
Akay Konağı'ndaki Kriz
Akay Konakları'nda atmosfer gergindi. Ejder Akay, tüm aile üyelerini toplantı salonuna çağırdı. Kaçırılan deney çocuklarının haberini duyurmaktan çekiniyordu. Bu durum, içindeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Aile üyeleri, soluk soluğa kalmış Ejder' i kuşku ile izliyorlardı.
"Deney çocukları kaçmış. Daha doğrusu kaçırılmış. Bu nasıl mümkün olabilir?" diye haykırdı Ejder.
Levent Akay hemen durumu toparlamak için öne atıldı. "Ben ilgilenirim, hemen adamları gönderiyorum," dedi.
"Gerek yok, adamları çoktan gönderdim. Benim esas merak ettiğim, bu hainliği kimin yaptığı," dedi Ejder, tüm aile üyelerinin gözlerine şüpheyle bakarak.
Anka Akay, eşini ilk kez çaresiz halde görüyordu. Ancak bunun sonucu hepsi için eziyete dönüşebilirdi. Ejder, yerinde dört dönüyor, bir an önce çocukların bulunmasını diliyordu. Tekrar ailesine doğru döndü ve şöyle devam etti:
"Şu an halletmemiz gereken o çocukların bulunması. Geri kalanı tekrar konuşulacak. O müzenin gizli bir laboratuvar olduğunu bizden başka kimse bilmiyor," dedi hiddetle.
Tam da sözünün üzerine odanın kapısı çalındı. İçeriye giren Çağın'dı. Tüm aile fertlerinin burada toplanmasına şaşırmamıştı. Belli ki planı işliyordu ve Güneş'in başardığını anlamıştı. Ejder, şüpheli bakışlarını Çağın'a dikti. İçini kemiren bir his vardı. Oğluna doğru hızlıca yaklaştı. Baba oğul göz göze gelip birbirlerini izlemeye başladılar. İkisi de kararlı bakışlar sergiliyordu birbirine. Hem korkusuz hem de öfke barındırıyordu bu hoyrat bakışlar.
"Senin bir fikrin var mı oğlum, sence aramızda bir köstebek olabilir mi?" diye sordu. Sanki her şeyi biliyor, ancak Çağın'ın itiraf etmesini bekliyormuş gibi bir havası vardı.
"Hiçbir fikrim yok baba. Ayrıca size bir haberim var," dedi. Tüm aile fertlerini uzunca süzdü. Odanın kapısı bir kez daha açıldı. İçeriye Bora girdi. Ancak yüzü asıktı. Oda da ki herkes Çağın'a kilitlendi ve söyleyeceği haberi merak ediyorlardı.
"Yeni takım lideriniz benim," dedi Çağın. Göğsünü babasına doğru kabarttı. Güç artık ondaydı. Bora ile olan düellosu galibiyet ile sonuçlanmıştı. Bora sonuna kadar direnmişti ancak son dakikada mağlup olmuştu. Anka Akay bu duruma oldukça sevindi fakat belli etmek istemedi. Ejder, liderliği kaybetmek istemese de kendi oğlunun tahta geçmesi onu gururlandırdı.
Az sonra içeriye giren başkan Adam Won, olaylardan habersiz, tüm aileyi ve orada bulunanları tek tek gözlemledi. Akay ailesinin yeni liderini kutsamak için son tören düzenlenecekti.
Dakikalar sonra üyeler ve konuklar tören için heyecanlıydılar. Her sene tekrarlanan bu gelenek kendilerini, efendilerine bir adım daha yakınlaştırıyordu. Çağın, uzun koridorun ucundan salona doğru babası Ejder ile ilerlerken, Anka Akay oğlu için gururlanıyordu. Yarından sonra Akay ailesinin kaderini Çağın belirleyecekti. Ayin gelenekleri gereği yere sabitlenen otuz üç mum çember halinde dizilip yakıldı. Çemberin ortasına Won, geçmişti ve gelecek olan lideri yani Çağın' ı bekliyordu.
Çağın çembere yaklaştıkça, ruhu sıkışıyor ve aldığı sorumluluğun soğuk rüzgârını hissediyordu bedeninde. Sonuçta hepsi bir düzmeceden ibaretti ve gün sonunda Güneş ile planladıkları şey dünya basınına yansıdığında, ne Akay ailesi kalacaktı ne de bu saçma liderlik oyunları. Hepsi bir gecede bitecekti. Güneş için tekrar şans diledi. O sıra topluluğun arasına Çisem geldi. Çağın ile göz göze geldiler. Çisem kaygılı görünüyordu. Bora, ailesinin yanında pot kırmak istemedi ancak Çisem ‘in gitmiş olması gerektiğini zannediyordu. En son ona bu törenden önce gitmesi gerektiğini söylemişti. O sıra yüreğinde bir sızı hissetti.
Won, elinde tuttuğu sembolü, kızgın ateşlerin içerisine daldırdı. Demirden yapılan bu sembol, şeklinin alevler içerisinde almasını bekliyordu. Üye birlikleri ve topluluk hep bir ağızdan dua etmeye başladılar. Dualarının içerisinde iblise oldukça yer veriliyordu.
"Son gün, uyanana dek, ilk gün gibi."
"Akan her kan ruhunu beslesin."
"Demlensin cehennemin kızgın gölgelerinde."
"Son gün, doğana kadar, azimle bekleyecek, sabır ile kan akıtacağız."
"Lucifer şad olsun, Ulu Kan’ ı korusun."
Ayin kutsanmış sözlerle devam ederken, Çağın Akay artık tam olarak mumlarla çevrili çemberin içerisindeydi. Siyah cübbeler ve altın kaplama maskeler içerisindeki iki örgüt üyesi, Çağın'a doğru ilerledi. Üzerindeki kıyafeti çıkarıp, vücudunu Won’ a doğru çevirdiler. Won, alevlerin arasından çıkardığı kızgın demiri vakit kaybetmeden, Çağın'ın göğsüne, tam kalp hizasına bastırdı. Çıplak vücuduna değen Ulu Kan sembolü, Çağın'ın göğsünde şekil aldı. Can acısını bastırıp var gücüyle dayandı. Direndiği acıdan geriye sadece göz çevresi ıslanmıştı. O yaşları akıtmamak için çabaladı. Kalp atışı bir kademe daha arttı. Dayanması zordu, ancak aksini asla tercih edemezdi. Dayanmak zorundaydı.
Başarı ile tamamlanan devir teslim töreninden sonra Won yeni Akay liderinin yanına gelip alnından öptü.
"Artık Akay ailesinin lideri sensin. Elinden gelenin en iyisini yapacağından hiç şüphem yok," dedi. Çağın, keskin bakışlarıyla başkanını başıyla onayladı. Çağın, bu dakikadan itibaren Akay ailesinin yeni lideriydi. Eğer elini çabuk tutmazsa başı büyük belaya girecekti.
Karanlık odalarda gömülü tören, gizlilik içerisinde devam ederken iki aykırı olay bu gerçeği bozdu. Birincisi deney çocukları, ikincisi ise Taha'nın az önce olan biten her şeyi kayda geçirmesiydi. Taha, gizli gizli çektiği videoyu kaydettiğinden emin olduktan sonra ortamı terk etmek istedi. Fakat Çisem ‘in göz hapsine girmişti. Çisem, dikkat çekmeden Taha'ya doğru yaklaştı.
