53. Bölüm

Bölüm 18-Deney Çocukları(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Tören Gecesinden 1 Gün Önce

Güneş ve Alp, Çağın'ın sayesinde Kemer Yaka Sınırlarından güvenle ayrılırken, ardında bıraktıkları iki cesedin başlarına büyük bir problem getireceğini biliyorlardı. Bu yüzden cesetleri arabanın bagajında gizleyip, vardıkları ormanın içerişinde gizleyip, yok etmeyi tercih ettiler. Çağın cesetleri bagajdan indirirken, Alp’ e seslendi.

‘’Gelip el atmaya ne dersin?’’

‘’Ben onlara dokunmak istemiyorum’ dedi Alp. Yüzü buruşmuş ve midesi bulanmaya başlamıştı.

‘’Öyle mi? Ben bu cinayeti senin yüzünden işledim. Durduk yere başıma iş açtın’’

Güneş, başını iki yana sallayarak bu atışmaya son verdi. Çağın’ ın yanına ilerledi. Oldukça soğukkanlı görünüyordu. Profesyonel bir katil gibi donuk ve tecrübeli gibiydi.

‘’Hadi şunları halledelim’’ dedi. Sesi gayet skin ve toktu. Çağın oldukça şaşkındı. Güneş, nasıl oluyor da bu kadar sakin ve iş bitirici görünüyordu? Yine de onun yardımı, cesareti ve gözü karalığı göğsünü kabarttı. Sevdiği kadın onu her haliyle kabul ediyor ve hatta işine ortak oluyordu. Vücutları buz tutan cesetleri, gölün karanlık sularına saldılar. Dibi boylayan cesetler artık görüş alanından kaybolmuş, balıkların akşam yemekleri olmuşlardı.

Güneş, sevdiği adamın işlediği cinayete ilk kez tanıklık etmişti. Fakat bu onun için henüz başlangıç olacaktı. İşlenen cinayet elbette savunulamazdı ancak eğer Çağın yardım etmeseydi, bagajda ki cesetlerin, Alp ve kendisi olacağını da iyi biliyordu. Ormanın temiz oksijeni tenine buz gibi değiyordu. Öyle üşümüştü ki burun delikleri akmaya başlamıştı. Çağın, Güneşe doğru ilerleyip onun son halini izlemeye koyuldu. Donuk ve hissiz tavır vardı üzerinde. Eli kanlı bir katilin, gizli merhametiydi bu izleyiş.

"Üşümüşsün" dedi.

Güneş için bu durum sorun değildi. Ne kaybederdi ki biraz üşümüş olsa? Saatler önce işlenen cinayetin cesetleri az önce imha edilmişti. Bu soğuk cinayete artık oda karışmıştı. Çağına kayıtsız kalmak ona oldukça zor geliyordu.

"Şimdi ne olacak?"

Can alıcı esaslı soru gelmişti. Çağın henüz ne cevap vereceğini bilemiyordu. Çünkü ateşle oynadığının farkındaydı. Eğer bir yol bulunmaz ise o ateşin içinde yanıp kavrulacaktı. Planı elinde patlarsa, Ejder Akay o ateşi körükleyecekti. Bilinçaltında ısıyı fazla düşündüğü için bedeninin ateşi yükseldi. Nabzı daha hızlı atmaya başladı. Kafasını bir kaç kez kaşıdı. Düşünüyordu. Ancak bomboş gözlerle Güneşi izlemeye devam etti.

Fakat bu çıkmaz yolda Alp'in aklında bir plan vardı.

"Benim bir planım var."

Güneş ve Çağın aynı anda Alp'e doğru baktılar. Söylenebilecek en geçerli cevabı duymak ister gibiydiler. Alp kafasında tasarladığı planı, doğru cümlelerle çıkarmak için sağa sola bakındı.

''Ben bu geceden sonra gidiyorum. O yüzden harekete geçmeliyiz''

''Önerin ne?'' dedi Çağın. Başına gelecekleri hesaba katmadan güçlü bir plan yapmanın peşindeydi.

''Senin dikkat çekmemen lazım. Zaten şu an gözetim altındasın. Yarın tören günü ve takım lideri seçilmen olası'' dedi Çağın için.

