11. Bölüm

9. BÖLÜM

Beritan Öz
cebimdekicakmak

Sezen Aksu - Tükeneceğiz

Jahrmar - Kengî

​​​​​Elzem İzol'dan...

"Benim olan herhangi birşeye göz ucuyla bile bakmanı tavsiye etmem. Ve sen bunu bile bile sürekli benim olanın etrafındasın. Bu canımı sıkmaya başladı, Azad Milan."

Agâh'ın sesi oldukça sert çıkmıştı. Midyat'a ayak bastığımdan beri çevremdeki herekese yine sorun olmayı başarabilmiştim. Sanki dokunduğum herşey taşa dönüyor ya da kırılıyordu. "Benim olan? İyiymiş. Hayat ne garip değil mi? Dün çocukluk hevesi dediğin kadını, bugün bir bakıyorsun sahipleniyorsun." Agâh'ın yüzüne baktığımda, yüzünde mimik oynamadığını fark ettim. Eli hâlâ Azad'ın omzunun üstündeydi. "Belki de çocukluğuma sahip çıkmaya karar verdim? Haddin olmayan şeyleri, fazla kurcalama ki günü geldiğinde borçlu çıkan sen olma."

İki yılını geri isteyen adam şimdi de bana çocukluğum diyordu. Bir insanın kalbi nasıl bir yandan kan ağlıyorken, bir yandan da, bir umut uğruna delicesine atmaya devam edebilirdi ki? "Çocukluğuna sahip çıkmaya karar verdin demek?" Azad'ın düşünceli sesi oldukça sakin çıkmıştı. "Aynen öyle. Belki senin sahip çıkabileceğin bir çocukluğun yok ama, benim sahip çıkmam gereken bir çocukluğum var."

Herkesin bir yarası vardı. Mesela benim sevdiğim adamı terk etmek zorunda kalmam en büyük yaramdı. Muhtemelen son nefesime kadar bu yara kapanmayacaktı. Agâh'ın en büyük yarası annesiydi. Onu terk etmem onda bir yara mı yoksa bir hiçlik mi yaratmıştı? Hiçbir fikrim yoktu. Bahoz abimin en büyük yarası babamdı. Cihan ve Miran Milan'ın ise en büyük yarası Xêzal'di.

Agâh şuan Azad'ı en büyük yarasından, çocukluğundan vuruyordu. Bunu birkaç defa daha yapmıştı. Amacı o küçük erkek çocuğunu ortaya çıkarmak değildi. Azad'ı çocukluğundan vurarak onu kışkırtmaktı amacı. "İstediğin kadar beni çocukluğumdan vurmaya çalış. En azından benim bir geleceğim var. Sen hep geçmişine takılıp kalacaksın. Belki de sevilmediğin bir kalpte, çürüyüp gideceksin." Niye öyle demişti ki? Benim Agâh'ı sevmediğimi mi düşünüyordu? Oysa ki Agâh'a olan sevgime inanan tek kişi o'ydu.

Bu konuyu sonra Azad'la konuşabilirdim, zaten şuan sırası değildi. "Kavganız bittiyse müsadenizle kahveleri götürmem gerek. Kahveler soğudu ama yapacak birşey yok bir daha yapmakla uğraşırsam misafirlere ayıp olur." Agâh birşey demeden mutfaktan çıkıp gittiğinde ardından Azad da çıkıp gitmişti. Kahvelerin olduğu tepsiyi alıp salona doğru yürümeye başladığımda içimde bir heyecan yoktu. İçimde oluşan tek duygu, korkuydu. Zaten heyecanlı olacağım bir durum da yoktu.

Bu gecenin bir yalan üzerine yaşandığı o kadar belliydi ki dışarıdan biri bile bu evliliğin mecburi olduğunu anlardı. Bizde öyle filmlerdeki gibi kız isteme falan yoktu. İlk aileler tanışır, sonrasında kız tarafı biraz zaman isterdi. Öyle kararlar kız isteme günü verilmezdi. Kızın ailesi kabul ettiği zaman damadın ailesini çağırırdı yüzükler takılırdı. Kahve değil, çay ikram edilirdi. Tuzlu kahve adeti gibi şeyler yoktu. Damat tarafı bu kadar az kişiyle gelmezdi, bütün şehir ortada bir kız istemenin olduğunun habercisi olurdu. Bu gece ortamı sahtelik sarmıştı. Tıpkı hayatlarımız gibi.

Kahveleri dağıtmaya başladığımda Melek Hanım'ın Agâh'a, "Oğlum iki saattir bir kahveyi yapamıyor bir de gelin olarak bana bu kızı mi layık gördün?" Dediğini duysam da sözlerine aldırış etmeden Agâh'ın yanına oturmuştum. Herkes soğuk olan kahvelerini içmeye başladığı zaman ister istemez Agâh'ın tepkisini merak ettiğim için göz ucuyla Agâh'a bakmıştım fakat kahvesini içerken yüzünde mimik bile oynamamıştı. Ben tuzlu kahveden etkilenmediğini düşünürken, Aram abinin içtiği kahveyi püskürtmesiyle kahvelerin sahibi karıştırdığımı fark etmiştim.

