14. Bölüm

14. Bölüm

caylakokuryt
caylakokuryt

14. BÖLÜM

 

 

Beklediğimiz gibi metal kapılar açıldı. Aynı adamlar yine bize doğru yürümeye başlamışlardı. Yağmur’un yatağındaydık bu sefer… Yağmur’un ölümü için…

 

Yağmur ağlamıyordu. Bende ağlamıyordum. İçimdeki his sanki ben ağlarsam Yağmur’u daha çok üzeceğimi söylüyordu. Yağmur’un yattığı yerden elini tutuyordum. Elini sıkıyordum. Belkide acıtıyordum ama şuan ikimizinde pek umursadığı söylenemezdi.

 

Kutay yanımdaydı. Aynı Ulaş’ın öldüğü sırada yaptığı gibi başını eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Gözlerim eline kaydı. Sağ elinin baş ve işaret parmağıyla aynı haraketi yapıyordu; bir birine sürtüyordu. Sol eli yumruk olmuştu. Bir şeye direnmeye çalışıyor gibi duruyordu. Gözlerim mavi tutan bulunan saçlarına kaydı. Mavi tutam uzadığı için sarıya kaçmıştı ve boya akmıştı. Artık saçı sade altın sarısıydı.

 

Kutay’ın garip davranışa daha fazla bakmadan ağlayan Barış ve Beliz’e baktım. Ardından Araf’a…

 

Adamlar tam Yağmur’u vurmak için silahı kaldımışıtı ki kafamın içi Yağmur’un sözleriyle doldu.

 

 

 

“Sen korkmuyor olabilirsin ama ben korkuyorum! Burada ölmek istemiyorum!”

 

 

“Aslı eğer yemin ettiyse… O hiç bir yemini bozmaz.”

 

 

“Üzülmene gerek yok. Aslı hep böyledir. Konuşanları sevmez. Arkadaşım diye demiyorum ama çok zekidir.”

 

Hatırladıklarımdan beni koparan ses silahın patlama sesiydi. Yağmur da ellerimin arasından kayıp gitmişti. Onu da koruyamamıştım. Yağmur’un buz tutan elini bıraktım. Metal kapılardan çıkan adamlardan sonra yavaş ve halsiz bir şekilde ayağa kalktım. Gözlerim dolmamıştı. Hiç bir şey hissetmiyordum. Yağmur’un açık gözlerini elimle kapatıp yanağına küçük bir buse kondurdum.

 

Yağmur’dan uzaklaşmadan kulağına “Özür dilerim, Yağmur… Özür dilerim, güzelim...”

 

Kutay’a kısa bir bakış atıp hızlı adımlarla tuvalete doğru yürüdüm. Kutay’ın arkadan gelip gelmediğine bakmak için yürürken başımı çevirdim ama o aynı pozisyonda bilmediğim birşeyler söylüyordu. Sadece kafamdaki soru işaretlerini çoğaltan bu haraketlerine daha fazla dayanamayarak önüme döndüm.

 

Tuvalete girdiğim gibi aynadan kendime baktım. Yağmur’un adını haykırdım. “Yağmur! Hayır Yağmur! Beni bıraktın! Hayır!” Beyaz yüzüm bağırmaktan kırmızının tonlarına burunurken sinirime engel olamadan yumruğumu aynaya geçirdim. Elime batan camlar yüzünden bir kez daha bağırdım. Bağırarak ağlıyor ve Yağmur’un ismini söylüyordum. “Yağmur! Seni kaybedemem! Hayır! Sen bu sonu hak etmiyorsun! Yağmur!”

 

Kanlı elimi sol elimle tutup yüzümü gözlerimi acıtan ışığa doğru kaldırdım. Elimdeki kanlar lavaboya damlıyordu. Bağırışlarımı azaltan acıyan boğazım yüzünden bir kaç yutkunmaya çalıştım ama hiç bir halta yaramadı.

 

 

Tuvaletin kapısı açılınca o tarafa döndüm. Kutay’ı görmeyi beklemiyordum. Yanıma yaklaştı. Ben ise ağlamaya devam ediyordum. Kutay elini omzuma koyup beni kendine döndürdü. İstemsizce burnuma dolan okyanusvari kokusu beni rahatlatıyordu. Kutay’ın parlayan gözlerine baktığımda ne bir ağlamanın kırıntısı ne de bir üzüntü görüyordum.

 

Kutay gözlerime bakmayı bırakıp aynanın kırıklarının batmış olduğu elime baktı ve ardından yine gözleri yüzüme çıktı. Benim ağlamam biraz daha yavaşladı. Soran gözlerle Kutay’a bakmayı sürdürdüm. Kutay derin bir nefes aldı ve zor bir şey söyleyecekmiş gibi sırtını dileştirdi.

 

“Aslı, şimdi anlatacakların sana ne kadar saçma gelsede beni dinlemelisin.” İlk önce sadece yüzüne baktım sonra komik bir şey demiş gibi gülmeye başaldım. Galiba delirdim. Bi delirmem eksikti, tam oldu.

Alayla gülerek Kutay’a baktım.

 

“Biliyor musun? HİÇ UMRUMDA DEĞİL!” Sesimi yükselterek ellerimi iki yana açtım.

 

“En yakın arkadaşım öldü.” Yine güldüm.

 

“Gerçi sen kendi arkadaşın ölünce bile ağlamayan birisin. Bende seni duygusu olan biri sanmıştım. Benden daha duygusuzsun.” Gülmeye devam ederken elimle kendisini gösterdim.

 

“Şu haline bak ya! Ne yaşıyoruz farkında mısın? Arkadaşlarımız ölecek!” Gülümsemem gitti ve bütün sinirimi Kutay’dan çıkarmak istercesine üstüne doğru yürüdüm.

 

“Sen öleceksin!” derken kanlı elimle göğsünü sertçe itmemle arkasındaki kapıya çarptı.

 

“Ben öleceğim! Araf ölecek! Beliz ölecek! Barış ölecek!” Ben bağırmaya devam ederken o sadece şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu.

 

“Öleceğiz! Öleceğiz...” Ellerimle yüzümü kapattım. Yüzüme gelen kanları umursamadan gözyaşlarımın kanlarla karışmasına izin verdim. Bağırışlarım fısıltıya dönüştü. “Yağmur’u koruyamadım… Ulaş’ı koruyamadım… Yavuz’u öldürdüm. Ben nasıl bir insanım?”

 

Omzuma dokunan elle kafamı kanlı ellerimden kaldırdım. Kutay’a bakmamla dudakları kıpırdadı.

 

“Ulaş ve Yağmur ölmedi, Aslı.” Cümlede geçen beş kelime ilk önce hissiz bakmamı sağladı. Omzumu kolundan kurtarıp ters ters yüzüne bakmaya devam ettim. Konuşmasına devam etmesi için sorgulayıcı bir şekilde tek kaşımı kaldırdım. Derin nefes aldı ve tek solukta her şeyi anlatmaya başladı.

 

“Onların ruhu benimle. Onları geri getireceğiz, buradan çıkınca.” Yüzüne bakmaya devam ederken benim bir tepki vermemi bekliyordu lakin ben hanüz verebilecek bir tepkimi yakalayamıyordum. Biraz yüzüne baktıktan sonra gözyaşlarımla ıslanmış dudağımın kenarı kıvrıldı.

 

Aynanın battığı elimi kaldırdım ve avcumun içindeki kırık cam parçalarını önemsemeden yüzüme götürdüm. Elimi yüzüme koydum. Ayna parçaları yüzüme batmaya başlarken ben ruh hastası gibi gülüyordum.

 

Başka biri benim yerimde olsa daha kötüsünü yapardı, bundan emindim. Kutay elimi tutup ona bakmamı sağladı. “Aslı ben ciddiyim.” İlk önce elimi tutan eline baktım. Bakışlarım yavaşça yüzüne tırmandı. Vakit kaybetmeden elimi elinden kurtardım.

 

Kutay’a inanıyor, güveniyordum. Nedeni bilmiyordum ama ona karşı beni iten bir his vardı. Ama bu söylediklerine inanamazdım. Bana Yağmur ve Ulaş’ın ölmediğini, ruhlarının onda olduğunu söylüyordu.

 

Kutay’ın beni izlediği aklıma gelince konuşmaya karar verdim.

 

“Tamam o zaman. Hadi geri getir, Yağmur ve Ulaş’ı.” Geri getirmesi için birkaç adım geri attım. Ellerimi belimde birleştirip çenemle boşluğu gösterdim. “Seni bekliyorum… Hadi yakın arkadaşlarımızı geri getir.” Kutay konuşmuyordu ve onun konuşmasını bekleyecek de değildim. Devam ettim.

 

“Hadi getirsene! Getir, Kutay! Hadi ruhları sendeydi ya getir!” Cevap vermek için ağzını açtığında daha fazla bu saçmalığa katlanmak istemediğim için susması için ensesine yapıştım. İki elimle kırmızı tişörtünün ensesinden kavrayıp kendime yaklaştırdım.

 

“Getirsene, Kutay...” Fısıltımla beraber ağlamaya devam ederken Kutay’ın da gözleri dolmuştu. Bu sefer onu ittirerek bağırdım.

 

“Bu yaptığın komik değil, Kutay! Seni anlamıyorum! Sen… Sen çok kötü birisin… Böyle bir durumda böyle davranman çok saçma, aptalca!” Kutay’ı fazla ittirmiş olacağım ki sırtı kapıya çarptı. Hemen ellerimi tişörtünden uzaklaştırdım. İlk ayna parçalarının battığı avuç içime baktım. Ötekilerine kıyasla büyük olan ayna parçasını alıp avcumdan hızlıca çıkardım. Fazla acıtmıştı…

 

Kutay’dan bir kaç adım daha uzaklaşınca sanki az önce bağıran ben değilmişim gibi sakince konuşmaya başladım. Bir yandan da gözlerimi ve yanaklarımdaki yaşları siliyordum.

 

“Senin dediğin şeyler sadece kitaplarda olur. Artık Yağmur ve Ulaş geri gelmeyecek...”

 

“Geri gelecekler. Dediğim gibi, Aslı. Onlar ölmedi… Bana hiç mi inanmıyorsun?” Sorusu karşılığında sadece gözlerine bakmakla yetindim. Cevabını almış olacakki asık suratıyla konuşmaya devam etti.

 

“Sana en baştan anlatacağım...” Öksürerek boğazını temizledikten sonra anlatmaya başladı.

 

“Ben Kazoske Krallığından geliyorum. Yani başka bir evren… Ben bir lanetli olarak tanınıyorum ve krallığım beni öldürmek istiyordu… Hepsi saçma bir mühür yüzünden,” Tişörtünün ensesini biraz çekiştirdi. Göğsünde garip bir desen vardı. Bir yıldız mı? Hayır, hayır… Bir Z harfi… Hayır… Ben tam anlayamamışken Kutay tişörtünü düzeltti ve anlatmaya devam etti.

 

“Yüz yılda bir, bir insanda olan mühür… Mühüre sahip olan kişinin gücü eğer kontrol altına alınmazsa krallığımızı veya bütün krallıkları yerlebir edebilen bir güç...” Ben kocaman açtığım gözlerle sadece onu dinliyordum. “Herneyse… Buralar biraz karışık meseleler. Ben asıl konuya döneyim.”

 

Eliyle artık mavi tutam olmayan altın sarısı saçlarını geriye itip, ellerini birbiriyle ovuşturdu. “Dediğim gibi ruhları bende ama burada kullanamam. Bunun için fazla güç harcamam, sınırı illaki aşmam gerekir. Ruhu geri bedenle birleştirmek sadece lanetlilerin yapabileceği bir büyü. Kullanmamla Kazoske kralı Hakan bana geçit açar ve bir daha kurtulamam… ” Gözlerini yere indirdi.

 

“Ama bana gücüm fısıldıyor… Diyorki ’Bir gün onları kurtaracaksın. Sadece bekle… Biraz sabır...’ Gücüme güveniyorum ve önümüze bir yol açılacak, Yağmur ve Ulaş’ı kurtaracağız.”

 

Ben affallamış bir şekilde hala Kutay’a bakıyordum. Anlattıkların yalan kırıntısı yoktu. Olsa anlardım. Aklımda tek bir soru vardı; Kutay’ın gücü mü var?

 

 

 

 

Kekelememeye çalışarak konuşmaya çalıştıma ama ne kadar becerdiğim tartışılır.

 

“Na... nasıl? Yani se... senin gücün mü va... var?” Ben konuşmasını beklerken o sol elini kaldırdı ve lavabonun yanındaki havlu kağıdı gözleriyle bakmamı gösterdi. Hemen havlu kağıda baktım. Havlu kağıt yavaşça yükseldi, tam önümde dudak hizzamda durdu. Titreyen ellerimle Kutay’ın gücüyle havada duran havlu kağıdı aldım. Kutay ciddiydi…

 

Onun gerçekten gücü vardı. Zar zor elimdeki havlu kağıttan gözlerimi çektim. Dolan gözlerimle Kutay’a bakarak o cümleyi kurdum.

 

“Senin güçlerin var.”

Bölüm : 12.01.2025 18:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...