

18. BÖLÜM
Aslı’dan
Birbirine yapışmış gözlerimi açarken zorlanmıştım. Temiz oksijeni içime çektim. Ağaç, çimen ve en önemlisi huzur kokuyordu. Özgürlük kokuyordu. En son bir aydan fazla gökyüzü göremeyen ben şuan bir ormanın içinde sonsuz gökyüzüyle bakışıyordum. Bu günleri de mi görecektim…
Bir dakika orman mı? Ne ormanı? Hemen güzeller güzeli yeşil çimenliklerden kafamı kaldırıp doğruldum. Gördüğüm farklı renk tonlardaki ağaçlardan başka bir şey yoktu. En son yaralanmıştım. Kutay yanımdaydı. Elim yaralanan göğsüme gitti.
Kırmızı tişörtümün yakasını çekip yaramı kantrol ettiğimde hiçbir izin olmadığını fark ettim. Bunu Kutay yapmıştı. Omzumu kıpırdatmamla oradaki yaramın hala yerinde durduğunu ve kurumuş yaranın açıldığını hissettim. Omzumda hissettiğim sıcak sıvıyı umursamadan ayağa kalktım. Yanımda kimsenin olmaması ve nerede olduğumu bilmemek garipti.
Kanayan omzumu tutarak yürümeye başladım. Başımın dönmesini umursamadım. Çok kan kaybetmekten olduğu için belime bağladığım beyaz hırkayı çırattım. Bir ay boyunca aynı şeyi giymek ister istemez insanın midesini bulandırıyordu.
İnce hırkayı omzuma sardıktan sonra bir ağlama sesi işittim. Kıpırdanmayı bırakıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Sesin geldiği yöne doğru yürürken omzumu tutmayı da ihmal etmiyordum. Haraket ettikçe yaranın daha zor kapanacağı ve bu sızının geçmeyeceğini biliyordum.
Sese iyice yaklaştığımda Barış’ı gördüm. Barış da beni fark ettiğinde hemen ayağa kalkıp üstüme atladı. Bana o kadar sıkı sarıldı ki omzumdaki yaranın açılabileceği kadar açıldığından emindim. Daha fazla bu yara açılamazdı çünkü açılması için bir omuz kalmamıştı.
Barış benden ayrıldığında arkadan gelen ayak sesleriyle hızlıca o tarafa baktım.
“Herkes tam mı?” Kutay, Eren ve Hamza yanımıza geldiklerinde olanları hala anlamış değildim. Omzumu tutarak Kutay’a yaklaştım.
“Burası neresi? İstanbul da mıyız?” Kutay kanayan omzuma baktığında kaşları çatıldı. Hemen kolumu çekip omzuma bakacaktı ki geri çekilerek onu durdurdum.
“Kutay biz neredeyiz?” Kutay gözlerini omzumdan ayırmadan konuştu.
“Burası benim geldiğim Dünya.” Kutay’ın söylediklerinden sonra kimseden çık çıkmamaya başladı. Barış’ın bile ağlaması durmuştu. Boğzımı temizlemek için yutkunacaktım ki kaç gündür su içmediğim için bu işlemi zor gerçekleştirebilmiştim.
“Sihirli bir evrende miyiz?”
“Evet.” diye cevap verdi Kutay. Gözlerimi sabit tutmaya çalışarak Eren’lere baktım. Aklıma gelen fikirle omzumun acısını unutarak hızlıca elimi çektim. Kısık bir sesle inledim ama bunu umursamadan Kutay’a aklımdaki o önemli soruyu sordum.
“Ulaş ve Yağmur’u geri getirebilirz dimi?” Yağmur’u, kerdeşimi, bu hayattaki tek sevdiğimi yanımda görmemeye daha fazla dayanamazdım. Kutay sonunda omzumdan gözlerini ayırıp yüzüme baktı.
“Getireceğiz ama önceliğimiz omzun.” Haklıydı. Başımla dediklerini onayladım. Kutay yanıma gelip omzumu açacakken bizi izleyen Hamza’lara döndü.
“Arkanızı dönün.” Hamza kaşlarını çatarak yanımıza geldi.
“Bize nerede olduğumuzu söylemedin. Ulaş ve Yağmur öldü. Onları nasıl getireceksin. Bir açıklamaya ihtiyacımız var.” Ardından Eren ve Barış’a döndü. Onlarda merak ettiklerini belli edercesine başlarını salladılar. Kutay’ın aklı hala kanayan omzumda olduğu için bu konuşmayı uzatmak istemiyordu. Elini omzumun yaralı yerini biraz altına indirerek yarayı incelerken Hamza’ya cevap verdi.
“Herşeyi anlatacağım. Şimdi müsade edin. Aslı çok kan kaybetmiş.” Hamza ikna olmuş bir şekilde arkasını döndüğünde Eren de dahil hepsi arkasına döndü. Kutay acıtmamaya çalışarak omzumu açarken yüzünü inceliyordum.
Yanakları çökmüştü. Gözleri ise partılsından hiç bir şey kaybetmemişti. Kokusu… O okyanusvari kokusu. Insanı huzurlu hissettiriyordu. Parmakları hafifçe tenime değdiğinde kendime engel olamadan yerimden bir adım geri gittim.
Kutay yüzüme baktıktan sonra omzuma odaklandu. Elini yarama değdirdiğinde canım o kadar çok yandı ki dişlerimi sıkmaktan kırılabileceğini düşündüm. Kutay’ın eline baktığımda toz renginde yeşil bir renk çıkıyordu. Bir kar tane gibi ama rengi yeşildi. Omzumun yanmasının sebebi iyileştiriyor olmasıydı.
Kutay’ın kemikli beyaz elini izlerken Kutay konuştu,
“Gözlerim çok mu güzel parlıyor?” Sırıtarak sorduğu soruyla şaşırmıştım lakin tepkimi belli etmemeye çalışarak cevap verdim.
“Her zaman ne düşündüğümü biliyor musun? Mahmerimim de kalmadı artık!” Diye çocuklaştığımda gülerek cevap verdi.
“Sadece beni düşündüğün zamanlar ne düşündüğünü biliyorum ve sen beni her saniye düşünüyorsun.” dediğinde gülmemi tutamadım. Onunda gülüşünü duyduğumda elini omzumdan çekmişti.
Omzuma baktığımda yaradan hiçbir iz kalmamıştı.
***
Sıra Ulaş ve Yağmur’u geri getirmekteydi. Nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama bir an önce Yağmur’u görmem lazımdı. Onun gevezeliğini bile özlemiştim.
Kutay Hamza’lara herşeyi anlattıktan sonra hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.
Daha az ağaç olan bir yer bulduğumuzda Kutay bizi bir yer de durdurdu. Kendisi bizden on iki adım uzaklaştı.
Sonra her şey çok hızlı gerçekleşti. Siyah bur duman etrafımızı sardı. Heryer simsiyah olduğunda saçlarım rüzgarın etkisiyle uçmaya başladı. Barış korkudan ağlarken Eren onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Yaklaşık yirmi dakika içinde rüzgar yavaşlamış siyah duman kaybolmaya başlamıştı. Duman gittiğinde havanın tam anlamıyla karardığını ve yıldızlartın kendini belli ettiğini gördük. Önümü zar zor göre göre Kutay’ın olduğu yere doğru yürümeye başladım.
Kutay iki elini yere koymuş nefes nefese kalmıştı. Ve o anda yerde yatan iki benden kalbimin yerinden çıkmasına neden olacaktı.
Yerde baygın bir şekilde yatan Ulaş ve Yağmur’un yanına eğildim. Ikisi de yaşıyordu. Eren’lerde yanıma geldiğinde Yağmur’a sarıldım. Beyaz tül bir elbisesi vardı. Bunlarla üşüyeceklerdi. Daha bağışıkları bu hava şartlarına uygun değildi. Şuan kar yağarsa şaşırmazdım. Hemen üstümü çıkartıp Yağmur’a giydirmeye başladım.
Omzu yırtık olan tişörtümü Yağmura giydirdikten sonra altına ne giydirebileceğimi düşündüm. Sadece beyaz bir atletle kalmıştım. Eşortmanımı çıkartamazdım.
Kutay da hırkasını çıkartıp Ulaş’a giydirdiğinde benim üstümü fark etti. Kaşları eş zamanda çatıldığında üstünü çıkartıp bana fırlattı. Bu kaba davranışı karşılığında sinirlensemde üşüdüğüm için sesimi çıkartmadım ve tişörtü giydim. Bütün okanusvari kokusu burnuma geldiğinde yüzümdeki tebbesümü sonradan fark ettim. Hemen kendime çeki düzen vererek ifademi topladım.
Eren ve Hamza hırkalarını çıkartıp Yağmur ve Ulaşın bellerine bağladılar. Bu yeterli değildi onlar için birşeyler bulmalıydık.
Kutay’a döndüm.
“Kıyafete ihtiyaçları var.” Kutay beni duymuş gibi durmuyordu. Kararmış havaya bakarken yine konuşmak için ağzımı açacaktım ki Kutay eliyle susmamı işaret etti. Onunla beraber havaya bakmaya başladım. Hiç bir göremeyeceğimi anladığımda başımı eğecektim lakin önümüze çıkan şey buna izin vermedi.
Önümüze çıkan altı yedi yaratıkla bakışıyorduk. Yüzleri olmayan, havada süzülen, uzun boylu, kemikli ellere sahip, siyah yırtık birşey geçirilmiş canavarlardı.
“Bi bu eksikti.” Diyen Kutay’a baktım. Kutay’ın uzattığı ellerinden beyaz ışık çıkmaya başlayınca ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyetteydim.
Kutay’ın dişlerinin arasından “Buradan uzaklaşın!” dediğini duyduğum an benim gibi şaşkın bir şekilde duran Eren’lere döndüm.
“Ulaş ve Yağmur’u da alıp uzaklaşın.” Dediklerimi ikiletmeden yaptıklarında Kutay’ın kızarmış yüzüne baktım. Yaratıklar hızla bize yaklaşırken elime onlara zarar vermek için bir şeyler aradım. Kutay, “Aslı. Buradan uzaklaş! Hemem!”
Onu burada yanlız bırakamazdım. Elime alacak bir şey bulamayınca ayağa kalktım. Gözlerimin kararmasıyla ayaklarım yerden kesildi. Hiçbir şey görmüyordum. İçimden birşeylerin beni bıraktığını hissediyordum. Sanki kalbim sökülüyordu. Hiç haraket edememin yanı sıra seste çıkaramıyordum.
Sert zemine düşmemle gözlerim aniden açıldı. Kutay eğilmiş bana bakarken gözlerimi kırpıştırdım.
“Bana ne oldu?” Kutay nefes nefese kalmış bir şekilde cevap verdi.
“Ruhkoparanlar geldi. Sana uzaklaşmanı söylemiştim. Az kalsın ölüyordun.” Yerimden doğruldum.
“Seni yanlız bırakacak değildim herhalde.” Kutay sırıtarak,
“Neden? Senin için önemli miyim?” Yüzümü buruşturarak ayağa kalktım.
“Konuyu saptırma. Kalacak bir yer bulmalıyız.” Kutay biraz etrafına baktıktan sonra,
“Buralarda tanıdığım bir yer var. Çok yakında. Gitmemiz iki dakikamızı almaz. Ama eskisi gibi sağlam mıdır bilmiyorum.”
“Tamam hadi Barış’ları da alıp gidelim.”
***
Geldiğimiz yer bir kulübeydi. Evin yarısı yuvarlak bir boşlukla açılmıştı. Diğer yarısı sapasağlamdı. Ulaş ve Yağmur hala baygındı. Burada birşey bulabileceğimizi sanmıyordum. Kutay konuşana kadar…
“Burası benim evimdi. En son ki karışıklıktan sonra son hali böyle demekki.” Hafif özlem dolu sesi içimi acıtmıştı. Anne ve babası yoktu. Bu kolay bir şey değildi. Kutay kimseyi beklemeden eve girdiğinde kucağında Ulaş ve Yağmur olan Hamza ve Eren de girdi.
Bende Barış’ın omzuna kolumu atıp ona güvence sağlayarak eve girdim.
Ev eski püsküydü. Yıllardır bakım görmemesine rağmen ayakta durması bile bir mucizeydi. Küf kokan evde gezinirken Eren ve Hamza gördükleri koltuklara Ulaş ve Yağmur’u bıraktılar.
Kutay elinde kyafetlerle geldiğinde hepimize birer tane dağıtmaya başladı. Bana siyah bir elbise vermişti. Annesinin olmalıydı ama ben elbise sevmezdim. Bunu Yağmur’a giydirmeyi düşünerek Kutay’a seslendim.
“Pantalon, tşört varsa verebilir misin?” Kutay başıyla onaylayıp elindeki siyah pantalon ve siyah tşörtü uzattı. Herşey siyahtı. Çocukların ellerindekiş kyafetle rde aynı şekilde siyahtı. Bunun nedenini merak etsem de şuan Kutay’ın bu zor anında kafasını dolduramazdım.
Hepimiz giyinmek için ayrılırken son kez Kutay’a baktım. Gözleri dolmuş bir şekilde etrafı inceliyordu. Onun bu haline alışık olmadığım için adımlarımı hızlandırıp yanından ayrıldım.
Tunç’tan kurtulmuştuk ama şimdi bu evrenden kurtulmamız gerekiyordu. Kutay bir lanetli olarak arananların arasındaydı. Ve biz normal insan olarak bu Dünya da istenmeyeceğimizi biliyorduk...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |