gelen biri vardı. Bu onu daha çok kamçılıyordu. Sarışın adam Beyna’ yı alıcı gözle izlemeye devam etti. Beyna işaret parmağı ile yanına yaklaşmasını işaret etti. Adam bir adım sonra kızla burun buruna geldi. Beyna adamın alt dudağını dişledi, adam kendini refleksle geri çekti. Parmağını dudağına götürdüğünde kan izini gördü. Beyna, Çağın’ ın öfkesini şimdiden birinden çıkarmaya başlamıştı.

Alkış sesleri yükselmeye devam ediyordu Akay konaklarında. Tüm üyeler ve öğrenciler kaynaşmış, sanki yıllardır tanışıyorlar gibi kahkahalar ardı ardına patlıyordu. Kimi üye olasılık kavramları ile ilgili matematiksel işlemler üzerinde bilgi veriyorken, kimisi pozitif bilimlerden bahsediyor, insanlığa yaşam arzusunun kendi yaradılışından bahşedildiği ile ilgili sunumlar yapılıyordu. Gelen herkes tek bir şeye hizmet ediyordu. Hepsi kendi menfaatlerini düşünüyordu. Öğrenciler ve halk bu aydın topluluktan, bilgi avına gelmiş ve referans kazanmaya çalışırken, Gelen üyeler ise ilerleyen saatler de tören için sabırsızlanıyorlardı.

Markalaşma ve gösterim amaçları gözlerini bürümüştü. Ulusal medya hiç bir kareyi kaçırmadan tek tek resmederken, sosyal medya' da Akay Ailesinin bu şatafatlı gecesi en çok konuşulan 'Akaylar' başlığı ile çok konuşulanlar arasına girmeyi başarmıştı.

Çok konuşulmanın etkisi Akay ailesinin göğsünü kabartıyordu. Medya'ya gösterdikleri kadar, kendi içlerinde hesaplayamadıkları aksiliklerden henüz haberdar değillerdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde kapıdan içeriye Taha giriş yapmıştı. Kanaldan tanıdığı muhabir arkadaşı ona' da bir görev vermişti. Daha doğrusu Taha burada olmak ve ailenin içerisine sızmak için arkadaşını ikna etmek için elinden geleni yapmıştı. Amacı, Çisemin Levent Akay tarafından kullanıldığını öğrendikten bu gece için delil toplamaktı. Gömleğinin kenarına iliştirdiği gizli kamerayı an be an çekmek için orada bulunuyordu. Öncelikle buraya ilk gelişi olduğundan dolayı, ortamın havasından ve Akay konaklarının devasa büyüklükteki bu evden büyülenmemek elde değildi. İşi zordu, burada delil aramak oldukça zordu nereden başlayacağını bilemiyordu. Az sonra muhabir arkadaşı Taha'yı fark edip yanına geldi.

''Selam dostum, kolay bulabildin mi burayı?'' diyerek ortamı süzmeye devam etti.

''Doğrusu pek kolay olmadı'' demekle yetindi Taha. Arkadaşının elinde tuttuğu kadehi, kendisi alıp bir yudumda midesine indirdi. Heyecanını dindirmek ve görevi için biraz gevşemek istiyordu.

''Taha dikkatli ol, gecenin tadını çıkar. Seni yedek muhabir olarak çağırdım. Çok fazla içip bokunu çıkarma. Bir gözün bende olsun.'' dedi.

Taha sabit bakışları ile onayladı. ''Merak etme başına bela olmam'' dedi. Gözleri ile coşkulu gecenin yaşanılanlarına kaydı. Danslar, gösteriler, sergiler ve verilen röportajlar aynı anda tüm hızı ile devam ediyordu. Bir şeyler içmek için, kokteyl bölümüne doğru ilerledi.

''İki tekila lütfen'' diye seslendi. Barmen Taha'nın istediklerini servis ettikten sonra, başka istediği bir şey olup olmadığını sordu. 'Şimdilik kâfi' dedikten sonra, ardı ardına içkileri yudumladı. Gizlediği kamerayı kontrol ettikten sonra kayıt düğmesine bastı. Medya haricinde Akayları video kayda alan biri daha vardı bu gece. O dakikalarda kendini belli etmeden gelen konuklara ve üyeleri gözlemlemeye başladı Taha. Ancak henüz beklemediği bir şey ile karşılaştı. Talya ona doğru ilerliyordu. Talya' yı tekrar gördüğüne sevinmişti. Giydiği elbisenin altında parıldıyordu gözüne. Bir kaç adım sonra Tayla yanındaydı.

''Senin burada ne işin var?'' diye sordu Talya.

Gözlerini Talya' dan ayırmak zor geliyordu. Sakince yutkunduktan sonra kendini toparladı.

''Yedek muhabirim'' dedi.

Talya buna pek inanmıyor gibiydi. Çünkü en son Taha onu amcası hakkında uyarmıştı ve ondan sevgilisini kurtarmak için ve Levent Akay' ı deşifre etmek için yardım istemişti. ''Sevgilin burada değil mi?'' diye sordu Talya.

''Eski sevgilim'' şeklinde cevap verdi Taha. Özellikle bunu vurguladı. Çünkü Çisem artık onun değildi. Öyle sanıyordu ki bundan sonrada onun olmayacaktı.

''Eğer bir haltlar karıştırıyorsan seni buna pişman ederim'' diye çıkıştı Talya.

Taha gülümsedi. ''Senden dolayı pişman olacaksam buna değer'' dedi. Talya duyduğu karşısında göğsü kabardı. Taha'nın ona karşı ilgili olduğunu anlamıştı. Fakat ileri saatlerde yaşanacak ayin için burada olmaması gerektiğini biliyordu. Bu herkese açık bir tören değildi.

''Burada olmaman gerekiyor. Gitsen iyi edersin.''.

Taha'nın gitmek gibi bir isteği asla yoktu. Yine de karşı koymak ve dikkat çekmek istemedi.

''Okuduğum okulun töreninde bulunmak beni onurlandırdı. Ancak istenmiyorsam elbette giderim'' diyerek yanıt verdi.

Tabii ki buradan bir kanıt bulmadan gitmeyecekti. Sadece Talya' nın damarına basmak istemiyordu. ''Bir kadeh daha içip öyle gitsem?'' diye sordu.

''Sadece bir kadeh. Sonra seni burada görmek istemiyorum'' diyerek yanından uzaklaştı Talya.

Yanından süzülüp giderken arkasına bakmak istedi. Taha cam gibi mavi gözleri ile onu süzüyordu. Ona karşı koymak zor gelmişti. Bambaşka bir dünyada yaşamış olsaydı, ya da kaderi başka şekilde çizilseydi, Taha' dan hoşlanabilirdi. Talya' da çok iyi biliyordu ki bu imkânsızdı. Kaderi ailesi tarafından çizilmişti. Günü geldiğinde kendisine göre en iyi kişi ile Örgütün onayı ile zaten evlenecekti. Sakince uzaklaşırken.

'Başka bir dünyada görüşürüz Taha' diye iç geçirdi.

Karanlık odadan haykırış ve işkence sesleri yükseliyordu. Üye başkanı Won, kendi zevki uğruna hizmetli kızı basit bir eşya gibi kullanıyordu. Konuşmakta zorluk çeken kız, titriyordu. Bu hayvani duygulara sahip adamın emelleri içerisinde bir kuklaya dönmüştü. Az sonra Won, elinde tuttuğu sembolü kızgın demirde, ısıtmaya başladı. Kız gördükleri ile gözleri korku ile kocaman açıldı.

''Efendim onunla ne yapacaksınız?'' diye sordu ürkek bir tavırla. Kenan hiç bir şey demiyor sadece elinde ki sembolü ısıtıp kızgınlaşmasını bekliyordu. Aynı oranda gözleri güvenlik kameralarında gelenleri gözlemliyordu.

1 Gün Önce

Güneş merdivenleri adım adım çıkarken, telaşlı tavrı sendeleyip olduğu yere düşmesine neden oldu. Canı oldukça yanmıştı. Yukarıdan bir kaç tıkırtı duydu. Bunlar ayak seslerine benziyordu. Can havli ile kalkıp yukarıya doğru koşmaya başladı. ''ALP?'' diye seslendi. Bir kaç kat daha çıktıktan sonra ileride birini gördü. Kendini savunacağı hiç bir durum olmadığı için adımlarını yavaşlattı. Dikkat çekmemek için sırtını duvara dayadı. İlk hamlede karşısında ki kişiyi yakalayabileceğini düşündü. Tekrar ileriye doğru baktığında Alp' i sandalyeye eli kolu bağlı şekilde gördü. Telefonunu cebinden çıkarıp, polise haber vermeye hazırlandı. Arkasından aldığı sopa darbesi ile bunu başaramadı. Gelen darbe nefesini kesti, gözleri karardı ve kendini yere bıraktı. Oracıkta bayılmıştı.

Dakikalar sonra kendine geldiğinde, ellerinin Alp ile sırt sırta verilmiş şekilde bağlı olduğunu anladı. Alp, Güneş' in uyanması için çaba harcamıştı. Son kez 'Güneş' diye seslendiğinde, Güneş anca kendine gelebildi.

''Ne oldu böyle? Senin burada ne işin var?'' diye sordu.

Alp' in umutsuzluktan gözleri kararmıştı. Bir kez daha bir çuval inciri berbat ettiğini düşündü. ''Özür dilerim Güneş, yine başını belaya soktum'' dedi. Güneş öfkelendi. Duymak istediği özür değildi.

'' Başlatma özründen, bana neler olduğunu anlat çabuk.'' diye sordu.

Alp nereden başlayacağını düşündü ancak artık bir yerden başlamak zorunda olduğunu biliyordu. ''Ailem beni gözden çıkardı. New Jersey' e gönderiliyorum. Hasta olduğumu düşünüyorlar. Senin o günkü davete gelmeyip beni reddettikten sonra, çileden çıktım, her şeyi mahvettim. Gözüm hiç bir şey görmedi. Çünkü aileme boyun eğmek istemiyordum.''