"Oğlum ne oldu iyi misin?" Melek Hanım endişeyle ayağa kalkıp Aram abinin yanına gittiğinde adının Asel olduğunu yeni öğrendiğim kız Aram'a kendi suyunu uzatmıştı. Aram suyu alıp içtiğinde annesine dönüp, "yok daye sadece aklıma komik birşey geldi kendimi tutamadım." Dediğinde beni rezil etmek yerine kendini rezil etmeyi tercih ettiğini anlamıştım. ​​​​​​'Kızım sen benim başımın tatlı belasısın birgün herkes sana sırt çebrise bile Aram abin hep yanında.' Aram abinin yıllar önce annem öldüğünde, benimle yaptığı konuşma aklıma geldiğinde hâlâ söz verdiği gibi benim yanımda olduğuna emin olmuştum.

Melek Hanım yerine geçtiğinde, Dursun amca bir kere öksürüp bütün gözleri üzerine çevirdikten sonra, "sadede gelelim." Deyip konuya giriş yaptığında Mustafa amcam beni önce Allah'a sonra Agâh'a emanet ettiğini söylemiş ve gece büyüklerin ellerinden öpmemizle sonlanmıştı. Sıra misafirleri yolcu etmedeyken, iki koruma salona gelmiş ve Mustafa amcanın kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra gitmişlerdi. "Konağın arkasındaki depo patlamış. İçeride de senin iki koruman ve araban varmış Agâh Ağa."

Melek Hanım telaşla, "korumalara bir şey olmamıştır inşaallah." Patlama depoda olduğu için maalesef ki, kimsenin kurtulma ihtimali yoktu. Bu gece iki kişiyle birlikte bazı hayaller daha toprağa verilmişti. Agâh'ın hiç şaşırmış gibi bir hali yoktu. "Fatih itinin planı olmalı. Yarın birkaç kişiyi gönderirim depoyu kısa sürede eski haline getirirler." Mustafa amca Agâh'ı biraz daha süzdükten sonra, "gerek yok bizimkileri gönderdim hallederler." Cidden şuan tek dertleri depoyu eski haline getirmek miydi? Fatih Doğan içimize kadar girmiş, Milan konağına ait olan bir depoyu patlatmıştı. Üstelik bu gece iki kişinin hayatına da son verilmişti. Ama tek dertleri depoyu eski haline getirmekti. Agâh, içimden geçenleri anlamış olacak ki kulağıma doğru fısıldayıp, "korkma Fatih şerefsizi adamlarını içimize kadar sokmuş bende çaresine baktım. Güvendesin, güvendesiniz."

Depoyu Fatih değil, Agâh patlatmıştı ve suçu Fatih'in üstüne atmıştı. Her ne olursa olsun birilerinin canına kıyması doğru bir şey değildi. Şimdi Agâh'ın karşısına geçip bu yaptığının yanlış bir şey olduğunu söylesem yine suçlu çıkan ben olacağım için susmayı tercih etmiştim. "O vakit biz de gidelim artık." Diyen, Dursun amca Mustafa amca ve Azad'larla el sıkıştıktan sonra, Melek Hanım, Nazan teyzeme dönüp, "Nazan, yarın kızları da al çarşıya gel kına için alışveriş yapalım." Dediğinde Nazan teyzem de Melek Hanım'ı onaylamıştı.

Gözlerim fısıldayarak konuşan Agâh ve Asel'e kaydığında yutkunamamıştım. Asel her ne söylediyse Agâh sırıtarak Asel'e cevap vermişti. Hissettiğim şey saçma sapan bir kıskançlıktı ve benim onu kıskanmaya hakkım yoktu. Büyükler konağın bahçesine çıktığında konağın dış kapısı açılmıştı ve Agâh'ın korumaları Dursun amcalar için arabaların kapılarını açmışlardı. Herkes arabasına binmişti fakat bir kişi hâlâ yanımda duruyordu. Agâh'a, "Gitmeyi düşünmüyor musun?" Diye sorduğumda kulağıma doğru yaklaşıp, "yarın sabahın sekizinde konağın önünde Evîn'le beraber hazır ol." Deyip gitmişti.

"Şerefsize bak bir de emir veriyor." Azad'ın sitemiyle kıkırdamıştım. "Diyene bak sanki sen hiç emir vermiyorsun." Dediğimde, bana kınarcasına bakmıştı. "Beni o dağ ayısıyla bir tutman çok ayıp. Ben en azından gerektiği yerde emir veriyorum." Kendini avutuyordu. Agâh'tan aşağı kalır bir farkı yoktu. Tek farkı o hep benim yanımda olmuştu. Sessiz kalsam da bir şeylerin ters gittiğinin farkına varıp bana hep destek olmuştu.

Belki de bu durumda Agâh'ı suçluyor gibi gözükmek yanlıştı. Ben onu asla suçlamıyordum. Sonuçta kim onun yerinde olsa kaçtığımı öğrendiği ilk gün namus davası der, üçümüzü de öldürürdü. Sadece ona biraz kızıyordum, o ise benden nefret mi ediyor yoksa bana çok mu kırgın anlam verememiştim. Belki de her iki duyguyu da aynı anda yaşıyordu. Ve bu iki duyguyu aynı anda yaşamak dünyanın en boktan şeyiydi. Ona olan kızgınlığım ise, Evîn'in doğduğu gün beni aradığında dediği o söz yıllar geçse de aklımda ve kalbimde kazılı kalacaktı. "Yedi kocadan, yedi çocuğun olsa da gel, ben sana kol kanat olurum." Sessiz kalışımda anlamamıştı onun kadar çaresiz olduğumu. Bu yüzden ister istemez ona kızıyordum. Güçlü biri olarak yeni bir sayfa açmam için önce geçmişin acı dolu sayfalarını yırtıp atmam, hatta yırttığım sayfaları yakmam gerekirdi ama ben geçmişin acısını her zerreme mühürlemiştim.

