
Sezen Aksu - Hasret
Xece Herdem - Tu li kuyi
❀❀❀
Dudaklarımız birleştikçe ayrılık, gecenin zifiri gibi çöküyordu üzerimize; iki dudağın arasındaki sessiz bir ağıt, kimsesiz bir ölüm gibi...
❀❀❀
Dudakları, dudaklarımın arasında sadece birkaç saniye durmuştu, birkaç saniye. Ama bu bir ömür yeterdi bana. Onu ilk öpen bendim, ilk çekilen ise o'ydu. Geri çekilip gözlerime birkaç dakika öylece baktı. Onun da kalbi benim kalbim gibi özlem ve heyecanla atıyor muydu acaba? Bunu ona sormak isterdim ama az önce yaptığım şey zaten yeterince cesaret gerektiriyorken bunu sorarak hata etmiş olurdum."Bunu bir daha sakın yapma." Dedi sakinliğini korumaya çalışarak.
"Bunu yapmam bile seni kızdırıyorsa neden ısrarla benimle evlenmek istiyorsun?" Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun, bir anda çıkıp benimle evlenmek istemesini anlayamıyordum. Üstelik az öncesinde konuştuğumuz konuyu kapatmak için aniden öpmüştüm onu. Peki öpmek istemediği bir kadınla neden evlenmek istiyordu buna anlam veremiyordum. "Daha öncesinde de söyledim, ne olursa olsun babanın seni bir mal niyetine başkasının önüne atmasına izin veremezdim."
"Ama sana yaşattıklarım kolay şeyler değildi. Buna rağmen benimle evlenmek istediğini söyledin. İsteseydin benimle evlenmeden de bana yardımcı olurdun." Bunu yapabilirdi, o Agâh Demirkan'dı. Eskiden üstünlüğünü kullanmayı sevmeyen ama şimdi üstünlüğünü kullanan o adamdı. İsteseydi babama açıklama bile yapmadan beni Milan konağından kolumdan tutarak çıkarabilirdi. Ama o bunu yapmamış, aksine babamın karşısına geçip benimle evlenmek istediğini söylemişti. "Kız kardeşim Bahoz İzol ile evliyken bunu yapamazdım. Havin bir İzol gelini, eğer o gün seni çekip alsaydım sebepsiz, kız kardeşimin sonunu getirmiş olacaktım."
"Kız kardeşinin sonunu getirenlerin, sonunu getiremez miydin?" Diye sordum soğuk bir ses tonuyla. "Sevdiğin biri elinden kayıp gitmişken, kaç kişinin sonunu getirirsen getir hiçbir son senin acının üzerine su serpmez." Haklıydı, yüreğine düşen acının sonu başklarına yaralar bırakmakla da geçmezdi zaten. Yara hep taze kalırdı, bazen ise kabuk bağlardı. Agâh benim kabuk bağlayamayan yaramdı. "Abim Havin'e zarar vermez."
"Abin güveneceğim bir insan değil." Oysa abim bir zamanlar onun sıradaşıydı, en yakınıydı. "Konuyu niye başka yerlere çektin yine?" Diye sordu sertçe. "Konuyu başka yerlere çekmiyorum." Bu dediğime kendim bile inanmamıştım. Evet sorduklarım sorular aklımı kurcalayan sorulardı ama onu öpmüştüm ve kendimce bir savunmam olmadığı için konuyu değiştirmeye çalışıyordum. Onu susturmak için öptüğümü söyleyemezdim. Sahi onu susturmak için mi öpmüştüm yoksa, dudaklarımdaki özlemi geçirmek için mi? "Konuyu değiştiriyorsun. Neden bunu yaptın? Bu kadar düştün mü? Kocanı daha yeni kaybetmedin mi? Öyleyse az önce yaptığın neydi?"
Omuzlarımı pes edercisine indirdim. Ona bütün gerçekleri belki bugün söyleyemiyordum ama bir gün er ya da geç söyleyecektim ve o gün gelene kadar Semih'i sevdiğimi düşünmesini istemiyordum. Çünkü sürekli bunu benim yüzüme vurması midemi bulandırıyordu. "Semih'i sevmeyi bırakalı çok oldu." Dedim kendimden emin bir şekilde. Hakkımda şuan ne tür şeyler düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Bana bakınca midesinin bulandığına da emindim. Ben olsam ben de kendimden iğrenirdim. Ama yine de kendime tam şuan da bir söz verdim.
Belki dilediğim kadar güçlü duramayacaktım ama bana bütün acıları yaşatan insan şimdi toprağın altındaydı. Artık bedenim özgürdü, öyleyse ruhumu niye özgür bırakmak için çabalamıyordum ki? Sevdiğim adam olmasa da mutlu olmayı öğrenmeliydim, bunun için de ne kadar yalan söylemem gerekirse gereksin yine de yalan söylemeyi bırakmayacaktım. Kızımla mutlu olma pahasına her şeyi yapabilme imkanım varken ben sadece gözlerime yazık ediyordum. Belki hemen güçlü biri olarak tutunamayacaktım hayata ama bir yerden tutunmaya başlayacaktım işte.
"Bak her ne kadar bunu zorunlu bir evlilik olarak görsen de bu bir ömür böyle sürmez ki. Ben Semih'i unutalı çok oldu." Sözlerime devam edecekken eliyle susmamı işaret etti. "Sus, biraz daha saçmalarsan olduğundan şüphe ettiğim o kalbini çok pis kıracağım. Nasıl bu kadar çirkinleşebildiğini hiç anlayamayacağım ama sus."
