
19. BÖLÜM
Konaklayacak yer bulduğumuzda bir tane o da tuttuk. Ulaş ve Kutay birazcık buranın insanların paralarından almıştı. Odaya girdiğimizde yatakların sayısı bizi üzdü çünkü burada sadece 3 tane çift yatak vardı. Aslında buna bile şükretmeliydik. Yağmur hemen bir yatağın üstüne atladığında,
“Aslı ile ben burada yatarım.” Yağmur ve Ulaş uyandığında yola çıkıp buraya kadar yürümüştük. Buranın insanların da farklı birşeyler bulmaya çalışmıştım ama bir fark yoktu. Ellerinden çıkan renkler hariç. Burada bir şey çalmanın bedeli çok pahalıydı. Şuan bulunduğumuz Kazoske krallığında sert cezalar vardı. Kutay yol boyunca bize bura hakkında bilgiler vermişti. Bir eşya çalanın eli kesilirmiş. Birini durduk yere öldürdüğünde cezası idammış.
Kutay ve Ulaş aynı yatakta yatmaya karar verdiğinde tek Hamza, Eren ve Barış kalmıştı. Hamza Barış’la aynı yatakta yatmak yerine yerde yatmayı tercih etmişti. Hepimiz çok yorgun olduğumuz için bir an önce temizlenip yatmak istiyorduk.
İlk ben duş almaya girdim. İşimi uzatmadan çıktığımda yeni aldığımız kyafetleri giymeye başladım. Para çalmak doğru değildi ama ölmemek için bunu yapmalıydık. Içtiğimiz sıcak çorbanın üstüne duş bizi daha dinç yapacaktı.
Aldığım siyah dar pantalonun giyip üstüme dar siyah bir tişört giydim. Nerdeyse dizlerime kadar uzanan siyah kazağıda üstüme geçirdikten sonra lavabodan çıktım. Hiç kimseyle konuşmadan yatağın yanına gidip yorganın içine girdim.
***
“Şimdi ne yapacağız?”
“Ya krallık bizi öğrendiyse?”
“Zaten kral benim burada olduğumu biliyor.” Sesler üzerine gözlerimi açtım. Yağmur da dahil hepsi odamızda bir tane bulunan camın etrafında toplanmışlardı. Hemen üstümdeki battaniyeyi kenara itterek ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle temas ettiğinde ne kadar ürpersemde bunu umursamadan bizimkilerin yanına beş adımda varmış oldum.
“Neler oluyor?” Kutay’lar cevap vermeden Ulaş’ı ittirip camdan dışarıya baktım. Siyah arabalardan siyah takım elbiseli adamlar iniyordu. Buraya doğru gelen adamların bizim odaya gelme ihtimalleri çok yüksekti. Hemen aklımdaki fikirleri süzgeçten geçirip tartmaya başladım. Hızlıca buradan çıkarsak yakalanabilirdik ve kaçtığımız belli olurdu. Bu kadar fazla kişiyle gizli bir şekilde çıkmak ise ayrı bir dertti.
Burada bekleyerek bize gelmemelerini umabilirdik.
Burada hazır bir şekilde bekleyip tetikte olmamız gerekiyordu. Hemen benden bir kaç cümle bekleyen arkadaşlarıma döndüm.
“Gereken herşeyi toplayın. Kyafetleriniz sıkı olsun. Hzırlanmanızı fazla belli etmeyin ve yeni aldığımız,” Sonra cümlemi düzeltim. “Ve yeni çaldığımız silahları da yanınızdan ayırmayın.” Herkes sakin olmaya çalışarak eşyalarını (olmayan eşyaları) toplamak için dağıldı. Oda fazla büyük değildi lakin hepimiz rahatça sığmıştık.
Çorap ve ayakkabılarımı giyip ayakkabımın içine bir tane bıçak yerleştirdim. Ayağımda bir bıçak olmazsa kendimi güvensiz hissediyordum. Herşeyim tam gibi hissettiğimde arkamı dönecektimki kapının hızlıca açılmasıyla yönümü değiştirdim. İçeri dalan tahmin etmekte zorlanmadığım ve bizim için gelen adamlardı. En az on beş kişi olmalarının yanı sıra ellerindeki şok cihazları da gözümden kaçmamıştı. Bizi canlı istiyorlardı.
Hemen yanımda buz kesmiş bir şekilde duran Yağmur’un kolundan tutarak arkama çektim. Onu bir daha kaybetmeyi göze alamazdım. O benim herşiyimdi.
