39. Bölüm
Can Gözek / SEÇKİNLER( Kitap Olarak Basılacaktır) / Bölüm 5-En Uzun Gece- (Düzenlendi)

Bölüm 5-En Uzun Gece- (Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Yağmur ince ince çiselerken, Güneş sahilde bir bankta Alp’le oturuyordu. İkisi de sessizdi; yalnızca denizin ve yağmurun sesleri onlara eşlik ediyordu. Güneş, yanındaki adamın gözlerine bakarken, o mağrur bakışları hissetti. Bu bakışlarda anlatılmak istenen, ama kelimelere dökülemeyen bir hüzün saklıydı. Alp bir nevi günah çıkarmak istiyordu ve bu kişi için Güneş’ i seçmişti. Çünkü ilk kez bir el ona yardım etmek istemişti. İçinde ne varsa anlatmak ve ailesinin zorbalığında ve karanlık yanından kurtulmayı istiyordu. Güneş, Alp’in anlattıklarını dinlerken duydukları karşısında şok olmuştu. Alp, Akay soyadından nefret ediyordu. Bunun inanılmaz olduğunu düşündü. Nasıl olur da biri kendi ailesinden bu kadar tiksinebilirdi? Alp’in çocukluğu sevgisizlikle yoğrulmuştu. Tek çocuk olmasına rağmen ailesi tarafından dışlanmış, onların sert otoritesi altında ezilmişti. Ruhunun özgür renkleri ailesi tarafından karartılmıştı. Onu dinlerken, Güneş, kendi ailevi eksikliğini hissetti. Kuralcı bir aile ile yaşamanın zorluğunu anlayabilirdi.

Güneş derin bir nefes aldı ve Alp’e dönerek, “Ben de pekiyi bir aile bağlarıyla büyümedim,” diye söze başladı. Babasının ilgisizliğinden, annesiyle aralarındaki mesafeden ve kardeşiyle yaşadığı zorluklardan bahsetti. Ama bunlar sadece yüzeyde kalan kısımdı. ‘’ Küçüklüme dair pek güzel bir anım yok, hep birilerinden bir şeylerden kaçtık. Ya da ben öyle hissettim. En son İzmir’e taşındık orada hatırı sayılır zamanlarım oldu. Lakin orada da hep yalnız kaldım, üstelik kardeşimin sorumluluğu üzerimdeydi.’’

‘’Ailen ne iş yapıyor?’’

‘’Bürokrat. O yüzden programları hep dolu ve sürekli seyahat ediyorlar. Yani iş için bilemiyorum en azından biz hep bunu bilerek büyüdük.’’

‘’Buna minnet etmelisin’’

‘’Anlamadım?’’

Tam o sırada Alp, aniden ayağa kalktı ve üzerindekileri çıkardı. Sırtındaki derin kesiklerin izleri, Güneş’in nefesini kesti. Yaraların bazısı kabuk bağlamış, bazısıysa hâlâ tazeydi.

“Bunları kim yaptı sana, Alp?” diye sordu Güneş, sesi titreyerek.

‘’Sana ailen böyle davrandı mı?’’

 

Bir şey söylemek ister gibi oldu ama sustu. Derin bir nefes alarak Güneş’ e döndü. Gözleri, o gece boyunca acı bir hikâyeyi anlatıyordu sanki.

“Beni dinlemelisin,” dedi, sesi titrek ve ciddi bir tonda. Güneş, ona cevap veremediği, gördüğü yara izleri karşısında sadece ona acıyordu. Alp’ in ıslanan saçları alnına yapışmıştı, yüzünde beliren çizgiler ise bir yük taşıyormuş gibi ağırdı. Yağmur, onlardan izinsiz bu garip sessizliği tamamlarcasına hızlanmaya başlamıştı.

“Buraya kadar geldim çünkü senin bilmen gereken şeyler var,” diye devam etti.

“Ama nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.” Güneş duyduklarıyla kaşlarını çattı.

“Doğrudan anlat?”

Alp, bir an tereddüt etti. Elindeki sigarayı yere fırlatıp ayağıyla ezdi. Bakışlarını denize çevirdi, sonra tekrar Güneş’ e döndü.

“Bu okulda gördüğün her şey bir paravan. Akaylar hakkında duyduğun şeylerin çoğu gerçek değil. Hatta onların geçmişiyle ilgili bilmediğin çok daha karanlık şeyler var.”

Sözlerinin ağırlığı Güneş irkiltti, ama o belli etmemeye çalıştı. Doğrusu böyle bir şey beklemiyordu. Ailesini ifşa edecek kadar gözünü karartması, üstelik bunları henüz yeni tanıştığı birine anlatması ne kadar doğru sayılırdı diye düşündü.

“Karanlık şeyler mi? Neden bahsediyorsun?” diye sordu.

Alp pür dikkat Güneş’ in gözlerinin içine baktı.

“Çağın Akay… Onun hakkında ne biliyorsun?” dedi. “Hiçbir şey bilmiyorum. Herkes gibi bende televizyonlardan, sosyal medyadan tanıyorum. Sadece Çağını değil hepinizi” diye cevapladı Güneş.

Alp derin bir nefes daha aldı, sanki söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyormuş gibiydi. “Çağın, ailenin en büyük mirasçısı. Ama bu mirasın bedeli, senin hayal edemeyeceğin kadar ağır. Onun gözlerine bir kez baktın mı, asla unutamazsın. Ve bir kez dikkatini çekersen, kurtulman imkânsızdır.”

‘’Tüm bunlarda ne demek oluyor Alp? Çağından bana ne?Konunun benle ne ilgisi var?’’

‘’Sen onun kurbanısın Yani örgütün verdiği görev bu. Her şey bir proje. Seni izliyor, seni takip ediyor. Akay ailesi şeytani bir düzenin parçası. Şehre gelen herkesi, etkisi altına alıyor. Herkes ölecek Güneş, buna sende dâhilsin.’’

‘’Pekâlâ, bu kadar şamata yeter Alp. Anlattıklarında neyi amaçlıyorsun bilmiyorum.’’ İnanmak istemiyordu. İnanmak delilik olurdu. Hayalini süsleyen adam, bu olamazdı. Bunlar saçmalıktı, mutlaka bir şakaydı ve Çağına karşı olan zaafını bilen birileri ona oyun oynuyordu diye düşünmeye başladı.

‘’Amaçlar belli. Benim esas amacım bu girdaptan kurtulmak’’

‘’Sen delirmiş olmalısın? Peki, başardın, beni korkuttun oldu mu ?’’ dedi Güneş, ellerini birbirine vurmaya devam etti.

Alp, acı dolu bakışla sadece gülümsüyordu. Belki de zamanlama yanlıştı. Ancak Güneş’ i bu tehlikeye uyandırmak zorunda olduğunu biliyordu.

‘’Sende diğerleri gibi bana deli damgasını yapıştırdın. Teşekkürler Güneş’’

Yağmur şiddetlenirken, Alp’in cümleleri derin bir yankı bırakıyordu. Onun bu kadar ciddileşmesi, geceyi daha da tuhaf hale getirmişti.

“Peki, ben ne yapabilirim? Bana bunları neden anlatıyorsun” diye sordu. Sesi, güvenli tondan uzaktı.

“Önce anlattıklarıma inanmam gerek. İnanmadan bir şey yapamazsın” dedi Alp. Güneş donuk bakışları ile Alp’ i seyretmeye devam etti. Her bir detayını inceliyor, tüm mimiklerini kontrol ediyordu. Yağmurun altında sırılsıklam kalmışlardı, fakat havaya dökülen itiraflar Güneş’ in bedenine değen yağmur damlalarından daha gerçekçiydi. Bir an durup doğru olabileceğini düşündü. Toplantı salonunda olanları gözünde canlandırdı. İsyankâr birinin Anka Akay’a meydan okurcasına olan tavırları ve kızın salonu terk etmesi, sonrasında Anka’ nın gelen haberle toplantıyı bitirip apar topar gitmesi. Doğru olabilir miydi? Diye düşündü. Fakat inanmak istemiyordu. Bunlar ancak filmlerde olurdu.

O sırada sahilin ilerisinde beliren araba Alp’ in dikkatini çekti. Aniden doğruldu. “Kaç” dedi panikle. Güneş, hayretle etrafına bakınmaya başladı. ‘’Şimdi ne oluyor?’’

‘’Kaç dedim Güneş. Bizi izliyorlar’’

“Kim izliyor?”

Alp’in yüzü ciddiyetle gerildi. “Akaylar.”

Güneş, tek bir kelime dahi etmeden koşmaya başladı. Nereye doğru koştuğunun önemi yoktu. Kaçıyordu evet ancak bu Alp’ in dediği gibi Akaylardan değil, duyduğu şeylerdendi. Çünkü duydukları, Akaylardan daha ağır ve korkunçtu. Koşmak ve oradan olabildiğince uzaklaşmak istiyordu. Hiç bunlar yaşanmamışçasına.

Siyah bir araba farlarını Alp’ e doğrultarak yaklaşmaya başladı. Alp, gözlerini kısarak araca baktığında, araçtan koruma indi ve koşarak Alp’ e yaklaştı.

‘’Efendim derhal araca binmelisiniz’’

Gelen komuta Alp karşılık vermedi. Yağan yağmurun altında ıslanmayı tercih ediyordu. Aracın içerisinde babasını olduğunu biliyordu.

‘’Alp bey lütfen, burada böylece bekleyemezsiniz, yağmur hızını arttırdı. Hasta olacaksınız’’

‘’Umurumda değil, beni rahat bırak’’ diye karşılık verdi.

Aracın içinden Levent Akay, kendinden emin bir tavırla, yağan yağmura rağmen, ağır adımlarla oğluna yaklaştı. Alp babası ile göz göze gelmek ona bakmak istemedi.

‘’Sen arabaya geç, biz geliyoruz’’ diye emretti korumaya.

Kısa bir sessizlik sonrası Levent, oğlu için bir mani okumaya başladı.

‘’Mini mini bir kuş donmuştu’’

Alp, gelen uyarıcı ile gözlerini cam gibi açtı.

‘’Lütfen baba’’

‘’Pencereme konmuştu’’

Alp kulaklarını var gücü ile kapattı. Buna katlanmak istemiyordu. Levent’ in sert tokadı ile beyninde kıvılcımlar hisseti. ‘’Dinleyeceksin’’

‘’Aldım onu içeriye,

cik-cik-cik ötsün diye’’

‘’YETERR’’

Geçmiş

Alp henüz küçük bir çocuktu ve dünyayı saf bir merakla izliyordu. Bir gün annesi ona rengârenk bir kafes kuşu hediye etti. Bu kuş, Alp’in hayatına bir renk, bir anlam kattı. Onu o kadar çok sevmişti ki neredeyse bütün gününü onunla geçirir olmuştu. Kuş, Alp’in gözünde bir arkadaş, hatta bir yansımasıydı. Onun ismini ‘’Alba’’ koymuştu. Ona ışık veren ve iyilik beslediğini düşündüğü için bu ismi tercih etmişti. Ne zaman olmasını istediği bir şeyler istese, kuşa bakarak dilekler dilemeye başlamıştı. Ona göre kuş, bir tanrı gibiydi; Alp ne dilerse kuş kanat çırpıyor ve günün sonunda dilekleri bir şekilde gerçek oluyordu.

Bir gün, ailelerinin geleneksel ayin töreni için hazırlıklar başlamıştı. Alp, bu törenden hoşlanmıyordu ve katılmak istemiyordu. Kaçmanın bir yolunu bulmayı diledi. Yine kuşunun yanına gidip ona içini döktü: “Bu törene katılmak istemiyorum. Buradan kurtulmanın bir yolunu bulmam lazım.” Kuş, Alp’in sözlerini anlamış gibi kafesin içinde özgürce kanat çırpmaya başladı. Alp’in içini bir umut doldurdu. Belki dileği bu kez de kabul olacaktı.

Tören günü geldi çattı. Ailenin tüm üyeleri büyük bir ciddiyetle bir araya gelmişti. Henüz ergenlik çağındaki Alp, törende “seçilmiş kişi” olmuştu. İçinde büyüyen korku ve çaresizlikle hayır demek istedi ama bunu yapmaya cesaret edemedi. İçten içe fısıldıyordu: “Alba bana yardım edecek. Bu örgüte ait olmayacağım. Buradan kurtulacağım.” Ancak tören Alp’in tüm direncini kırdı. Şafak vakti, o masum çocuk, yaşlı ve güçlü bedenlerin altında ezilmiş, kendini köle gibi kullanılmış hissediyordu. Gün doğumu ile tören bittiğinde herkes dağılmış, hayatlarına dönmüştü. Ama Alp, ruhundaki ağır yükle baş başa kalmıştı. Odasına çekildi, kuşunun kafesine uzun uzun baktı. Ancak kuş, her zamanki gibi gözlerine cesurca bakmıyordu. Sanki utanç içindeydi. Alp, her zaman söylediği eski bir melodiyi mırıldanmaya başladı:

“Aldım onu içeriye, cik cik ötsün diye…”

Ancak bu kez, melodisinin sesi Alp’i teselli etmiyordu. Kuş, bir kez daha kanatlarını çırptı, fakat bu hareket artık Alp’i sakinleştirmiyordu. Gözyaşları avuçlarına akarken, içinde biriken öfke fırtınasına dönüştü.

 

“Olmadı,” diye fısıldadı Alp. “Bana yardım etmedin. Dualarıma karşılık vermedin. Sen ışık değilsin, karanlıksın. Sen Tanrı değilsin, sen şeytansın.”

Kafesin kapağını açtı. Kuş, tehlikenin farkındaydı, çırpınarak kaçmaya çalıştı. Ancak Alp’in ellerinden kurtulamadı. Onu sıkıca kavradı ve öfkesine yenik düşerek, hiç tereddüt etmeden kuşu boğdu. Rengârenk tüyler, Alp’in ellerinin arasında cansız bir şekilde kaldı. O an, Alp için yalnızca Alba değil, hayalleri de ölmüştü.

Bu trajik olaya Levent Akay şahit olmuştu. Alp’in mırıldandığı melodiyi tekrar ederek onu sakinleştirmeye çalıştı. ‘’Pır pır ederken canlandı, ellerim bomboş kaldı’’ diye devam etti.

Ancak bu an, Alp’in hayatındaki en derin yaralardan biri olarak kalacaktı, belki de travmalarından sadece bir tanesi. Ama asla unutamayacağı bir tanesi.

 

Levent Akay, oğlunu manipüleye uğratmıştı. Onun en büyük travması ile baş başa bırakmıştı. Alp, onu dinlememekte ısrar etse de sonunda teslim olmuştu. Yürüyecek dermanı dahi yoktu. Tekrar karanlığına hapsolmak üzere araca bindi. Gözleri, hiçliğin yarattığı boşlukta kalmıştı.

                                                              ***

Güneş gördüğü kâbusun etkisinden kurtulamamıştı. O gün Alp’ in itiraflarını düşünüp durmuş ve gördüğü kabus ile ruhu iyice perçinlenmişti. Aklı hala Alp’ in anlattıklarındaydı. Söylediği her bir cümle beyninde yankılanıyordu.

Derin nefesler alıp verirken titreyen ellerini sakinleştirmeye çalıştı. Kendini toparlamak adına birkaç nefes egzersizi yaptı, ama içindeki o ağırlık geçmek bilmiyordu. Çisem’ i uyandırıp uyandırmamak arasında gidip geldi. Saat sabahın dördüydü ve her yer ölümcül bir sessizliğe gömülmüştü. Banyodan çıkıp mutfağa yöneldi. Kocaman bir bardak su doldurdu, tek dikişte suyu içti. Derin bir nefes aldı, ama kâbusun ağırlığı hala göğsüne çöreklenmişti. Güneş bir an durup düşünmeye başladı. “Sahi bu gördüğüm neydi?” diye mırıldandı içinden. Zihni cevaplarla değil, yalnızca daha fazla soruyla dolup taşıyordu. Akaylar, rüyasına musallat olmuştu. Fakat neden olduğu ile alakalı bir fikri yoktu. Evet, Akayların magazinsel hayatından herkes gibi o da haberdardı. Fakat Çağın’ın yüzü, rüyasında öyle belirginleşmiş, öyle yakınına sokulmuştu ki bunun yalnızca bir tesadüf olduğunu düşünmek mümkün değildi. Kömür kadar siyah gözleri, bıçak gibi keskin elmacık kemikleri ve yüzündeki öfke…

‘’Beni öldürme arzusunun kaynağı neydi?” diye içerisinden geçirdi.

Bu sorular beyninin içinde yankılanıp duruyordu. Çağın’ın rüyasına bu kadar derin işlemesinin bir anlamı olmalıydı. Telefonunu cebinden çıkardı, Çağın Akay’ın sosyal medya hesabını kontrol etti. Profil gizliydi, bu yüzden daha fazla bilgiye ulaşamıyordu. Takip etme cesaretine sahip değildi, ama içinde kıpırdanan o merak duygusunu da bastıramıyordu.

“Bir dahaki karşılaşmamızda onu yakından izleyeceğim,” diye söylendi kendi kendine.

Alp’ i gördükten sonra içine düştüğü korku sarmalında, gördüğü her şeye bir anlam arar olmuştu. Çağın’ın rüyasındaki haliyle gerçek hayattaki hâlini karşılaştırmadan zihni rahat etmeyecekti. O gece uykusu bir daha hiç gelmedi. Düşünceler arasında kaybolmuş halde saatlerce oturdu, sabahın ilk ışıklarını fark ettiğinde, bir an bile gözünü kapatmamış olduğunu fark etti. Ders çalıştıysa da dün yaşadıkları zihnini esir almıştı.

                                                       ***

Güneş, Alp ile yaşadığı olay gününden sonra o hafta sonuna kadar evden dışarıya çıkmamıştı. Anksiyete bozukluğu yaşıyor ve sürekli olarak halüsinasyonlar görüyordu. Okul arkadaşlarından ders notlarını almış, sadece evde çalışmaya karar vermişti. En azından kendini iyi hissedip, duyduğu saçmalıkları unutana kadar. Alp günlerce arayıp, mesaj atmasına rağmen, ona geri dönmemişti. Onunla artık konuşacak hiçbir şeyi yoktu. Gerekirse Akay ailesinden uzak duracaktı.

Çisem ’in elindeki telefonla odaya girdiğini gördü. Elinde iki fincan kahve vardı. “ Sesler duydum, benimde uykum kaçtı. Kahve yaptım, müsait misin?” diye sordu. Çisem’ in elindeki kahveler, gecenin bir diğer uykusuzunu işaret ediyordu. Yorgun yüzüne bohem bir hava çökmüştü, ama konuşmaya ihtiyacı olduğu belliydi. Güneş, onu içeri davet etti. Çisem, kahvelerden birini uzatırken yüzünde bir tebessüm belirdi.

“Şekersiz, katıksız, uyku savar Nemrut kahveniz, küçük hanım,” dedi. Bu sırada ikisi de kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle derin gülüyorlardı ki bu, yaşadıkları psikolojik yüklerin bir taşması gibiydi. Çisem, Güneş’in iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Ancak Güneş’in daha iyi olması için bir sebep yok gibiydi. Yine de Çisem güzel bir teklifle gelmişti.

“Pazartesi günü okul gazetesi açılıyor. Gazetenin başkanı ekip kuruyor. Mutlaka orada olmalısın.’’

Güneş şaşkınlıkla tepki vermeden durdu, ama içinde havai fişekler patlıyordu. Dostuna sıkıca sarıldı, bir kez daha ona minnet duydu. Okul gazetesi, hem hayallerinden biriydi hem de bu karanlık olayları unutmak için güzel bir fırsattı. Ama Çisem’ in zihni başka bir yerde gibiydi. Gözleri sürekli boşluğa dalıyordu; bir sorun olduğu her hâlinden belliydi. Güneş, Ona Taha’yı sordu. O sıra Çisem’ in gözlerinde bir kin parladı. “Canı cehenneme, narsist pislik!” dedi. Bu kadar sert bir tepki beklemeyen Güneş, yine de sormadan edemedi.

“Ne oldu aranızda?”

Çisem, gelen soruyla kısa bir an boşluğa baktı, sonra sesi boğuk bir şekilde, “Aslında bir şey olmadı,” dedi. Ama Güneş, bir şeylerin yaşandığını biliyordu. Şefkatle elini Çisem’ in yüzüne koydu. Çisem, bu samimiyetin ağırlığına dayanamadı ve gözlerinden yaşlar süzüldü.

“Hayatında başka biri var,” dedi kesin bir dille. Güneş, şoka uğradı. Çisem ile Taha’nın yıllardır süren ilişkisinde böyle bir şey yaşanacağını asla tahmin etmemişti. Ne söyleyeceğini bilemedi. Böyle bir durumda en iyi teselli ne olurdu, onu bile kestiremiyordu. Ama Çisem emin görünüyordu. Yine de tereddütle sordu: “Emin misin?”

Çisem, gözyaşlarını silip ona döndü. Uzun zamandır birlikte olmadıklarını söyledi. Ardından hemen ekledi: “Hemen yanlış anlama, olay cinsellik değil. Duygusal olarak da soğuk davranıyor. Sürekli bahaneler uyduruyor. Yani birkaç haftadır böyle. En son tuvalette kendini tatmin ederken yakaladım. Devamını getirmeme gerek yoktur, değil mi?” Sesi çatallaşmıştı, kahvesini yudumlamaya çalışırken gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Güneş, onu nasıl teselli edeceğini bilemiyordu. Şefkatle sarılıp başını okşamaktan başka bir çözüm aklına gelmiyordu.

Çisem, kesin olarak ayrılmaya karar vermiş gibiydi ama henüz ortada somut bir şey görmeden erken davranmak istemiyordu. Güneş, Taha ile uygun bir zamanda konuşmayı düşündü. Belki Çisem için arkadaşlık görevini böyle yerine getirebilirdi. Uzun bir dertleşmenin ardından ikisinin de gözleri kapanmaya başlamıştı. Hafta sonu için kız kıza bir plan yapmışlardı; bir doğa gezisine gitmeye karar verdiler. Yarın tamamen kendilerine ait olacaktı. Çisem, yatağın diğer ucunda uyuyakalmıştı. Güneş de tam kendini uykuya bırakacakken, evin içinde yankılanan kapı ziliyle irkildi.

Zil ısrarla çalmaya devam ediyordu. Güneş hızla ayağa kalktı. Çisem yarı uykulu halde yataktan doğruldu, gözlerini ovuştururken, “Taha mı geldi?” diye sordu. Güneş, daha dakikalar önce Taha’ya öfkeyle sayıp sövdüğünü hatırladığı Çisem’ e bakarken şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Ardından ikisi birlikte kapıya doğru ilerlediler. Güneş, kapıyı açtığında karşısında Alp’ i görmeyi beklemiyordu. İkisi de sessizce, baykuş gibi birbirlerine bakıyordu. Muhtemelen Alp, Güneş’e ulaşamayınca evin adresini bir şekilde öğrenmiş ve kapıya dikilmişti. Alp, bir adım Güneş’e yaklaştı. “Özür dilerim,” dedi sakin bir tonda, “Ama önemli olmasa bu saatte rahatsız etmezdim.”

Güneş’in kalbi, o an daha hızlı atmaya başladı. Alp’i gecenin bir vakti buraya getiren konu ne olabilirdi? Güneş’in dili tutulmuş, hiçbir şey söyleyemez olmuştu. Çiseme dönüp göz ucuyla baktı; ona karşı mahcup hissediyordu. Sonuçta bu yabancı, onun evine Güneş yüzünden gelmişti. Gerçi Çisem, Akayları tanıyordu ve onlara pek yabancı sayılmazdı, ama bu yine de Güneş’in içindeki rahatsızlık hissini dindirmiyordu. İşlerin ters gitmesinden korkuyordu. Alp’in tekrar anlatacaklarına inanıp aptallık yapmaya niyeti yoktu. Ancak neden çağrıldığını merak etmiyor da değildi. Bu sırada Alp, onunla baş başa konuşmak istediğini söyledi. Merak duygusu daha da artmıştı. “Güneş, izin verirsen içeri girebilir miyim?” diye sordu Alp, sessiz ve mahcup bir tonda. Güneş bir an Çiseme baktı; esas izin vermesi gereken kişi oydu. Çisem, başıyla onayladıktan sonra eğilip ona dikkatli olması gerektiğini fısıldadı.

Güneş odaya döndüğünde hiçbir şey demeden yatağına oturdu. Kapıyı usulca kapatan Alp, ona doğru birkaç adım attı. Yüzünde mahcup bir ifade vardı, gözleri utangaçça yere bakıyordu.

“Güneş, bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum…” dedi tereddütle.

“Lütfen, Alp, lafı dolandırmadan söyle. Zira gecenin bu saatinde pek etik olmayan bir durumun içindeyiz,” dedi Güneş, oldukça keskin bir tonla. Alp şaşkın bir şekilde ona baktı. Böyle bir yanıt almayı beklemediği belliydi. “Etik mi? Kime göre mesela?”

Güneş gözlerini devirdi. “Alp, lütfen lafı dolandırma,” diye tekrarladı.

Alp derin bir nefes alarak konuya girdi.

‘’Bana inanmıyordun öyle değil mi? ‘’ Cebinden telefonu çıkardı. Ardından bir resim açıp Güneş’ e gösterdi. Telefonda Gül’ ün resmi vardı.

‘’İnfazı verilen kurban. Cumartesi gecesi. Gelip görmen için sana konum gönderiyorum.’’

Alp ardından yanında getirdiği çantayı Güneş’ e uzattı.

‘Bu ne?’’ diye sordu Güneş.

Törene bu şekilde gelmeyi düşünmüyorsun herhalde. Üyelerden biri olmadığın anlaşılırsa, sende bu kız ile birlikte yok olur gidersin. Eğer gelirsen lütfen bunları giyin’’

Güneş, çantadan çıkardığı, kadife kırmızı cübbeyi açtı. Görüntüsü bile kan donduruyordu. Değil bunu giyinmek, yanında tutmak bile saçmalıktı. Ekranda gösterdiği kızı, toplantı salonunda görmüştü. Şimdi ise kız kurban olarak gösteriliyordu. Beyni gerçekten zorlanıyor ve Alp onu derin karanlıklara sürüklüyordu.

‘’Sana güvenmiyorum, şimdi bunları al ve git buradan. Bir daha beni rahatsız etme’’

‘’Güneş, lütfen. Yardım etmen için önce inanman gerekiyor. Sana inanman için fırsat sunuyorum.’’

‘’Diyelim ki öyle ve ailen gerçekten kötü, ya da katil, ayin, tören, her ne ise. Bununla ilgili ben ne yapabilirim.’’

‘’Bana yardım edebilirsin?’’


‘’Yardım mı? Ben sana nasıl yardımcı olabilirim?’’

‘’Bana yardım etmen demek, kendine yardım etmen demek. Bana günü geldiğinde teşekkür edeceksin. Lütfen dediklerime kulak ver. Eğer gelecek olursan, yarın sabah bana bildir. ‘’

Dedikten sonra odadan ayrıldı. Güneş odada tek başına, göz göze geldiği o koyu kırmızı kadife cübbe ile baş başa kaldı. Aklının bir köşesinde kurban edilecek kız, diğerinde ise Alp’ in söylediklerinin gerçek olma ihtimali yatıyordu.

Bölüm Sonu

Bölüm : 26.01.2025 18:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...