"Ayrıca o Asel denen kızı hiç gözüm tutmadı. Bakışlarından belli iyi niyetli biri olmadığı." Azad'ın, Asel hakkındaki düşüncelerini dinlerken birlikte terasa çıkıp oturmuştuk. "Kız kendi suçsuzluğunu kanıtlamak için Demirkan konağında rehine gibi tutuluyor. Ne gibi bir kötülüğü olsun ki? Hem bence sen çok önyargılı davranıyorsun." Kızın kötü bir niyeti olsaydı Aram abimle bu kadar samimi olmazdı diye düşünüyordum. "Senin bu saflıkla daha çok canın yanar. Kızım boşuna dostlarını yakın düşmanlarını daha yakın tut dememişler. Kesin o yüzden Demirkan'lara yakın davranıyor." Azad gibi düşünmeye kalksam çevremdeki herkes suçlu olurdu. İnsanlarda hep bir açık arıyordu ve nedense insanlar hakkındaki düşünceleri hep doğru çıkıyordu. Umarım Asel hakkındaki düşünceleri bu sefer doğru çıkmazdı.

"Sen yinede önyargılı olma. Kızla aynı ortamlarda denk geldiğin zaman ona onu öldürecekmiş gibi bakmayı da bırak." Gözlerini devirdi, "o değil de sen Agâh'la evlenince ben Demirkan konağına VİP bilet almış oluyorum. Sonuçta gelinin abisiyim ziyarete gelmem normal." Her olaydan bir çıkar çıkarmayı meslek edinmişti. "Sen ilk önce Zozan'ın gönlünü mü alsan? Yoksa konağa gelsende Zozan seni konağın camından sallandırır." Agâh'ın beni zorla kulübeye götürmeye çalıştığı gün, Azad'da gizlice Demirkan konağına, Zozan'la buluşmak için gitmişti fakat olaylar pekte Azad'ın istediği gibi gitmemişti. Zozan benim yüzümden onu konaktan kovmaktan beter etmişti. Çevremdeki herkese illa bir zararım dokunacaktı. "Yirmi dört saat içinde barışacağımıza emin olabilirsin. Tabi güzeller güzeli sevgilim akıl edip masasının üzerindeki notu fark edip okursa..."

Azad öküz olduğu kadar aynı zamanda romantik biriydi. Zozan çok şanslı demek isterdim ama asıl Azad çok şanslıydı. "Agâh yarın Evîn'i de alıp konağın önünde hazır olmamı söyledi." Nereye gideceğimizi söylememesi beni korkutuyordu. Yine beni istemediğim bir yere götürecek diye korkuyordum. "Nereye gideceksiniz?" Keşke nereye gideceğimizi bilseydim. Ama bende nereye gideceğimizi bilmiyordum. "Bilmiyorum, nereye gideceğimizi söylemedi." Yanımda Evîn olduğu için yanlış birşey yapmayacağından emindim. Beni kulübeye götürdüğü gün geçirdiğim kriz yüzünden yaptığı hatayı anlayıp pişman olmuştu. O pişman olduğunu dile getirmesede ben onun aksine, onu iyi tanıyordum. "İstersen bende sizinle geleyim. Hem kendini daha güvende hisseddersin, hem de o salak yine travmalarını tetiklemeye kalkarsa ona engel olurum." Sürekli birilerinin yardımına muhtaçmış gibi görünmek, ya da birilerine muhtaç olduğunu bilmek canımı çok sıkıyordu.

Ama bunca sorunun içinde sesimi çıkarıp ben kendi ayaklarım üzerinde durabilirim, tek başıma da savaşabilirim. Diyemiyordum, çünkü bu diyeceklerime kendim bile inanmıyordum. Ama bir gün kendi ayaklarımın üzerinde duracak, ne olursa olsun çok güçlü bir kadın olacaktım. Canımı yakan herkesin canını yakacaktım. Sadece kızımın güvende olduğunu hissetmem gerekiyordu. Bu yüzden zamanın gelmesini bekliyordum. "Yok bu kadarı da fazla olur. Agâh artık onu bilerek katil yapmaya çalıştığımızı düşünecek." Azad'ı zaten bildim bileli sevmezdi şimdi de ondan nefret ediyordu. Bu yüzden onları aynı ortamda tutmak istemiyordum. "Ondan önce ben katil olucam. Dua etsin benim hatunun abisi." Azad'a kalsa Agâh'ın karşısına çıkıp Zozan'ı sevdiğini söyleyecekti ama her zaman olduğu gibi Zozan'ı düşünüp susuyordu.

"Azad." Dedim aklıma gelen şeyle. "Buyur güzelim." Sorup sormamak arasında gidip kalsam da sormaya karar vermiştim. "Zozan'ın kaza geçirdiği gün, Havin hastaneye hiç uğramadı. Neden gelmediğini biliyor musun?" Yutkundu. "Abin, Havin'in Demirkan'larla görüşmesini bir yıl önce yasakladı." Dediklerine inanmamı beklememeliydi çünkü abim ne olursa olsun Havin'in ailesiyle arasına mesafe koymasını istemezdi. "Abim herşeyi yapar ama Havin'i kıracak herhangi birşey yapmaz. Hele ki onu ailesinden hiç ayırmaz. Kim sana ne dediyse yalan söylemiş."

"Buna inanmak istemezsen anlarım ama bizzat Bahoz bana söyledi. Bir yıl önce abin ve Agâh kavga etti. Az kalsın birbirlerini öldüreceklerdi." Agâh ve abim, çocukluklarından beri yollarına koyulan bütün taşları birlikte toplayan iki dost, birbirlerini öldürmeye mi çalışmışlardı? "Azad benden sonra neler yaşandı? Abim ve Agâh neden düşman oldu? " Hiç kimse bıraktığım gibi değildi. "Agâh, Bahoz ve Mahir bir yıl önce gece yarısı bir bara gittiler. Barı kapattırmışlardı. Sözde kafa dağıtmaya gitmişlerdi. Bende bunu fırsat bilip Zozan'ın yanına gitmiştim." Derin bir nefes alıp verdikten sonra, "Abin ve Agâh'ın o zamanlar Rus bir adam ve adamın eşiyle ortaklıkları vardı. Herşey yolundaydı tabi sen yoktun abin ve Agâh ne kadar toparlanmış gibi gözükselerde hâlâ toparlanamamışlardı."

Açtığım yaraları sarmaya kalksam ruhumda açılan yaralar kan kaybetmeye başlayacaktı. "Mahir desen, Bejna'nın gidişini yıllar geçse de atlatamayacak gibiydi. Gerçi hâlâ da aynı ama neyse konumuz bu değil. Bahoz ve Agâh o gece mekanda konuşurken Mahir önemli bir iş görüşmesi için yanlarından ayrılıp telefonla konuşmaya gidiyor. Olaylar o aralıkta gelişiyor." Dikkatle Azad'ı dinliyordum. "Abinin telefonuna Rus ortaklarının eşi müstehcen bir mesaj atıyor. Agâh mesajı ne olduysa görüyor ve Bahoz'u hiç dinlemeden Bahoz'a saldırıyor. Bahoz, Agâh'a hiçbir şekilde karşılık vermiyor." Duyduklarım gerçek olamazdı. Abim Havin'e deliler gibi aşıktı. Öyle aşıktı ki Agâh'la sevgili olmadan önce hep abim ve Havin gibi bir ilişkim olsun isterdim. "Agâh, Bahoz'u dövdükten sonra ayağa kalkıp, 'kardeşinden bir farkın yokmuş.' Dediğinde tabi abinin şarteller atıyor." Derin bir iç çekti.

"Bahoz o gece silahını çıkarıp Agâh'ı kolundan vurdu. 'Belki de kardeşimide böyle kendinden uzaklaştırdın, kim bilir bilip bilmeden ne imalarda bulundun.' Demiş Agâh'a. Agâh başta sessiz kalsa da bir süre sonra dayanamayıp çıkarmış silahını abini kolundan vurmuş." Birbirlerine hiç düşünmeden silah doğrultmuşlardı. Abim ve Agâh'ın arasını bozan, abimin telefonuna gelen bir mesaj değildi. Bütün olanlara yine ben sebep olmuştum. "Abinin neden öyle söylediğini bilmiyorum ama o gece o mesajı gönderen Fatih Doğan'dı. Rus ortaklarının olayla bir alakası bile yoktu. Agâh'ı benden daha iyi tanıyorsun zaten, abini o gece öldürebilirdi ama onun kitabında kısasa kısas var." Evet Agâh ne olursa olsun kısasa kısas derdi. Bu yüzden bir tarafım ondan korkuyordu. Ya benim ona yaşattıklarımı bana yaşatmak için benimle evlenmek istiyorsa diye düşünmeden edemiyordum. "Abin onu kolundan vurdu diye o'da abini kolundan vurmuş. Abinin de Agâh'ı kolundan vurma sebebi muhtemelen Agâh'ın kazadan sonra henüz iyileşemeyen yarasıydı." Şaşkınlıkla Azad'a baktım. Azad ise sanki yanlış birşey söylemiş gibi yüzüme bakmayı reddediyordu. "Hay şu dilimin kemiğini sikeyim. Bunu bilmene gerek yoktu."

"Agâh kaza mı geçirdi?" Diye sordum titreyen sesimle. Fakat Azad'dan bir cevap gelmedi. "Azad cevap ver Agâh kaza mı geçirdi?" Kaza geçirmişti ve kimse bunu bana söylememişti. "Bahoz ve Agâh o gece tartışmadan üç ay önce Agâh bir gece yarısı arabayla hız sınırının üstünde gidiyormuş. Karşıdan gelen kamyoneti fark etmemiş. Sonucunda kamyonet Agâh'ın arabasını hurdaya çevirdi. Doktorlar herşeye hazırlıklı olun dese de Agâh iki ay komada kaldı sonrasında uyandı bir ay zor toparlandı ama toparlanabilidi işte." Benim sevdiğim adam ölümden dönmüştü. Ben yanında olamamıştım.

"Arabanın içinde bir yüzük bulmuştum. Zozan'ın söylediğine göre sen gitmeseydin bir hafta sonra Agâh sana evlenme teklifi edecekmiş. Muhtemelen yüzük sana evlenme teklifi etmek için seçtiği yüzüktü. Yüzüğü alıp sakladım ki başkaları bulup, Agâh'ın komada olmasını fırsat bilip sana zarar vermesinler diye." Bana evlenme teklifi edecekti. Gitmeseydim bana evlenme teklifi edecekti. Benim için aldığı yüzüğü kazadan önce hiç yanından ayırmamıştı. Benim yüzümden kaza yapmıştı. Azad dönüp gözlerimin içine baktı. "Sana bunları ağla diye anlatmıyorum ama kendini ağlamamak için zorlama. Benim yanımda istediğin kadar ağlayabilirsin. Ağlamak tıpkı ağlamak isteyip ağlayamamak gibi güçsüzlük değildir." Gözyaşlarımı serbest bırakmıştım.

"Defalarca kez pişman olduğum için onu aramaya çalıştım. Her defasında Semih buna engel oldu. Beni kızımdan ayırmakla tehdit etti." Dediğini yapan biriydi. Yapmıştı da. "Bir keresinde Evîn'i de alıp Semih işteyken kaçmaya çalıştım. Herşeyi planlamıştım. Hesaba katmadığım tek birşey vardı o da evin her köşesinde olan kameralar. Meğerse her hareketimi nerede olursa olsun izliyormuş." Derin bir nefes alıp verdim. "Öğrendi işte kaçacağımı beni bir hafta boyunca aç susuz evin bodrum katına kilitledi." Hıçkırıklarım ardı arkası kesilmeyecek kadar şiddetlenmişti. "Evîn'i de alıp götürdü. Kızımı bana bir ay boyunca göstermedi. Kızım nerde ne hâlde bilmiyordum. Bir ay boyunca ona yalvarıp durdum. O bir ayın sonunda tek bir şartla kızımı yanıma getireceğini söyledi." Azad beni dinlerken ellerini, avuç içlerini parçalayacak bir şekilde sinirle sıkıyordu. "Şartı neydi?" Diye sorduğunda sesi titremişti. "Onunla bir davete gelmemi istedi. Birbirine aşık iki evli çift gibi, bir davete gidecektik. İsteseydi beni yine sürükleye sürükleye o davete götürürdü ama birilerinden yardım istememden korkuyordu."

Birilerinden yardım istersem Agâh'ın bütün gerçekleri öğrenmesinden korkuyordu. Ve eğer korktuğu başına gelseydi sadece Agâh değil, İzol ve Milan'lar da Semih'i hedef olarak görecekti. "Hiç itiraz etmedim. Kabul ettim davete gitmeyi. Ertesi gün Semih eve kırmızı, uzun bir elbiseyle geldi. Beni dövdüğü zamanlar dikkat çekmesin diye yüzüme vurmazdı. Kaçmaya çalıştığım gün kollarıma ve bacaklarıma dokunmamıştı. Sadece karnıma ve sırtıma vurmuştu." Vücudumun her bir yerinde onun izleri vardı.

"O elbiseyle eve geldiğinde anladım neden kollarıma ve bacaklarıma dokunmadığını. Dün gibi hatırlıyorum annem vurulduğunda üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Annemin vurulduğunu elbise yüzünden fark etmemiştim bile. Semih biliyordu tabi kırmızı elbiselerden ne kadar çok nefret ettiğimi." Beni dövdüğü zamanlar canım pek acımıyordu. O gece o elbiseyi giydiğimde ilk defa vücudumdaki yaralar sızlamıştı. "İtiraz etmeden giydim elbiseyi, davete gittik. Rol yapmakta hiç zorlanmadım. Davette ki kadınların bana iğrenircesine bakmasını beklerken hepsi gelip sahte aşkımıza imrendiklerini söylüyorlardı."

Onlara göre bütün zorluklara rağmen kavuşup aile kuran bir çifttik. Tabi onlara göre Doğu'da kimse kadınlara değer vermiyordu. Sözde babam beni Semih'e aşiret olmadığı için vermemiş bizde çareyi İstanbul'a kaçmakta bulmuşuz. "O davette özlemini duyduğum o sıcak kahve kokusunu iliklerime kadar hissettim. Etrafıma bakındım ama onu göremedim. Sanırım davette onun kokusuna sahip biri daha vardı ama kokunun sahibinide bulamadım. Aklımı kaçıracak dereceye gelmiştim."

"Doksanlar temalı bir davetti. O zamanlardan şarkılar çalıyordu. Bir anda Sezen Aksu'dan Sızı şarkısı çalmaya başladı."

Hiç parasız pulsuz kalmadım ki

Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki

Neden, neye, kime bu özlem?

 

Sızım sızım sızlar içim

Yüreğimde fırtınalar

Ve suskun artık umutlarım

Sanki benden hesap sorar

 

Bilirim sonu var bunun

Bilirim sonu gelir her sorunun

Bilirim sonu var bunun

Çaresi bulunur bilirim her sorunun

"Sezen Aksu'dan dinlemeyi en çok sevdiğin şarkı. Elzem o gece o davette sadece o değil ben ve abin de vardı. Seninle göz göze geldik. Gözlerindeki çaresizliği gördüm ben. O yüzden gerçeklerin peşinden koşmaya karar verdim ve sen o geceyi hatırlamıyorsun." O davette ne abim, ne Azad, ne de Agâh vardı. "Saçmalama istersen bilirsin ben sizi unutsam da onu unutmam."

"Kızım o gecenin görüntülerini bulmam iki saatimi almaz. O davette bizde vardık. Dün gibi hatırlıyorum. Abinle o davete gelmiştik sonrasında diğer şirketlere kötü bir izlenim vermemek için Agâh'la aynı masaya geçip takılmıştık. Abin ve Agâh'ın gözleri tüm gece üzerinde olmuştu." Bedenimi bir soğukluk kaplamıştı. O geceye dair sadece çalan şarkıyı ve sıcak kahve kokusunu hatırlıyordum.

Bilirim sonu var bunun

Bilirim sonu gelir her sorunun

Bilirim sonu var bunun

Çaresi bulunur bilirim her sorunun

 

Hiç aç susuz yaşamadım ki

Hiç parasız pulsuz kalmadım ki

Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki

Neden, neye, kime bu özlem

 

Hiç aç susuz yaşamadım ki

Hiç parasız pulsuz kalmadım ki

Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki

Neden, neye, kime bu özlem?

Şarkının bitimine doğru aldığım tanıdık sıcak kahve kokusu, yanımda markalardan söz eden kadınları es geçerek bakışlarımı yan tarafımda ki masaya çevirmeme sebep olmuştu. Bir buçuk yıl sonra ilk defa hasret kaldığım bir çift koyu kahve gözle göz göze gelmiştim. Kalbim kanamaya çoktan başlamıştı da şimdi olduğu yerden fırlayacak gibiydi. Kısa sürelik göz temasından sonra gözlerini gözlerimden çeken ilk o olmuştu.

Bakışlarım iki yanında duran abim ve Azad'a kaydığında bu üçlüyü bir arada görmek biraz da olsa yarama tuz basmıştı. Buruk bir şekilde gülümseyip önüme dönmüştüm. Net hatırladığım birşey daha varsa Semih'le o davetten ayrılmadan önce yine Sezen Aksu'dan çalan Hata şarkısıydı.

"İstemem senin ne sevgini ne kendini..."

"Elzem hava soğumaya başladı bu konuları sonra konuşuruz hadi sen odana git." Azad'ı başımla onaylayıp ayağa kalktım. "O geceyi hatırladım. Bana yine deli muamelesi yapmanı istemiyorum. Tedavi olacak biri varsa o ben değilim bana bunları yaşatanlar." Azad daha öncesinde de çoğu şeyi unuttuğumu söyleyip beni doktora götürmek için ısrar etmişti. Ama benim ruhumu iyileştirmeye hiçbir doktorun gücü yetmezdi. Yapacakları tek şey bana deli muamelesi yapmaktı.

✶✶✶

Son kez saçlarımı taradıktan sonra elindeki peluş ayıcıkla oynayan kızımı kucağıma alıp aşağıya indim. Agâh saat sekizde aşağıda hazır olmamı söylemişti ama ben Evîn'in uyanmasını beklemeyi tercih etmiştim. Yarım saat beklemenin kimseye zararı olmazdı. Konağın önüne geldiğimde korumalar konağın kapısını açmıştı. Bakışlarımı konağın önünde ki sokağa çevirdiğimde arabasının kapısına yaslanmış saatine bakan Agâh'ı görmüştüm. Geldiğimi anlamış olacak ki bakışlarını saatinden çekip üzerime dikmişti.

"Dakik olmayı hâlâ öğrenemedin mi?" Bir an afallasam da ne demek istediğini anlamıştım. Eskiden de her buluşmaya geç kalırdım. "Kendi kendine kararlar verirken bir buçuk yaşında bir kızımın olduğunu unutuyor olmalısın. Kızımın uyanmasını bekledim." Arabanın arka kapısını açtığında Evîn'i koltuğuna yerleştirip geri çekildim. Arka kapıyı Evîn'i korkutmamak adına yavaşça kapatmıştı. Aramızdaki mesafeye rağmen buram buram kokan sıcak kahve kokusu ciğerlerime doluyordu.

Şuan ona eskisi gibi sarılmayı, kokusunu içime çekmeyi istiyordum. Dün gece Azad'ın ağzından kaçırması sonucu uzun süre önce sevdiğim adamın ölümden döndüğünü öğrenmiştim. Benim yüzümden sevdiğim adam hayatını kaybedebilirdi ve benim daha yeni haberim olmuştu. Gururumu bir kenara bırakıp titreyen bir sesle, "sana bir kere sarılsam kızar mısın?" Diye sordum. Böyle bir soruyu beklemiyor olacak ki afallamıştı.

"Biliyor musun kızacağını söylesende bunu yapacağım. O yüzden cevap vermene gerek bile yok." Ona sarılmak için yöneldiğimde beni kolumdan tutup kendisine çekmişti. Ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi onun kolları arasında bulmuştum. Sıcak kahve kokusu tamamen ciğerlerime dolduğunda şuan Milan konağının önünde ölmeyi diledim. İki yıldır bulamadığım huzuru, saniyeler içerisinde onun kolları arasında bulmuştum.

Saniyeler süren sarılmadan sonra ilk geri çekilen taraf Agâh olmuştu. Tek bir kelime etmeden sürücü koltuğuna oturup arabanın kapısını kapatmıştı. İçimde kopan fırtınalara rağmen ruhumu huzur kaplamıştı. Usulca arabaya bindiğimde Agâh arabayı çalıştırmıştı. Nereye gideceğimizi sormak istesemde anın büyüsünü bozmamak adına susmuştum.

"Evîn bir buçuk yaşında değil mi niye hiçbir kelimeyi söyleyemiyor?" Evîn'le uzun bir süre vakit geçirmediği halde kızımın konuşamama sorununu o da fark etmişti. "Bebekler sekiz veya on sekiz aylıkken ilk kelimelerini söylemeye başlarmış. Evîn şuan on sekizinci ayında eğer birkaç ay daha kelimeleri söyleyemezse onu doktora götüreceğim." Başıyla beni onaylamıştı. "Şu nikah işi bitsin birlikte götürürüz." Şuan Agâh'a dönüp ona yüreğinden öpülesi bir adam olduğunu söylemek geliyordu içimden ama bunu söyleyebilecek en son insan bile değildim.