"Senin burada ne işin var?" Bakışları hayret doluydu.
"Bazılarımız, iyilik için savaşıyor."
"Ne demek bu şimdi? Burada görünmemelisin. Başın belaya girer"
"Sen gerçekten beni düşünür müydün Çisem?"
"Hiçbir şey bilmiyorsun Taha, hemen burayı terk et."
"Ben her şeyi biliyorum. İşte bu da kanıtı," dedi Taha, elindeki gizli kamerayı gösterdi. Çisem oldukça şaşırmıştı. Taha'nın gösterdiği cesaretten etkilenmişti. Karşısında, eski tanıdığı gözü kara ve kararlı adamı gördü bir anda. Taha'yı özlediğini hissetti. Üstelik Levent'i bitirmeye bu kadar yakınken, Taha en büyük kanıtı bulmuşken, hamlesini oynayabilirdi.
"Taha, kaydı bana ver. Sende durmasın. Yarın bana gel ve oturup konuşalım," dedi Çisem. Taha'nın elindeki kaydı almak istediğinde, Taha buna engel oldu.
"Artık çok geç Çisem. Ben sana yardım etmek istedim’’ diye homurdandı. ‘’Bu mesele artık benim. Seninle hiçbir ilgisi yok," deyip yanından sessizce uzaklaşırken tekrar arkasına döndü ve Çiseme baktı.
"Sana Levent Akay ile mutluluklar. Ha pardon, yoksa Bora Akay mı demeliydim? Ama sen ikisini birden idare edebilirsin değil mi?" deyip göz kırptı. Taha'nın bu çıkışı göğsünün kabarmasına sebep oldu. Ardına bakmadan salonu terk etti.
Çisem haddinden fazla öfkelendi. "Aptal," diye ardından söylendi. Ancak arkasından Bora Akay'ın sessiz gelişi korkmasına sebep oldu. Bora, uzun boyu ile yukarıdan aşağıya Çisemi süzüyordu.
"Seni rahatsız mı etti?" dedi, Taha'yı kastederek.
"Hayır, sadece burada olmasına şaşırdım," diye cevap verdi Çisem.
Tören kutlamaları devam ederken, Bora etrafı gözlemledi. Çisem ‘in etrafta fazla dolanmamasını istiyordu. Zaten ona karşı da mahcuptu.
‘’Neden bana bu liderlik olayından bahsetmedin. Ondan mı gergindin?’’
‘’Bunu konuşmak istemiyorum.’’ Dedi. Boranın gözlerinde mağlubiyetin izleri belli oluyordu. Erkekliğine yediremediği bir deneyimdi bu . Cesaret edip Çağın’ın karşısına çıkmıştı.
Çisem, biaz daha Bora’ ya yaklaştı. Ellerini pazılarına götürdü. Onu sakinleştirmek ister gibi görünüyordu.
‘’Sen, benim bu hayatta tanıdığım en güçlü adamsın’’ dediğinde gözle Bora ile buluşmuş, elleri hala adamın pazılarında gezniyordu.
‘’Bu sadece, sıradan bir oyun. Belki senin için sıradan bir gün değildi. Eminim tekrarlansa kazanan sen olurdun’’ diye ekledi.
Bora, Çisemden gelen bu şehvetli desteğe, kayıtsız kalamadı ve yarım gülümsedi.
‘’Her zaman yardımcı olmayı sevmişsindir.’’
Çisem gülümsedi. Ve kulağına eğilip şöyle söyledi:
‘’Bu gece yorgunluğunu birlikte atabiliriz. Seni sakinleştirmeyi çok isterim’’
Bora’ nın gözleri açıldı. Bu teklif normal şartlarda geri çeviremeyeceği bir teklifti. Fakat tören sonrası herkesin konakta olması gerekiyordu.
‘’Bunun telafisini en kısa sürede yapalım. Acısını doya doya çıkaralım. Ancak bu gece olmaz. Konakta kalmam gerek.’’
‘’Peki, koca adam. En kısa sürede bekliyor olacağım’’
Bora o an, tüm bu olanlara şahit olan Çisemden henüz bir hamle görmemişti. Onu uyuşturmamış, beynini zehirli kimyasallar ile etkilememişti. Haline şaşırmıştı. Kız hiçbir açıklama istememişti.
‘’Bu olanlar için, bir şey sormayacak mısın?’’
Çisem, onun ne sormak istediğini anlamıştı. Fakat şimdi daha yakın hissettirmesi gerekiyordu.
‘’Bora, lütfen unutma. Ben sizinle büyüdüm. Ailen benim için de önemli.’’ Diye laf kalabalığı yaptı ancak bunları söylerken ciddi değildi. Henüz Levent Akay hakkında öğrendiği gizli bilgiyi içinde sır gibi saklasa da doğru zamanda bomba gibi patlatacaktı. Aklı Güneş'te kalmıştı. Başarmış olmasını diledi. Eğer bu gece planladıkları gibi gitmezse büyük kıyamet kopabilirdi.
***
Gümüş Kuyu Sokakları
Gümüş Kuyu sokaklarında silah sesleri yükseldikçe, şehir sakinleri meraklı bakışlarla bu kaçma kovalamacayı izliyorlardı. Adam gaza öyle bir basıyordu ki, Güneş'in korkusuna bir de mide bulantısı eklenmişti. Panik, tüm damarlarında yer ederken, aracın arkasındaki çocuklar çığlık çığlığa bağrışıyordu. Kurşunlar bu kez aracın lastiklerine isabet etti. Araba sağa sola yalpalanmaya başladı. Direksiyon hâkimiyetini kaybeden adam, zorlukla da olsa çevre yolundan çıkmış, ormanlık araziye doğru kontrolsüzce sürüyordu. Polis ekibi arkasından seslendi.
"Aracı durdur, teslim ol!"
Ancak adam pes edecek gibi durmuyordu. Önünde kocaman "Yasak Bölge" yazan tabelayı görünce, küfürleri havada uçuştu. Güneş hızlı düşünmeye çalışıyor, fakat fazla paniklediği için beyninde kurduğu planlar siliniyordu. Son kez çocuklara bakmak istedi. Yolun sonu gelmiş gibi görünüyordu. Şoför, kontrolsüz hızı nedeniyle önlerinde tel örgülerle kaplı kapıya çarpmaktan geri duramadı.
Patlayan camlar, kristal tanecikleri gibi ufalanarak araçtakilerin üzerine dağıldı. Adam, arabanın ön camından dışarı fırladı. Yere öyle bir yapıştı ki, bedeni cansız gibi duruyordu. Çocuklar çarpışmanın etkisiyle adeta havada savrulup, birbirlerinin üzerine düşerek sersemlediler. Güneş, üzerine düşen cam parçalarını temizlerken, soluk soluğa kaldı. Nefes alışverişi kalp ritmini değiştirdi. Aldığı darbeden dolayı başında büyük bir ağrı hissetti. Gözleri kararıyor, fakat bayılmamak için çabalıyordu. Dışarıdan gelen sesler kulağına boğuk boğuk geliyordu, ardından bu sesler tiz bir hal aldı. Hayatının en büyük planı yok olmuştu. Aynadan kendini gördüğünde başından aşağıya kan akıyordu. Çocukların yakarış sesleri oldukça gürültülüydü. Çocuklardan biri kapıyı açıp kaçmaya başladı.