Gülümsedim. "Öyleyse seni arabada bekliyorum. Umarım sende beni haklı çıkarmak için çabalamayı bu saatten sonra bırakırsın." Onu arkamda bırakıp arabaya doğru yürürken pişmanlıklarımın beni ele geçirmesine izin vermeden adımlarımı hızlandırıp arabaya binmiştim. Nasıl olsa bir gün bütün gerçekleri öğrenecekti ve ben onu yine ardımda bırakacaktım ama o gün geldiğinde ruhum da özgür kalacaktı.
❀❀❀
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama konağa vardığımızı aniden duran arabayla anlamıştım. Üzerimde hâlâ Agâh'ın bana verdiği deri ceket vardı. Kokusu o kadar güzeldi ki uçurumda yaşanan olaylara rağmen huzurla uyuyabilmiştim. Agâh yüzüme bile bakmıyor, başını koltuğuna yaslamış bir şekilde inmemi bekliyordu. Bu hâli kısa süren bir tebessüm etmeme neden olmuştu. Sonrasında ceketinin hâlâ üzerimde olduğunu bile bile ceketi ona hatırlatmadan arabanın kapısını açtım. O kendine yeni bir ceket alabilirdi ama ben onun kokusunu başkalarında bulamazdım.
Kokusunu başkalarında da aramazdım zaten. Arabadan ineceğim esnada sesi kulaklarıma doldu. "Ceketi unuttun." Dedi sadece. O ana kadar üşüdüğümü hiç hissetmemiştim ama sesini duyduktan sonra üzerimdeki cekete, arabada çalışan klimaya rağmen iliklerime kadar üşüdüğümü hissettim. İsteksizce ceketi çıkarıp oturduğum yere bırakıp arabadan indim. Arabanın kapısını kapatmadan önce son kez ona dönüp, "Herşey için teşekkürler." Dedikten sonra arabanın kapısını kapatıp Milan konağının açık olan kapısından içeriye doğru yürüdüm. Ardımdan konağın kapıları kapandığında ve duyduğum araba sesiyle gittiğini anlamıştım.
"Hoşgeldin hanımım." Beste'ye içtenlikle gülümsedim. "Hoşbuldum Beste, Evîn nerede? Dilan'ın yanında mı?" Beste başını iki yana doğru salladı. "Hayır hanımım Dilan bugün izinli. Küçük hanımla Azad Ağam ilgilendi bugün." Anladım dermişcesine başımı salladım. "Beste ben terasa çıkacağım. Rica etsem benim için terasa bir bardak çay getirir misin?" Beste başıyla beni onayladı. "Ne demek hanımım siz geçin ben hemen çayı doldurup getiriyorum."
"Beste benim çayım bol demli olsun." Azad'ın sesini duyduğumda sesin geldiği tarafa doğru döndüm. Elinden tuttuğu kızımla bize doğru yürüyordu. Dizlerimin üzerine çöküp kollarımı iki yana doğru açtığımda Azad Evîn'in elini bıraktı. Evîn ise hızlı adımlarla bana doğru yürüyüp kollarını boynuma doladı. "Kızım, özledin mi anneyi?" Birkaç kıkırtıdan başka ses yoktu. Kendini ifade edebilmek için yanağıma bir öpücük kondurdu. Konuşamadığı için kendini hareketlerle ifade ediyordu. Her ne kadar düğün işi biter bitmez kızımı doktora götüreceğimi söylesem de o zamana kadar beklememin yanlış olduğunun farkına varmıştım.
"Azad Ağam başka isteğiniz yoksa ben çaylarınızı doldurmaya gideyim?" Diye soran Beste'ye, "Elzem acıkmıştır şimdi, çayın yanında atıştırmalık birşeyler getir." Beste Azad'ı başıyla onaylayıp yanımızdan ayrıldığında Evîn'i kucağıma alıp ayağa kalktım. "O şerefsiz yine canını mı sıktı? Moralin bozuk gibi görünüyor." Kaşlarımı çattım. "İkinizin de bir ismi var değil mi yani? Birbirinize isimlerinizle hitap etmek varken neden birbirinize küfür ederek hitap ediyorsanız artık anlayamıyorum." Azad bana bakıp gözlerini devirdikten sonra terasa doğru yürümeye başladı. "Demek arkamdan küfür ediyor ha? Ne diyor benim hakkımda Allah bilir." Terastaki sandalyelerden birine oturduğu esnada duraksadı. "Bir de sen bilirsin." Dediğinde güldüm.
"Bir kız arkadaşın olduğunu biliyor artık." Azad'ın karşısına geçip oturdum. "Ne söyledin sen? Sakın ona ben ve Zozan'dan bahsettiğini söyleme. Zozan beni keser." Kıkırdadım, Agâh'ın gazabından korkmuyordu ama Zozan'ın gazabından korkuyordu. Bir bakımdan haklıydı da Agâh direkt alırdı canını, Zozan öldürmeye kıyamaz ama süründürür, öldürmekten beter ederdi. "Hayır tabii ki de o kadar yürek yemedim. Sadece bir kız arkadaşın olduğunu söylemiş bulundum."
"Anladım. Peki neredeydiniz bu saate kadar?" Derin bir nefes alıp verdim. "Mahir ortada bilinmeyen bazı gerçeklerin olduğunun farkına varmış. Bugün hastanede gelip benimle bizzat kendisi konuştu." Sözlerime devam edeceğim esnada Beste elinde bir tepsiyle yanımıza geldi. Önce çaylarımızı, sonrasında benim için hazırladığı atıştırmalıkları sehpanın üzerine koyduktan sonra Azad'a döndü. "Başka bir isteğin var mı ağam?"
"Yok Beste gidebilirsin." Beste başıyla Azad'ı onayladıktan sonra arkasını dönüp gitmişti. Azad bunu fırsat bilip bakışlarını bana döndürdü. "Ona gerçekleri anlattın mi?" Dediğinde yutkundum. "Hayır, ama konu bu da değil. Telefonumun şarjı bitmişti ama ben bugün hiç telefon kullanmamıştım. Bunu yine de üstelemedim ta ki Agâh'ın ben ve Mahir'in konuşmalarını dinlediğini öğrendiğim zamana kadar. Benim telefonumdan konuşmalarımızı dinleyip ortada bazı sırların olduğunun farkına vardı." Devam edip ona olayları olduğu gibi anlatmaya başlamıştım. Tabi ki Agâh'ı öptüğüm kısmı es geçmiştim, bunu bilmesine gerek yoktu.
"Bak biliyorum gerçekleri söylemeye cesaret edemiyorsun ama lanet olsun o şerefsizden ne kadar haz etmesem de gerçekleri bilmeye hakkı var." En çok ta onun hakkıydı zaten gerçekleri bilmek. Ama söylemeye cesaret edemiyordum bile. "Elzem, iki yıl ayrı kaldınız şimdi kavuşmanız senin sadece iki sözüne bağlıyken kendine de ona da haksızlık yapamazsın." Başımı olumsuzca salladım. "Söyleyemem tamam mı? Lütfen bu konuyu kapatalım, bugün yeterince yoruldum zaten."
"Lan ismin zaten kötüye çıkmışken adamın gözünde kendini daha fazla suçluya çıkarmak için çabalamışsın resmen. Ne yapmaya çalıştığını da anlayamıyorum ki. Sürekli gerçekleri yalanlarınla örtüyorsun." Dost acı söyler demek bu muydu? "Ne yapmamı istiyorsun? Karşısına geçip beni o gece eve o pislikle gönderdin diye ikimizin de hayatını mahvettin mi diyeyim? Bir hançer daha mı saplayayım sırtına? Bunu mu yapmamı istiyorsun."
"Evet tam olarak bunu yapmanı istiyorum. Bir kere bile olsun gerçeklerle yüzleşmeni istiyorum. Bak yaşadıkların çok ağır biliyorum ama böyle yaparak kendine de ona da daha fazla acı veriyorsun." Yaşadıklarımın ağır olduğunu bile bile nasıl benden böyle birşey istiyordu ki... "Ona daha fazla acı çektiririm, daha önce de dedim zaten yüzüne bakarken vicdan azabı çekiyorken şimdi gidip gerçekleri söylesem bir daha yüzüne bakmaya bile cesaret edemem."
"Sanki suçlu olan senmişsin gibi konuşmayı kes! Ya sen neyin vicdan azabını çekiyorsun Allah aşkına? Sen mi istedin tüm bunları yaşamayı? Bütün bu olan olaylardaki en masum kişi sensin. Ha kendinde bir kabahat arıyorsan, o da gerçekleri gidip Agâh'a anlatmamandır." Eğer o gün Semih ve amcam tarafından tehdit edilmeme rağmen gidip herşeyi Agâh'a anlatsaydım belki şuan kadar acı çekmeyecektim. Ama ben boyun eğmeyi tercih edip çareyi bir gece yarısı sevdiğim adamı terk etmekte bulmuştum. Bu yüzden suçluydum işte. "Bak güzelim sustuğun sürece sadece sen değil Agâh'ta mutlu olamıyacak. Mutlu olmak istiyorsan gidip ne olursa olsun gerçekleri söylemelisin."
"Sadece biraz kafamı dinlemek istiyorum. Biraz da olsa nefes almak istiyorum. Bunu düşüneceğim ona göre çıkacağım yola." Onsuz yaşayamıyorum dediğim her an onsuz yaşamaya mahkum edilmiştim. Şimdi ise dudaklarımın arasından çıkacak iki cümle bile belki bizi kavuşturacaktı. İyi düşünüp doğru kararı almalıydım. "Bugün verdiğin karardan sonra umarım mantıklı düşünüp dürüstçe gerçekleri Agâh'a anlatırsın. Aksi takdirde bugün Agâh'ın gözünde çizdiğin kötü kadın imajı sayesinde siz bir araya geldiğiniz sürece canını daha fazla yakacak."
Karşısına geçip onu öpmem yetmiyorken bir de iki yıl önce onu arkamda bırakıp, birlikte gittiğim adamı da sevmediğimi söylemiştim. Bir kez daha onun gözünden düştüğüme şahit olmuştum. Artık hiçbir şeye anlam veremiyordum bile. Bütün bunları neden biz yaşıyorduk? Vuslat neden bizi esir almıştı? Kadere bu denli inanan ben, neden ikimize yazılan mutsuz sonu kabullenmek istemiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. Sadece tek bildiğim gerçekleri en yakın zamanda Agâh'a söylemekti.
❀❀❀
"Sen bu aralar fazla mı şımardın?" Dediğimde boynuma sıcak dudaklarını bastırdı. "Sana şımardığımı düşündüren nedir?" Diye sorarken bu sefer tuttuğu elimi alıp öpmüştü. "Sınırlarını fazla aşıyorsun gibime geldi. Abim beni her fırsatta böyle öptüğünü görse çiftte cinayet işler." Beni umursamayıp bu sefer de dudaklarını yanağıma bastırdı. "Hm, peki sence abin umurumda mı?" Diye sorduğunda gözlerimi devirdim. "Senin umurunda olmayabilir ama benim umurumda. Abim sonuçta, bizi böyle görmesini istemem."
"Nasıl görmesini istemezsin?" Diye sordu çapkınca. Bu gülümsememe neden olmuştu. Bir elimi yanağına koyduktan sonra uzanıp şakağından öptüm. "Kollarının arasında beni öperken ve abimin birazdan burada olacağını bile bile böyle umursamaz davranırken. İkimizi de bu halde görürse bizi öldürmese de bu görüntüyü kaldıramayıp kriz geçirir." Dudağımın kenarından öptü. "Fena mı olur kriz geçirse ama ölmese? Ona da ders olur. Sürekli burnumuzun dibinde bitmesin bir zahmet."
"Bazen abimin beni senden değil de, seni benden kıskandığını düşünüyorum. Benimle sevgili olduktan sonra artık arkadaşlarınla da sohbeti azalttığının farkındayım. Ne yalan söyleyeyim abime hiçte üzülmüyorum iyi ki de almışım seni." Agâh kaşlarını çatarak bana baktı. Bir anda ciddileşmesi kıkırdamama sebep oldu. "Demek beni almışsın? Ben seni almış olmayayım?"
"Öyle mi olmuş? Senin için çabalayıp beni görmeni sağlayan bendim Agâh Efendi, sen değil. O yüzden doğal olarak benim seni aldığım daha makul." Trip atmaya yer aramıyordum ama haklıydım. "Yavrum oradan bakınca küçük kız çocuklarından hoşlanan bir pedofiliye mi benziyorum? Kendinde söylüyorsun, bana on altı yaşında aşık olmuşsun. Ben o zamanlar reşittim. Kız çocuklarıyla işim olmazdı." Daha fazla konuşmaması için avuç içimi dudaklarının üstüne bastırdım. "Sus yine başladın felsefe yapmaya. İnsan bir kere bile olsun fark etmez mi ya? Ayrıca hâlâ karşıma geçip benim için Zozan'dan bir farkın yok dediğin günü de unutmadım." Usulca avuç içimi öptüğünde elimi geri çektim.
"Dilim kopsaydı da o gün o sözleri söylemeseydim. Bilseydim hayat bana bu sözleri teker teker yutturacak söylemezdim zaten. Güzelim sende bunu yüzüme vurmak yerine bence yat kalk şükret. Ne yaptın ne ettin turnayı gözünden vurdun." Egosu yine tavan yapmıştı. "Ağam egonu yerim ben senin. Ama önce turna yerine seni gozunden vurmama ne dersin?" Kulağıma doğru yaklaşıp, "canıma minnet" dedikten sonra sesi de kendisi gibi yavaşça kayboldu.
Anılar, ne olursa olsun anılar hep sizinle yaşardı. Bazen bir umudun, bazen bir çaresizliğin, bazen ise imkansızlığın eseri olabilirdi anılar. Yine eski anılar sayesinde rüyalarımda birleşmiştik ve yine canım fazlasıyla yanıyordu. Elimi kalbimin üstüne koyup kesilen nefesimi dizginlemek adına derin nefesler alıp verdim. "Allah'ım lütfen bana bir yol göster." Dedim zar zor çıkan sesimle. Rüyalarımda gördüğüm anlar bir kabustan daha büyük etki yaratmıştı ruhumda. En kötüsü de bu değil miydi zaten? Yaşanması mümkün değilken rüyalarda mümkün kılınan kavuşmalar.
Derin bir nefes daha alıp, yanımda huzurla uyuyan kızıma baktım. Sanki üzerimdeki negatif enerjiyi ona da aktarmışım gibi bir anlığına yüzünü buruştursa da tekrardan huzurlu uykusuna devam etti. "Hep senin gibi bir kızım olsun isterdim. O da öyle isterdi, bana benzeyen, ilk kelimesi baba olan küçük bir kız çocuğu hayal ederdi hep." Kendimi sanki beni görüyormuşçasına gülümsemeye zorladım. "Babanı ben seçemedim ama sana daha güvenli bir hayat sunacak bir adamı seçebilme şansım vardı. Ben buna rağmen o adamı bıraktım, seni de bir kargaşanın içine sürükledim özür dilerim anneciğim."
Uykusundan uyanmasın diye sessizce konuşuyordum. Uyansa da beni anlamayacağını biliyordum ama düşüncelerimi bazen sesli bir şekilde aktarmazsam boğulacağımdan korkuyordum. "Sadece tek isteğim ileride bir gün büyüdüğünde benden nefret etmemen. Çünkü ben herşeye katlansam da senin nefretine katlanamam." Yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra onu odada yalnız bırakıp odadan çıktım. Merdivenlerden aşağıya inmek üzere olan Dilan'ı görünce, "Dilan, bir bakabilir misin?" Diye seslendim.
Arkasını dönüp gülümseyerek yanıma geldi. "Buyurun hanımım." Gülümsemesine karşılık verdim, "Bir iki saatliğine dışarı çıkacağım. Ben dönene kadar Evîn ile ilgilenebilir misin?" Başını salladı. "Tabi hanımım siz nasıl isterseniz." Dediğinde, "Teşekkür ederim Dilan. Buraya geldiğimden beri bana çok yardımcı oldun. İstesem de hakkını ödeyemem." Bunu söylememi beklemiyormuşçasına utanarak başını önüne eğdi. "Estağfirullah hanımım ne hakkı? Bu benim görevim."
"Hayır Dilan geçen gün arkamdan konuşan çalışanlara ağzının payını verdiğine şahit oldum, en önemlisi de ben yokken kızımla en çok sen ilgileniyorsun. Bu yüzden benim gözümde bir çalışan değil, bir kız kardeşten farksızsın. Bunu bilmeni isterim." Bu konağa ayak bastığım günden beri bana hep gerçek bir samimiyetle yaklaşmıştı. Bunun yanında Azad'a olan bakışlarını da fark etmiştim. Tek taraflı bir sevgiye şahit olmuştum Milan konağında. Uzun zamandır bu konuyu Dilan'la konuşmak istiyordum ama henüz o da ben de bu konuşmaya hazır değildik. Tek temennim bu tek taraflı sevginin ona zarar vermemesiydi.
Sanki sözlerime karşılık ne diyeceğini bilemedi ve kekeleyerek, "Teşekkür ederim hanımım ben küçük hanım uyanmadan yanına gideyim. Sonra korkup ağlamasın." Deyip yanımdan ayrıldı. Arkasından, "Bana hanımım demene gerek yok Dilan, ismimle hitap etmen daha çok hoşuma gider." Diye seslenip, aşağıya inmiştim. Bugün dünküne göre kendimi biraz daha enerjik hissediyordum. Konağın bahçesine indiğimde güneş henüz yeni doğmuştu. Konak halkının uyanmasına daha yarım saat vardı. Konağın çıkış kapısına doğru yürüdüm, korumaların kapıyı açmasını bekledim bir süre ama iki koruma da yerinden kıpırdamadı.
"Kapıyı açabilir misiniz acaba?" Diye sorduğumda benden yaşça büyük koruma, "Hanımım Azad Ağamın kesin emri, ondan haber gelmeden tek başınıza çıkmanız yasak." Sabır dilenircesine derin bir nefes alıp verdim. "Azad Ağa'nın haberi var. Kendisinden izin alarak çıkıyorum zaten." Dediğimde, "Hanımım yanlış anlamayın ama bunu Azad Ağam'a sormadan kapıyı size açamayız." Bir bu eksikti zaten. "İyi ara bakalım Azad Ağa'nı belki uykusundan uyandırıldı diye ikinizi de konağın avlusuna asar." Üstü kapalı bir tehditten kimseye zarar gelmezdi bence. Uyarımı dikkate almış olacaklar ki kapı saniyeler içinde açıldı. Benim yaşlarımda olan koruma, "Buyurun Elzem Hanım." Diyerek kapının önünden tamamen çekilince konaktan dışarıya sakin adımlarla çıkmıştım.
Nereye gideceğimi biliyordum ama nasıl gideceğimi bilmiyordum. Uçuruma giden yol arabayla bir saatlik yoldu. Ama ben yürüyerek iki saatte anca varabilirdim. Belki de daha fazla sürede de. Taksi tutmak en mantıklısıydı bu yüzden caddeye gidip bir taksi bulacaktım.
İzol konağının önünden geçeçektim az sonra, kimseye görünmek istemiyordum bu yüzden kimseye görünmeden konağın önünden geçebilmeyi umut ediyordum. Biraz daha yürüdükten sonra İzol konağının yanına varabilmişim sonunda. Kapının önünde duran korumalar dışında etrafta oyun oynayan küçük çocuklar vardı. İzol'ların ortalıkta olmaması işime gelmişti. Sabah sabah kimseyle uğraşamazdım. Derin bir nefes aldıktan sonra hiçbir şeyi takmıyormuşçasına kendimden emin adımlarla konağın önünden geçmek için yürümeye başladım.
Korumaların gözünü üzerimde hissetmiştim ama bu pek umrumda olmamıştı. Nihayetinde konağın önünden geçtikten sonra rahat bir nefes daha alabilmiştim ta ki duyduğum tanıdık sesle öylece yerimde duraksayana kadar. "Güzelim?" Bahoz İzol'un sesi kulaklarımda yankılanmıştı. Uzun zaman sonra ilk defa bana nefretle değil de eskisi gibi hitap etmişti. Arkamı dönüp ona bakmadım ama yerimden de kıpırdamadım. Adımları bana yaklaştı, beni kolumdan tuttu ona bakmamı sağladı. "Güzelim nereye gidiyorsun böyle? Ben bırakırım seni gideceğin yere." Dedi sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi.
Yüzüne baktım, yüzünü saniyeler içinde inceledim. "Biriyle karıştırdınız galiba." Dedim acımasız bir sesle. Sözlerim onu şaşırttı ve bir anlığına afalladı. "Güzelim yapma böyle affet beni lütfen. Söylediklerim için eşek gibi pişmanım." Kolumu kendime doğru çekip elinin arasından kurtardım. "Dediğim gibi biriyle karıştırmış olmalısınız, lütfen bir daha bana dokunmayın." Ne çabuk unutmuştu söylediklerini, oysa ben her ayrıntısına kadar hatırlıyordum o gün söylediği sözleri. Ama söylediği cümlelerin en can yakanını aklımdan silip atmamıştım. Benim Elzem diye bir kız kardeşim yok, senin artık bir abin yok. Bir günde silip atmıştı beni. Oysa o benim abim değil miydi? Nasıl olurdu da bana güvenmek yerine ağzımdan çıkan iki, üç yalan söze inanırdı? İsteseydi o gün ne kadar çaresiz olduğumu bir bakışımdan anlayamaz mıydı?
"Agâh seni bana karşı doldurdu mu? O yüzden mi böyle davranıyorsun bana?" Gülümsedim hâlâ ona olan tavırlarımın Agâh yüzünden olduğunu düşünmesi gülünçtü. "Bahssettiğiniz adamın yüzüğünü takıyorum ben. Tabi ki de bir taraf seçmem gerekiyorsa onu seçecegim ama konunun sözlümle bir alakası yok, siz sadece gerçekleri hazmededemiyorsunuz diye suçu başkalarında arıyorsunuz sanırım." Burada durarak anca zaman kaybediyordum. Tek isteğim babama gözükmeden gitmekti. Şimdi onunla konuşup zamanımı boşa harcayamazdım. "Şimdi müsaadenizle benim gitmem gerekiyor."
"Güzelim bir yere geçip konuşalım. Söz her şeyi telafi etmeye çalışacağım ama lütfen abine sırtını çevirme." İnsanlar bazı şeylerin telafi edilemeyeceğini en kısa zamanda ögrenmeliydi. Nitekim zamanı geriye alıp düzeltemezdik, kırılan kalpleri eski haline döndüremezdik. "Benim bir abim yok kendiniz bunu söylemiştiniz ve artık karşınızdakinin kız kardeşiniz değil de Demirkan konağının gelini olduğu gerçeğiyle yüzleşin. Şimdi müsaadenizle gitmem gerek." Bahoz İzol ağzını tekrardan açıp gitmemi engelleyeceği sırada onu hiç dinlemeden hızla yanından ayrılmıştım. Onunla konuşmaya ikna olmayacağımı o da fark etmiş olacakki arkamdan seslenmek yerine susup kalmıştı.
❀❀❀
Taksinin uçurumun yakınlarına doğru yaklaştığını fark edince, "Burada inmek istiyorum." Dedim şoföre. "Ablacım emin misin burası pek tekin yere benzemiyor. Başına bir şey gelmesin?" Durduğumuz yer ormanlık bir alandı. Haliyle ürkütücü gözüküyordu. "Yok arkadaşımın yanına gideceğim zaten bir şey olmaz." Deyip şoföre ücreti uzattım. Şoför, "Peki abla Allah bereket versin." Dedikten sonra taksiden inmiştim. Taksi yanımdan uzaklaşınca uçurumun olduğu yola doğru yürümeye başladım.
Birkaç dakika sonra gördüğüm siyah araba sayesinde uçuruma geldiğimi anlamıştım. Sakin adımlarla arabanın yanından geçtiğimde onu gördüm, Cihan Milan'ı. En azından o bıraktığım gibiydi, hâlâ aynı uçurumun kenarında oturmuş aşağıyı seyrediyordu. Hava soğuktu ama üzerinde sadece ince bir gömlek vardı, o da üzerinde emanet gibi duruyordu. Onu rahatsız etmemek adına yavaşca gidip yanına oturdum. Geldiğimi zaten önceden fark etmiş olacak ki yüzüme bile bakmadan, "Dönmüşsün," dedi. "Evet döndüm ve sen hâlâ bıraktığım gibisin. Hiç mi gelişme yok?" Diye sordum. Sorduğum sorunun cevabını bilsem de yine sormak istedim, bunu ondan duymak istedim. "Yok, hiçbir gelişme yok. Ne o geri geliyor ne ben ona gidebiliyorum." Dünya, güzel seven her kalbe mezarlık olmuştu.
"Yıllar geçse de ona sevgini hissettirmeye devam ediyorsun. Xezal ablam çok şanslı." Burukça gülümsedi, "Sevgimi keşke o yaşarken hissettirebilseydim. Şimdi ne çare. Her aşağıya baktığımda bana gülümsüyor, yanına gitmek istediğimde gülümsemesi aniden kayboluyor." Hepimizin canı çok yanmıştı, hiçbirimiz Cihan Milan gibi çayır cayır yanmamıştık. Onun yarası ne kabuk bağlardı, ne kanamayı bırakırdı. Kanayan yarası belki de bir okyanus yaratmıştı içinde. "Kızımın adını Evîn koydum. Agâh Dicle olsun isterdi ama nasip olmadı, Evîn koydum ismini."
"Xêzal'im için mi?" Diye sordu titreyen sesiyle. "Xêzal'in için. Ona verdiğim sözü tutamadım. Sevdama sahip çıkamadım. Kızımın ismini Evîn koyarsam belki beni affeder diye düşündüm." Belki de hiç affetmezdi, ama zamanı geri alıp sevdama sahip çıkamazdım. Herşey için çok geç kalmıştım. "Bir kızımız olursa adını Evîn koyalım derdi, aşkımızı temsil etsin istiyordu." Başımı salladım. "Gitmeden önceki gece yanımda ağladı. Küçüktüm ama dün gibi hatırlıyorum. Gel kaçalım demişsin, gelemem vururlar ikimizi deyince bırakıp gitmişsin. O gece onu değil seni vurmalarından korkmuştu o yüzden kaçmadı seninle."
"Biliyorum, biliyordum ve sustum. Bir gecede bizden vazgeçti sandım. Karşıma geçip ben sana varamam dedi, amcaoğluma varacakmış. Delirdim tabi çekip gittim. Bilseydim böyle olacağını gider miydim? Son kez bile öpmeden?" Gözümden bir damla yaş süzüldü. "Bilemezdin. Bilseydin de kaderin önüne geçemezdin. Belki o gün o olaylar yaşanmazdı ama bir şeyin olacağı varsa yine olurdu."
"Kendimi böyle mi avutayım? Elzem benim içim yanıyor, bedenim üşüyor, ölüyorum Elzem, nefesim kesiliyor, ölüyorum ama bir adım bile yaklaşamıyorum ona." Başımı omuzunun üstüne koydum. Ne dese haklıydı. "Sadece sevmeyi bırakmadığın sürece ona hep yakınsın." Dedim titreyen sesimle. Sevdiğin birini kaybetmenin ne demek olduğunu biliyordum. Her iki anlamda da biliyordum ve bunu bile bile yaşamak insana fazlasıyla acı veriyordu. "Son nefesim ve ötesinde onu sevmeyi hiç bırakmayacağım." Dediğinde gülümsedim, gerçek sevgi buydu sanırım.
"Evleniyormuşsunuz." Dedi konuyu dağıtmak istermişçesine. "Evet yakında düğünümüz var. Gelmeyeceğini biliyorum ama gelmeni isterdim." Ailesiyle birlikte bile doğru düzgün görüşmezdi. Her saat olmasa da her günün sonu Cihan Milan için bu uçurumun kenarında biterdi. O yüzden düğüne gelmeyeceğini biliyordum. Ama o beni yanılttı. "Geleceğim. Sadece haber ver tarih belli olunca." Ufak bir şaşkınlığın ardından, "Ama, nasıl olur? Sen bırak bir düğüne katılmayı, bayramları bile kutlamazsın ki." Dedim sesime biraz heyecan katarak.
"Xêzal seni çok seviyordu. Onun hatırına geleceğim." Evet, Xêzal ablam kuzenlerinden en çok benimle iyi anlaşırdı çünkü anne ve baba tarafından tek kız olarak ikimiz vardık. O yüzden birbirimizle aramızdaki yaş farkına rağmen çok iyi anlaşırdık. "Kalabalık ortamlardan hoşlanmıyorsun o yüzden seni yanımdan ayırmayacağım. Çünkü kimseyle muhatap olmak istemediğini de biliyorum." Başını salladı. "Bak işte bu bana uyar." Dedi.
"Eskiden hep yanına uğrardım, seni de çok özlemişim. Yine eskisi gibi yanına uğramaya devam edeceğim ama şimdi gitmem gerek." Başımı omuzundan kaldırıp, elimle saçlarını okşadım. "Kendine iyi bakmaya çalış yakışıklı. Düğün günü nikah şahidim olarak bana lazımsın." Deyip ayağa kalktıktan sonra yanından ayrıldım. Uçurumdan biraz daha uzaklaştıktan sonra aklıma taksi çağırmam gerektiği geldiği için telefonumu çıkardım. Tam taksi çağıracağım esnada hemen arkamda duyduğum ani fren sesi telefonumu korkarak yere düşürmeme sebep olmuştu. Telefonumun yere düşüp iki parçaya ayrılmasını izledim birkaç saniye.
Sonrasında eğilerek telefonumun kırık parçalarını aldım. O sırada arkamdaki arabanın kapısı açılıp kapandı. "Hanımefendi iyi misiniz?" Diye soru yöneltti yabancı erkek sesi. Ayağa kalkıp sese döndüğümde karşımda duran sarışın uzun boylu adama baktım. "Ben iyiyim. Kusura bakmayın yolun ortasında durmak tamamen benim suçumdu." Dedim mahcup bir sesle. "İyisiniz ya kimin suçlu olduğunun bir önemi yok." Dedi genç adam. Sıkıntıyla parçalanmış telefonuma baktım, yenisini almak dert değildi de ben şimdi taksiyi nasıl çağıracağım derdine mi girecektim? Bir bu eksikti zaten. "Telefonunuz için kusura bakmayın. Yanlış anlamazsınız burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?"
"Bir arkadaşımı ziyarete gelmiştim de. Şimdi eve dönmek için taksi çağıracaktım ama malum telefonun hali ortada. Rica etsem bana bir taksi çağırabilir misiniz?" Adamdan yardım istemek aklıma gelmişti Allah'tan. Yoksa muhtemelen konağa yürüyerek dönmek zorunda kalacaktım. "Olur mu öyle şey ben sizi gideceğiniz yere kadar bırakırım. Hem burada hat çekmez. Malum ormanlık alan taksi çağırmanız imkansız." İşte bu durumu hiç hesaba katmayacak kadar aptaldım. Keşke taksiciye beni beklemesini söyleseydim. "Gerek yok sağ olun. Ben yürüyerek dönerim."
"Buralar tehlikelidir. Yürüyerek giderseniz başınıza birşey gelme olasılığı yüksek. Lütfen sizi gideceğiniz yere kadar bırakmama izin verin." Sıkıntılı bir iç çektim. Adamın yardım teklifini kabul etmekten başka çarem kalmamıştı. "Peki teşekkürler." Dedim teklifi kabul ettiğimi belli etmek amacıyla. Benim için arabanın sağ ön kapısını açtığında arabaya bindim. Ardımdan kapıyı kapattıktan sonra kendisi de sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırmıştı. "Sizi nereye götüreceğim hanımefendi?" Diye sorduğunda, bildiğini umut ederek "Milan Konağına gideceğim ama siz beni konağına yakınlarında bir yerde bıraksanız yeter." Dedim.
"Demek Milan Konağında yaşıyorsun. Bildiğim kadarıyla Mustafa Ağa'nın bir kızı yok. Sen yeğeni falan mısın?" Diye sordu. "Kendisi eniştem olur." Diye cevapladım. Bir süre aramızda sessizlik oluştuktan sonra sessizliği ilk bozan o olmuştu. "İsminiz neydi acaba? Sakıncası yoksa tanışabilir miyiz?" İçimdeki nedensizce oluşan kötü hissi yok saymaya çalışarak, "Elzem İzol." Dedim, fazla uzatmaya gerek yoktu. Ne diyebilirdim ki 'Ben Elzem İzol, Ali İzol'un kızıyım.' mı diyecektim. Üstelik babam beni evlatlıktan reddetmişken bunu demem saçma olurdu. Hâlâ soyadımı kullanıyor olmamım tek sebebi yakında bir İzol değil de Demirkan olacağımdı.
"Demek Ali İzol'un kızısın." Dedi, düşünceli bir sesle. "Sizin adınız nedir?" Diye sordum. "Ben Fatih Doğan, ismimi belki daha önce duymuşsunuzdur." Bedenimi aniden bir korku ve endişe kapladı. Nasıl olur da Fatih Doğan'ın arabasına binebilirdim ki? Bu herhangi birinin kulağına gitse hiç iyi şeyler olmayacaktı ve benim bir an önce bu arabadan da bu adamdan da kurtulmam lazımdı. "Lütfen arabayı sağa çekebilir misiniz. Her şey için teşekkürler ama inmek istiyorum."
"Agâh Demirkan ile aramdaki husumetten dolayı bana böyle kaba davranman kalbimi kırdı açıkçası." Karşımdaki adamın ismini birçok kez duymuştum ve hakkında bir tek iyi şey bile duymamıştım ve bu endişelerimi iki katına çıkarıyordu. Üstelik benimle böyle konuşması daha fazla gerilmeme sebep olmuştu. "Sağa çek, inmek istiyorum." Dedim, oldukça kararlı bir sesle. Allah'ım dedim, Allah'ım ne olur yine aynı hatayı yapmış olmayayım, yine aynı anları yaşamayayım diye dua ettim içimden.
"Seni Milan konağına bırakacağım. Hakkımda ne düşünüyorsun tahmin edebiliyorum ama ben anlattıkları gibi biri olduğumu düşünmüyorum. Sende düşünmemelisin." Arabanın kapısını açmak için çabaladım ama kapılar tıpkı o gece olduğu gibi kilitliydi. "Lütfen sağa çek ineyim. Nefes alamıyorum, nefes almam lazım." Nefesim kesilip duruyordu derin nefesler alıp vermeye çalışsam da sakinleşememiştim bir türlü. "Seni yemeyeceğim, sadece Milan konağına bırakacağım biraz rahat mı olsan." Dediğinde sesi bu durumdan eğlendiğini ele veriyordu.
Sakin tutmaya çalıştığım sesimle "Agâh seni öldürecek." Diyebilmiştim.
"Buyursun gelsin öldürsün." Tam o esnada araba ani fren yapıp durduğunda bir çığlık attım. Ani bir refleks olarak yüzümü koruyabilmek adına ellerimle yüzümü kapatmıştım. Fatih, "Ağamız sonunda teşrif etmiş demek." Dediğinde ne demek istediğini anlamak adına ellerimi yavaşça yüzümden çekip etrafıma bakındım. Tam o esnada havaya iki el ateş edildi. Önüme baktığımda Agâh'ı gördüm ve artık güvende olduğumu biliyordum.
Fatih'in arabadan indiğini, arabanın kapısını kapatmasıyla anladığımda irkildim. Bir süre arabada kalmaya devam edecektim ama bu fikirin iyi bir fikir olmadığını birbirlerine saldırmak için tetikte duran iki adamın hararetle konuşmaya başlamasından sonra anlayıp arabadan indim. "İstersen sözlüne sor Agâh Ağa, ben kimseyi zorla bindirmedim arabama, teklif ettim o da kabul etti." Bittin sen Elzem. Ölüm fermanını imzaladın ama haberin yok. Diyordu iç sesim, umarım haklı çıkmazdı. Agâh bakışlarını bana çevirdiğinde ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. "Sen kendi isteğinle mi bindin bu itin arabasına?" Dediğinde sesinin yüksek çıkmaması için çabalamıştı. Sadece başımı evet dercesine sallamakla yetindim.
"İt falan ayıp oluyor Agâh Ağa. Gördün işte ben kimseyi silah zoruyla arabama bindirmedim. Şimdi müsadenle ben gidiyorum." Düşündüğümden daha sakin anlar yaşıyordum ve bu daha gericiydi. Nefesim daralmaya devam ediyordu, görüş alanım kararmaya başlıyordu ama buna rağmen ayakta durmaya kendimi zorladım. "Seni bir daha Elzem'in yakınlarında görürsem yemin olsun bu kadar sakin davranmam, vururum seni. Şimdi nereye gidiyorsan siktir git!" Allah'ım sana gelmeme çok az kaldı. "Hiç şüphen olmasın Agâh Ağa."
Fatih bana dönüp, "Seninle sohbet etmek güzeldi. Tekrardan görüşmek üzere." Dedikten sonra arabasına atlayıp yanımızdan uzaklaşmıştı. Şimdi dedim kendi kendime, Elzem şimdi tam olarak bittin sen. "Ne işin vardı o itin arabasında?" Diye sesini yükselttiğinde irkilmiştim. "Taksi çağıracaktım telefonum kırılınca çağıramadım." Dedim sakince. "Telefonum bir nevi onun yüzünden kırılınca, mahcup hissedip beni konağa bırakmak istediğini söyledi."
"Sende kabul ettin ha? Aklımı kaçıracağım o şerefsizin düşmanım olduğunu bile bile arabasına mi bindin?" Diye sorulduğunda başımı olumsuzca salladım. "Yemin ederim kim olduğunu bilmiyordum. Zaten kim olduğunu söylediğinde arabadan inmek istedigimi söyledim ama o ısrarla beni konağa bırakacağını söyledi." Gözlerini bir süre kapattıktan sonra açtı. "Ben seninle ne yapacağım?" Diye sorduğunda, kendimi "Bilmem ne yapacaksın ki?" Diye sorarken buldum.
"Evleneceğim." Dediğinde beklemediğim cevaptan dolayı gözlerim şaşkınlık içinde ona bakmıştım. Arabasına binmeden hemen önce, "Arabaya bin Elzem, bir saat sonra imam nikahımız var." Deyip beni şaşkınlığımla baş başa bırakarak arabasına binmişti.
✶✶✶
Bölümü nasıl buldunuz?
✶✶✶
Instagram; kitaplardanbeyazbirsayfa
Tiktok; kitaplardanbeyazbirsayfa
✶✶✶
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |