42. Bölüm
Can Gözek / SEÇKİNLER( Kitap Olarak Basılacaktır) / BÖLÜM 7- AYRI YOLLAR- (Düzenlenen Bölüm)

BÖLÜM 7- AYRI YOLLAR- (Düzenlenen Bölüm)

Can Gözek
cangzek

Gümüş Kuyunun ünlü caddesi karış karış talan edildikten sonra Çisem, gece kulübüne giriş saatini kontrol etti. “Açılışa daha iki saat var,” dedi, telefonuna bakarak. Bu zamanı değerlendirmek için şehrin en iyi manzarasına sahip bir yere gitmeye karar verdiler. Nihayet hedefledikleri yere ulaştılar. Deniz kenarında, butik bir kafe gözlerine çarptı. İçeriye girdiklerinde, bohem atmosfer ve her köşesi kitaplarla dolu raflar karşılarına çıktı. Mekân, gizli bir ormanın derinliklerindeki sığınak gibi hissettiriyordu. Siparişleri Çisem verirken, Güneş manzarayı fotoğraflamayı ihmal etmedi. Bugünün varlığına içinden şükürler ediyordu. Mekânı keşfetmek için detaylıca göz gezdirmeye başladı.

Üst kata çıktığında, buranın özlem temalı bir alan olduğunu fark etti. Retro telefonlar, tüplü televizyonlar, dünya ve Türk klasiklerinin dolup taştığı raflar… Duvarda Yeşilçam’ın unutulmaz simalarının fotoğrafları asılıydı. Türkan Şoray’ın gülümseyen yüzü, Güneş’in favorisi olmuştu. 80’ler ve 90’lar havası o kadar etkileyiciydi ki, “Keşke o dönemde yaşasaydım,” diye düşündü. Bir süre sonra Çisem, kahveleri alarak yanına geldi. “Bu sefer sütlü ama şekersiz, tatlım. Kusura bakma, bu manzaraya acı bir tatla eşlik edemezsin. İçiyorsun, mazeret yok!” dedi. Çisem haklıydı; Güneş, bu kez itirazsız kabul etti. Kahvesinden bir yudum alıp manzaranın tadını çıkarırken, Çisem ’in beklenen yorumu geldi. “Madem bugünü kendimize adadık, o zaman birilerini düşürmeye ne deriz” dedi Çisem, içinde tutamadığı düşüncelerini dile getirerek. Güneş’in kaşları hemen çatıldı. “Taha’dan haber var mı?” diyerek konuyu hemen başka bir yöne çekmeye çalıştı. Ancak Çisem, umursamaz bir tavırla devam etti.

Kaslı, dövmeli, böyle heybetli biri ile ateşli bir gece?” dedi, gözleri ışıldayarak.

Çisem!” diye patladı Güneş, öfkesini saklayamadan. Çisem’ in umursamaz tavrı, onun sinirlerini gerecek kadar rahatsız ediciydi. Çisem ‘in, Taha’yla yaşadığı belirsizliklere rağmen kendisini başkalarına adaması, Güneş için kabul edilemezdi. Onun karmaşık ruh hali dışa vurmuştu, belli ki bu da onun kısasa kısas yapma biçimiydi. Sessizlik bir süre ikisini de sardı. Çisem, çantasından çıkardığı rujunu sürerek, ilişki sonrası depresyona giren birinin tüm klişelerini yaşıyor gibiydi. Dudaklarını kan kırmızısına boyadıktan sonra, kendine bir poz vermek için uygun bir alan aramaya başladı. Güneş, onun birkaç denemesini izledi, sonra dayanamayıp telefonu eline alarak birkaç fotoğrafını çekti. Çisem gülümsedi, bu durumu çok ciddiye alıyordu. Güneş ise hâlâ huzursuzdu, fakat bunu daha fazla uzatmak istemedi. Bir süre sonra, birlikte birkaç poz çekilerek bu anı ölümsüzleştirdiler. Çisem aniden toparlandı. “Hadi gidiyoruz” dedi aceleyle.

Nereye?”

Cennet Vadisi” dedi Çisem, yüzünde heyecanlı bir ifadeyle. Gümüş Kuyu halkının hafta sonları tercih ettiği, büyük bir ormanın içinde yer alan festival alanı olduğunu açıkladı. Eğlence merkezleriyle dolu olan bu yer, fazlasıyla dikkat çekici olmalıydı. Cennet Vadisi’ne doğru ilerlerken, Güneş çevresindeki detaylara takıldı. Yolu çevreleyen ağaçların büyüklüğü ve her yerdeki festival ışıkları, atmosferi büyülü bir hâle getiriyordu. Her köşe reklam panolarıyla doluydu ve bu panoların çoğu, Akay ailesine aitti. Ejder Akay’ın buraya isim verdiğini öğrenen Güneş, Alp’ in davetini düşünmeden edemedi. –Kanlı Ayin-

İçinde bir kıpırtı oluştu; Alp’in ısrarı ile girdiği bu karanlık yol, giderek daha karmaşık bir hal alıyordu. Boğazında düğüm oluştu. Bunu arkadaşına anlatması gerektiğinin farkındaydı. Fakat henüz kararsızlık yaşıyordu. Birden Çisem ‘in sevinç çığlığıyla irkildi. İleride bir Lunapark görünüyordu. Bu, Çisem ‘in çocukluğundan beri en sevdiği eğlence yeriydi. Çisem hemen içeri girmek için jeton kuyruğuna yönelirken, Güneş daha sakin bir şekilde ortamı izlemeyi tercih etti. Bahçe, yeşil çimlerle ve üzerleri beyaz güllerle dolu geniş bir alandı. Gölet’in ortasında kuğular dans ediyormuş gibi süzülüyordu. Yukarıda, özgürlük bayraklarıyla süslenmiş bir köşe gözüne çarptı. Gotik tasarımlı mekânlar, ortamın havasını daha da etkileyici hâle getiriyordu. Ancak Güneş’i asıl büyüleyen şey, ormanın sonunda, dağların arasında yükselen o gizemli köşktü.

Burası masallardan fırlamış gibi,” diye söylendi. Köşkün zarafeti, onu adeta büyülemişti.

Çisem, Güneş’ in büyülendiğine tanıklık etti. İstemsiz oda gülümsedi. “Orası, şehrin en gösterişli yeridir. Yılın belirli zamanlarında halka açılır. Ziyaret edilen bir müze gibi düşün.” Güneş şaşırdı. Bu kadar büyüleyici bir yerin halk tarafından ziyaret edilebildiğini düşünmek ilginçti. Çisem ‘in yönlendirmesi ile Lunapark ’ın içine doğru ilerlediler. Jeton sırasına girip geceyi tam anlamıyla eğlenerek geçirmek için hazırlandılar.

Çocukluğundan beri o yere karşı derin bir korku taşırdı Güneş. O kocaman, grotesk oyuncakların üzerlerine düşecekmiş gibi durması, tıpkı canlanıp bir sonraki hamlesini bekleyen canlı varlıklar gibi onu süzmesi, içini daraltırdı. Çocukken ne zaman bu yere gelse, içinde tarifsiz bir ağırlık hissederdi. Çarpışan arabalara binmek dışında hiçbir şey cesaretine hitap edemezdi burada. Hâlbuki Güneş, korku nedir bilmeyen, hayata meydan okuyan biriydi. Ama işte, bu yer… Bu kasvetli atmosfer, onun tüm savunma mekanizmalarını alaşağı ediyordu. Bugün de farklı değildi.

Arkadaşının coşkusu, onun içindeki tedirginliği daha da tetikliyordu. Çisem, mutluluğa kapılmış, içinde tek bir korku kırıntısı taşımadan görevliye uzanmıştı bile. “Korku Tüneli lütfen” dediği anda Güneş’in içindeki direnç tüm gücüyle ayaklandı.

Hayır, Çisem!”

Çisem bu itiraza kahkahalarla karşılık verdi. “Ne o, korkuyor musun yoksa? Sen ki; Zeyna: savaşçı prenses, bundan mı çekiniyorsun?” diye alay etti. Sözleri, o yumuşak şakalarla süslenmişti ama Güneş, bu manipülasyonun farkındaydı. İçindeki sinir, tok bir yumruk gibi büyüyordu. Çisem ‘in tavırları, onun sabrını sınamak için yaratılmış gibiydi. Ama Güneş, sinirini bastırdı ve istemeyerek’ de olsa adımlarını korku tüneline doğru sürükledi.