Ardından diğerleri de onu takip etti. Güneş, olduğu koltuğa sıkışmış, hareket edemiyordu. Arkalarından "Hayır! Buraya gelin! Yapmayın!" diye bağırsa da çok geçti. Firar eden çocuklar Gümüş Kuyu'nun sokaklarında başıboş halde kaçmaya başladılar. Güneş, baş ağrısına neredeyse katlanamayacak haldeydi. Var gücüyle oturduğu yerin kapısını açtı. Adım atmak istedi fakat bedeni buna izin vermedi. Ayaklarını hissetmiyordu. Olduğu gibi yere kapaklandı. Şimdi ağrısı ikiye katlanmıştı. Az ilerisinde kendisine doğru gelen birinin olduğunu fark etti. Adım sesleri kendisine doğru yaklaşıyordu. Gözlerini çevirip gelen kişiye bakmaya çalıştı. Kendisine doğru tutulan fenerin ışığı gözlerini yaktı. Dayanılması zor bir durumdu, pes etmek üzereydi. Öyle de oldu. Buz gibi zeminin üzerinde düştü. Bilincini o an kaybetti.
***
Tören yavaş yavaş sonlanırken, üyeler Akay Konaklarını terk etmeye başladılar. Saat sabaha karşı 05.30 sıralarıydı. Törene gelenlerin çoğu artık kendinde değildi. Yeni bir günden sonra, dünkü yaşanan hiçbir şeyi hatırlamayacaklardı. Çoğu, deney odalarına alınacak, üzerlerinde denemeler yapılacaktı. Her bir denek, bölgeye gelen özel uçağa hazırlanıyordu. Ulu Kan’ ın laboratuvarlarına gönderilmek üzereydiler. Başkan Won, gitmeden önce Akay ailesine son bir kez baktı. Ortamda gergin bir havanın olduğunu anladı. Ejder Akay telaşlı ve ürkmüş görünüyordu. Won, Ejder'e doğru yaklaştı.
"Oğlun artık Akay ailesinin lideri. Sen de kendine biraz mola ver ve tatile çık. Yapılacak görevler bitmedi. Lider olmasan da örgütün üyesisin. Bunu unutma," dediği sırada dış kapı sert bir şekilde açıldı. Üyelerden biri telaşla içeriye girdi.
‘’Başkanım, çocuklar kaçmış," dedi korkuyla.
Başkan Won’ un gözleri öfkeyle açıldı. Aynı anda Ejder'e baktı.
"Bu nasıl olur?" diye salonun ortasında bağırdı. Ejder, sona geldiğinin farkındaydı. Soğuk soğuk terler döküyordu. Başını yere eğmiş, söyleyecek bir söz bulamıyordu.
"Bana cevap ver !" diye bağırarak adamın boğazına yapıştı. Diğer Akay fertleri kıllarını bile kıpırdatamadı. Anka, eşinin düştüğü durumu çaresizce izliyordu. Gözleri buğulanmış, her şeyi bulanık görüyordu. Hayal kırıklığı, eşine karşı hissedeceği son duyguydu. Won, Ejder'in boğazını var gücüyle sıkmaya devam ettikçe, Ejder oksijensiz kalıyordu. Yüzü kıpkırmızı vaziyetteydi. Boyun damarları şişmiş, gözlerinden yaşlar akıyordu.
"O çocuklar bizim için son derece önemli. Onlara bir şey olursa yüce örgüte ne cevap veririz? Susma, iğrenç böcek, cevap ver nerede onlar?" diye bağırmaya devam etti Won. Öfkesiyle neredeyse Ejder'i öldürebilirdi. Bu firar affedilir bir durum olamazdı.
Çağın, kendini ortaya atarak, Başkan Won’ u durdurdu.
"Onları hemen bulup oldukları yerlere hatta daha güvenli bir yere yerleştireceğim. Bundan sonrası benim kontrolümde olacak. Lütfen onu bırakın," deyip babasına manidar bir bakış sergiledi. Won, var gücüyle Ejder'in boğazını sıkmaya devam etti.
"Sana bir saat veriyorum. Bir saat içinde onları bulup getirmezsen, babanla birlikte yaşayacağınız son saatler olur. Ayrıca onları artık burada tutmayacağız, diğer deneklerle birlikte bizim uçağa sevk edin. Bizimle Amerika'ya gelecekler," dedi. Sert bir darbeyle Ejder'i ileriye doğru savurdu. Yere düşen Ejder, tüm aile bireylerinin küçümser bakışlarına maruz kaldı. Derin derin nefes almaya çalıştı. Nefes aldıkça kuru kuru öksürüyordu.
Çağın, Bora ile göz göze geldi. Bu kez güçlerini birleştirmek zorundaydılar. Bora, onun bir şey demesine gerek kalmadan demek istediğini anladı. Ardından beraber yola koyuldular. Eğer çocukları bulamazsa ilerideki planı harekete geçirecekti. Kaçmaları için ayarladığı şoförü aradı ancak telefon cevap vermiyordu. Bir sorun olduğunu anladı. Öncelikle çocuklardan önce Güneş'i bulmak ve kurtarmak istiyordu. Hızla koşarak arabasına atladı. Bora tam yanına oturacaktı ki buna izin vermedi.
"Sen diğer arabayı al" dedi.
Bora buna şaşırmıştı ancak lafını ikiletmedi. Ne de olsa artık karşısında lideri vardı. Çağın hızla gazı kökleyip, son sürat yola koyuldu. Güneş'i aradı. Fakat o da cevap vermiyordu. İlk istikamet limana varmaktı. Birkaç saniye sonra telefonu çaldı. Arayan amcası Ekrem Akay'dı.
"Biz müzeye doğru gidiyoruz. Güvenlik kameralarını kontrol edeceğiz," dedi.
"Tamam," dedi Çağın. Bunu söylerken sakindi çünkü güvenlik kameraları o saatlerde devre dışıydı. Ardından Bora'yı aradı.
"Müzeye doğru gidin, en son neler yaşandı öğrenin."
"Babam oraya gidiyor zaten Çağın, ben seni takip ediyorum."
Çağın iz bırakmak istemediğinden, buna izin vermedi.
"Sen de yanında ol, başka neler bulabilirsin onlara bak."
"Sen nereye gidiyorsun peki?" diye sordu Bora.
"Şehir çıkışlarını kontrol etmem gerek."
"Tek gitmemelisin."
"Tek olmayacağım," diyerek telefonu kapattı. Şu an tek istediği Güneş'i sağ salim bulmaktı.
***
Ağrıyan gözlerini usulca açmaya çalıştı. Beyni dökülüyor gibi, şiddet baskı onu zorluyordu. Güneş gözlerini açtığında uzandığı yerden doğruldu. İlk gördüğü cama düşen kar taneleri oldu. Şehre tane tane düşen kar taneleri gözünde toz bulutu kadar yoğunlaştı. Aniden olduğu yerden sıçradı. Üzerine örtülü battaniyeyi hızla kaldırdı. Karşısına doğru baktığında, sakince koltuğunda oturan, Komiser Salim' i gördü. Yaşadıkları aklına gelince gözleri korku ile açıldı.
''Benim burada ne işim var, neler oldu?'' diyerek doğruldu. Komiser Salim, sessizce Güneş' i izlemeye devam etti. Tepside ki sıcak çayı ona doğru uzattı.
''Biraz içmelisin. Seni kendine getirir'' dedi.
Güneş, çaya baktı ancak midesi bunu kabul etmiyordu.
''Size bir soru sordum. Burada ne işim var?''
''Senin canını kurtardım kızım'' dedi Salim ağır bir dille.
''Çocuklar nerede? Ya peki o şoför?''
'' Yakalandı. Göz altında’’
‘’Yakalandı mı? Bunun üzerinden gözaltına nasıl alınır, çocuklar nerede peki?’’
‘’Çocuklar oldukları yere geri dönecekler'' dedi.
Güneş, aldığı darbeden dolayı acı ile inledi. Başını tuttuğunda, pansuman yapıldığını anladı. Son zamanlarda kendini fazlaca hırpalamıştı. Mücadele ettiği olaylara hiçbir katkısı olmadığını ve bu haince kurulan düzeneği değiştiremeyeceğini anladı.
‘’O, çocuklar, kullanılıyor. Hepsi kötü bir amaç için hazırlanıyor. Bunu görmüyor musunuz?’’
‘’Onlar belgelerde bakıma muhtaç, kimsesizler. Hepsinin kaydı mevcut. Orası Akaylara ait barınma ve bakım evi’’
‘’Siz ne saçmalıyorsunuz be! Tüm bunlar bir saçmalık’’
‘’Ben bir şey demiyorum. Resmiyette olanları söylüyorum. Böyle olunca sizde devletin bünyesinde bulunan çocukları kaçırmaya yeltendiniz. Yani suç işlediniz’’
‘’Tabii ya doğru. Bunu nasıl düşünemedim. Hepsi bu oyunun içinde. Çok aptalım’’
‘’Bence minnettar olmalısın. Seni kurtardım. Onlardan sakladım. O yüzden buraya, evime getirdim.’’
Salim, Güneş’ in hayal kırıklığı yaşadığı anları an be an gözlemledi. Güneş, başını yerden ağırca kaldırdı.
''Bana neden yardım ediyorsun'' diye sordu adama.
''Lütfen önce çayını iç'' dedi Salim sükûnetini koruyarak.
Fakat Güneş için sükûnetini korumak zor geliyordu. Çocuklar için üzülüyordu. Hem de hiç olmadığı kadar.
''Sende onlar için çalışıyorsun değil mi? Onlara hizmet ediyorsun. O çocuklara ne olacak. Onlara neler yapıldığını gördüm. Hepsinin beyni yıkanmış, neler olduğunu bilmiyorlar. Bu nasıl bir eziyet.''
'' Onlar için çalışmıyorum. Ben buraya tayin edildim. Fakat senin gibi zamanla onları çözdüm. Bu gördüklerimi üst makamlara bile bildirdim.''
''Peki, ne oldu'' diye sordu Güneş.
‘’Susturuldum. Ailem ile tehdit edildim. Görev zamanım bitene kadar da bunlara göz yummak zorunda kalacağım. Sonra siktir olup gideceğim bu lanet şehirden'' dedi adam.
''Senin meslek ahlakın bu mu?'' dedi Güneş ve devam etti. ''Yapılan zulümlere karşı susmak mı? Görmezden gelmek mi? ''
''Sana tekrar etmek istemiyorum. Elimden geleni yaptım. Ama her seferinde reddedildim. Maalesef hepimiz bir zaaf noktası var. Susmak zorundaydım. Bunları ne ben ne de sen değiştirebilirsin. Akay ailesi ilk değil son da olmayacak. Dünya' da bu aileler gibi yüzlercesi var.''
''Evet. Bunu duymuştum. Dünyayı yöneten aileler gibi.'' Dedi Güneş.
''Aynen öyle kızım. Güç ve para onlarda. Bunları onlara sağlayan gizli ve oldukça güçlü derin örgütler var. Amaçları başkalaşım. Yeni bir dünya. İnsan nüfusunu azaltmak. Dünyanın sonuna sadece kendi tayin ettikleri deneyler ile hazırlanmak.''
''Bu çok korkunç'' dedi Güneş. Uğradığı hayal kırıklığı yüzüne yansıdı.
''Dünya üzerinde yaşayan insanlar, hep farklı gündem ile oyalanıyor. Bir yerde deprem felaketi, bir yerde cinayet, bir yerde magazin. Diziler filmler, sosyal faaliyetler, yaşam mücadeleleri, Talk Showlar, sosyal medya, eğitim sistemi, gelecek kaygısı, evlilik... Aklına daha ne gelirse. İnsanoğlu bunlar ile oyalanırken, şeytana boyun eğen diğer gruplar gizli gizli yer altı laboratuvarlarında geleceğin yönünü çoktan değiştirmeye başladılar.''
''Dünyanın sonuna mı yaklaşıyoruz yani'' diye sordu Güneş.
''Dünyanın sonu elbette ki gelecek. Ancak bu ilahi bir kudretle değil, kötü ve karanlık insanlar tarafından, teknolojik silah ile'' dedi.
''Küçükken ailem deccal 'den bahsederdi. Kıyamet günü deccal yeryüzüne inecek ve doğa felaketi yaşanacak diye. Meğerse bu hikâye bile ne kadar masum kalıyor bu anlattıklarının karşısında''
''Belki de deccal çoktan yeryüzüne indi. Belki de dünyanın sonu için çoktan çalışmalara başladı. Yoksa bunca felaket, bunca kötülük yeryüzüne neden hâkim olsun'' dedi Salim, sakin ve tok sesi ile.
''Bana ne yapmamı öneriyorsun?''
''Buradan git kızım. En azından kötülüğün henüz bulaşmadığı yerlere git. Hayalini gerçekleştir. Okulunu oku. Ama bu kötülükten biran önce kendini kurtar. En azından son güne dek, kendini iyilik ile donat. Dünyanın iyiliğe ihtiyacı var.'' Dedi adam.
‘’Söylediklerinizi ciddiye alamıyorum ne yazık ki. Bunca kötülüğün kol gezdiği zamanda, sadece kendi hayatımı düşünmek çok bencilce. Esas kalıp bunlar ile mücadele etmeliyim… Etmeliyiz’’
Salim, kızın dediklerini onaylıyordu fakat gerçek olamayacağını biliyordu. Güneş, uzunca düşündükten sonra ayaklandı. Telefonunu eline aldığında, Çağının defalarca aradığını gördü. Çaresizliğin verdiği duygu ile yüzü gerildi.
''Benim eve gitmem gerek.'' Dedi Güneş.