Alp, Güneş'e doğru bakmaya başladı. Muhtemel planın parçası elbette ki Güneş olacaktı. Gümüş Kuyu'ya geldiğinden bu yana Akay ailesine hem yakın olup, hem de hakkında istemeden de olsa öğrendiği karanlık sırlarına şahitlik etmişti. Görünen o ki dananın kuyruğu Güneş tarafından kopması söz konusuydu.

 

İlerleyen saatlerde, detaylıca bir plan yapmak için üçü birlikte 'N-Box' ta toplandılar. Burası Çağın, içeride bulunan çalışanlarına, mekândan ayrılmaları için talimat verdi. Çünkü bu plan sorunsuz işlenmeliydi, kimse bu planı tören gecesi gelene kadar öğrenmemeliydi. Çağın bar kısmına doğru ilerlerken, Güneş onu gözleri ile takip etti. Hayran olmamak elinde değildi. Her bir hareketine, kalem gibi çizilmiş orantılı vücuduna göz gezdirdi. Bir şeyler içmek için kendine has karışımı olan kokteyl hazırlığına başladı.

O sırada karanlığın içerisinde gözleri, cam gibi parıldıyordu. Güneş' i derinliklerden gelen heyecan ile süzüyordu. Öyle bir süzmekti ki bu, bir yanı minnet, bir yanı şüphe ile doluydu. Yıllar sonra kafasında tasarladığı bu isyanı ortaya çıkarması için karşısına çıkan bu cesaret, Çağın’ ın bedeninde hayat bulmuştu. Güneş için hazırladığı kokteyli büyük bir özen ile hazırlamaya başladı.

Bir iki adım sonra Güneş, artık yanındaydı. Hazırladığı kokteyli Güneş' e uzattı. Güneş birkaç yudum aldıktan sonra ferahladığını hissetti. Tadı, Cennetten gelen serinlik gibiydi.

''Tadına bayıldım''

Çağın yarım gülüşü ile cevap verdi. ''Hayat gibi''.

Gerçekten hayat ile bağdaştırılan bir tada sahip olan bu içkinin, esasına dayalı olarak kimin elinden içtiği ve kime içirdiği kadar önemliydi. Hayatın kendisi o kokteylin aroması mıydı? Yoksa zaten o hayat, Çağının karşısında ona doğru ihtişam ile bakan kişide mi var olmuştu?

Alp ikisini de buz tutmuş gözleriyle izliyordu. Bu anın huzurunu kaçırmak istemezdi. Ancak bıçak kemiğe dayanmıştı. Yarın gerçekleşecek tören gecesinin ailesinin elinde patlamasını istiyordu. Gümüş Kuyudan gitmeden önce son oyununu oynamak istiyordu.

 

İlerleyen saatlerde, hazırladıkları planın üzerinden geçtiler. Tören gecesinde, Müzede esir tutulan masum çocuklar, laboratuvardan kaçırılıp, şimdilik güvenli çocuk bakım evlerine tedavi altına alınacaklardı. Gümüş kuyuda sosyal hizmetleri araştırdılar fakat güvenilir bir merkez bulamadılar. Bu Gümüş Kuyudan uzakta olmalıydı. Çağın tanıdığı, siyasi topluluklara haber verecek ve gerekirse çocuklar Ankara’ya götürülecekti. İlk etapta onları güvenli bir yere taşımaktı. Bunu sağlayan elbette ki Güneş olacaktı. Güvenlik kameraları hazırladıkları, yönetim programı ile iptal edilecekti. Çocukları kaçırmalarına yardım edecek kişi de hazırdı. Bunu Çağın halletmişti. Müze birkaç saatliğine çevrim dışı olacaktı. Çağın ise uzakta kalarak, Tören gecesinin sorumluluklarını yerine getirecekti.

Aldıkları kokteylin etkisi üzerlerinde hafif mayhoşluk yaratmıştı. Çağın barın etrafını kontrol etmek için yanlarından ayrıldıklarında, Alp ile Güneş göz göze geldi. Alp' in manasızca gülümsemesi Güneşin tuhafına gitmişti.

''Peki. Sonra ne olacak. Tüm bu olanlardan sonra?'' diye sordu Alp.

Güneş bunu hiç düşünmemişti.

Sonra ne olacaktı?

''Sonrası ne olacak bilinmez. Bildiğim tek şey ilahi adaletin tecelli etmesi. Masumları o zindandan çıkarmak. Ailenizin en ağır şekilde yargılanmasını ve cezalarını çekmelerini istiyorum'' dedi Güneş, bir çırpıda. Bunları söylerken bile hırslanmıştı.

''Kötülüğün bir sonu olmalı'' dedi Alp.

''Her kötülüğün bir sonu olmalı'' diye ekledi Güneş.

Öyle olmasını da umuyordu. Eğer dünya gerçekten birilerinin elinde yönetiliyor ve masum insanlar zulme maruz kalıyorsa, evren en iyi şekilde cevabını yeryüzünde ki kötülüklere karşı hazırlıyor diye düşünüyordu. Belki de bu şehre gelmesinin esas sebebi bu olduğunu hissetti. Belki de kötülüğe karşı iyilik ile savaşması gerekiyordu. Hayatının en önemli sınavı olabilirdi. Zaten kötülük olmasan iyilik doğamazdı.

''Korkmuyor musun?'' diye sordu bu kez Alp. Çünkü bunca sorumluluğun altına sıradan bir üniversiteli kızın girmesi onu şüphelendiriyordu. Alp, yine de nedenini bilmediği bir soru işareti barındırıyordu içerisinde.

''Korkuyorum. Hem de iliklerime kadar. Ama en çok kendim için değil, ailem için. Onlar bu yaşadıklarımın onda birini bile bilmiyor. Öğrendiklerinde hayal kırıklığına uğramalarını istemiyorum.'' Dedi Güneş.

Alp, Güneşi dikkatle izledikten sonra kalan son cümlesini şöyle söyledi:

''Bence en büyük hayal kırıklığını seni buraya göndermek ile yaşamalıydılar''

Bu dediğini Güneş anlayamadı. Ancak yine de cevap veremedi. Çünkü Çağın Akay, arkalarında put gibi dikiliyordu.

''Lütfen devam edin'' dedi.

Alp oturduğu yerden ayağa kalktı. Çok fazla kalamayacağını biliyordu. Biraz daha ortalıkta görünmezse ailesi işkillenebilirdi.

''Artık gitme vakti'' dedi. Bunu söylerken gözleri yaşlandı. Gümüş Kuyu her ne kadar onun için cehennem gibi olsa da esas gideceği yer Cehennemin en derin kuyularından ibaret olacaktı. Çağın ona doğru ilerledi ve sıkı bir şekilde sarıldı. Tam o anda Alp, gözyaşları içerisinde kaldı. Akıttığı yaş, Çağın'ın omuzunu ıslatıyordu.

''Gitmek istemiyorum, hem de hiç!''

Alp' in sözleri kör bir bıçağın en paslı yeriydi. Kendini o kadar çaresiz hissediyordu ki yardım isterken bile yüreğinin içerisinde akan kanamayı durduramıyordu.

‘’Orada yok olacağımı biliyorum. Korkuyorum’’

Oda biliyordu, ne Çağın ne de bir başkası ona yardım edemeyecekti. Çağın, Buğulu gözleriyle, Alp' e kilitledi bakışlarını. Başparmağı ile Alp' in gözünden akan yaşları temizledi. Alnını Alp' in alnına dayadı. Gücünü onun gücü ile birleştirmek istedi.

''Bu cehennemden hep beraber çıkacağız. Sana söz veriyorum. Sadece biraz dayan. Lütfen'' diyebildi Çağın. Ancak oda tören gecesinden sonra nelere hazırlıklı olması gerektiğini biliyordu. Hele ki Ailenin yeni lideri seçilmesi ihtimali de varken işler daha da karmaşıklaşıyordu.

Bu kez Alp, Güneş' e doğru ilerledi. Sarılmaları an meselesiydi. Birkaç adım sonra kucaklaştılar. Alp, Güneş'in kulağına sessizce eğildi. ''Teşekkür ederim'' diyerek fısıldadı. Güneş, mağrur bir yüz ifadesi ile karşılık verebildi. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Adımları onu yere çiviliyor gibi yürümesini zorlaştırıyordu. Geriye dönüp, arkasındakilere bir kez daha baktı çünkü bu onları son görüşü olacaktı.

Çağın, Güneşin yanına bir adım daha yaklaştı. Her ne kadar belli etmese' de içten içe Alp' in zorunlu vedasına üzülüyordu. Elinde tuttuğu içkinin son yudumunu boğazından aşağıya indirdi. Karanlık mekân içerisinde yalnızca ikisi kalmıştı. Ortam gerginliğini kısa bir heyecana döndürdü. Çağın, Güneşin elmacık kemiğine kadar yaklaştı. Karşı koyulmaz bir öpücüğe Güneş henüz hazır görünmüyordu. Çağın kulağına doğru eğildi ve Güneş için o büyülü sözcüğü söyledi.

''İyi ki varsın Güneşim''. Duyduğu bu sıcak sözcük ile yanakları al al olan Güneş heyecandan eli ağına dolandı.

''İlk geldiğin günden bu güne kadar sana vermek istediğim bir hediye var'' dedi Çağın.

Art arda gelen bu ilgi, Güneş' i oldukça derinden etkilemeye başlamıştı. Çağın'ı ilk kez böyle görüyordu. Oysa birkaç saat önceye kadar, bir cinayet işlemiş eli kana bulanmıştı. Güneş' de bunu çok iyi biliyordu ki; Çağın' ın bu denli ruh hali onun sayesineydi.

Karanlığın içinde birbirine sığınan, yaraları ile birbirini iyileştiren iki kırık kanattı.

 

Çağın geri geldiğinde, elin de tuttuğu hediye kutusunu Güneşe doğru uzattı. Açması için gözleri ile talimat verdi. Kutuyu açtığında ucunda tüy bulunan değerli taşlarla dizili bir kolyeydi. Tüy o kadar berrak maviydi ki, Güneşin gözleri ile eşitlenen ton gibi iç açıcıydı.

''Bunu benim mi?'' . Heyecandan cümlesini zor dile getirdi.

''Bizzat kendim tasarladım. Beğendin mi?''

Zaman geçtikçe Güneş, Çağın hakkında daha çok şaşırıyordu. Gerçekten içinde ki cevherin ortaya çıkması için, bu kötü ailenin elinde mi büyümesi gerekiyordu diye içerisinden sitem etti.

''Beğenmek ne kelime? Hayran kaldım. Çok anlamlı teşekkür ederim.''

''Henüz anlamını bilmiyorsun ama''

''Öğrenmek istiyorum''

''Kolyede ki tüy senin özgürlüğün kadar sonsuz, rengi ise gözlerin kadar umut verici. Seninle tamamlanması gerekiyordu. Sonunda hayat buldu.''

Güneş bu benzetme karşısında duraksadı. Çağın onu hayat kadar umut verici görüyordu. Hissettiği duygulara karşılık bulduğu için minnettardı. Birinin hayatı olmak, hayat kelimesi içerisinde beden bulmak ne de hür bir davranıştı Güneş için.

Beklenen o sıcak öpücük gelmişti. Güneş teşekkürün karşılığını, Çağını öperek vermişti. Çağın gelen öpücük ile bedeni yay gibi gerildi. Heyecan damarlarında geziniyordu. Gözlerini kapatarak, Güneşe karşılık verdi.

                                                                  ***

Yarım kalanlar elbet bir gün tamamlanırdı. O gün insanoğlu için en kutsal gün sayılırdı. Alp yarım kalmıştı. Eksikti. Bu yaşına kadar da asla tam olamamıştı. O hep kenar süsü olmaya ya da bir köşede yalnız kalmaya mahkûmdu. Şimdi o mahkûm son kez Akay konaklarından içeriye giriş yapıyordu.

Gözyaşlarını gizlemek için taktığı simsiyah çerçeveli güneş gözlüğünü gözüne iyice sabitledi. Durduramadığı gözyaşlarına kendisi dahi tahammül edemezken, bir başkasının görmesini asla isteyemezdi. Giriş kapısından içeriye doğru ilerlerken, ortamda ki kalabalığa dikkatini verdi. Bir sağ bir sola koşuşan hizmetliler, etkinlik görevlileri, masa düzenleri, plan konuşmaları tüm salonun içerisinde yankılanıyordu. Karşısında birden annesi belirdi. Elinde tuttuğu, kıyafetler ile ona doğru ilerliyordu. En azından annesine sarılmaya ihtiyacı vardı. Fakat düşündüğü gibi olamadı. Sedef Akay telaşla yanından teğet geçip hizmetlilere giyeceği gece kıyafeti için talimat veriyordu. Akay ailesinin tüm fertleri yarın ki tören gecesinden başka gözleri bir şey görmüyordu. Alp görünmek için seslendi.

 

''Anne?''

Sedef Akay, dönüp arkasına baktığında oğlunu fark etti. Hızlı hızlı adımlarla oğluna doğru yaklaştı. ''Fazla oyalanma, valizlerini hizmetlilere toparlatıyorum. Sende git bir duş al ve hemen hazırlan. Hava alanına geç kalmanı istemiyorum'' deyip yanından çekip gitti. Alp sokak ortasında çırılçıplak kalmış bir beden gibi savunmasızdı.

''Bende seni seviyorum anne'' diyerek içerisinden kinayede bulundu. Kapıdan dışarıya doğru baktığında görevliler özenle hazırladıkları konsept peyzajlarını yerleştirirken, alanda ki koşuşturmaları izledi. Bahçe kısmına doğru çıktı. Elbiselerinden yavaş yavaş kurtuldu. Görevlinin yanına doğru geldi. Adamın elinde ki sigarasını alıp birkaç nefes çekti. Çalan çellonun sesi ruhunu gevşetiyordu. Müzik çalışmaları yapan ekibin yanına gitti. Ekiptekiler Alp' i görür görmez toparlandılar. Alp onlara sıcacık bir gülümseme ile karşılık verdi.

''Ben onlar gibi değilim. Çekinmeyin, ben Akay değilim.'' Diyerek onları telkin etti. Bu güne kadar viyolonsel çalan hep kendisi olmuştu. Şimdi karşısında duran ekip çalacak o ise dans edecekti. İçtiği sigaran bir nefes daha aldı. Önce üzerinde ki kazağı çıkardı. Ardından pantolonu. İç çamaşırı ile soğuk havada yarı çıplaktı. Ancak içinde yanan o acının alevi bedenini üşütmüyordu. Oysa Alp iliklerine kadar donmak istiyordu.

 

'' Camille Saint-Saens – La minör'' dedi müzik ekibine. İstediği eseri çalmaları için komut verdi.

'Bir, iki ve üç' dedi içerisinden. Artık çırılçıplak kalmıştı. Etrafındakiler şaşkındı. Gözlerini kırpmadan onu izliyorlardı. O notlara uygun lirik dansını yapmaya başladı. Özgür bir kuş gibi kanat çırpıyordu göz yüzüne. Ortamda ki herkes şaşkınlıkla Alp' i izlerken, aralarında konuşmaya devam etti. İçlerinden biri Sedef Akay'a haber vermek için koşturarak giderken, diğerleri ağızları açık vaziyette Alp' i seyretmeye devam ediyordu.

Müzik ekibi çalmayı durdurmuş olsalar dahi, Alp o notaları içerisinde çoktan arşa kaldırmış ve aldırış etmeden sessizliğin içerisinde, tek koro halinde yaptığı dansı ile gürültü çıkarıyordu. Korumalar koşa koşa bahçeye doğru ilerlerken, Sedef, kapı girişinden hayal kırıklığı yaşadığı oğlunu, duygusuzca izliyordu. Koruma Alp' i tek hamle ile yakalayıp, şırıngayı boynuna batırdı.

Alp son dansını özgürce etmek isterken, kaderi onu gerçeği ile tekrar yakalamıştı. O akşam özgürlüğün tadını son kez Viyolonselin notalarında yakalamıştı.

                                                                      ***

Uzun ve kapalı yolda yağan yağmur damlalarını izleyen Güneş, saatler önce yaşadığı olayı düşünüyordu. Utancından gözlerini Çağından kaçırıyordu. Yağmurun hızı arttıkça, arabanın silecekleri sağa sola akan yağmur sularını temizlerken, buğulaşan camdan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. Çağın direksiyonu sıkıca kavramış, kaskatı kesilmişti.

Evin önüne geldiklerinde, sessizliklerini korumaya devam ettiler. Çağın yüzünü hafifçe Güneş' e doğru çevirdi. Derin derin soluyor ve Güneş'in kayıtsız kalışına üzülüyordu.

''Lütfen bir şey söyle. Sessiz kalma'' dedi. Sesi tok çıkmıştı.

Güneş oturduğu yerden yağan yağmuru izlerken, gelen ses ile irkildi. Yüreğinden akan ince bir sızı hissetti. Bu heyecanlandığını gösteriyordu. Fakat yaşanılan birlikteliğin üzerine konuşmak istemiyordu.

''Yarın konuştuğumuz saatte, müzede olurum. Giriş koordinatlarını bana gönderirsin'' deyip arabanın kapısını açtı. Arkasına dahi bakmadan evine girdi. Kapıyı hızlıca kapatıp. Sırtını dış kapıya dayadı. Sessizliğin içerisinde yaşadıklarını gizlemeye çalışıyordu. İçini acıtan giz, artık geri dönüşünün olmadığı gerçeğiydi.

                                                                     ***

 

Tören Gecesi (Kent Müzesi)

Gecenin karanlığına uyum sağlamak için siyahları tercih etmişti. Siyah deri ceketini sıkıca giyinmiş, bu kez kendi gizlenmek için siyah kapüşonunu başına geçirdi. Kalbi hızlıca atıyordu. Merakla Çağının atacağı koordinatları bekliyordu. Gecenin karanlığında parlayan müze, gözüne pek alıcı gelse' de içerisi müzenin dış görünüşü kadar iç aydınlatıcı olmadığını biliyordu.

Heyecanını bastırmak için, ayağı ile yere hızlı hızlı vuruyor, adeta ritim tutuyordu. Görünmemek için müzenin arka girişinin yakınlarında bekliyordu. Sürekli saatine bakıyordu. Zaman sanki durmuş, yok hükmündeydi. Soğuktan elleri üşüyordu. Isıtmak için nefesinden aldığı ısıyı ellerine üfledi. Güneş bu zor görevi için bir sorun çıkmasından alabildiğince korkmaya başlamıştı. Az sonra beklenilen koordinatlar geldi. Güvenlik kameraları devre dışı kalmıştı. Artık o masumları kurtarmak için hazırdı.

Derin derin nefes aldı. Geri sayıma başladı. 10,9,8 tekrar derin bir nefes aldı. 7,6,5,4, şimdi ise gücünü toparlama sırasıydı. Tüm cesaretini toplamak için tekrar saydı. 3,2,1 dedikten sonra bodrum girişinden içeriye girmek için cebinden çıkardığı giriş kartı kilit bölmesine yerleştirip açması bir oldu. Müzenin bodrumuna ulaştığında gürültü çıkarmamak için sessizce etrafına bakındı. Kalp atışının hızı Güneşin adımlarını yavaşlatıyordu. Karşısına mekanik kapı geldiğinde duraksadı. Nasıl açılacağına dair bir fikri yoktu. Fakat elektrik sistemi devre dışı kaldığı için kapı açılabilir konumdaydı.

Eli ile ittiğinde bir hamlede kapı açıldı. İçeriye doğru adım attı. Artık müzenin tam girişindeydi. Elektrik Kesintisi ile telaşlanan gece bekçisi dışarıya doğru çıktı. Söylene söylene ana şalteri kontrol etmeye giderken, Güneş hızla koridorun içerisinde koşmaya başladı. Koşarken ayağı köşede dayalı bibloya değdi. Biblo yere düşüp parçalara ayrıldı. Gürültü ile çıkan ses, bekçiye ulaşmıştı.

Güneş korkudan sap sarı kesilmişti. Bekçi içeriye doğru koşmaya başladı. Kaçmaya çalışsa da yakalanması an meselesiydi. Karanlıkta karşısında duran heykelin yanında dikilmeye başladı. Adam içeriye girdiğinde elinde ki feneri yaktı. Yavaş yavaş yanına doğru ilerliyordu. Fenerin ışığı ayaklarının ucuna kadar yansıyordu. Güneş' e doğru çevirirse, yakalanacak ve tüm plan berbat olacaktı. Gözlerini korku ile kısan Güneş, bunun olmamasını diliyordu. Nefes alış verişi bile duyulmaması için ağzını sıkıca kapattı. Fenerin ışığı bibloya doğru süzüldü.

 

'' Lanet olsun, Sokarım böyle işe. Kim var orada. Ortaya çık yoksa seni ben bulursam polisten önce seni benzetirim'' diye naralar attı adam. Birkaç adım sonra tam Güneş' in hizasına gelmiş, sağ kolunun yakınında durmuştu. Karanlık görünmesine engel olsa da feneri sağ tarafına tuttuğunda Güneş ile göz göze geldi. Güneş hızlıca eline geçirdiği vazoyu adamın başına geçirdi. Gelen darbe ile bekçi yere serildi. Bu onu bir süre oyalayabilirdi. Fırsatını bulmuşken koşar adımlarla laboratuvara ilerledi.

Soğukkanlılığını koruyarak gizlenen laboratuvara sonunda gelmeyi başardı. Laboratuvarda ki cam fanusların girişlerinin açılması ile birlikte, çocukların hepsi tıpkı acı çeken denek hayvanları gibi bir ağızdan bağırmaya başladı.

Yabancı birini gördüklerinde telaşlanan çocuklar, gizlenecek yer arıyordu. Güneş hızla başında ki kapüşonu çıkardı.

‘'Hey, hey! Sakin olun. Size zarar vermeye gelmedim' 'dedi.

Sakinlikle çocukları izleyip güven vermek zor olacağa benziyordu. Masumlar öyle zarar görmüşlerdi ki, vücutları yarı mor şeklinde ve iğne ile delik deşik olan yaraları taşıyorlardı üzerlerinde. Kollarında ki bilekliğe benzer alete dikkat etti. Kız çocuğunun yanına sessizce yaklaştı. Samimiyetle gülümsedi. Gözlerinin içine baktı. Masum kız ruhu alınmış gibi boş gözlerle Güneş' i izliyordu. Güneş dizlerinin üzerine oturup, kız çocuğu ile aynı hizaya geldi.

''Koluna bakabilir miyim?''

Çocuk kolunu uzattı. Tahmin ettiği gibi bu takip kontrol cihazıydı. Hepsinde mevcuttu. Kıza sarılmak istedi. Fakat çocuk kendini geri çekti.

''Yabancılar ile temas etmemiz yasak'' dedi.

''Ben yabancı değilim. Size yardım etmeye geldim. Dışarıda sizi çok büyük güzellikler, heyecan verici bir hayat bekliyor'' dedi Güneş, samimiyet barındıran ses tonu ile.

Aralarında ki diğer çocuk, öfke ile haykırdı.

''Yalancısın. Hainsin sen. Babamız dan başka kimse bize yardım etmez. O bizi korur kollar. Sen bize kötülük etmeye geldin. Git buradan''

''Baba mı? Babanız kim sizin?''

''Ejder Babamız'' diye cevap verdi çocuk. Ardından devam etti. ''O bizimle oyunlar oynuyor. Bize hediyeler alıyor, her istediğimizi yapıyor. Bizim sağlıklı olmamız için dışarıda ki kötülüklerden koruyor.'' Diye cevap verdi. Anlaşılan o ki çocukların zihinleri ile fazlaca oynadıkları için yapılan kötülükleri birer oyundan ibaret sanıp, Ejder Akay' ı gözlerinde ilah bellemişlerdi. Bu gece Güneş' için zorlu bir mücadelece olacak gibi duruyordu. Etrafına baktığında, cam fanus ile kaplı odalar, tam olarak çocuklar için tasarlanmıştı. İçlerinde istedikleri her konfor alanı bulunuyordu. Onlardan faydalanırken, sıradan bir denek olarak görmemiş, her ihtiyaçlarını karşılayan malzemeler ve bir sürü oyuncaklar ile doluydu. Hepsinin yanında ise tıbbı cihazlar bulunuyordu.

Ekranlarda her birinin ismi ve yaşları yazıyordu. Dikkatini çeken ve Güneş' i esas şaşırtan, hepsinin soy isminin Akay olmasıydı. Gerçeği anlamak çok zamanını almadı. Hepsini kendi ailesinin için hazırlıyordu. Daha fazla güçlenmek ve daha fazla cinayet içindi hepsi. Geleceğe modern köleliği yer altında hazırladığını anladı. Çağın ve diğerlerini düşündü. Onlarında bu çocuklardan farkı yoktu. Bir sığ düşünce o an beynini kemirmeye başladı.

Ya onlarda deney çocuklarıysa?

Güneş bu düşüncesine şimdi daha çok inanmaya başladı. Eğer öyleyse bu onlar için büyük sarsıntı sebebi olacaktı. Çağın, Talya, Beyna, Bora, Alp. Hepsi onların kendi soyu değil de gerçekten deney çocukları ise bu gerçekle ne yapacaklardı? Güneş, hayretle dizilen soru kalıplarını kafasından süpürdü. Gözlerini tekrar çocuklara sabitledi.

''Merak etmeyin. Sizi babanıza götürüyorum. Artık onun yanına gitmek için hazırsınız. Şimdi lütfen uslu bir çocuk olun ve benimle gelin. Lakin istediği saatte babanızın yanına gitmezsek çok üzülür. Sizin için bir sürprizi var'' dedi.

Attığı yalan ile çocukları kandırmak en son istediği şey olsa da buna mecburdu. Çocuklar sakince bu fikri onaylayıp Güneşin peşine takıldılar. Müzenin içerisinden yansıyan gölgeleri ile özgürlüğe doğru ilk adımlarını attılar.

Tam saatinde, Çağının görüştüğü kişi çıkışta onları bekliyordu. Siyah bir otobüs kapının önünde duruyordu. Çocukların birini kucağına alıp, hızlıca araca doğru koştu ve arkasından gelenler talimat verdi.

''Acele edin çocuklar çabuk!''

Şoför ile yüz yüze gelen Güneş, gidecekleri konumu gösterdi. Çocukların içeriye girdiğinden emin olduktan sonra, ''Gidebiliriz'' dedi. Minibüs karanlık sokağın içerisinde gölge gibi hızla ilerledi.

Korku ile burun buruna gelen Güneş, bir sonraki hamlesini hesaplıyordu. Sokaklar bomboş denebilecek kadar sessizdi. Şehrin çoğunluğunun tören gecesinde olduğuna şaşırmadı. Çocukları kontrol etmek için arkasında baktı. Hepsi merak dolu bakışları ile dışarıyı izliyordu. Belki de birçoğu dış dünyayı hiç görmemişti. Diğer görenler ise üzerlerinde yaptıkları deneylerden dolayı zihinlerinden çoktan silinmiş olduğunu düşündü. Yaşadıkları tek dünya cam fanusların içerisi olduğu gerçeği Güneş'in canını yakmıştı. Gittikleri yer sınırda kalan bir liman bölgesiydi. Çocukları deniz yolu ile güvenli bölgeye göndereceklerdi.

Elbette sonrası için ulusal çağrı yapmanın tam zamanıydı. Bu çocuklar Akay ailesinin biletini kesmek için tek şanstı. Limana doğru yaklaştıklarında karşılarında beklemedikleri bir sorun ile yüzleşmeleri an meselesiydi. Planlarında atladıkları ufak bir detay vardı. Bu gece için şehrin giriş çıkışları sözde emniyet güçlerinin yani Akayların kontrolündeydi. Bu vardıkları yer içinde geçerliydi. Dışarıda bekleyen polis, aracın içerisine doğru durması için işaret yaptı. Bunu hesaba katmadıkları için Güneş içerisinden lanet okudu. Eğer şimdi bir plan yapmazlarsa başına en büyük belayı alacaktı. Görevli polisler hızla araca doğru yaklaşırken, Güneş soğuk terler döküyordu. Yolun sonuna geldiğini düşündü.

''Şimdi ne yapacağız'' dedi Şoför. Gelen soru ile mantıklı cevap vermek zordu. Fakat bu gece ne pahasına olursa olsun pes etmeyecekti.

 

''Gaza bas, durma'' dedi Güneş. Verdiği komutla gazı kökleyen adam polislerin yanından teğet geçti. Polisler verilen emir ile silahlarını doğrultup aracı hedef aldılar. Ardı ardına ateş edip, kaçan arabayı kurşunlara dizmeye başladılar.

Bölüm : 03.03.2025 19:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...