
Yemyeşil ormanın derinliklerinde ve çiçeklerin arasında saklı, mantar şeklinde bir evimiz vardı. Az ilerisinde akan nehirin maviliği ve tahtadan kahverengi bir köprümüz vardı çok güzel gözüküyordu. Burayı o kadar çok seviyordum ki beni çok rahatlatıyor, içime ferahlık veriyordu.
On yedi yaşıma gelene kadar bu güzel yeşilliklerin arasında bir hastalıkla büyüdüm. Diğer insanlardan görüşünüm farklıydı kendimi ötekileştirmek istemem fakat ben yine de görünüşümden memnundum.
Güzel vücudumda beyaz beyaz lekeler vardı hastalığın adı vitiligoydu. Bu hastalık halk arasında ala veyahutta alaca hastalığı olarak tanımlanırdı. Ayrıca bulaşıcı olmayan, herkeste görülmeyen ve yirmi yaş altında görülebilen bir hastalıktı.
Çok küçük noktayken yaş aldıkça o noktalar bir süre sonra büyümeye ve daha da artmaya başlamıştı. İlk gördüğümde aşı izi zannetmiştim anneme gösterdiğimde o da aşı izi zannetmişti fazla önemsemedik üstünden üç ay geçti önemsemediğimiz o küçücük nokta biraz daha büyümüştü ve bizde bunun üzerine hastaneye sıra almıştık.
Kontrole gittik, doktor büyüyen bu beyaz lekeye teşhis koymuştu bana dışarı çıkmamı söyledi ve annemle ikisi yalnız başına kalmıştı.
Yaklaşık on dakika sonrasında annem kendini ağlayarak dışarı atmıştı onu öyle gördükten sonra hemen sarıldım.
" Ne oluyor anneciğim hayırdır?"
" Yok bir şey kızım"
" Anneciğim ağlıyorsun neden?"
" Anlatacağım eve gidelim."
Annemi ilk defa bu kadar içli içli ağlarken görmüştüm acaba ne oldu diye düşünürken eve gelmiştik. Beni karşsına aldı ve şöyle dedi;
" Seni her zaman canımdan çok sevdim seni her zaman çok ama çok seveceğim..."
" Anneciğim bende öyle neden bu kadar duygusallaştın ki içeri girmeden önce bir şeyin yoktu."
" Kızım doktor o beyaz lekelerin ilerlediğini ve önlemini almazsak artacağını söyledi."
Donakalmıştım öylece sanki o anlığına her şey benim için durmuş gibi hissediyordum o gün annemden hastalığımı öğrenmiştim hastalık kısmını kanser veyatta başka bir şey olarak yorumlamak çokça düşük bir ihtimaldi en azından şuanlık hastalığımı öğrendiğimde bir damla göz yaşı dökmemiştim çünkü kendi kendimi bu hale getirmiştim yeterince üzülüp ağlamıştım en ucra köşelerde... vitilgo üzüntü stresten de ortayan çıkan bir hastalıkmış.
Bana bakıp ağlayan annemi sakinleştirmeye çalıştım ona yaklaştım ellerimi onun yüzüne götürdüm ve başını öptüm ona seslendim
" Anneciğim ben iyiyim insanın saçında bile beyazlar çıkıyor evet bu durum üzücü ama insan bir süre sonra alışıyor çünkü kendisini, kendi benliğini kabul ediyor."
Annem akan gözyaşlarını sildi ve bana sarıldı.
Şöyle dedi;
" Hayatta olduğum sürece seni yalnız bırakmayacağım sen benim boynumda asılı bir kolyesin sana bakmakla yükümlüyüm ve her ne olursa olsun senin yanındayım."
Çok duygulanmıştım kendimi bir boşlukta hissettmiştim ama her şeye rağmen hayattaydım bunu bilmek güzeldi.
Ertesi gün oldu annemden önce kalkmıştım o yorulmasın diye kahvaltıyı hazırlamaya başladım zeytin, peynir, domates, reçel ve kahvaltılıkları masaya getirdim son olarak da çayı demleyerek annemi uyandırdım.
" Günaaydıınn, hadi uyan anneciğim kahvaltı hazırr!"
" Yaa ciddi olamazsın gerçekten mii?"
" Eveet gerçektenn."
Annem yüzünü yıkayıp sofraya oturmuştu. Hemen gözüne bademi kestirdi bademi çok severdi özellikle de Eda Teyze'nin memleketten getirdiği bademe bayılıyordu. Eda Teyze bizim yan komşumuzdu onu çok severdik bize her memleketten dönüşünde badem getirirdi. Bademe bayılırdım hemde çokk.
Annem bademi ağzına attıktan sonra çay doldurmamı istedi. Çayı koyduktan sonra yaptığım omleti yemeye başladı ve bana bakıp güldü.
" Yine harikalar yaratıyorsun ellerine sağlık."
" Afiyet olsun anneem."
" Gerçekten güzel, Eda Teyze uğradı mı?"
" Yok gelmemiş daha bademden anlayabilirsin"
" Ahahah doğru söylüyorsun harika bir kadın ya ne zaman gelse badem veriyor bize sağ olsun"
Bu tatlı kahvaltıdan sonra annemle farklı yollara dağıldık o işe ben okula gidecektim.
Hızlı adımlarla otobüs durağına yürüdüm ve beklemeye başladım. Otobüs uzaktan ağır ağır geliyordu onu görünce ayaklandım ve gelen otobüse atladım. Kartımı okuttum, gözüm boş olan koltukları arıyordu her zamanki gibi yine dopdoluydu. Nefes alacak bile yer yoktu kendimi boğulmuş hissediyordum sanki tost makinesinin arasında kalan ekmekmiş misali öylece duruyordum. Yaklaşık on dakika sonra okulun önüne inmiştim. Yol boyunca yürüdüm ve binaya geldim üst kata çıkıp sınıfa girdim.
İçerisi çok havasızdı kimse daha gelmemişti, perdeyi ve camları açtım cama vuran güneş ışığı gözüme yansıyordu bakamıyordum açtıktan sonra yerime oturup diğerlerinin gelmesini bekledim. Güzel bir gün olacağını hissediyordum aşağıdan öğrenci sesleri geliyordu ve sınıfa gelmişlerdi Elif selam verdi.
" Buğday, günaydın erkencisin."
" Evet canım erken geldim bugün."
" İyi yapmışsın canım ee nasılsın nasıl gidiyor?"
Elif Buğday'ın yanına yaklaştı ve oturdu. Buğday atıldı.
" Güzel ya şükür evden okul, okuldan belki dışarı çıkarsam çıkıyorum öyle sen nasılsın, neler yapıyosun, nasıl gidiyor?"
" Aynı bende ya okula geliyorum öyle."
" İyi bakalım."
Diğer öğrenciler de içeri girdikten sonra Öğretmenler zili çalmış Edebiyat Öğretmenleri de derse girmişti.
" Günaydın arkadaşlar"
" Sağ ol."
" Nasılsınız, iyimisiniz?"
" İyiyiz hocam siz nasılsınız?
" Şükür, bugünki konumuz serbest konulu Anı, Hikaye, Öykü, Şiir. Sizden kırk dakika içerisinde kısa bir metin yazmanızı istiyorum bitirince bana teslim edebilirsiniz onları saklayacağım ve ayrıca ilk performans notunuzu oradan vereceğim haberiniz olsun."
Herkes bir gerilmişti ne yazsalar diye düşünürken Buğday kendisinden yola çıkarak
"Beyaz Lekeler" adlı bir hikaye yazmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