''Çayını içmedin.''
''İçebilecek durumda değilim''
''Tamam, seni ben bırakırım'' dedi Salim.
Ardından hazırlanmaya başladı. Güneş evden çıkmadan önce, perdeyi aralayıp, yağan kar' ı izlemeye koyuldu. Her bir kar tanesi, içine huzuru yayıyordu. Bu görsel şölene hayran kalmamak imkânsız gibi geliyordu. Çocuklar aklına gelince tekrar, yüreği burkuldu. Tekrar Akay canilerinin ellerinde hapsolmak, onlar için işkence sebebiydi. Fakat bunu hiçbir zaman anlamayacaklardı. Perdeyi yavaşça örttü. Salim dış kapıya doğru yöneldi. Dışarıya çıkmadan önce söyleyeceği bir şey daha vardı. Güneş ile göz göze geldiler.
''Bu arada, Faruk Bey ölmüş. İki gün önce haberini aldık. Sana bir mektup bıraktı.'' Deyip, elinde ki zarfı Güneş’ e uzattı.
‘’Bunu size kim verdi?’’
‘’Hemşire, gizlice bana iletti. Sana vermem için’’
Güneş duyduğu haber ile sarsıldı. Yüreği akan nehir misali hızla çarpıyordu. Bu ölümün arkasında, cinayet doğruluğunu hissetti. Kimlerin sebep olduğunu anlaması çok zaman almadı. Çünkü Faruk ölen kızının intikamını elbette alacaktı. Buna engel olacak kişi Akaylardan başkası olamazdı. Sessizce kendini dışarıya doğru yönlendirdi.
Faruk’un Mektubu
Sevgili Güneş,
Bu satırları titreyen ellerimle, karanlığın gölgesinde, umudumu yitirmeye ramak kalmışken yazıyorum. Biliyorum ki artık sonum yaklaştı. Nereye gidersem gideyim, hangi köşeye saklanırsam saklanayım, peşimi bırakmıyorlar. Her adımım izlendi, her nefesim tehdit altında. Şimdi eminim, bu zulmün ardındaki eller Akay soyuna ait.
Geçtiğimiz gece Ejder Akay buradaydı. Kulağıma fısıldadığı sözler hâlâ zihnimin en derin dehlizlerinde yankılanıyor. Cehennemin kızgın demirleriyle dövüleceğimi, sonra kemiklerimin zebânilere yem edileceğini söyledi. Sesi, bir lanetin uğultusu gibiydi. Burada sağlığıma kavuşsam bile, artık biliyorum ki kurtuluşum yok. Nereye gidersem gideyim, beni bulacaklar. Ama zaten… Kızımın ardından yaşamak için bir sebebim kalmadı.
Gümüş Kuyu… Bu yer, yalnızca şehirden ibaret değil. Burası, dünyadaki cehennem. Karanlığın sinsice kök saldığı, şeytani büyülerin masum ruhları esir aldığı bir zindan. Akaylar, kanla yoğrulmuş bir mirasın mirasçıları. Masumları ele geçiriyor, iradelerini çalıyor ve kendi kirli amaçları uğruna onları kullanıyorlar. Kızımı da böyle aldılar elimden. Onu karanlığa hapsettiler, ruhunu zincirlediler. Ve ben, artık onu geri alabilecek bir güce sahip değilim.
Eğer bu satırlar bir gün eline ulaşırsa bil ki, ben çoktan onların ellerinde can vermiş olacağım. Ama bu mektup, yalnızca bir vedadan ibaret değil. Bu, bir vasiyet. Bir çağrı. Bir adalet yeminidir. Beni ve benim gibi sayısız masumu karanlığa gömenleri durdur, Güneş. Hak ettiğimiz adaleti sağla. Bir toplumsal çağrı başlat, vicdanı henüz kör olmamış insanları bir araya getir. Onların köklerini kazı, ışığın karanlığa galip gelmesini sağla.
Çünkü bir yerlerde hâlâ iyilik olmalı. Bir yerlerde hâlâ adalet için savaşan yürekler olmalı.
Ve ben, ölümümün bir kıvılcım olmasını diliyorum.
Adaletin ışığında,
Faruk…
Güneş, mektubu elleri titreyerek açtı. Harfler gözlerinin önünde dans ediyor, ama anlamları zihnine kazınırken boğazına koca bir yumru oturuyordu. Satırları okudukça, nefesi daraldı. Her kelime, içine çektiği havayı zehirli bir duman gibi ciğerlerine dolduruyordu.
Bu bir veda değil, bir çığlıktı. Bir haykırış. Bir adalet çağrısı.
Ejder Akay’ın adını okuduğunda, içinde bir öfke dalgası kabarıyordu. Cehennemin kızgın demirleri, zebanilere yem edilen kemikler… Bunlar yalnızca bir korku hikâyesi değildi. Bunlar, birilerinin yaşadığı gerçek kâbustu. Kızını kaybetmiş, umutlarını yitirmiş bir insanın son sözleriydi.
Gümüş Kuyu.
Bu kelimeleri okurken, tüyleri diken diken oldu. İçinde tarif edilemez bir ürperti hissetti. Gümüş Kuyunun bambaşka bir gerçekliğe açılan karanlık bir kapı olduğunu zaten biliyordu. Ellerini yumruk yaptı. Öfkesi, çaresizliğiyle boğuşuyordu. Bu kadar kötülük nasıl var olabilirdi? Bunları durdurmanın yolu var mıydı?
Son satırları okuduğunda, içinde yanan ateşin şekil değiştirdiğini hissetti. Artık yalnızca bir öfke değil, bir görev bilinciydi hissettiği. Onu öldürmüşlerdi. Ve kim bilir kaç masumu daha… Ama artık bu böyle devam etmeyecekti. Bu mektubu yazan kişi yalnızca kendi intikamını istememişti. Daha büyük bir şeyin parçası olmuştu. Bir devrimin, bir adalet savaşının kıvılcımını yakmıştı.
Güneş gözlerini kapattı. Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes aldı. Eğer bu mektup ona ulaşmışsa, artık geri dönüş yoktu.
Akaylar bunun bedelini ödeyecekti.
***
Sabaha karşı hava gri soluktu. Kar taneleri arabanın camına doğru yapışıyor ardından eriyip sıvı halde aşağıya doğru süzülüyordu. Çağın, yoğun bir operasyon ile araştırdığı çocukları, Bora'nın sayesinde bulmuştu. Ona engel olamazdı, çocuklar üyelere teslim edilip, özel uçak ile Amerika' ya gönderildiler. Yorgun ve uykusuz olan Çağın henüz Güneş'ten haber alamamıştı. Arabayı hissiz bir vaziyette boş sokaklarda sürüyordu. İstemeden de olsa, Ailenin lideri olmuştu. Bir yandan ailesinin sorumluluğunu yaşarken diğer yandan onlara ait tüm sırları ifşa etmek oldukça çelişkili bir durumdu. Telefonuna gelen bildirim ile irkildi.
1 YENİ MESAJ
Güneş: - Seni evde bekliyorum-
Çağın: - Geliyorum-
Dakikalar sonra Çağın, Güneş' in yanına gelmişti. İkisinin' de ağzını bıçak açmıyordu. Başaramadıklarını verdiği utanç yüzlerine yansıyordu. Aynı koltukta yan yana oturup, bu kadar uzak olmaları, derin düşünceleriydi.
''Yani artık bir lidersin öyle mi?''
''Evet, öyleyim''
''Sende acımasızca insanları mı kullanacaksın? Farkın ne olacak?''
Çağın gelen soruyu iyice düşünmeye koyuldu. Gerçekten farkı ne olabilirdi? Gelenek ne ise onu devam ettirmek zorundaydı. O da görmüştü ki ne kadar yüksek mertebeye sahip olursan ol, ufak bir hataya karşı babası gibi hiç değeri görecekti. Hatta haddini aşar ihanet ederse, sonu ölümden başkası olamazdı. İki ucu karanlık değnekti elinde tuttuğu. Adım atması için önünde aydınlık bir yol yoktu. O sırada Güneş' i kendisini izlerken buldu. Karşısında ki tek aydınlık yol Güneş'ti. Fakat onu da kendi hayatına sürüklüyordu.
Tehlikeli ve güvensiz hayatına.
Güneş, Faruk’tan gelen mektubu gösterdi. Çağın mektubu okurken boğazı düğümlendi.
‘’Beni korumak istediğin gibi Gül’ü de koruyabilirdin’’
Güneş, Gül için şimdi daha çok üzülüyordu. Çağın hiç cevap veremedi. Güneş’ in haklıydı. Onu da koruyabilir ve ayinden kurtarabilirdi. Yapamadı… Yapmak istemedi.
Sonu olmayan ya da sonsuza dek karanlığın içerisinde yaşayan bu hayata karşı, temiz umutlara sarılı birinin hakkını ele geçirmezdi. Güneş' i seviyordu. Ancak bu sevgi kendisi gibi onu' da çıkmaz yollara sürüklüyordu. Öyle ki, kız neredeyse dün gece o kazada ölüyordu.
''Ben buradan gidiyorum Çağın'' dedi Güneş.
Çağın şaşkınlık içerisinde kaldı ve dalgın bakışları ile Güneş' e bakmaya devam etti.
''Ben bu kadar yükü kaldıramıyorum. Kimim ki ben bunca şeyler ile mücadele edecek? Benim Ne için çabalıyorum. Ya da kim için?''
Çağın dediklerini onaylıyordu. Ancak belli etmek istemedi. Gitmesini ondan uzaklaşmasını istemiyordu. Yine de gitme demek için cesaretli değildi. Çünkü bu cesaretten çok bencilliğe gireceğini biliyordu.
''Bu akşam yola çıkıyorum. Bu sene ki okul kaydımı donduracağım. Hoş 'Ejder Akay Üniversitesinde' buna gerek yoktur. Çünkü burada bir eğitim yok.'' Dedi tek solukta. Ardından devam etti. ‘’Faruk Bey’ in vasiyetini burada gerçekleştiremem. Bu işleri çok zorlaştırır.’’
Çağın biraz daha Güneş' e yaklaştı. Onu koklayıp tüm zerresini içine sokmak istiyordu.
''Bu şekilde gidemezsin. Her şekilde seni bulurlar. Benim kontrolümden çıkarsan seni koruyamam'' dedi Çağın.
‘’Can güvenliğim burası için uygun bir yer mi? Her ne kadar yanımda sen olsan da.’’
‘’Güneş… Lütfen’’
''Yapma Çağın'' dedi Güneş. Nefes alacak kadar bile gücü yoktu. İçi içini kemiriyordu. Çağın kollarının altına alıp Güneş' i sarmaladı.
''Biz sadece tehlikenin iki ucunda savrulan âşıklarız.'' Dedi.
''Ancak birbirimize zarar veririz'' diye ekledi Güneş. Ardından oda sımsıkı sarıldı.
İmkânsızlık düşüncesi, onları daha çok tek beden olmasını sağlıyordu. Güneş yine de korkuyordu. Çağından uzaklaşma fikri bile onu soğuk bir kuyunun içerisinde kalmış gibi hissettirdi.
Çisem, tüm konuşulanları, salonun gerisinde, tırabzanlara tutunarak dinlemişti. Birkaç adım sonra yanlarına doğru girdi. Kendinden emin görünüyordu.
''Henüz vazgeçmek için geç kalmış sayılmazsınız'' dedi.
Çağın ve Güneş aynı anda Çisem' e doğru baktılar. Ne dediğini anlamak için birbirleriyle göz göze geldiler. Çisem elinde tuttuğu kaydı ikisine izletmeye başladı. Kayıtta dün gece Akay konaklarında olanlara dair kareler vardı. Güneş şaşkınlıkla izlemeye devam etti.
''Birkaç dakikalığına da olsa bunu yaymamız saniyelerimizi almaz. Bir anda tüm dünyada viral olabilir''
Çağın gerilmişti. Bunu yapanı elbette bulurlardı.
''Seni bulurlar''
''Ben yapmayacağım ki'' dedi Çisem. Aklında güvendiği plan vardı.
''Kim yapacak'' diye sordu Güneş.
''Levent Akay'' dedi sinsi gülümseme barındırıyordu yüzünde.
Çağın buz gibi bakışları ile Çisem' i izliyordu. Çisem, Çağına doğru yöneldi.
''Sen söyle. Bu Ailenin sonunu getirir mi?''
''Dünya' da yankı uyandırır. Ancak ucu bize kadar dokunur. Derin araştırmaya başlarlarsa bizde yargılanırız'' dedi Çağın.
''Peki, bunun için vaz mı geçeyim?'' dedi Çisem.
Güneş, paniklemişti. Ayağa kalktı ve sakinlemeye çalıştı.
''Başka bir yolu olamaz mı?'' diye sordu.
''Başka bir yol denedin ve ölüm ile yüzleşiyordun. Gördüğün gibi olmadı tatlım'' diyerek çıkıştı Çisem.
''Mutlaka bir yolu vardır'' dedi Güneş.
Çisem hayret edere Güneş' i seyretti. Hali tavrı değişmişti.
''Bir dakika. Sen şimdi bunun yayılmasını istiyor musun, istemiyor musun? Yoksa Çağına yani sevgiline ucu dokunur diye mi korkuyorsun?’’ Diye sordu Çisem.
Güneş sevgili kelimesini ilk kez bu kadar içinde hissetti. Çağın ile sevgili olduklarının farkında olduğunu bile hissetmemişti. Sanki bu terim bile aralarında ki etkileşimden dolayı sönük kalıyordu. Ya da imkânsızlık Sevgili sözcüğünü gölgede bırakıyordu. Çisem ve Güneş ilk kez aynı fikirde değil karşı karşıyaydılar.
''Bunun olmasını elbette ki istiyorum ama.''
Çisem, Güneş' in konuşmasını tamamlamasına izin vermeden söze girdi.
''Âmâsı yok Güneş, sen o çocukları kaçırmaya çalıştığında bunların olacağını göze almadın mı? Ben o lanet konaklara canım pahasına gittim ve istenileni yaptım. Şimdi, bunca şeyi heba mı edeceğiz'' dedi.
Hararetli ortamı Çağın buz gibi kesti. Çisem' e hak veriyordu. Kurunun yanında elbette yaş yanacaktı. Olması gereken olmalıydı. Ellerinde büyük bir koz vardı. Bunu elbette ki kullanması gerektiğini biliyordu.
''Durma, harekete geç Çisem'' dedi Çağın. Güneş, Çağına bomboş gözlerle baktı.
''Buna mecburuz'' diyerek cevap verdi Güneş'e.
Çisem planı dâhilinde harekete geçecekti.
Yeni bir günde, Gümüş Kuyu sokakları neredeyse kar ile kaplanmıştı. Her ne olursa olsun yeni güne devam edilecekti. Güneş sıcak bir duştan sonra hazırlanmaya koyuldu. Kafasında düşünceler git gide büyüyordu. Şehirden gitme düşüncesini şimdilik arka plana atmıştı. Ancak olayların gerisinde kalmayı tercih etmişti. Ta ki bir sonraki hamleye kadar. Okula vardığında, herkes sanki dün hiç yaşanmamış gibi normal görünüyordu. Üniversite'nin koridorunda hissiz bir şekilde ilerlerken birden panoda asılı okul gazetesini gördü.
Detaylıca okuduktan sonra alaycı bir ifade ile güldü. Güneş, gazeteyi alıp, gazetenin bürosuna doğru ilerledi. İçeriye girdiğinde Talya ile karşı karşıya geldi. Gazeteyi Talya' nın önüne fırlattı.
''Ne kadar manidar bir haber değeri taşıyor öyle değil mi?'' dedi.
Talya oturduğu yerden ayağa kalktı. ''Bu ne cüret, ne demek istiyorsun?'' dedi.
''Hakkınızda her şeyi biliyorum. Bunca yalanı buraya nasıl sığdırdın söylesene?'' diye çıkıştı.
'' Sen ne saçmalıyorsun?''
''Ben bu gazetenin başkanıyım. Haberi paylaşmak için benden izin aldın mı?''
''Kendi gazetemiz için senden izin alacak değilim. Sen kendini ne sanıyorsun, haddini bil''
''Bunca kötülüğe suskun kalıyorsun yani. Her şeyi biliyorum.’’ Diye fısıldadı. ‘’Sizin kurduğunuz karanlık düzenin bozulması için elimden geleni yapacağım’’
''Çık buradan, büroyu terk et'' dedi Talya.
''Kalmaya niyetim yok.'' deyip büroyu terk etti.
Talya sinirden gazeteyi paramparça etti. Gerçeği, yalan ile elbet örtemezdi. Öfkesi, bedeninin titremesine neden oldu. Güneş haklıydı. Bunun en büyük kanıtı amcası Levent' in Çisem' i sadistçe kullanması ve dün akşam yaşanan gerçeklerden ibaretti. Başını iki elinin arasına alıp, düşünmeye başladı. Kısa bir sessizlikten sonra telefonuna mesaj geldi.
1 Yeni Mesaj
Taha: Akşam saat 21.00' de Plazaya gel. Sana göstereceğim bir şey var-
Gelen mesajla irkilen Talya, derin derin düşünmeye başladı.
Çisem, Taha'yı aramıştı. Ona planından bahsetmişti. O gece için çektiği tüm videoyu ve Taha'nın kayıtlarını paylaşacaktı. Levent' i bu oyunun parçasına katarak, onu tuzağa düşüreceklerdi.
Ancak planlarında ufak bir hata oldu.
Akşam saatlerinde, Akay plazasının teras katında, içli içli sigarasını içiyordu Çisem. Levent neredeyse gelmek üzereydi. Cesaretini biraz daha toparladı ve ona söyleyeceği kelimeleri düşündü. Dumanı son kez içine çektiğinde, içeriye Levent girdi. Teras' a doğru ilerledi. Çisem' i kendine doğru çekip öpmeye başladı. Fakat ilk kez Çisem' den tepki gördü. Çisem eli ile Levent'i geriye doğru itekledi.
''Uzak dur benden'' dedi toparladığı cesaret ile. Levent aniden öfkelendi. Öfkesi yüzüne çok net yansıyordu. Tıpkı bir iblis kadar korkunçtu.
''Ne diyorsun lan sen?'' deyip Çisemi tartaklamaya başladı.
''Bırak beni'' deyip tekrar geriye doğru ittirdi cüsseli adamı. Artık tüm söyleyecekleri, ağzında bomba gibi patlamaya hazırdı.
''Sen ne adi bir adamsın. Midemi bulandırıyorsun. Sen kendi oğlunu taciz edecek kadar zavallısın'' dedi hiddetle. Levent Akay yıllar sonra gizli sırrı ile karşı karşıya geldi. Hem de sadistçe kullandığı, ezik bir kız tarafından. Sinirden yumruklarını sıktı.
''Seni öldürürüm orospu'' diye bağırmaya başladı.
Yüzleştiği bu gerçek onu daha da hırçınlaştırdı. Kontrolden çıkmıştı. Çisem elinden zor kurtuldu. Son hamlesini henüz oynamamıştı. Telefondan çıkardığı kaydı gösterdi. Bu kayıt törende yapılan, ayini ve kullandıkları insanlar üzerindeki sapkınlığı gösteriyordu.
''Sen bittin Levent Akay. Siz bittiniz'' diye söylendi Çisem.
***
Talya, plazaya vardığında, arabasını valeye teslim edip, içeriye doğru adım atmaya başladı. Lobiye girdiğinde, karşısında Taha onu bekliyordu.
''Gelmene sevindim'' dedi Taha. Geçekten de buna sevinmişti.
''Ne söyleyeceksen çabuk söyle fazla vaktim yok'' diye karşılık verdi Talya.
Taha asansörü gösterip, ilerlemeye başladı. Yirmi beşinci kata geldiklerinde, plazanın terasına doğru ilerlemeye başladılar. Talya tedirgindi. Kendilerine ait bir yer de ilk kez bu kadar tedirgin görünüyordu. Az sonra içeriden büyük gürültü gelmeye başladı. Bu gürültü, Levent ve Çisem' den geliyordu.
Levent, öfke ile kahkaha atmaya başladı.
''Madem beni bitirmeye ant içtin. O zaman sana bir sır daha vereyim güzelim''
Çisem merakla söyleyeceği sırrı bekliyordu.
''Annen seni neden terk etti hiç düşündün mü? Çok kullanışlı bir parçaydı. Hele yatakta ne fantezileri vardı öyle, hala aklımdan çıkmaz. O güzel vücudu ile oynamak için beni sabırsızlandırırdı.'' dedi. Can sıkan alaycı tavrı ile.
Çisem, elinde tuttuğu telefonu öfkeyle sıkmaya başladı.
''Sus lan orospu çocuğu'' deyip telefonu Levent' in başına geçirecekti ki bu olmadı. Levent telefonu alıp yere fırlattı ve paramparça olana kadar ayağının altında çiğnedi. Çisemin elinden yakaladığı gibi yere savurdu. Yerle yeksan olan kız nefes nefese kalmıştı. Levent arkasından yaklaşıp, bedenini Çiseme dayadı ve kulağına fısıldadı.
''Al sana bir itiraf daha. Sevgili babacığını da ben öldürdüm. Kendi ellerimle, hiç acımadan soğuk bir avcı gibi, acı çektire çektire öldürdüm. Bak bu ellerde hala babanın izleri var'' deyip kahkahayı bastı.
Levent, kontrolden çıkmıştı. Sinirle attığı kahkahaları onu durduramıyordu. Fakat bu kez kontrolden çıkan Çisem oldu. Beyninde öfke şimşekleri patlıyordu. Küçük bir kız çocuğu iken kaybettiği babasının katili karşısındaydı. Hem de yıllardır, babasının katili tarafından cinsel tacize uğruyordu. Yerden hızla kalktı. Gözlerine cinayet sisleri çökmüştü. Tüm insani düşünceleri artık kaybolmuştu.
''Seni öldüreceğim, şerefsiz köpek'' deyip bağıra çağıra üzerine atladı. İkisinin arasında ki kargaşa iyice büyüdü. Levent, yumruğunu sert bir hamle ile Çisemin yüzüne indirdi. Acı ile bağıran Çisem tekrar yere düştü. Levent kızın kolundan tutup, terasın ucuna doğru sürükledi. Çisemi kucağına alıp, aşağıya salmaya hazırlandı.
‘’Yapma. Bırak beni’’ diye haykırdı aciz kız.
Fakat o esnada arkasından ağır darbe aldı. Taha oradaydı ve Çisem’ i kurtarmak için gelmişti. Taha iki eli ile adamın yakasına yapıştı, kafasını hızla Levent' e geçirdi. Gelen sert hamle ile burnu kan içinde kalan Levent' Taha'nın boğazına yapıştı, dizi ile midesine hücum etti.
Acıdan iki büklüm kalan Taha bu kez sırtına dirsek darbesi aldı. Aynı hızla yerinden kalkmaya çalıştı. Yaşanan bu harbede, ortalığı darmaduman etmişti. Levent' i var gücü ile terasın ucuna sürükledi. Taha'nın nihai hedefi Levent' i terastan aşağıya fırlatmaktı. Gözü dönmüştü. Levent Akay ölmeliydi.
Levent, Taha' ya direniyor, Taha tüm gücü ile ittirmeye devam ediyordu. Çisem' de olduğu yerden kalkıp, Taha ile gücünü birleştirdi. İkisi birlikte tüm gücü ile Levent' i aşağıya ittirmeye çalıştılar. Levent bu kez kafasını önce Taha' ya sonra Çiseme geçirdi. Çisemi yerden kaldırıp, başını duvara geçirdi. Kız artık daha fazla dayanamayacağını anladı. Görüş alanı kararmaya başladı. Vücudu ağırlaştı. Aldığı darbelerden dolayı oracıkta baygınlık geçirdi. Taha olduğu yerde haykırdı.
''İşin bitti şerefsiz' diyerek montunun iç cebinden silahını çıkardı.
Ateş etmesine fırsat kalmadan, Levent, üzerine abandı. Tekrar kıyasıya kapışma aralarında devam etti. Levent silahı almak için hücum ediyor, Taha vermemek için çabalıyordu. Ancak fazla dayanamadı. Tek hamle ile eline geçirdiği gibi silahı Taha'ya doğrulttu.
''Son duanı et ezik köpek'' dedi Levent Akay.
Namluya basmaya hazırdı. Bu kez yardıma Talya gelmişti. Daha fazla bu kötülüğe dayanamazdı. Amcasının elinde tuttuğu silaha tekmesini savurdu. Silah havaya fırladı. Levent büyük şaşkınlığa uğradı.
''Sen... Senin bunlarla ne işin var?''
''Üzgünüm amca bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksin'' dedi.
Levent Akay, ani bir hamle ile Talya ’yı kolundan yakaladı. Uçurumun kenarına doğru sürüklerken şeytani bir gülümsemeyle fısıldadı:
“Demek ailene ihanet ha? Bunu sana ödeteceğim. Kendi ellerimle”
Talya ‘nın gözleri öfkeyle parladı. İçindeki alevi artık bastıramıyordu.
“Sen ucubenin tekisin?” diye tısladı.
Bir anda dizini hızla kaldırıp Levent’in karnına sapladı. Levent, acıyla inlerken dengesini kaybetti. Ama çabuk toparlandı ve bir yumruk savurdu. Talya eğildi, yumruk rüzgâr gibi başının üzerinden geçti. Aynı hızla döndü, dirseğini Levent’in çenesine geçirdi. Kemiklerin birbirine çarpma sesi yankılandı.
Levent sendeledi, ama hâlâ gülümsüyordu. Ağzının kenarından sızan kanı silerken alaycı bir bakış attı.
“Abim seni, iyi yetiştirmiş. Ancak üretim hatasısın”
Bir anda hızla atılıp Talya ‘nın boğazına yapıştı. Talya nefessiz kaldı, ama korkmuyordu. Bütün bu savaşa hazırlıklıydı. Birkaç saniye mücadele ettikten sonra ellerini hızla Levent’in bileklerine bastırdı ve kendini geriye çekerek bir hamleyle onun kolunu ters büktü. Levent’in kolundan çıtırdayan bir ses geldi ve adam acıyla bağırdı.
Tam o anda Taha yetişti. “Talya!” diye bağırarak Levent’e doğru hamle yaptı. Ama Levent, tek koluyla bile Taha’yı yere serdi. Talya öfkeyle sıçrayarak döndü, ayağını hızla havaya kaldırdı ve Levent’in göğsüne şiddetli bir tekme savurdu. Adamın nefesi kesildi, birkaç adım geriye tökezledi.
Talya saldırmaya devam etti. Durmaya hiç niyeti yoktu. Gözü dönmüştü bir kere. Yumruklar, tekmeler, hızla ve acımasızca Levent’in vücuduna indi. O, kaçmaya çalıştıkça Talya ’nın darbeleri onu geri savuruyordu. Son bir hamleyle Levent’in boynunu kavradı ve öğrendiği özel bir teknikle onu yere devirdi. Levent’in vücudu bir anda kilitlendi. Kasları felç olmuş gibi titredi. Gözleri dehşetle açıldı.
“Ne… Yaptın?” diye hırladı.
Talya, gözlerinde bir an bile tereddüt olmadan Taha’ya döndü. “İşini bitirelim”
Taha başını salladı. Beraber Levent’in kollarından tutarak onu plazanın terasına kadar sürüklediler. Levent çırpınıyordu, ama kasları ona itaat etmiyordu. Hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden onu uçurumdan aşağı fırlattılar.
Levent Akay, çığlık bile atamadan boşluğa düştü. Hızla yere çakıldığında, caddenin ortasına kanlar saçıldı. İnsanlar çığlık çığlığa kaçışırken, bazıları şok içinde cesedin etrafına toplandı.
Talya, terastan aşağıya soğukkanlı bir bakış attı. Amcasının kanlı bedenine son bir kez baktı. Sonra dudaklarından tek bir cümle döküldü:
“Cehennemde görüşürüz.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 402 Okunma |
213 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |