43. Bölüm

BÖLÜM 8 -RİTÜEL- (Düzenlenen Bölüm)

Can Gözek
cangzek

Güneş tek kaşını kaldırdı. Ancak hayalinde ki kişi tam karşısındaydı. Avuç içleri terlemeye başladı. Nabzı normalden daha fazla atıyordu.

‘’O iyi mi?’’ dedi Güneş gelen anlık cesaretiyle.

Çağın, sessizliğinin arasından söyle söyledi: ‘’Daha iyi olacak’’

Güneş, başını onaylar şekilde salladı. Geri dönüp Çisemi bulmak ve biran önce buradan gitmek istiyordu. Fakat kalbinin esas gerçeği buna müsaade etmedi. O Çağının yanında olmayı tercih ediyordu. Çağın bir adım daha ona doğru yaklaştı. ‘’Alp’ in yapmış olduğu davranıştan dolayı üzgünüm. Sana neler anlattı bilmiyorum’’. Yalan söylüyordu. Koridorların gerisinde her şeyi dinlemişti. ‘’Fakat bunu telafi etmek istiyorum’’ dedi.

Güneş şimdi daha da şaşırdı. Çağın görünüşün ardında nezaketini saklıyordu. ‘’Önemli değil. İyi olsun yeter.’’ Çağın konuşmayı uzatmak istiyordu. Ancak karşı tarafın enerjisi o kadar kuvvetliydi ki bu pek kolay olmuyordu. İlk kez bu kadar zorlandığını hissetti. Fakat Güneşten gelen hamle bunu kolaylaştırdı. ‘’İtirafta bulunmam gerekirse, şu an oldukça heyecanlıyım. Çünkü sizin hayranınızım. Yani Akay ailesinin.’’ Derken bile kendini mahcup hissetti. Bu itiraf Çağını memnun etmişti. ‘’Öyle mi?’’ dedi Çağın emin bir dille.

Güneş, aldığı alkolün etkisi ile konuşmalarını daha özgür bir şekilde gerçekleştiriyordu. ‘’Öyle. Onlardan biri sendin. Yalan söyleyemem. Ancak bu şekilde tanışmak aklımın ucundan geçmiyordu. Çağın, göğsünü kabarttı. Av’ ı ona yaklaşmak istiyordu ve bu durum işini kolaylaştıracaktı. ‘’Şöyle yapalım mı? Yarın akşam yemeği için bize davet etsem. Böylece daha yakından tanışırız, hem de sende ailemi yakından tanımış olursun. Kim bilir bu senin gelecek kariyerin için güçlü bir cv olur.’’ . Çağın, Güneş’ i on ikiden vurmuştu. Güneş bu daveti kırk yıl düşünse bile hayal edemezdi. Ne diyeceğini bilemedi. Zor yutkunmuştu.

‘’Yani ben, ne diyeceğimi inan bilemiyorum. Tüm bunlar bir şaka mı?’’

‘’Hayır. Hepsi gerçek. Yarın seni akşam yemeğine davet ediyorum. Gelmek istersen bu numaraya mesaj atabilirsin’’. Çağın elindeki kartviziti uzattı. Güneş kartvizite baktığında gülümsedi.

‘’Hazır olduğunda, şoför seni almaya gelir. Kararını bekliyorum’’ diyerek yanından uzaklaştı. Güneş, onun gitmesini istemiyordu. Çağın, gizemini ardında bırakarak yanından gidiyordu. Güneş bu teklifin sadece tanışmak için değil, ayrıca Alp’ in söylediklerinin doğruluk payını ölçmek içinde gitmek istiyordu. Çağın onun hakkında ser verip sır vermese de, aklında hala şüphe vardı. Şu andan itibaren Alp’ in davet ettiği o ayin törenine gitmeye karar vermişti. İçinde tutunduğu şüphe onu törene gitmesi için destekliyordu.

Çağın, koridorda ağır adımlarla ilerlerken yüzünde beliren hafif gülümsemeyle egosunun keyfini sürüyordu. Güneş, onun kurduğu oyuna çoktan düşmüştü ve bundan en ufak bir şüphesi yoktu. O akşam yemeğe gelecekti, bunu biliyordu. İçindeki zafer hissini sindirmeye çalışırken, ileriden gelen boğuk sesler dikkatini çekti. İlk başta tam olarak seçemedi, ama birkaç adım daha attığında yankılanan tutkulu nefeslerin ne anlama geldiğini fark etti.

Lavabolara yaklaştığında gözlerini içeri dikti, merakla ve belki de biraz öfkeyle. Gördüğü manzara, Bora ve Çisem’ in ihtiraslı birleşmesiydi. İki asi ve hırçın ruh, zamanın içinde kaybolmuş, arzularına teslim olmuşlardı. Çisem’ in titreyen inleyişleri, Bora’nın derin nefeslerine karışıyor, lavabonun dar duvarları arasında yankılanarak mekânın dört bir yanına yayılıyordu. Çağın’ın kaşları çatıldı. İçinde beliren huzursuzluk, göğsüne oturan bir taş gibi ağırdı. Bora’nın Çisemle bu kadar yakınlaşması doğru değildi. Başını iki yana sallayarak oradan uzaklaşmak istedi, ama zihninde çakan düşünceler onu bir süre daha olduğu yere mıhladı. Bunun sonuçlarını tahmin edebiliyordu. Bora, erkekliğin ve gençliğin körüklediği arzularıyla, elde edebileceği her kadını ağına düşüren biriydi. Ve Çisem de çoktan onun tuzağına yakalanmıştı.

Fakat Çisem’ in halinden hiç de şikâyetçi olduğu söylenemezdi. O anın içinde kaybolmuş, tutkuyla ve hazla Bora’ya teslim olmuştu. Gecenin müzikle titreyen ritmi, onların birleşmesine eşlik ediyor, bedenleri gibi ruhları da birbirine karışıyordu. Aralarındaki kıvılcım, her saniye daha da alevleniyordu. Tutkulu nefesler birbirine karışırken, Çisem’ in fısıltısı bir emir gibi yükseldi: “Daha sert, Bora…” Sesi, gecenin içinde kaybolan bir iniltiydi; arzunun ve teslimiyetin yankısıydı adeta. Bora, bu sözleri duyduğunda gözlerindeki karanlık daha da derinleşti. İsyankâr ruhu ateşlenmiş, bedeni içgüdülerinin dizginlerinden kopmuştu. Çisemi daha sert, daha vahşi bir şekilde sahiplenirken, aralarındaki ihtiras zamandan ve mekândan bağımsız bir girdaba dönüşmüştü.

Aynı anda, kulübün dans pistinde bambaşka bir kargaşa yaşanıyordu. Beyna, sahnenin ortasında bir tanrıça gibi dans ediyordu. Bedeninin kıvrak hareketleri, etrafındaki herkesi hipnotize etmişti. Ritimler yükseldikçe, terli tenler birbirine değiyor, nefesler iç içe geçiyordu. Servis edilen alkoller, sınırları kaldırmış, gecenin kurallarını yok etmişti. Artık herkes birer gölgeye dönüşmüş, arzularının peşinde kaybolmuştu. En önemlisi güç, yeniden Akaylar’ ın ellerindeydi. Tüm mekân onların kontrolüne girmişti. İnsanlar, içkilerinin ve müziğin büyüsü altında farkına bile varmadan Akaylar’ ın kölelerine dönüşüyordu. Bu, yıllardır süregelen bir oyunun değişmeyen kuralıydı. Onların olduğu yerde özgürlük yalnızca bir yanılsamaydı; gerçek olan tek şey, Akaylar’ ın mutlak hâkimiyetiydi.

Taha, gece kulübüne varmıştı. Ortamın kalabalığında ilerlerken gözleri sürekli hareket hâlindeydi. Kırmızı ve mavi ışıkların ritmik yanıp sönüşü, içerideki kaosa bir düzen katıyormuş gibi görünüyordu. Müzik, kulaklarında yankılanırken tek bir hedefi Çisem’ i bulmaktı. Onu bulmalı, konuşmalı, belki de geçmişi tamir etmeli diye düşünüyordu. Fakat tam o sırada, gözleri bir çift başka gözle buluştu. Bu Talya’ dan başkası değildi.

Bakışları kısa ama derindi, sanki birbirlerini yalnızca bir anlığına fark etmişler ama o an, zamanın içinde mühürlenmişti. Talya hafifçe başını çevirip bakışlarını kaçırsa da, Taha bunun yalnızca bir tesadüf olmadığını hissetti. İçinde tarif edemediği bir kıpırtı belirdi.

Aynı dakikalarda, lavabonun loş ışığında Bora ve Çisem yavaşça kendilerine geliyorlardı. Hâlâ birbirlerinin nefesini enselerinde hissediyor, az önce paylaştıkları tutkunun izlerini bedenlerinde taşıyorlardı. Çisem’ in gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı; bu yalnızca anlık bir hazdan öteye geçmiş bir bağın ilk kıvılcımlarıydı. Bora’nın çekimi onu geri dönülemez bir şekilde içine çekiyordu. Ama oyun devam ediyordu.

İkisi de birbirlerini fazla göz önünde göstermemeleri gerektiğini biliyorlardı. Bu yüzden sessiz bir anlaşmayla kulübün içinde farklı yönlere dağıldılar. Çisem, dans pistinin kalabalığında kaybolurken Bora, barın köşesine çekildi. O sırada, Güneş içeri girdi. Çağın’la yaptığı konuşma ve ayin törenine katılma kararı, onu Akaylara daha da yaklaştırmıştı. Artık geri dönmeyecekti, en azından kendi içinde bu kararı vermişti. Kulüpte Çisemi aramak için heyecanla etrafa bakındı ama onu bulamadı. İçinde garip bir huzursuzluk vardı; sanki her şey bir düğüm hâline gelmişti ve çözülmesi için bir kıvılcım bekleniyordu. Kıvılcım, tam o an patladı. Çisemi bulan Taha, gözlerinde bir pişmanlıkla yanına yaklaştı.

Özür dilerim,” dedi, sesi kalabalığın arasında kaybolmayacak kadar netti. Çisem, derin bir nefes aldı. İçinde Bora’nın bıraktığı izler tazeydi, ama Taha’nın gözlerindeki samimiyeti de inkâr edemezdi. Bir an duraksadı, kalbinin içinde iki farklı savaş yaşanıyordu. Ve sonunda, geçmişin anılarına yenik düşerek başını hafifçe eğdi. Kabul ediyordu.

O sırada, bir başka bakışma kulübün içinde gerilmiş bir tel gibi havada asılı kaldı.

Bora ve Çisem.

Ne kadar birbirlerinden uzaklaşsalar da, birbirlerine geri dönmeye mahkûm olduklarını ikisi de farkındaydı. Çisem’ in dudakları Taha’nın söylediklerini onaylarken, gözleri Bora’yı aradı. Ve onu bulduğunda, Bora’nın da ona baktığını gördü.

Aynı anda, bir başka çift göz birbirine kenetlendi.

Güneş ve Çağın.

Gece, onlar için yeni bir başlangıcın izlerini taşıyordu. Birbirlerine kısa ama anlamlı bir şekilde baktılar. Güneş’in içinde, Çağın’a duyduğu çekim giderek daha da güçleniyordu.

Ve belki de en önemlisi o çekime mahkûm ediyordu.

 

Beyna, Bora, Talia, Alp ve Çağın’ın gözleri, Çisem, Taha ve Güneş’e yöneldi. Bu bakışlar sadece bir karşılaşma değildi. İleride yaşanacak sürtüşmelerin, savaşların ve tutkuların ilk habercisiydi. Gece sonlanırken, Akay ailesi apar topar Blue Quuen’ i terk etti. Kapıdan on çıkan Alp, sanki ruhu çekilmiş gibi sakin ve duyarsız görünüyordu. Güneş bu işte bilinmeyen bir sır olduğunu kafasında netleştirdi. Belki de Alp haklıydı.

Barın çıkışında, gece sarhoş kahkahalarla sona eriyordu. Çisem, neşeyle bir oraya bir buraya savruluyor, kahkahalarıyla gecenin karanlığını deliyordu. Ancak Güneş, her şeyden kopmuş gibiydi. Yaşadıklarını barın kapısında bırakmayı, sadece eve gidip sessiz bir huzur bulmayı arzuluyordu.

Eve ulaştıklarında, Çisem yorgunluktan sızmıştı. Taha onu kucaklayıp yatağına yatırırken, Güneş, ikisinin bu eski yakınlıklarına yeniden tanık olmaktan memnundu. Sabaha onları eskisi gibi görmeyi dilemek, içini biraz olsun huzura kavuşturdu.

 

Kendi odasına geçtiğinde, pencereyi açarak temiz havayı içeri aldı. Mumları yaktı ve odasını yumuşak bir ışıkla doldurdu. Yatağına uzandı, gözlerini kapadı ve dualarını mırıldanmaya başladı. Önce Çağın’a karşı hissettiklerinin değişmesini diledi. Çünkü âşık olmak ve kendini bilinmeyen bir imkânsızlığa sürüklemek istemiyordu. O ve Çağın bir araya gelemezdi. Bu düşünceyi kabul etmek dahi istemiyor ancak duygularına gem vuramıyordu. Ardından, gazeteci olarak başarılı bir kariyer yolunda ilerlemek için içinden geçenleri sıraladı. Ama özellikle, ertesi akşam katılacağı Akay Ailesi’nin davetinde en asil haliyle yer almayı diledi.

Gece yarısını çoktan geçmişti. Güneş, odasının loş ışığında sessizce duruyor, aynadaki yansımasına bakıyordu. Totemleri yapmış, ruhunu ve zihnini bu geceye hazırlamıştı. Ancak içinde bir huzursuzluk vardı; ayin törenine katılma kararı zihninde yankılanırken, bunun geri dönüşü olmayan bir yol olduğunu biliyordu. Dolabını açtığında kadife dokusuyla gözlerini çelen soğuk, kırmızı cübbeyle karşılaştı. Eli titreyerek kumaşı tuttu. Bunu giymeli miydi? Kararsızlık içinde bir an duraksadı, ancak içindeki güç onu bu ritüele çağırıyordu.

Yavaşça cübbeyi omuzlarına geçirdi, önünü düğümledi ve aynaya baktı. Yüzü solgundu, ama gözlerindeki kararlılık onu bile şaşırtıyordu. Yine de evden çıkmadan önce, bunu giymenin doğru olmayacağına karar verdi. Hızla cübbeyi çıkardı, eline aldı ve Alp’in gönderdiği koordinatları gözden geçirdi. Gümüş kuyunun en ıssız ormanlık alanına gitmesi gerekiyordu. Kalbi hızla atmaya başladı. Neden bunu yapıyordu? Bunu gerçekten istiyor muydu? Korku ve merak, zihninde birbiriyle savaşıyordu. Derin bir nefes aldı ve gitmeye karar verdi.

                                                               ***

Kaya Ormanlığına vardığında, gecenin karanlığı her yanı sarmıştı. Ağaçların uğultusu kulaklarında yankılanıyordu. Elindeki cübbeyi sımsıkı tuttu. Şimdi mi giymeliydi? Diye düşündü. Etrafına göz gezdirdi, kimse yoktu. Büyük bir ağacın ardına geçti ve cübbeyi üzerine geçirdi. O an, içinde bir güç dalgası hissetti. Sanki artık yalnızca bir izleyici değil, bu ritüelin bir parçasıydı. Ama bu his, korkusunu bastırmaya yetmiyordu. Telefonunu çıkardı, Alp’i aradı. Tekrar tekrar çaldırdı, ama cevap gelmedi. Korkusu büyüdü.

Tam o sırada, ormanın derinliklerinden kırmızımsı bir ışık yükseldi. Yankılanan uğultular, tüylerini diken diken etti. Sesler ayine aitti. Güneş’in ayakları, zihninden bağımsız hareket etmeye başladı. İleri doğru yürüdü. Hızlandı. Kalbi çılgınlar gibi atıyordu. Ve nihayet, ağaçların arasından baktığında gördüğü manzara onu nefessiz bıraktı.

Ayin töreni başlamıştı.

Gece, gökyüzünü zifiri bir perde gibi örtmüştü. Ormanın derinliklerinde, muhafaza edilen kadim bir alan, bu gece yapılan törenin merkezi olacaktı. Havanın soğuğu kemikleri donduracak kadar keskin, rüzgâr ise uğursuz bir fısıltıyla dalları titretiyordu

Ortada 33 tane mum yanıyor, etrafında siyah ve kırmızı cübbeler giymiş insanlar halka hâlinde dizilmişti. Mırıltılar kulaktan kulağa yayılıyor, ritüelin tuhaf tınısı havada asılı kalıyordu. Tam ortada Gül duruyordu. Ellerinden ve ayaklarından bağlanmıştı. Ağzı bezle kapatılmıştı ama çığlıkları boğuk bir feryat gibi duyuluyordu. Gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Ağzı bir bezle sıkıca kapatılmıştı, ama boğuk çığlıkları gecenin içine karışıyordu. Bedenini geriye çekmeye çalışıyor, bağlı bilekleri acıyla sızlıyordu.

 

Fakat kaçacak yeri yoktu.

Gözlerinden akan yaşlar, korkusunu ele veriyordu. Titriyordu. Ölümle burun burunaydı. Etrafındaki karanlık cüppeli figürler fısıltılarla ilahiler mırıldanıyor, ritüelin başladığını duyuruyordu. Fısıltılar yankılandıkça, hava ağırlaşıyor, toprağın bile titrediği hissediliyordu

Ayin yöneticisi ve Akay ailesinin lideri, Ejder Akay, elinde eski bir kitapla dairenin tam merkezine yürüdü. Üzerindeki cübbe, kan kırmızısı işlemelerle süslenmişti. Yüzü gölgeler içinde kalmıştı ama gözleri mum ışığında yanıyordu. Kitabı havaya kaldırdı. Ve ayin başladı

Ejder, Gül’ün başına doğru eğildi. Onun nefes nefese kalmış, korkuyla sarsılan gözlerine baktı. “Kurban, seçildi. Kan, efendimiz lucifer’a adanacaktır. Onun kudreti, bizim yolumuzdur. Onun lütfu, bizim hayatımızdır!”

Halk içindeki herkes, aynı sözleri mırıldandı:

“Onun lütfu, bizim hayatımızdır.”

Ejder, gözlerini Gül’e dikti.

“Bu gece, ruhun onun yoluna adanacak. Kanın onun açlığını doyuracak.”

Gül, çırpındı. Bedenini geri çekmeye çalıştı ama kaçacak yeri yoktu. Gözleri panikle açıldı, bağırmak istedi ama sesi yoktu.

“Lütfen… Hayır…”Gül’ün çığlığı, gecenin uğultusuna karıştı. Gözyaşları, yanındaki mum ışıklarının alevinde parlıyordu.

‘’Son pişmanlığını dile getirme aciz ruh, sen Lucifer’ a ve Ulu kan örgütüne ihanet ettin. Bizde ihanetin bedeli bile kutsaldır. Kanın bundan sonra Lucifer’a hizmet edecek aciz ruh.’’ Dedi Ejder. Ses tonu kendinden emin ve öfke ile karışıktı.

Sessizlik içinde mırıltılar sürerken, birden bire herkes hançerlerini kaldırdı. Çelik, mum ışığında parladı. Gül, başını çılgınca iki yana salladı. “Lütfen!”

Ama sesi duyulmadı. Kimse duymak istemedi.

Ayinin müziği hızlandı. Törene katılanlar ritüel dansına başladı. Birer birer, mumların etrafında dönüyor, içlerinden gelen kelimelerle büyüyü tamamlıyorlardı.

Ejder, ilk kesiği attı. Gül’ün koluna derin bir çizik açıldı. Kan, çemberin içine damlamaya başladı. Kız çığlık attı. Acıdan gözleri büyüdü, titredi, ama bağları onu sabit tuttu. Ejder gülümsedi. “Lucifer kabul etti.” Törenin ayak izleri, yeri titretiyordu. Mumların alevleri bir an sönüp geri yandı. Herkes başını eğdi. Son darbe gelmeden önce, Gül’ün gözleri korku ile son kez açıldı. Son gördüğü şey, üzerine eğilmiş siyah ve kırmızı cüppeli figürlerdi.

Son duyduğu şey, Lucifer’ ın adıydı. Ardından üzerine gelen öldürücü darbe ile bedeni delik deşik edildi. Ve sonrası… Karanlık.

 

Güneş, nefes bile almadan olanları izliyordu. Ayakları yere çakılmış gibiydi. Gördüklerine inanmak istemedi. Hepsinin bir rüya olmasını ve birkaç saatliğine de olsa zamanın geri akmasını istedi. Korku ile eli ayağı titremeye başladı. Dizlerini bağları çözülmüştü. Gördükleri karşısında midesi bulanmış ve istifra etmişti. İçine sinen korku ile haykırmak istedi fakat duyulmamak için ağzını kapattı. Gözyaşları yüzünden son sürat akıyordu. Kaçmalıydı sadece buradan değil. Gümüş Kuyudan… Ya da kalıp tüm bunları durdurmalıydı. Kulağına üflenen ses, kalması gerektiğini söylüyordu.

Tam o sırada, bir el ensesini kavradı. Soğuk bir dokunuş, ani baskıyı hissetti. Gözleri kocaman açıldı, boğazından sessiz bir nefes kaçtı. Ardından, boynuna batan keskin bir acıyı hissetti. Şırınga boynuna sağlandığı gibi içerisine yayılan kimyasal onun yere kapaklanmasana neden oldu. Vücudu uyuştu. Gözleri karardı.

Son gördüğü şey, Gül’ün cesedinin mum ışığında parlayan yansımasıydı.

O gece Güneş, kimyasalın etkisi ile her şeyi unutacaktı. Ayin tamamlandı. Gül yok oldu.

Bedeni, üzerindeki işaretlerle birlikte toprağın derinliklerine gömüldü. Gecenin içinde, yalnızca rüzgârın taşıdığı eski dualar ve yerde sere serpe yatan Güneş’ i izleyen Çağın Akay’ın gölgesi duruyordu.

                                                          

 

Bölüm : 19.02.2025 14:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...