Karşımızda dikilen en öndeki adam konuştuğunda bile yanındaki adamlara bakıyordum.
“Zorlamadan bizimle gelin. Aksi takdirle bunu en iyi olduğumuz yöntemlerle yapacağız.” Eğer birinin esiri olacaksam bu da sonuna kadar mücadele ettikten sonra olmalıydı. Öylece teslim olamazdık. Sesim tok bir hale getirerek onlardan korkmadığımı belli ettim.
“En iyi olduğunuz yöntemleri çok merak ediyoruz. Buyrun. Uygulayın.” Ardından Ulaş kısık ama herkesin duyduğuna emin olduğum bir sesle bana seslendi.
“Ben merak etmiyorum.” Ulaş’a dönmeden, “Kapa çeneni.” dedikten sonra karşıdan bir hamle gelmesini bekledim.
Adam elindeki şok cihazını kaldırdığında yerimden hiç kımıldamadım. Elimdeki bıçağı sıktığımda bir adım öne çıktım. Adam silahın tetiğine basacağı süreyi hesaplayarak elimdeki bıçağı tam soluk boğazına doğru fırlattım. Hedef isabet ettiğin de bizimkilerde harakete geçmişti. Adamın boğazından bıçağımı çıkarttıktan sonra sağımdaki adamın boynuna kolumu dolayarak yere serdim. Bıçağımla boğazını kestikten sonra ayağa kalkacaktımki Yağmur’un üstüme düşmesiyle öldürdüğümün adamın üstüne düştüm. Kalmak için zaman kalmadan Yağmur’la benim koluma sarılan adamlar yakalandığımızın kanıtıydı.
İki kolum sertçe geriye çekildiğinde Kutay’ı yerde baygın gördüm. Adamlardan biri elindeki yeşil tozu ellerine sürüyordu. Bunun anlamını bilmiyordum.
Kollarımı kurtarmaya çalışsamda bu kurtulmam için yeterli olmuyordu. Elimdeki bıçağı almadan önce koluna saplamaya çalışsamda sıyırmıştı. Artık elimde hiç bir alet yoktu. Ayağa zorla kaldırıldıktan sonra bizimkilerle aynı anda merdivenlerden aşağıya indirilmeye başladık. Kutay’ı taşıyan adam pis pis bana bakarken kendime zor hakim oluyordum.
Ben yürümeyi bırakıp durduğumda beni tutan iki adamda durmak zorunda kaldı. Önümüzde ilerleyen adamlar da durduğunda bütün gözler üstüme geldi.
“Bizi nereye götürüyorsunuz?” Arkamdaki adamın sıcak nefesini saçlarımda hissettiğimde konuşmaya başladı.
“Gittiğimizde görürsünüz.”
Barış’ın hıçkırıkları fazlalaşınca ve Yağmur’un debelenmesi de aynı şekilde artınca Hamza’ya baktım. O ise benden bir haraket bekliyor gibiydi. Kolumu fazla sıkmadıklarını düşünerek kafamı çevirdim. Yeşil gözlü adam oldukça yakışıklıydı.
Koyu yeşil gözleri ormanı andırırken kumral dalgalı saçları anlına dökülmüştü. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan bir süre baktım. Kaşlarımı çatmamaya çalıştım ve yüzümü buruşturmamak için ayrı bir çaba sarf ettim. Ormanı andıran gözlerini gözlerimden çekmediğinde hafifçe tebessüm etmeye çalıştım. Yüzünde hafif bir kıpırdanma olduğu an elinden kurtulup yumruğumu o güzel yüzüne geçirdim. Soylu birine benziyordu lakin bir krallığa ait olduğundan şüphe duyuyordum. Çünkü öbür adamlar daha çok kaçık gibiydiler.
Yeşil gözlü adam burnunu tutarak geriye çekildiğinde diğer kolumu tutan adamın elindeki silahı alıp kalbinden vurdum. Silahla Yağmur’u tutan adamın kafasına da sıktıktan sonra bir el ağzımı kapattı.
Gözüme doğru gelen kırmızı ışık bütün vicudumu uyuşturdu. Kendime engel olamadan elimdeki silahı düşürdüm. Yüzüne vurduğum adam beni kaldırdığında ayaklarım artık yerle temas etmiyordu.
“Bu kız işimize yarayacaktır, efendim.” Yüzüme değen elle son duyduğum ses ile beraber gözlerimi kapadım.
“Biliyorum.”
***
Boş duvarla bakışırken Barış’ın ağlamasının bitmesi için dua ediyordum. Ayılalı en az iki saat olmuştu ve durmadan ağlamaya devam ediyordu.
Gözlerimizi açtığımızda ikişerli odalardaydık. Bunlar odaya pek benzemiyordu. Daha çok hapisane gibiydi. Duvarlar aralıklı demir çubuklardan oluşuyordu. Ben tek başınaydım. Yanlarımdaki yerlerde bizimkiler vardı.
Adım seslerini duyduğumda ayağa kalktım. Siyah yerden elindeki meşaleyle gelen o koyu yeşil gözlerle karşılaştım. Bana doğru yaklaştıkça üstündeki takımı incelemeye başladım. Büyük kürk onu yenilmez gibi gösteriyordu. İçindeki kalın zırh kaslarını ortaya çıkarıyordu. Daha çok soylu birine benzese de arkasındaki adamlar bu fikri şüpheye düşürüyordu.
Hepsi karşımıza dizildiğinde karşımdaki yeşil gözlü adam konuşmaya başladı.
“Kimsiniz?” Kimseden çıt çıkmıyordu. Hepsi yine işi bana bırakmıştı. Biz burada öldürülmek istenen kişilerdik. Aramızdan biri lanetli diğerlerimiz bu dünyaya ait olmayan normal insanlardık lakin bu bunun altından kalkamayacağımızın anlamına gelmiyordu.
“Bu sizi ilgilendirmez. Bizi buradan çıkarın.”
“Hmmm. Sizi kolay kolay bırakacağımı düşünmüyorum...”
Elindeki meşaleyi yanındaki adama verip hançerini elinde sallaya sallaya tam bir el uzaklığımda durdu. Elindeki hamçeri çeneme deydirirken,
“Özellikle de seni güzellik.” Küçük bir haraketle boğazımı kesebilecekken bunu yapmadı ve hançerini indirdi.
“Rahat bırak lan Aslı’yı! Ne işin varsa gel benle hallet.” Adam yandan Kutay’a baktı ama hiç oralı olmadı.
“Ne istiyorsunuz?” Kutay’ın aksine sesim oldukça sakin çıkmıştı.
“Para,altın,elmas… İşte aklına ne gelirse.” Yağmur’un kısık bir sesle “Bizim paramız yokki.” dediğini duysamda en kolay çözümü kullanmayı tercih ettim.
“Pekala bize iki gün verin.” Adam hemen kabul etmeme şaşırmış olacakki bir süre cevap vermek yerin avaz avaz yüzüme baktı.
“Nasıl inanacağız?”
“O kadarınıda siz düşünün bi zahmet.” Ulaş’ın sesiyle hepimiz ona döndük. Omuz silkip,
“Ne bakıyorsunuz? Yalan mı? Gayet mantıklı konuştum bence?” Yağmur’a yandan bir bakış attığımda çatık kaşlarla Ulaş’a bakıyordu. Daha fazla uzatmadan yerime oturmaya gittim.
“Keyfiniz bilir. Zaten yorgunum. Ne yapıyorsanız yapın. Umrumda değil. ” Umrumdaydı. Hiç bir zaman gerçekleri söyleyen biri olmamıştım.
“Pekala… iki gün sonra sizi aldığımız yerde olacağız. Eğer gelmezseniz her türlü sizi buluruz ve sonraki günlerin yaşayacağınızın sözünü veremem.” Kısacası gelmezsek bizi öldüreceklerini söylüyorlardı. Bundan korkcağımızı düşünüyorlardı. Zaten her gün ölüm ile karşı karşınaydık. Artık korkmuyorduk. Artık daha güçlüydük. Artık eskisi gibi değildik. Artık Barış bile gerektiğinde bıçak kullanıyordu. Artık Yağmur içindeki o korkak kızı bir kenara itmişti ve cesaretli tarafıyla oynuyordu. Artık Ulaş işin ciddiyetin farkındaydı. Artık Eren bizi korumak için canını verecek raddeye gelmişti. Arık Hamza da bizden biriydi. Artık Kutay da acımasızdı. Bu son yaşadıklarımız bizi değiştirmişti. Ve değiştirmeye devam ediyordu… hiç birimiz eskisi gibi olamayacaktık. Bunu kabullenmiştik…
Sıradaki hedefimiz elimizden geldiğince buradan uzaklara gitmekti...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |