21. Bölüm

21.BÖLÜM

caylakokuryt
caylakokuryt

21.BÖLÜM

 

 

Kimseden ses çıkmıyordu. Kutay’ın denizi andıran parlak gözlerine bakarken ne cevap vereceğimi düşünüyordum.

 

“Biraz erteleyemez miyiz?” Kutay’dan gözlerimi ayırmadım. Hayal kırıklığını çok net bir şekilde görüyordum. Gözlerini benden ayırarak derin bir nefes aldı.

 

“Haklısın.” Onu kırmak istemiyordum ama bunun için çok erkendi. Evet, gücünü kontrol altına almak içindi herşey. Herşeyi değiştiricekti. Iki seçenek vardı. Ya çok yakınlaşacaktık. Ya da bir o kadar uzaklaşacaktık. Onunla aramın kötü olması en son istediğim şeyler arasından bile değildi. Daha fazla bu kadar sessizliğe dayanamayacağım için ayağa kalktım.

 

“Ben biraz hava alacağım.” Kulübeden çıkıp ormana doğru yürümeye başladım. Çok fazla uzaklaşmadan durdum. Kulağıma gelen su sesiyle ne kadar susadığım aklıma geldi. Sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Çok yürümeden küçük bir gölle karşılaştım.

 

Gölün kenarına oturup pantolunumun paçalarını dizime kadar çektim. Avucuma aldığım suyu içtikten sonra küçük balıkların yüzdüğü göle ayaklarımı batırdım. Ayaklarımı gelişi güzel suyun içinde sallarken ne yapacağımızı düşünüyordum. Bu kadar kişi nasıl bilmediğimiz bir yerde hayatta kalacaktık ve daha nasıl eve döneceğimizi bile bilmiyorduk. Ellerimi arkaya doğru koyup toprağı ezmesine izin verdim.

 

Arkamdan gelen çimen hışırtısıyla başımı çevirdim. Yağmur bir bana bir de ayağımı soktuğum göle bakıp yanıma oturdu. Benim gibi paçalarını sıvayıp ayaklarını suya daldırdı.

 

“Nasılsın?”

 

“İyiyim, Yağmur. Sen nasılsın?”

 

 

“Bende iyiyim.” İkimizde iyi değildik. Bir süre sessizce kuşların tatlı melodisini dinledik. Konuşmak için nefes alan Yağmur’u engellleyen ses Barış’ın sesiydi.

 

“Koşun! Koşun! Kutay bir çıkış yolu buldu!” Yağmur’la anlık bakıştıktan sonra hemen ayağa kalkıp çaldığımız paralarla aldığımız çorap ve ayakkabılarımızı giymeye başladık. Barış’ın peşinden koşarak kulübeye vardık.

 

Açık kapıdan içeri girdiğimizde bıraktığım yerde duran Kutay’lara döndüm. Hepsi yerde bağdaş kurmuş, yuvarlak bir şekilde oturuyorlardı. Sık nefeslerimin arasında Kutay’ın başında dikildim. Nefes nefese sordum.

 

 

“Anlat ne buldun.” Kutay yanındaki içilmiş su şişesini uzatıp,

 

“Biraz soluklan, Aslı.” Elindeki su şişesini aldım. İçilmişti ve ben ailemde dahil kimsenin ağzının değdiği birşeyden herhangi bir şey yiyip içmezdim.

 

 

 

Koşmaktan susasam da içmeden Kutay’a uzattım. Bir yandan kuruyan dudaklarımı ıstalıyordum.

 

“Neden içmiyorsun? Susamış gibisin?” Hamza hemen atıldı.

 

“Gibisi az kalır. Şunun haline bak. Susuzluktan ölecek Gibi. Ruh gibi olmuş.” Oysaki daha yeni gölden su içmiştim. Bunu Hamza’ya anlatma zahmetinde bulunmadım. Yağmur benim yerime Kutay’ın sorusunu cevapladı.

 

“O kimsenin kullandığı bir şeyi ağzına sürmez.” Ben duyamıyacakmışım gibi elini ağzına götürüp Kutay’a doğru eğildi.

 

“Bu tarz şeylerde fazla titizdir.” Kutay’ın sarı kaşları şaşkınlıkla havaya kalkınca bana döndü. Neye bu kadar şaşırdığının anlamamıştım. Eren,

 

“Sen böyleysen nasıl öpüştüğünü tahmin dahi edemiyorum.” Yüzümü buruşturarak ona baktım.

 

“O konularla işim olmaz. Boşa harcıyacak zamanım yok.” Ulaş’ın hayret etmiş gibi çıkan sesi odayı doldurdu.

 

“Nasıl yani? Hiç sevgilin olmadı mı?” Sıkkın bir tavırla,

 

“Gerçekten bazen beni nerenden dinlediğini merak ediyorum.”

 

“Yani Aslı güzel kızsın. Ondan bu kadar şaşırdılar.” Hamza’ya baktığımda çapkınca kalın siyah kaşlarını havaya kaldırarak, “İlkin olabilirim.” diye göz kırptı.

 

“Konuyu saptırma.” Kutay’ın normalden fazla çıkan sesi hepimizin ona dönmesine neden oldu. Gerginlik bütün odayı kaplamışken nefes almak için pencereye doğru yürüdüm. Yırtık perdeyi açarak penceri açmaya çalıştım. Evet çalıştım. Çünkü pencere açılmıyordu. Herkes beni izlerken bu daha fazla beni streslendiriyordu. Genelde bu kadar kasmazdım ama son zamanlar dediğim gibi çok değişmiştim. Neyseki bunun farkındaydım. Farkında olmayanların işi daha zordu.

 

Pencere açılmayınca arkamdan gelen ayak seslerini duydum. Yavaş yavaş burnuma dolan o okyanusvari koku gelince daha fazla kendime engel olamadan yumruğumu pencereye geçirdim. Tek yumrukla param parça olan pencereyle bakışırken kanayan elimi üstüme sildim.

 

“Sanki bi tık sinirlendi.” Ulaş’ın sinir bozucu sesi beni daha fazla sinirlendirince Ulaş’a baktım.

 

“Tamam abla birşey demedim. Öldürcekmiş gibi bakıp durma ya.” Ne zaman bu davranışlarını bırakacak bilmiyordum. Galiba onu böyle kabul etmenin zamanı geldi de geçiyordu. Elimi tutan sıcak ellerin sahibi.

 

“Aslı. İyi misin?” Barış kanayan elimi gördükçe ağlamaya başladığında sağlam elimle yüzümü ovuşturdum. Burada kafayı yememek elde değildi. Hangi biriyle uğraşacağımı bilmiyordum. Yağmur elindeki bezle yanıma geldiğinde Kutay yerdeki camları topluyordu. Eren de ona yardım etmeye geldiğinde umursamazca oturan Ulaş ve Hamza kıçını kaldırmaya tenezzül bile etmedi.

 

 

***

 

 

 

 

Hepimiz Kutay’ın anlattıklarına fazla odaklanmıştık.

 

“Teyzem en son Borkonsya Krallığında bir hizmetçiydi. Eğer hala oradaysa ondan yardım alabiliriz. Ayrıyetten de Borkonsya da en büyük kütüphane mevcüt. Belki bize bir yararı olur. Biz şuan Kazoske’deyiz.” Yere kazıdığı haritayı taşla işaret etti. En uzak krallık Borkosnya’ydı. Nathan, Sasuxse ve diğer krallıklar daha yakındı. İşler gittikçe zorlaşıyordu. Yağmur eliyle Borkonsya yazan yeri işaret ederek,

 

“Yani gitmemiz gereken yer burası.” Kutay başıyla onayladığında Eren Kutay’a bir soru sordu.

 

“Oraya nasıl gideceğiz? Kaç saat veya gün sürer?”

 

“Saatler ve günler değilde haftalar sürebilir. Yolumuzda çıkacak tehlikeleri de sayarsak en az bir haftalık yolumuz var.” Hamza,

 

“Kutay senin güçlerin yok mu oğlum? Bizi direkt oraya ışınla gitsin. ” Kutay sarı saçlarını eliyle gözünden çekerek,

 

“Güçlerimin de bir sınırı var. Kimsenin birini bir yere ışınladığını görmedim.” Ulaş her zamanki gibi mızmızlanarak,

 

“Denesen olmaz mı?” Barış Ulaş’a cevap verdi.

 

“Olmaz diyor ya neresini anlamıyorsun?” Barış’ın bu çıkışı hepimizi şaşkına çevirmişti. Barış genel utangaç ve özgüvensizdi. Ulaş’a cevap vermesi açıkcası hoşuma gitmişti. Artık kendini koruyabilecek kadar güçlenmişti. Acı yollarla olmuştu. Hiçbirimiz o kırk günümüzü telafi edemezdi. Orada yaşadıklarımız hepimizi yıpratmıştı. Ama iyi yanları da vardı. Artık Barış kendi kendine ayakalarının üstünde durabiliyordu. Ulaş da bizim gibi şaşırmıştı.

 

“Sen ağlamaktan başka birşey biliyor muydun? Şahsen çok şaşırdım. Konuştuğundan bile şüphelerim vardi. Hem sen ne ar-” Ulaş daha fazla devam ettirmeden susturdum.

 

“Kes sesini artık! Kutay zaten elinden geldiği kadar herşeyi yapmaya çalışıyor sende yardım et. O güzel mabadını kaldır ve bir işe yara.” Ulaş benim sözlerim üzerüne yüzü beş karış asılmıştı bunu fark eden Yağmur hemen savunmaya geçti.

 

 

“Hep Ulaş’ın üstüne gidiyorsun.” Elimle kendimi göstererek kaşlarımı çattım.

 

“Ben mi?” Yağmur başıyla onayladı.

 

“Evet, sen.”

 

“Ben hakedene konuşurum Yağmur. Bunu en çok senin bilmen gerekiyor.” Yağmur gözlerini devirerek Ulaş’ın yanına oturdu. Bunu gören Ulaş fırsatını kaçırmadan kolunu Yağmur’un omzuna atıp kendisine yaklaştırdı. Bu aşk kuşlarını umursamadan Kutay’a döndüm.

 

“Bugün yola çıkalım. Uzun yol. Ne kadar erken davranırsak o kadar iyi.”

 

 

 

“Haklısın. Merkeze inelim güzelce hazırlanıp, doyduktan sonra yola çıkalım.”

 

 

 

***

 

 

Hepimiz mağaza rahat ve bizi sıkı tutacak şeyler bulmuştuk. Ellerimiz de kıyafetlerle kabinde sıra bekliyorduk. İlk önce Eren girmişti ve bu küçük mağzada sadece bir tane kabin vardı. Paramız olmadığı için yine para çalmak durumunda kalmıştık.

 

Eren kabinden çıktığında baştan aşağı onu süzdüm.

 

Gri bir Sweatshirt ve altında bol bir gri eşofman vardı. Normal birinde komik gibi gözükecek olan şeyler Eren’e farklı bir hava katmıştı. Kahverengi gözleri ve saçları ışıldarken hafif çıkan sakallarını kaşıdı. Kavruk teniyle beraber mükkemmel duran takımı üstünde gayet güzel duruyordu.

 

 

“Beyler yola çıkmadan bir traş olsak iyi olur.” Hepsinin sakalları çıkmaya başlamıştı.

 

Bir beş dakika sonra Barış kabinden çıktı.

 

Mavi gözleri ve dalgalı kahverengi saçlarına yakışıcak şekilde giyinmişti. Barış’ın tarzını gerçekten beğeniyordum. Üstünde siyah beyaz çizgili uzun kollu tişört vardı. Altında ise siyah bir kotpantolon. Koluna astığı hırka ise ona ayrı bir hava katıyordu. Sıra Ulaş’taydı ama sırasını Yağmur’a vermeyi tercih etti.

 

Yağmur da çıktığında hiç şaşırmamıştım.

 

Renk seven biri olduğu için mavi bir pantolon ve rengarenk bir kazak giymişti. Benim aksime Yağmur’a renkli şeyler yakışıyordu. Zayıf vicudu içinde kaybolurken bende dursa bütün kilom belli olurdu. Ben Yağmur’un aksine balık etliydim. Küçüklüğümden beri sporla ilgilenmem de bunun bir parçasıydı. Yağmur bir yandan dalgalı kahverengi saçlarını atkuyruğu yaparken yanıma oturdu.

 

Ulaş yeşil bir kapşonlu ve altına siyah bır pantolon giymişti. Mavi gözlerini ortaya çıkaran kombini güzel duruyordu. Şimdi fark ettiğim ayrıntı ise diğerlerindense Ulaş’ın daha fazla sakalı çıkmasıydı.

 

Hamza siyahlara bürünmüştü. Saçlarının rengine fazlasıyla uyan siyah takımı ona çok yakışmıştı.

 

Ben de kabine girerek seçtiğim şeyleri üstüme geçirdim.

 

Siyah taytımın üstüne dar bir tane tişört geçirdim. Yine siyah kazağımıda üstüme giydiğimde diz kapağıma kadar uzandığına da dikkat ettim. Beni tanıyan çoğu kişi fark etmiş olmalı ki genel kapalı şeyler giyinmeyi tercih ederdim. Kısa şeyler giymek hiçbir zaman hoşuma gitmemişti. Kısa giyenlerinde nasıl rahat ettiklerini anlayamıyordum. Ben güzelliktense rahatına düşkün biriydim. Hiçbir zaman yüzüme tonlarca makyaj yaptığımı hatırlayamazdım. Belki biraz kapatıcı sürerdim. O da geceye kadar öğrenciklerime ders verdiğim için yorgunluktan çıkan morarıkları kapatmak içindidi.

 

Siyah saçlarımı sıkı bir topuz yapıp kabinden çıktım.

 

 

Son olçarak Kutay da çıktı. Üstüne giydiği siyah kapşönlü denizi anımsatan mavi gözlerini öne çıkarmıştı. O da benim gibi siyahlar içine girmişti. Sarı saçları artık ensesine gelirken sakalları da çıkmıştı. Yakışıklıydı. Fazlasıyla göz alıcı bir görünümü vardı. Kolayca kızları tuzağa düşürecek dış görünüşü beni olup olmadık kıskanma güdülerimi harakete geçiriyordu. Kutay’ın gülerek yüzüme baktığını gördüğümde aklımdan geçenleri anladığını anladım. Küçük bir küfür savurup bakışlarımı üstünden çektim.

 

Hep buna yakalanmaktan bıkmıştım. Acaba onunla evlensem bu özelliğini kaybeder miydi? Hem bende rahat rahat düşünebilirdim. Saçma sapan düşüncelerden beni kurtaran Hamza’ın sesi oldu.

 

“Hadi. Vakit önemli demiyor muydunuz? Yola koyulalım.”

 

Aldıklarımızın parasını ödeyerek mağazadan çıktık. Yola çıkmadan kuaföre gidecektik. Erkekler mızmızlanmaya başlamadın şu işi halletmemiz gerekiyordu.

 

Uzun bir yolculuk… Yağmur elimi tutarak beni çekiştirmeye başladı.

 

“Bekleyin bizi! Biz geliyoruz! İstenmeyen Maviler geliyor!” Zıplayarak koşmaya başlamıştı. İsteyenmeyen Maviler mi? İstenmiyorduk… Bunun sorumlusu ise mavi gözlü olmamızdı. Ve şimdi farklı bir evrendeydik. Burada da istenmiyorduk.

 

Istenmeyen Maviler… Galiba bu bizdik...

Bölüm : 30.07.2025 19:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...