Tünelin içinde geçen on beş dakika, korkunun tüm hücrelerine yayılmasını sağlamıştı. Her köşede attığı çığlıklar, boğazını yakmış, ses tellerini hırpalamıştı. Çisem ‘in keyfi yerindeydi, ama Güneş’in hali tam tersiydi. Tünelden çıktığında kendini ıslak bir kedi yavrusu gibi hissediyordu; yorgun, çaresiz ve küçülmüş. Çisem ‘in yüzüne öfke dolu bakışlar attı, sanki o bakışlarla onu kafese kapatmaya çalışıyordu. Ama bu, içindeki sıkıntıyı bastırmaya yetmiyordu.

Bir şeyler içip kendine gelmek için gişeye yöneldi. Siparişinin hazırlanmasını beklerken, göğsünde garip bir sıkışma hissetti. Hala korku tünelinin kırıntılarını hissediyordu. Tam o sırada, Çisem arkasından yaklaştı.

Solgun görünüyorsun, iyi misin?” diye sordu.

’Evet. Hiç bu kadar iyi olmamıştım’’ diye cevapladı Güneş. Sözlerinde kinaye barındırıyordu.

‘’Hadi ama itiraf et, günümüz oldukça heyecanlı ve keyifli değil mi?’’

‘’Kesinlikle, bu konuda sana katılıyorum. Oldukça keyifliyim. Korku tünelini saymazsak’’

‘’O zaman daha da keyifleneceğimiz yere gitmeye ne deriz?’’

‘’Nereye?’’

‘’Blue Queen’ e gidiyoruz. Açılışa az kaldı’’

Gün, Çisemin sayesinde bitmek bilmiyordu. Güneş şunu idrak etti: Uzun zamandır bu kadar çok eğlenmemişti. Çisem onu bulanık düşüncelerinden arınmış, bir günde olsa mutlu olmasını sağlamıştı. Buna değerdi.

Gümüş Kuyu’nun karanlığına meydan okuyan Blue Queen, gece hayatının tapınağı gibiydi. Neon ışıklarla parlayan giriş kapısı, kalabalıkların arzuyla dolup taştığı bir dünyaya açılıyordu. İçeri adım atıldığında insanın duyuları bir anda kuşatılıyordu; kulakları sağır eden bas ritimleri, teni saran yoğun duman kokusu ve renklerin büyüsü. Ritimler kulübün damarlarına işliyor, her adımda bedenleri harekete zorluyordu.

Çisem ve Güneş, merakla mekânın içine ilerledi. Kalabalık o kadar yoğundu ki birbirlerine tutunarak ilerlemek zorunda kaldılar. Köpük bulutları dans pistini sararken lazer ışıkları tavanda dans ediyordu. Mavi, kırmızı ve mor tonlardaki ışıklar havada yankılanıyor, her bir zerreyi boyuyordu. Köpüklerin arasında kıvrılan dans eden bedenler, başka bir evrene aitmiş gibi görünüyordu. Barın önüne geldiklerinde barmenin akrobatik hareketlerle hazırladığı kokteyller göz kamaştırıyordu. Çisem, eline aldığı parlak turkuaz renkteki içkiyi dikkatle inceledi. Bardağın içinde yansıyan ışıklar neredeyse bir gökkuşağı gibi hareket ediyordu. Güneş ise şeffaf bir kokteyl seçmişti; buz parçalarının içinde ışık oyunları dans ediyordu.

 

Etraflarındaki atmosfer yoğun bir cazibe ile doluydu. Güzel kadınlar, parlak ve cesur kıyafetleriyle pistte savrulurken yakışıklı erkekler kaslı bedenleriyle dikkat çekiyordu. Herkes, gecenin ritmine teslim olmuştu. Çisem ve Güneş, bu büyülü ortama karışarak dans etmeye başladılar. Köpüklerin arasında kahkahalarla savruldukça zamanın nasıl geçtiğini unuttular.

Dakikalar sonra sahne bir anda karardı. Ekranlar siyaha büründü. Kalabalık bir anlık sessizlikle nefesini tuttu. Ardından devasa ekranlarda kırmızı alevler yükseldi. Dijital bir cehennem tasviri, mekânı adeta başka bir boyuta taşıdı.

Alevlerin içinden süzülen bir figür belirdi. Cehennem efsanelerinin baştan çıkarıcı kraliçesi Lilith karşılarındaydı. Kızıl saçları alevlerle dans ediyor, ince belinden aşağı kıvrılan silueti ritimle ahenk içinde hareket ediyordu. Yapay zekânın yarattığı bu sahne o kadar gerçekçiydi ki izleyen herkes büyülenmiş gibiydi. Lilith’in her adımı bir meydan okuma, her dönüşü bir davet gibiydi. Gözlerinde yanan ateş, insanın ruhunu ele geçirecek bir tehdit taşıyordu.

Güneş nefesini tutmuş, ekranlara kilitlenmişti. Gördüğü bu görüntü bir yandan onu büyülerken diğer yandan içini bir huzursuzlukla doldurmuştu. Sanki bu gösterinin ardında insan zihnini ele geçiren karanlık bir mesaj gizliydi. Kalbinin hızlandığını hissetti. Ancak yine de bu büyüleyici gösterimin etkisi altında kalmış, dakikalar sonra kendini kaybetmeye başlamış ve dans ritimleri adeta Lilith kadar etkili olmaya başlamıştı.

Tam o sırada kulübün geniş kapıları açıldı. Ortam bir anda başka bir enerjiyle doldu. İçeriye giren figürler, ışıkların arasında adeta bir törenle ilerliyordu. Önde Beyna Akay vardı; fit vücudu ve platin rengi saçlarıyla ışıkların altında bir yıldız gibi parlıyordu. Teninin beyazlığı ve kendinden emin yürüyüşü, bakışları üzerine çekiyordu. Ardından Talya, dolgun fiziği ve kızıl saçlarıyla özgüven dolu adımlarla ilerledi. Sıcak teni ve alev gibi saçlarıyla sanki Lilith’in dünyadan beden bulmuş haliydi.

Bora Akay, esmer teni, atletik yapısı ve kaslı vücuduyla dikkat çekiyordu. Terle parlayan kasları, ışıkların altında bir heykel gibi görünüyordu. Gözlerinde asi bir ışık vardı; tehlikeli ve çekici. Alp ise daha narin ama diri bir yapıya sahipti. İnce yüz hatları ve zarif duruşuyla kalabalığın arasında farklı bir enerji yayıyordu. Gözleri aniden ileride özgürlüğün ve isyanın birleşimi ile oluşan dans eden kişiye gözlerini dikti. Bu kişinin Güneş, olduğunu gördüğünde gözleri iri iri açıldı. Ekranda dans eden yapay zekâ Lilith’ in karşısında sanki kutsanıyor gibiydi. Arkasında Alp’ i takip eden Çağın’ da aynı oranda gözlerini Güneş’ ten alamamıştı. Gece Kulübünün en dikkat çekeni Çağın’dı. Kaslı yapısı ve soğuk ifadesiyle kalabalığın enerjisini emip kendi hâkimiyetine almış gibiydi. Esmer teni ve karanlık bakışlarıyla ulaşılmaz bir figür gibi görünüyordu. Yürürken etrafında görünmez bir duvar örülmüş gibiydi; kimse ona dokunamaz, onun dünyasına adım atamazdı. Bu etkileyici grubun kulübe adım atmasıyla içerideki atmosfer değişti. Kalabalık sanki onlara yol açmak için geri çekilmişti.

İçeriye girenleri ilk gören Çisem oldu. Gözleri Bora Akay’a takılıp kaldı. Bütün o ışıklar ve gürültü sanki o anda yok oldu. Kalabalığın arasında göz göze geldikleri an, mekânın titreşen atmosferi sadece onlar için durmuş gibiydi. Bora’nın bakışlarında hem meydan okuma hem de derin bir tutku vardı. Çisem’ in nefesi sıklaştı. Yüzünde beliren hafif gülümseme, o gecenin bedelinin zevkle tamamlanacağına dair bir işaretti.

Blue Queen’de yalnızca müzik değil, artık arzular da dans ediyordu. Ve bu gecenin kaderi çoktan mühürlenmişti. Gecenin ritmi Blue Queen’in duvarlarından taşarken köpükler ve ışık oyunları mekânda dans ediyordu. Atmosfer büyüleyiciydi. İçkilerin aroması havaya karışıyor, insanların ter ve parfüm kokularıyla birlikte duyuları sarhoş ediyordu. Sahnenin üstünde Lilith’in yapay zekâ ile yaratılmış ateşten silueti hâlâ izleyicilerin zihninde yankılanırken, müziğin basları mekânın kalbini titretiyordu.

Çisem, elindeki içkiyi bitirirken gözleri Bora Akay’ın üzerinde kilitlenmişti. Kalabalığın arasında esmer teni ve kaslı yapısıyla adeta başka bir boyuttan gelen bir tanrı gibi yürüyordu Bora. Göz göze geldikleri anda zaman durmuş gibiydi. O an Çisem’ in aklında sevgilisi Taha yok olmuştu. Daha doğrusu Taha’nın varlığını tamamen unutmuştu. Zaten birkaç gündür araları pek te iyi sayılmazdı. Çisem aldatıldığını düşünüyordu. O yüzden kendini an itibari ile özgür ve bekâr olarak tanımlıyordu. Bora’nın derin, tutkulu bakışları zihnindeki tüm düşünceleri silip süpürmüştü. Küçüklükten beri Ailelerinin birlikte iş yürütmesi nedeniyle Bora’yla aynı çevrede büyümüşlerdi, ama o anda içten içe yıllardır bastırdığı duyguların farkına vardı. Bu duygular sadece çocukluk anıları değil, arzularla dolu bir tutkunun ilk kıvılcımlarıydı.

Çisem’ in damarlarında içkinin etkisi gezindikçe fantezi dünyasına çekildi. Köpükler ve ışıklar arasında, bedenini ritme bırakırken zihni Bora’nın hayaliyle doluydu. Müziğin titreşimleri, bedeninde bir yankı buluyor, her adımı dans pistinin ahengine uyuyordu. Ancak esas enerji, pistin bir köşesinde farklı bir noktadan yükseliyordu. Güneş ve Çağın Akay’ın arasındaki görünmez bir aura aralarındaki enerjiyi yükseltiyordu. Güneş, Çağın’ı görür görmez her şey buğulanmış, mekânın sesi adeta derin bir boşluğa çekilmişti. Artık sadece kendi kalp atışlarını duyuyordu. Her ritim kulaklarında yankılanıyordu.

Bu zamana kadar sadece uzaktan izlediği, televizyonlardan ve sosyal medyadan tanıdığı Akay ailesinin en gizemli üyesi olan Çağın, kalabalığın içinden gölge gibi ilerliyordu. Soğuk ve gizemli duruşu, onu diğerlerinden ayırıyordu. Güneş olduğu yerde dona kalmıştı. Kalbinde büyük bir coşku patlaması yaşanıyordu ama bunu dışarıya yansıtamıyordu.

Boynunda bir ter damlası hissetti; damla, yavaşça sırtından aşağı süzülüp kuyruk sokumuna indiğinde bu his, içindeki duyguların dışa vurumu gibiydi. Nefesi sıklaşmış, yüzü hafifçe kızarmıştı. Zaman durmuştu ve her saniye Güneş’in aleyhine işliyordu.

Akay çocukları, kulübün özel locasına doğru ilerlerken geride büyük bir hayranlık bırakmışlardı. Kalabalık onları hayran gözlerle izliyordu; sanki bu mekânın hükümdarları onlar olmuştu. Anında önlerine özel şişeler, en seçkin içkiler ve donatılmış masalar serildi. Servisler göz açıp kapayıncaya kadar tamamlanmıştı.

 

Gecenin esas sürprizi Beyna Akay’dı. Siyah deri, yırtmaçlı elbisesini bir kat daha yukarı çekip donuk gözleriyle ortamı inceledi. İnce burun yapısı ve kalemle çizilmiş dudakları, yüzünde sinsice kıvrılan bir gülümsemeyle tamamlanıyordu. Kendinden emin bir edayla DJ kabinine doğru ilerledi. Ortamın ritmini ikiye katlayacak, herkesi Nirvana’ya sürükleyecek bir gösteriye hazırlanıyordu. Ama esas amaç bu değildi. Akay ailesi her zaman hedef şaşmazdı; mükemmelliğin ve görünmeyen gücün temsilcileriydiler. Beyna Akay’ın yanında taşıdığı özel kimyasal sıvılar, gecenin asıl planını oluşturuyordu. İçkilerin içine gizlice karıştırılacak bu sıvılar, içenleri sıradan bir sarhoşluktan fazlasına sürükleyecekti. Onlar, farkında olmadan Akay ailesinin birer piyonu hâline gelecekti. Beyna, derin bir nefes alarak ortamın kontrolünü eline geçirdiğini hissetti. Gözleri parlıyordu; planı mükemmel işlemişti. Görevliye verdiği kimyasallar dakikalar sonra içki kadehlerinin içerisine karışmış olacaktı.

 

Locanın en uç köşesinde oturan Çağın Akay, etrafında dönen tüm bu gösteriye kayıtsız bir ifadeyle bakıyordu. Soğuk, mesafeli duruşu, onun kimseye ait olmadığını ilan ediyordu. Ancak bu gece her şey değişecekti. Güneş’in burada olduğunu gördüğünde içindeki tuhaf bir his kabardı. Onun bu gece yalnızca izleyici kalmasını istemiyordu. Güneş, bu gece Çağın’ın tanımadığı bir yabancı olarak kalmayacaktı. Güneş bu mekândan ayrıldığında artık Çağın’la konuşmuş, onun dünyasına adım atmış biri olacaktı. Bu gece, Akay ailesi tarafından yeniden yazılan bir kaderin başlangıcıydı. Blue Queen’in büyüsünde sırlar, arzular ve tehlikeler dans ediyordu. Ve bu gece kimse eskisi gibi olmayacaktı.

Hızla akan gecenin yadigârları, Blue Queen’in kalbinde bir araya gelmişti. Köpüklerin havaya savrulduğu pistte müzik, ritmiyle zamanın akışını yutuyordu. Göz alıcı ışıklar ve gösterişli kalabalık arasında Akay kardeşlerinin varlığı mekânın ruhunu hâkimiyeti altına almıştı. Beyna Akay, elindeki içkiden bir yudum daha aldı. Parlak platin saçları ışıkların altında adeta kristal gibi parlıyordu. Siyah deri yırtmaçlı elbisesi her adımında vücuduna zarafetle uyum sağlarken, DJ kabinine doğru ilerledi. Onun adımları mekânın ruhunu esir alıyordu; izleyen her gözde hayranlık ve merak vardı.

Bora Akay ise deri ceketini çıkarıp sadece siyah tişörtüyle kalmıştı. Etrafında onu süzen hayran bakışları fark ettiğinde yüzünde sebepsiz bir gülümseme belirdi. Caka satmaya başlamıştı bile. O gözlerin sahiplerinden biri de Çisem ’di. Bora, Çisem ’in bakışlarını sezdiğinde dudaklarının kenarı alaycı bir kıvrımla yukarı kalktı. Çağın Akay ise bu gösterişli tabloda kendi köşesine çekilmiş, buz gibi sessizliğini muhafaza ediyordu. Masasının üzerine konan kristal bardaktaki viskisini yudumlarken, varlığı bile başkalarının üzerinde bir tür ağırlık yaratıyordu. Onun mesafeli duruşu, mekânın enerjisine zıt bir denge kuruyordu. Başlarına fotoğraf çektirmek için gelen birkaç kişi, yanlarında bekleyen korumalar tarafından geri çevrildi. Talya Akay, alev kırmızısı saçlarını geriye doğru savurup abisi Çağın’a göz ucuyla baktı. Gözleri parlıyordu; ortamın tüm coşkusuna rağmen Çağın’ın hâlâ buz gibi soğuk oluşu Talya ’yı rahatsız ediyordu.

Biraz keyiflen!” diye seslendi ona doğru eğilerek. Çağın, müziğin ritmi ve gürültülü sesinden dolayı kardeşinin dediğini tam olarak duymadı ama zaten pek duymak da istemiyordu. Onun şu anki tek komutanı, mekânın başka bir köşesinde duran Güneş’ti. Talya, bulunduğu yerden kalkarak Çağın’ın yanına geldi. İnce parfüm kokusu Çağın’ın burun deliklerini yakmasına rağmen bunu belli etmedi.

Diyorum ki onunla çok ilgileniyorsun. Kendini bu kadar belli etmesen mi?” dedi Talya, Güneş’i başıyla işaret ederek. Çağın, gözlerini kız kardeşine çevirmeden soğukkanlılıkla yanıt verdi:

Onu nasıl elde edeceğimi düşünüyorum sadece.”

Talya, gözlerini devirerek alayla güldü.

Yapma. Sen Çağın Akay’sın. Bu zamana kadar başkalarını nasıl elde ettiysen, onu da öyle elde edeceksin.”

Her iki kardeşin de gözleri Güneş’in üzerindeydi. Çağın’ın zihninde ise bir düşünce yankılandı: Tabii, bunu gerçekten istersem. Talya, Çağın’ın yanağına hafif bir öpücük kondurup locanın ortasına döndü. Dans etmeye başladığında mekânın enerjisi yeniden yükseldi. Bora da yerinden kalkıp ona eşlik edince ortam iyice ısındı. Köpükler havada uçuşuyor, ritim bedenleri kontrol ediyordu.

Alp, tedirgin bir ifadeyle etrafı inceliyordu. Gözleri Güneş’e takıldığında duraksadı. Talya ve Bora çoktan kendilerinden geçmiş, Çağın ise pistteki dans eden kalabalığı izliyordu. Ancak gözleri ara sıra başka bir köşeye kaçıyordu; zihninin karanlık koridorlarında bir şeylerin çözümüne ulaşmaya çalıştığı belliydi.

Alp, sessizce yerinden kalktı. Güneş’in yanına gidip onunla konuşmaya ihtiyaç duyuyordu.

Nereye gidiyorsun?” diye sordu Çağın, sesi soğuk duvarların ardında yankılanır gibi.

Lavaboya. Hemen geleceğim,” dedi Alp, umursamaz bir tavırla.

Korumalar hemen dikkat kesildi. Biri Alp’e eşlik etmek için harekete geçti.

Yalnız gideceğim.”

Alp Bey, burada yalnız kalamazsınız,” dedi koruma.

Merak etme, kaybolmam. Ve bu bir emirdir.”

Alp’in bu net ve cüretkâr tavrı korumayı şaşırtmıştı. Korumalar geri çekildiğinde Alp, Çağın ile göz göze geldi. Çağın, Alp’in nereye gittiğini anlamış olsa da bunu ona yansıtmadı.

Ancak içinden geçen düşünce dalgası derindi. Alp ve Güneş arasında ne olabilirdi ki? Bu soru içindeki kuşkuyu artırdı. Onun hedefi Güneş olamazdı; bu düşünceyi reddetmeye çalışsa da zihnindeki karmaşık tabloyu çözmesi gerekiyordu. Çağın’ın keskin, şahin bakışları Alp’in ve Güneş’in üzerine dikildi. Bu gece Blue Queen’de yazılan kader, görünenden çok daha fazlasını vaat ediyordu. Ve hiçbir şey göründüğü kadar masum değildi.

Güneş, kendini müziğin ritmine bırakmış, tüm düşüncelerinden arınmış sadece anın tadını çıkarıyordu. Yapay zekâ gösterini izlerken, Dj kabinine gelen Beyna’ yı gördü. Beyna saçlarını geriye savurup. Mikrofonu eline aldı.

‘’Evet, bebekler gecenin ruhunda kaybolmaya hazır mıyız? Hadi bu geceyi cehennemin topraklarına yayalım. Ya dans et ya da öl?’’ dediğinde sesi gayet gür çıkmıştı, bu halinden oldukça memnun olduğunu gösteriyordu. Önce kulaklığını taktı, aynı anda bacağını müzik setinin üzerine yerleştirip, tekno müziği çalmaya başladı. Bu müzik ritmi ile dans pistindekiler aç canavarlar gibi bağıramaya başlamıştı. Güneş gördükleri karşısında gerilmeye başlamış ancak bu yine de hoşuna gitmişti. Fakat az sonra akasında bir el onu ürkütmüştü.

‘’Alp? Ödümü kopardın’’. Müziğin sesi oldukça yükseldi. Alp konuşmadan, lavaboların yerini işaret etti. Orada konuşmak istediğini belli etmişti. Güneş gözlerini devirirken, Çisem yanına geldi.

‘’Bence gidip görüşmelisin. Kızım bunu kaçırma.’’

‘’Çisem, bu bildiğin gibi bir şey değil.’’

‘’O zaman söyle gerçeği bileyim. Benden bir şey mi saklıyorsun.’’

Güneş, iki taraftan köşeye sıkışmış hissetti. Çiseme olanları anlatmak, Alp ile konuşmaktan daha sancılıydı. Geriye dönüp, Alp’ in yanına doğru ilerlemeye başladı. Dans pistinden uzaklaştıkça çalan müzik artık kulağına boğuk geliyordu. Güneş, salına salına Alp’ in yanına ulaştığında gergin görünüyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Büyük ciddiyetle gözlerini Alp’ e odakladı.

‘’Bu gece yarısından sonra. İnfaz gerçekleşecek. Kararını verdin mi? ‘’

‘’Evet. Gelmiyorum. Senin saçma hastalıklı düşüncelerinde mutluluklar’’. Güneş geri dönmek üzere adım attığında, Alp, onun kolunu sıkıca kavradı. Güneş, bu sert hamleyi beklemiyordu. Şaşkınlıkla önce koluna sonra Alp’ e baktı.

‘’Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bırak kolumu’’

‘’Sana kanıt göstereceğimi söyledim. Bana inanmak zorundasın’’
‘’Sana neden inanayım?’’

‘’Çünkü kurtulmak istiyorum, anlıyor musun? Bu cehennemden çıkmak istiyorum. Acı çekiyorum’’ diyerek dizlerinin üzerinde düştü. Alp çaresiz kalmış ve Güneş’ in yalvarmaya başlamıştı. Güneş şaşkınlık içerisinde kaldı. Ne yapacağını bilemeden öylece Alp’ i izliyordu.

‘’Kalk lütfen’’ diyebildi.

Koridorun gerisinden soğuk bir ses yükseldi. ‘’Onu rahat bırak’’. Çağın koridorun gerisinden, onlara doğru ilerlemeye başladı. Bu ses Güneş’ i telaşlandırdı. Alp oturduğu yerden aniden kalktı. Yakalandığını hissetti. Foyası ortaya çıktığını düşündü. ‘’Sen burada ne halt ediyorsun’’ Çağın’ ın sesi tehditkârdı. Güneş, gözlerini Çağından kaçırmış boşluğa bakıyordu.

‘’Ben, gitsem iyi olacak’’ diyerek uzaklaşmak istedi. Çağın buna engel oldu. ‘’ Burada neler olduğunu anlatmadan bir yere gidemezsin’’ dedi. Yüzü öfkeliydi. ‘’Bunu sana o anlatır.’’ Dedi Güneş, gözleri ile Alp’ i işaret etti. Çağın elinde ki suyu Alp’ e uzattı. ‘’İç şunu’’ dedi.

Alp onun içerisinde karşım olduğunu biliyordu. Onu içtiğinde tekrar bilinci karmaşıklaşacak ve hedefinden şaşacaktı. İçmek istemediğini belirten bir ifade sergiledi. Çağın emrivaki tavrıyla suyu ona uzattı. ‘’İç ve kendine gel. Bir daha yabacılara karşı nazik ol’’ dedi. Alp suyu içtikten sonra, gevşemiş ve aptallaşmış hissetti. Gözlerinde ki acı, karanlığın dibinde bile görülebilir büyüklükteydi. Yanlarına gelen koruma Alp’i kolundan tutup götürürken, Güneş ve Çağın göz göze kaldı.

Bölüm Sonu...

Bölüm : 15.02.2025 18:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...