''Peki, bu duruma nasıl geldin. Burada ne işin var. Bu adamlar kim?'' diye sordu.

''Onlar Kemer Yakalılar''

''Ne? Bu nasıl olur. Senin bunlarla ne işi var? Kemer yakayı en son hastanede yatan Faruk'tan öğrenmişti. En kısa sürede oraya gitmeyi düşünüyordu. Ancak Kemer Yakalıların, Gümüş Kuyuda nasıl barınabildiğine şaşırmaktan alıkoyamadı kendini.

''Dün gece her şeyi unutmaya gittim. İlk kez kendim olacaktım. Ben olacaktım. Kendimi kaybeden kadar içtim. Hiç durmadan içtim Güneş.''

''Tanrım tüm bunlar şaka olmalı''

‘'Bilincim yerinde değildi. Seni neden çağırdığımı bile bilemiyorum. Aklıma bir tek sen geldin'' diye cevap verdi Alp.

Güneş, bulundukları yerin ıssız ve şehir merkezinden uzak olmasından anlamalıydı. Burası çorak araziden başka bir şeye benzemiyordu. Taksicinin şüphelenmesine de şimdi anlam vermişti.

''Ne istiyor bunlar sizden?'' diye sordu Güneş.

''Onların olanı, onlara teslim etmemizi. Yıllar önce, Gümüş Kuyu toprakları sahibi esasen onlarmış. Bizim atalarımız kan dökerek ve onları Gümüş kuyudan sürerek cezalandırmışlar. Böylece nihai Gümüş Kuyu projesi başlamış.''

''Projeden kastın ne?''

''İnsanları kandırmak. Kullanmak. Güçsüzleri yok etmek ya da köle yapmak. Tek amaç örgüte hizmet etmek. Dünya genelinde bunu yapıyorlar. İnsanları kullanıyorlar. Benim ailem sadece bu örgüte hizmet eden sistemin bir parçası. Çünkü karşılığında temiz araziler, ekonomik güvence, bir insanın hayal edebileceği zenginliğe ait ne varsa önlerine sunuluyor.'' Dedi

‘’Ekonomik güvence’’ dedi Güneş ve gergin bir şekilde gülümsedi. ‘’Para aklayarak mı?’’ Konuşma esnasında iri yapılı iki adam yanlarına geldi. Esmer ve kirli sakallı olan adam ''Böcekler uyanmış'' diyerek gülmeye başladı.

Alp dün gece yine bir atak geçirmiş ve kendini Kemer Yaka' da bulmuştu. İlk geldiğinde kimse henüz fark etmemişken, akşam eğlendiği bir gece kulübünde ardı ardına içmiş ve adını defalarca kez zikretmişti. Bunu fark eden Kemer Yakalılar, Akay soyunun aralarına girdiğini görünce, Alp' i kendi çıkarlarına göre kullanıp, üzerine bir de darbeler indirmişlerdi.

''Akay köpeği burada'’ sloganı eşliğinde Kemer Yakalı' nın serserilerine meze olmuştu. Şimdi de bu durumu fırsata çevirip onu tutsak etmişlerdi. Güneş duydukları karşısında put kesildi. Öfkeden gözü döndü.

''Ona ne yaptınız hayvan herifler'' diye bağırdı.

Adamlar bu yakarıştan sonra kendi aralarında gülüştüler.

'' Yapmak istediğimiz her şeyi bebeğim. Tıpkı birazda senin üzerinde yapacaklarımız gibi'' diyerek kahkahalarını daha da arttırdılar. Adam belinden çıkardığı silahı önce Güneş’ e sonra Alp' e doğru tutuyordu.

Güneş korku ile gerilmiş soğuk terler dökerken, Alp tekrar atak geçirmeye başlamıştı. Alkolün etkisi üzerinden kalktıkça dün geceye dair yaşadıklarını hatırlamaya başladı. Önce aldığı darbeleri ve uğradığı tacizler aklına geldiğinde bağırmaya başladı. Adam elinde tuttuğu silahla tehditlere başladı. ''Sus piç kurusu. KES! Yoksa beynine kurşunu yiyeceksin'' dedi. Diğer esmer olan adam ise Levent Akay' ı aramış ancak cevapsıza düşmüştü. ''Ulan baban bile senden vazgeçmiş. Resmen çöp torbası kadar iğrenç ve gereksizsin'' dedi. Alp' in geçirdiği atak duydukları ile ilerlemeye başladı. Sırt sırta verdiği Güneş, bunu aldığı darbeden anlayabiliyordu. Alp kendini ileri geri sürüklüyordu. Alabildiğince küfürleri havaya sallıyordu.

Adam silahın ucuyla kaşına sert bir darbe ile vurdu. An itibari ile süzülen kan Alp' in gözünün üzerinden kayıp gidiyordu.

''Yapmayın, onu rahat bırakın'' diye yalvardı Güneş. Adam son kez aradığı Levent Akay' a ulaşamadı. Esmer olan adama baktı. ''Yapman gerekeni yap'' dedi. Adam şarjörü doldurdu. Önce Alp'in beynine nişan aldı. Artık atış an meselesiydi. Patlayan silah sesi ile Güneş çığlığı bastı. Bir kez daha silah sesi yükseldi. İki kurşun art arda sıkılmıştı. Korkudan gözlerinden yaş gelen Güneş, usulca yaşla dolan gözlerini açtı. Vurulup vurulmadığını anlayamadı. Ağır ağır açtığı gözleri ile gördüklerini hayretle izledi. İri yarı adamlar sere serpe yerde yatıyorlardı. Yüreği sevinçten yerinden çıkacak gibiydi.

Çağın Akay ona ulaştırdığı mesaja sessiz kalmamış, attığı konuma kadar gelmişti. Silahın namlusunu temizleyen Çağın, Güneş ve Alp'e doğru ilerledi. Güneş bu katliamın ortasında iki ceset haricinde, Çağında ki o saf sevgiyi gördü. Çağın, her ne yaşarsa yaşasın vazgeçmeyecek gibi duruyordu. Karşısında duran büyük engel babası Ejder Akay'a karşı bile. Güneş şunun çok iyi farkındaydı; Çağın ona karşı boş değildi. Korku dolu yüreğini, bir nebze de olsa huzurla doldurabilmişti.

 

1 Gün Sonra (Tören Gecesi)

Gecenin seçkin davetlilerinden biri de Çisem ’di. Bora’nın daveti, onun işine gelmişti. Böyle bir gecede bulunmak, olayları kendi lehine çevirmesi için eşsiz bir fırsattı. Üstelik bu teklifin Bora’dan gelmesi, işini daha da kolaylaştırıyordu.

Siyahın en derin tonlarını taşıyan, yarı transparan elbisesi içinde, gecenin ihtişamına yaraşır bir karaktere bürünmüştü. Saçlarını özenle toplamış, gözlerinde keskin ve davetkâr bir ışıltı taşımıştı. Lüks aracın kapısı açıldığında, gecenin soğuk havası ona değmeden etrafındaki kalabalığın bakışları üzerine toplandı. Adımları kendinden emin, tavrı kusursuzdu.

Bora, gelenin Çisem olduğunu fark ettiğinde, gözlerinde belli belirsiz bir parıltı belirdi. Hızlı adımlarla yanına gitti.

“Büyüleyici görünüyorsun,” dedi, sesi alçak ama etkileyiciydi. “Göz kamaştırıcı bir yıldız gibi.”

Çisem hafifçe gülümsedi. “Beni şımartıyorsun, teşekkür ederim. Davetin de bir o kadar özel.”

Bora nazikçe elini kaldırıp onun ince parmaklarını avuçlarına aldı, ardından hafifçe eğilip eline kısa bir öpücük kondurdu. O an, lobinin üst katında duran Levent Akay’ın gözleri bu sahneye kilitlendi.

Görkemli salonun yukarısından aşağıya bakan adamın yüzü gölgeler içinde kaldı. Kaşları çatılmış, gözleri öfkeyle daralmıştı. Sinir katsayısı her geçen saniye yükseliyordu. Kendi kölesinin, yeğeni tarafından ilgi görmesi, tahammül sınırlarını zorluyordu.

Bora, Çisemi bar kısmına yönlendirdi. Çisem adımlarını yavaşlatarak etrafı incelerken gözleri, duvarlarda asılı Rönesans tablolarına, yukarıdan süzülen avizelere takıldı. Kristal parçaları, ışıkla dans ediyor, gölgeleri yere düşen narin kar taneleri gibi süzülüyordu. Duvarları saran koyu kırmızı, siyah ve kahve tonları, ihtişamın ve karanlığın mükemmel uyumunu yansıtıyordu. Tüm bunlar, geçmiş yüzyıllardan fısıldayan görkemli bir şatoyu andırıyordu.

İç mekân ve bahçe, insan kalabalığıyla dolup taşmıştı. Gecenin kuralı belliydi: Eşleş ve tanış.

Bora, elindeki kadehi Çiseme uzattı. “Bunu denemelisin.”

Çisem teşekkür ederek kadehi nazikçe aldı, dudaklarını kristal kenarına dokundurdu. İçkiden bir yudum aldığında, tadı tanıdıktı. Normal bir içkiydi. Demek ki Bora, onun aklının berrak kalmasını istiyordu. Belki de henüz özel karışımlar hazır değildi.

İkili, gecenin atmosferine dair birkaç kelime paylaştı. Bora, gözlerini salonun derinliklerine çevirerek, “Bu gecenin kazananı ben olmalıyım,” dedi. Fark etmeksizin içtenlikle söyledi.

Çisem başını hafifçe yana eğerek onu süzdü. “Ne demek istiyorsun?”

Bora gülümsedi, omuzlarını umursamazca silkti. “Her şeyin bir sırası var.”

Çisem, ne ima ettiğini az çok kavramıştı ama bunu sorgulamak istemedi. Onun asıl dikkati, şu an lobide duran adama çevrilmişti. O kişi Levent Akay’ dan başkası değildi. Bu gece ona fazlasıyla yakındı. Geçen gece onun ne kadar iğrenç biri olduğunu öğrenmişti. Hem de kendi oğluna karşı yaptığı iğrençliklerdi bunlar.

Şimdi elinde bir koz vardı. Büyük ve keskin bir koz. Onu ne zaman ve nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu.

 

Gece yarısına beş dakika vardı. Saatler 23:55' i gösteriyordu. Ekrem ve Başak Akay' ın hazırladığı kimyasal alkollere ve içilen suların hepsine karıştırılmıştı. İlerleyen saatlerde herkes o gecenin büyüsüne kapılmış, kimyasalın etkisi altına girmişlerdi. Sorsalar isimlerini dahi hatırlanmayacağı kadar hafızaları gitmişti. Zihin kontrolü tamda burada devreye giriyordu. Gelen üyeler yavaş yavaş, kendileri için hazırlanan gösteri salonuna ilerliyordu. Hatta yürümekte dahi zorlanıyordu. Ancak bitmeyen eğlence isteği onları daha da keyiflendiriyordu.

Az sonra büyük toplantı salonunun ışıkları yandı. Akay kadınları ve erkekleri hepsi tek tek yerlerine oturmaya başladı. Üyeler ise karşılarına geçti. Toplantı Akaylar ve üyeler arasında devam ederken, Ekrem Akay yeni projesini sundu gelen kurul üyelerine. Üyeler, Ekrem' in hazırladığı bu kimyasalın insanların üzerinde etki ettiğinden beridir örgütün beyni ilan edilmişti. Göğsünü kabartarak gelen tebrikleri karşılıyordu. Bir sonra ki esaslı buluşundan söz etmedi. Çünkü Ekrem' in gözü oldukça yüksekteydi. Toplantının esas konuşma başlıklarından biride deney çocukları olmuştu. Çocukların hepsi özenle yetiştiriliyordu. Üyeler onları görmek için sabırsızlanıyordu. Ejder Akay söze atıldı. ''Birazdan hepsi burada olacak. Önce üye başkanımız, Sayın Won’ un teşrif etmesini bekliyoruz.'' dedi.

Başak Akay elinde ki kâğıtlara göz gezdirdi. 'İklim anlaşması, yenidünya sistemleri' ilk dikkatini çeken yazıydı. Ulus devletlerin, monarşinin, dini inançların yok olmasından ve tek dünya devleti kurulmasının planlarından bahsedilen konu başlıkları bulunuyordu.

Bu düzenin diğer uzantısı Akay ailesi olarak paralellik gösteriyordu. Ailenin elde ettikleri, yarattıkları zihin kontrolü ve bilinmeyen ya da gizli olan sistemleri uygulamak, hükûmetleri ve kuruluşları ele geçirerek yeni bir dünya oluşumuna katkı sağlayacaklardı. Tıpkı Akayların yıllar önce Gümüş Kuyu ele geçirip yönetim biçimini ele geçirdiği gibi. Yine bir görüşe göre de Ulu Kan örgütü, karanlık ve bilinmeyen organizasyonların yöneticisi kaynaklanıyordu. Bu gece ki karanlık sırlar ile gömülü toplantılar, ileride insanlığı bambaşka bir kötülüğe sürükleyeceği ve kaçınılmaz bir sonu ifade ediyordu. Başak Akay ilk olarak elinde ki sözleşmeyi imzalayıp, üyelere geri takdim etti. Tüm Akay ailesi sözleşmeleri imzaladı. Böylelikle Ulu Kan örgütü bir kez daha planlarını harekete geçirecek boyuta ulaşmıştı.

Üye başkanı Adam Won, içeriye giriş yaptı. Hepsi tek tek ayağa kalkıp saygı duruşunda bulundu.

''Oturun'' dedi emrivaki sesi ile. Önünde ki sözleşmeleri kontrol etti ve herkese sırayla baktı.

''Aileniz için yeni adaylar gelsin, devir teslime başlayacağız'' dedi.

Az sonra Bora Akay ve Çağın Akay içeriye girdi. Won, ikisine de iştahla baktı. Biri iri yarı güçlü dururken diğeri çevik ve keskin duruyordu. Adam ikisini' de selamladı.

''O zaman gece başlasın'' dedi. Saatler tam 00.00' gösterdiğinde. Tüm ışıklar söndü. Tüm davetliler tek tek deney odalarına götürülmeye başlandı. O geceye şahitlik eden Taha, bilinçaltında içtiği içkinin kimyasalından dolayı gel git başlamıştı. Fakat kayda aldığı her şey o gece olanları kaydediyordu. Karanlık odada ki hizmetli kızı gördüğünde ona yardım etmek istedi. Kızcağızın ensesinde, Ulu Kan’ ın sembolü kızgın demir ile işlenmişti. Kız, çırılçıplak kalmış, acılar içinde kıvranıyordu. Taha baş dönmesi yaşamaya başladı. Oda bu gece özel hazırlanan kimyasaldan içmişti. Olduğu yere düştü ve oracıkta kalakaldı. Kayda aldığı kamera kalanları çekmeye devam ediyordu.

Dakikalar sonra özel hazırlanan mahzene, tüm üyeler ve ele geçirilen davetliler getirilmeye başlandı. Plan yerindeydi ve işlemişti. Ele geçirilenlerin birçoğu deney odalarında kullanılmak üzere, gizledikleri laboratuvara götürüldüler. Geri kalan ile kutlama partisi yapılacaktı. Şeytan kucağı dansı dedikleri bu sapkın birleşim, orada bulunan herkesi kapsıyordu.

Herkesi çırılçıplak soymaya başladılar. İçeriye, örgüt üyeleri ve Akay kadınları girdi. Tek tek soyundular. Bu ayinin diğer bir amacı tensel birleşme ile Deccal' e kendilerini yakın hissetmekti. Ellerinde ki kırbaçlar cehennem bekçilerini aratmıyordu. Müzik eşliğinde tüm çıplak bedenler birbirlerine daha da yakınlaştı. Toplu birleşme artık an meselesiydi. İşkence ile başlayan gece, şehvetle devam edecekti.

 

Loş ışıklar, ringin etrafındaki seyircilerin yüzlerini gölgeler içinde bırakıyordu. Salon, nefesini tutmuş gibiydi. Yüksek tavanlardan süzülen kristal avizeler, gecenin ağır atmosferine ışıltılı bir ironi katıyordu. Burada olan herkes, birazdan başlayacak olan dövüşün ne anlama geldiğini biliyordu. Bu yalnızca bir karşılaşma değil, bir varis savaşının ta kendisiydi.

Çağın ve Bora, ringin ortasında birbirlerine bakarken, aralarındaki gerilim havayı keskin bir bıçak gibi ikiye ayırıyordu. Bora’nın gözlerinde hırs ve kibir parlıyordu. O, kazanmaya kararlıydı. Çağın ise tamamen farklıydı. Bakışları soğuktu, ölçülüydü. Kazanmanın, ona ne getireceğini çok iyi biliyordu. Bu düzeni yıkmanın ilk adımı, ona sahip olmaktı.

Hakem ellerini kaldırdı. Gong sesi yankılandı. Dövüş başlamıştı.

Bora, rakibinin güçlü kas yapısına güvenerek hızla saldırıya geçti. Yumruğunu yıldırım gibi savurdu, doğrudan Çağın’ın çenesine hedef almıştı. Ama Çağın son anda başını hafifçe yana eğerek yumruktan kaçtı. Hemen ardından Bora’nın açıkta kalan kaburgasına sert bir dirsek darbesi indirdi. Bora sendeledi ama dengesini çabucak buldu. Öfkeyle saldırısını yeniledi. Yumrukları yağmur gibi iniyordu; her biri hızla ve ölümcül bir isabetle geliyordu. Çağın, savunmasız kalmıştı, art arda gelen yumrukların hedefi oldu. Düşmemek için güç bela ayaklarını sağlam basarak darbelerin çoğundan sıyrıldı. Ancak Bora bir anlık boşluk daha yakaladı ve göğsüne sert bir tekme indirdi.

Çağın, darbenin etkisiyle birkaç adım geri gitti. Ağzının kenarına kan sızıyordu ama umursamadı. Aksine, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “Fena değil,” diye mırıldandı, parmaklarıyla ağzındaki kanı silerken.

Bu, Bora’yı daha da öfkelendirdi.

Bora, hızını artırarak saldırıya geçti. Yumruklarını Çağın’ın yüzüne ve göğsüne indirmeye çalışıyordu. Ama Çağın, onun saldırılarındaki zayıflıkları görüyordu. Bora güçlüydü, ama sabırsızdı. Kontrolsüz saldırılar, Çağın’a fırsat yaratıyordu.

Bora, güçlü bir sağ kroşe savurdu ama Çağın hızla eğildi, Bora’nın kolunu kavrayarak vücudunu döndürdü ve onu omzunun üzerinden fırlatarak yere yapıştırdı. Ringin zemini, Bora’nın düşüşüyle yankılandı. Seyircilerden hafif bir uğultu yükseldi. Bora öfkeden deliye dönmüştü. Yerde birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra hızla ayağa kalktı, gözleri öfke ve kinle doluydu.

“Şansın yaver gitti,” diye hırladı.

Çağın, başını hafifçe yana eğdi. “Öyle mi sanıyorsun?”

Bora dişlerini sıktı ve tekrar saldırdı. Ama Çağın, artık oyunun tamamen kontrolünü ele geçirmişti. Bora’nın her hareketini önceden tahmin ediyordu. Rakibinin yumruklarından ustalıkla kaçıyor, karşılık olarak ani ve ölümcül darbeler indiriyordu.

Bora’nın nefesi ağırlaşmıştı. Kolları eskisi kadar hızlı kalkmıyordu. Ter, alnından süzülüp göğsüne damlıyordu. Bu an için var gücü ile çalışmıştı. Kaybetmeyi sindirmezdi. Çağın ise hâlâ soğukkanlıydı. Enerjisini dikkatli kullanmış, dövüşü taktiksel oynamıştı. Son hamlesini yapma vakti gelmişti.

Bora, tüm gücüyle son bir yumruk savurdu. Ama Çağın, aniden yana kayarak hamleyi boşa çıkardı ve Bora’nın açığa çıkan yanına tüm kuvvetiyle dizini geçirdi. Bora’nın gözleri kocaman açıldı, nefesi kesildi. Tekmesini sırtına sırayla savurdu. Son darbe daha can alıcıydı, bir kolunu ters döndürüp, hamle yapmasını engelledi. Kafasını alın çatına geçirdi. Bora, acının dalgalar hâlinde vücuduna yayıldığını hissetti. Dengesini kaybederek dizlerinin üzerine düştü.

Çağın, rakibinin yorgun ve mağlup düşmüş hâline yukarıdan baktı. Ringin ortasında, bir zamanlar kendine fazlasıyla güvenen Bora, artık savunmasız duruyordu.

Seyirciler nefeslerini tutmuştu. Hakem, bir anlık tereddütten sonra kazananı ilan etti.

“Kazanan: Çağın Akay!”

Salonun içinde yankılanan bu söz, her şeyin değiştiğini ilan ediyordu. Bora, çaresizce yere bakarken, Çağın başını kaldırdı ve kalabalıkta ona bakan örgüt başkanı Won’ a göz göze geldi. Artık Akay ailesinin yeni lideri oydu. Kalabalıkta onu izleyenlerden biride Beyna’ ydı. O, gözlerinin içersin de ki gururla, Çağın’ ı seyrediyordu. Abisinin kaybetmesi onun beklediği bir tabloydu. Çağın her şeyden daha zeki ve daha güçlüydü. Beyna her zaman güçlünün yanında olmayı seviyordu.

Çağın’ın gerçek savaşı şimdi başlıyordu. Bora, sadece bir rakipti. Asıl düşmanı, bu sistemin kendisiydi. Ve artık o sistemi yıkmaya hazırdı.

 

Şehvet ile devam eden birleşme dansı, o dakikalarda bir ordu kadar büyüdü. Ayinin geleneklerinden birini gerçekleştirip, katılanların çoğu bu törene hizmet ediyorlardı. Bedensel birleşme ile yükselen sesler, işkence ile karışık keyif veren ses tonlarına dönüyordu. Saatler 03.33' ü gösterene dek sürecekti. O zamana kadar, orada bulunan herkes anın tadını çıkarmaya devam etti.

Ay ışığı, konağın derinliğinde yükselen taş tapınağın üzerindeki kabartmalara soluk, titrek bir ışık düşürüyordu. Ulu kan Örgütü’nün ve Akay ailesinin en seçkin üyeleri, gölgelerin içinde kaybolmuş, yüzlerinde katı bir tutkuyla sıralanmışlardı. Bedenleri, eski zamanlardan kalma bir ayinin ritmine teslim olmuş, zihinleri ve iradeleri çoktan ellerinden alınmış kurbanlar üzerinde dans ediyordu. Zihni ele geçirilmişler, gözleri boş, ruhları zincirlenmiş halde, kuklalar gibi hareket ediyorlardı. Ama ipleri, onları yönetenlerin ellerinde sertçe geriliyordu.

Tapınağın ortasındaki mermer taşların üzerine yatırılmış yeni üyeler, çıplak tenlerine sürülen tuhaf kokulu yağların keskin serinliğiyle ürperiyorlardı. Başak, siyah ipeklerle örtünmüş halde, parmak uçlarını onların derilerine gezdirirken dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Anka’nın gözleri, titreyen meşalelerin alevinde birer cehennem çukuru gibi parlıyor, Sedef ise ayaklarının altında kıvranan bedeni kutsal bir nesneymişçesine okşuyordu.

Ritüelin esaslı kısmı başladığında, derinlerden gelen boğuk bir ses taş duvarlardan yankılandı. Bir ilahi gibi, ama kelimeleri insan aklının kavrayamayacağı kadar eski ve boğuktu. Tören temsilcileri, üzerlerindeki koyu pelerinlerin arasından sarkan altın işlemeli maskelerle kurbanlarının üzerine eğildiler. Kuklaya dönmüş insanlar, gözbebekleri kaybolmuş halde, kendilerine dokunan ellerin ve ağızların hükmüne karşı koymadan titrediler. Çırpınan iradesizlikleri, onların daha da sert ve açgözlü kullanılmasına sebep oluyordu.

Tapınağın merkezinde yükselen taş sütunların gölgeleri, titreyen meşale alevleriyle duvarlarda dans ediyordu. Zemin, eski zamanlardan kalma sembollerle oyulmuş, her bir çizgi lanetli bir fısıltıyla yankılanıyordu. Ekrem, keskin hatlara sahip yüzünü meşale ışığında parlatan ter damlalarını umursamadan, önündeki kurbanın çıplak bedenine baktı. Yerdeki ahşap çember tahtaya bağlanmış, bilekleri ve ayakları sıkıca kenetlenmiş bu bedene ait olan ruh, çoktan çözülmeye başlamıştı. Gözleri donuk, boş bir ifade, nefesi kesik ve düzensizdi; ancak hâlâ tamamen teslim olmamıştı.

Levent, ayakta dikilirken başını hafifçe yana eğdi, gözlerinde soğuk bir parıltı belirdi.

“İtaat et, ey fani” diye mırıldandı. “Et ki kurtul bu ağır bedenden.”

Ejder, eliyle çizilmiş sembollerin üzerinde gezindi, parmak uçları kanla lekelenmişti. Kurbanların teninden süzülen karanlık sıvılar, ritüelin ilahi karmaşasını daha da derinleştiriyordu. Etraflarındaki havada keskin bir koku vardı. Ter, tütsü ve ilkel arzuların kokusu. Ejder başını yukarı kaldırıp gözlerini kısarak fısıldadı:

“Lucifer’ ın uyanışına, tüm ruhlar armağan olsun.”

Ekrem, dizlerinin üzerine çöktü, elleri ahşap tahtanın üzerindeki figürlerin arasında dolaşırken başını hafifçe yana eğdi. Dilinin ucuyla dişlerini yaladı, ardından parmaklarını bağlı kurbanın göğsüne bastırdı. Yavaşça aşağı kaydırırken, vücudun her refleksine, her titremesine dikkat kesildi. Kurban çırpınmaya çalıştı ama hareketleri sarsak ve yetersizdi. Zihni çoktan parçalanmaya başlamıştı.

Ejder, ayaklarının dibindeki başka bir kurbanın çenesini kavradı ve başını yukarı kaldırdı. Gözleri boşlukla doluydu, zihni çoktan ele geçirilmişti. Kurbanın dudaklarından bir inilti çıktı, ama bu bir acı çığlığı mı yoksa hazzın kısık bir yankısı mıydı, belli değildi. Ejder, bir an durdu, sonra dilini hafifçe dişlerinin arasından çıkararak sinsi bir gülümsemeyle şöyle fısıldadı:

“Bu gece, ruhlarımızın göğe yükseldiği gece olacak.”

Levent, oyma çember tahtanın etrafında yavaş adımlarla döndü, çıplak bedenler arasında gezinen gölgelerden birine dönerek tısladı. Tapınağın içinde yankılanan bu ses, sanki taşların arasına işlemiş iblislerin bile uykusunu kaçırmış gibiydi. Daire şeklindeki sembollerin ortasında, toplanan ruhani enerji giderek güçleniyordu.

Bazı kurbanlar sessizce gözyaşı dökerken, bazıları arzunun keskin dokunuşuna teslim olmuş gibi inliyorlardı. Kimileri kaçmaya çalışıyor, kaslarını geriyor, ama iradesiz bedenleri ihanet edercesine itaat ediyordu. Bu teslimiyet, Akay erkeklerinin en sevdiği andı. Onlar, en büyük ibadetlerini, en şeytani dualarını bu anlarda gerçekleştiriyorlardı.

Ekrem, birden duraksadı. Gözlerini çemberin ortasında yükselen dumanlara dikti. Gecenin günahı, arşa yükselen bir fısıltı gibi kulaklarda çınlıyordu. Günahkâr nefesler, şeytani dualara karışıyor, tapınağın kadim taşlarına kazınıyordu.

“Bu gece, hiçbirimiz önceki halimizle sabaha uyanmayacağız,” dedi Ejder, sesi karanlık, soğuk ve nihai bir fısıltı gibi yankılandı

Ayin, en kutsal noktasına ulaşırken, tapınağın içinde yankılanan iniltiler gecenin gölgelerine işlenmiş bir günah olarak yükseldi. Bu, yalnızca bir ayin değil, bir teslimiyet töreniydi. Ruhları çoktan çalınmış, bedenleri karanlığa adanmıştı. Ateşler yükseldi ve gecenin içinde yankılanan iniltiler, gecenin karanlığına yeni bir günah kazıdı.

Her ne kadar güce ve akla sahip olsalar' da Akay ailesinin hesaba katmadığı bir durum vardı. Az sonra Ejder Akay bunu şaşkınlık ile öğrenecekti. Ejder Akay yanında ki kişiler ile ayin duası ederken, özel koruma ansızın içeriye girdi. Soluk soluğa kalmıştı. Ejder şaşkınlıkla gelen korumaya baktı.

''Söyle Çabuk ne oldu?''

''Efendim, deney çocukları kaçmış'' dedi koruma. Fakat eli ayağı titriyordu. Çünkü görevlerini yerine getirememişlerdi. En büyük cezayı alacakları kesin görünüyordu.

Ejder Akay duyduğu karşısında şoka girmiş eli ayağı kas kastı kesilmişti. Deney Çocukları Örgütün kırmızıçizgisiydi. Değil hepsi, biri bile yok olsa, bu o aile soyu için son olurdu. Örgüt bu tarz yanlışta üye aile ile tüm ilişkisini keser ve o aileyi ortadan kaldırıldı. Çünkü o çocuklar, örgütün kendi eli ile yetiştirdiği, geleceğe taşıyacakları ve örgütü temsil edecekleri tek miras olacaktı.

Ejder Akay o gece uzun zaman sonra burnuna gelen pis kokuyu hisseti. Bu ölüm kokusundan başka bir şey değildi.

Bölüm : 03.03.2025 19:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...