Araba durduğunda etrafıma bakındım. Çarşının yakınlarında bir sokakta durmuştuk. Buda demek oluyordu ki çarşıya gidecektik. "Annemlerle öğleden sonra birlikte kına için alışverişine çıktığınızda sana zorla istemediğin bir gelinliği aldırmaya kalkacak. Ondan önce davrandım. Bindallı ve gelinliğini şimdi seçersen anneme söz düşmez. Bindallını kırmızı almak zorunda değilsin." Dün ve bugün arasında çok fark vardı. İstemede kırmızı giyinmemi isteyen adam şimdi kırmızı giymemem için benimle birlikte bindallı seçmeye gelmişti.

"İyi de gelinlik almak için daha erken değil mi?" Kınadan sonrada gelinlik alabilirdik. "Annemle geldiğinizde gelinliğide bir an önce alalım diyecek. Biz ondan önce davranıp alalım." Agâh arabadan indiğinde bende arkasında indim. Evîn'i almak için arka kapıya yöneldiğimde Agâh benden önce davranıp Evîn'i kucağına almıştı. "İlk önce bindallını mı seçmek istersin yoksa gelinliğini mi seçmek istersin?" Bu kadar ilgili olması fazla garipti. Ama bu umrumda değildi bağırıp çağırmasından iyiydi bu hali.

"Gelinlik almamıza gerek yok bence. Düğünde beyaz bir elbise de giyebilirim. Herşeyin usulünce olması gerekmez." Eskiden de hiç gelinlik giyme hevesiyle büyüyen kız çocuklarından olmamıştım ta ki Agâh'a aşık olana kadar. Şimdi ise herşey o kadar sahteydi ki gelinlik giymek bile bana ızdırap gibi geliyordu. Yine yanımda sevdiğim adam vardı. Damatlığı o, gelinliği ben giyecektim ama bütün düzenimiz bir sahtelik üzerine kurulmuştu. Kendimi kirli hissediyordum. Beyaz bir gelinliğe çamur bulaştırmayı kimse istemezdi. "İstemeyi zaten kendi aramızda yaptık. Şimdi gelinlikte almazsak zorla evlendirileceğini düşünecekler."

Başımı olumsuzca salladım. "Gelinlik giymek istemiyorum." Kaşlarını çattı. "Ona ihanet etmekten korkuyorsun ama bir gece yarısı evimi ateşe verirken vicdanın bile sızlamadı." Semih'e ihanet etmemek için gelinlik giymek istemediğimi sanıyordu. Bir saat önce ona sarıldım diye yerinden çıkacak diye korktuğum kalbim şimdi tuzla buz olmuştu. Geçmişimden hiçbir zaman kaçamayacaktım. "Semih umrumda mı sanıyorsun? Sadece herşey bu kadar sahteyken gelinlik giymek istemiyorum. Beyaza siyahı neden bile bile bulaştırayım?" Beyaza siyahı yıllar önce bulaştırmıştım. Ama bunu dile getirmeye bile korkuyordum. "Burada dikilip seninle tartışamam. Fikrini soranda kabahat. İlk bindallını seç sonra gelinliğini seçersin." İlla istediğini yaptıracaktı. Onunla tartışmak istemediğim için önünden yürümeye başlamıştım.

Ezbere bildiğim yolları yürürken Midyat'ı ne kadar çok özlediğimi fark etmiştim. İstanbul'daki binalarda ev sıcaklığı yoktu taştan yapılmış evlerin her zaman bir ev sıcaklığı olurdu. Bizim konakta öyle bir sıcaklık yoktu. Babam beni her zaman azarlayacak bir neden bulup ev halkının huzurunu kaçırmayı başarırdı. Bu yüzden eskiden ne zaman bir ev sıcaklığı arasam kendimi Demirkan konağında bulurdum. Şimdi ise Demirkan konağının ne kadar soğuk olduğunu tahmin edebiliyordum.

✶✶✶

Mağazaya geldiğimizde çalışanlar tarafından çok güzel bir şekilde karşılanmıştık. Agâh kucağındaki kızımla birlikte mağazadaki koltuklardan birine oturmuş ben ise bindallı denemeye başlamıştım. Çalışanların bindallıyı giymeme yardım etmesini istememiştim çünkü vücudumdaki izlerin kimse tarafından görülmesini istemiyordum. Yarım saatlik çabam sonucu seçtiğim mor bindallıyı giyebilimiştim sonunda. Kabinden çıktığımda, Agâh Evîn'in peluş ayıcığını eline almış Evîn'le oyun oynuyordu. Bu görüntü uğruna ölünebilecek kadar muazzamdı. "Oyununuzu bölmek istemem ama fikrinizi sormak isterim." Agâh sesimi duyunca bakışlarını Evîn'den çekip bana bakmıştı. Beni boydan aşağıya süzdükten sonra bir süre sessiz kaldı.

"Mankenin üstünde duran Lacivert bindallıyı dene bu olmamış." Mor rengini bende kendime yakıştıramıyordum ama mağazaya ilk girdiğimde gözüme ilk mor bindallı çarpmıştı. "Lacivert bindallıyı beğendiysen dene de bakalım senin üstünde nasıl duracak." Yarım saatimi ikinci bir bindallı giyerek harcamak istemiyordum. Bindallıyı giymek bu kadar uğraştırıcı olduğuna göre gelinliği giymek iki saatimi alırdı.

Agâh beni takmadan mağaza çalışanına dönüp, "hanfendi lacivert bindallıyı seçti." Kadın başıyla Agâh'ı onayladıktan sonra bana gülümseyerek bakıp, "Elzem Hanım çok güzel bir tercih yaptınız. Bu bindallı üstünüze çok yakışacak." Çalışana yapmacık bir şekilde gülmseyip, "ona şüphem yok." Dediğimde Agâh'ın sırıttığını fark ettim. Çalışan yanımızdan ayrıldığında yüzümdeki sahte gülüşü silip Agâh'a sinirle baktım. "Senin yüzünden az önce kıza kaba davrandım. Lacivert bindallıyı beğendiğimi kim söyledi daha denememiştim bile." Bugün hem fazla sinir bozucu, bir o kadar da fazla sakindi. Ama diğer günler gibi birşeyleri ima edip durmuyordu. Umarım hep böyle kalırdı.

"İşim gücüm var benim annemin gazabına uğrayıp şu kızı konakta uzun süre yalnız bırakma diye seni buraya erkenden getirdim. Fazla kurcalama da kendine bir gelinlik seç." Beni sabahın köründe buraya getirmesinin sebebi belli olmuştu. Evîn'i konakta tek başına bırakıp durmam canını sıkacak olacak ki öğleden sonra Melek Hanım yüzünden kızımdan fazla ayrı kalmamayayım diye beni buraya getirmişti. Onu bildim bileli çocuklara ayrı bir zaafı vardı.

Çocukları koruyamadığımız bu dünyada karşımdaki bu adam elinde olsa dünyadaki bütün çocukları kanatları altına alacaktı. Öyle güzel bir yüreğe sahipti ki zamanında bende o güzel yüreğe kapılmıştım. Çoğu insan eğlenirken, herhangi birşeyle meşgulken Yaradanı unuturlardı. Ama ben karşımdaki bu adamın yüzüne her baktığımda Yaradana şükürler ediyordum. Eskiden şükretmeyi de bilmezmişim. Bunun farkına İstanbuldayken varmıştım. Agâhla geçirdiğimiz onca zaman aralığında bir kere bile şükrettiğimi hatırlamıyorum. Çünkü insanoğlu dara düşmediği sürece nadiren Yaradanı hatırlıyordu. Bende bunu dönüşü olmayan bir yola süreklendiğimde fark etmiştim.

Allah der ki, “Kimi benden çok seversen onu senden alırım, Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım." Birkaç yıl önce sosyal medyada karşılaştığım bu sözün gerçekliğini iliklerime kadar yaşamıştım. Şimdi her ne yaşarsam yaşayayım daha beterinden korunmak için dua ediyordum. Çünkü bazen isyan etmenin bir faydası olmazdı. Belki de dualarım beni bu noktaya getirmişti. Belki de birgün cesaret edip karşımda oturan adama bütün gerçekleri anlatacaktım ve birbirimizin yaralarına merhem olacaktık. Ya da ben yine arkama bakmadan çekip gidecektim buralardan.

✶✶✶

"Bu çok abartılı olmuş ilk denediğini al." Tam olarak dört tane gelinlik denemiştim ve Agâh hepsine edecek bir laf bulmuştu. Sinirliyken en azından laf sokmak dışında birşey yapmıyordu şimdi ise benimle birlikte çalışanları bile bıktırmıştı. "Madem ilk gelinliği beğendin neden üç gelinlik daha denedim?" Beğendiği gelinliğin üstünde rahmetli babaanneminin ördüğü dantellere benzeyen desenler vardı. Gelinliğin alt kısmı düz beyaz ve boldu. "Sen diğerlerini denedikten sonra ilki gözüme güzel görünmeye başladı." Sanki kendisi giyecekti de bana denettiriyordu. "O gelinlikle mevlanaya döndüm. Düğünde bir etrafımda dönmediğim kalacak."

"Düğünde etrafında dönmek mi istiyorsun?" Sanki evet desem ciddiye alıp bunu organize edecek gibi bir hali vardı. "Yok sari giyip Hint gelinleri gibi dans etmek istiyorum." Kaşlarını çattı. "Sari ne bilmiyorum ama çok istiyorsan gidip alalım." Derin bir nefes alıp verdim. "Ateşin mi var senin, dediğim herşeyi niye ciddiye alıyorsun?" Biraz daha ayakta kalmaya devam edersem yere yığılıp kalacaktım. "Yine boş konuşmaya başladığına göre gidip kıyafetlerini giy senin çenenle uğraşamam." Gerçekten bipolardı. Saniyede bir duygu değişimi yapıyordu ya da ben öyle sanıyordum. Açıkçası ya ben deliriyordum ya da Agâh tam olarak bir bipolardı.

Ağır adımlarla kabine doğru yürüyüp kabine girmiştim. Agâh'ın çalışan kıza, "ilk gelinliği beğendi." Dediğini duyduğumda Agâh'ın görmeyeceğini bildiğim halde gözlerimi devirmiştim. Gelinlik bana kalırsa çok kaba, başkalarına göre sade bir gelinlikti. Gelinliğin benim için pek bir önemi olmadığı için itiraz etmemiştim. "Sende tabi sıkıldın anneni beklerken. Ben iki yıl bekledim yapacak birşey yok iki saat daha sende benimle bekle." Mağazada yan yana iki kabin vardı. Kabinlerin önünde oturma alanı vardı. Bu yüzden Agâh'ın dediklerini duyabiliyordum. Duyduklarımın canımı yakması gerekiyorken bu sefer ister istemez kıkırdamıştım. Annem eskiden çok mutlu olduğum zamanlarda fazla gülen sonra ağlar derdi. Bugün birşey olacakta Agâh yine eski hâline dönecek diye ödüm kopuyordu.

Kıyafetlerimi giydikten sonra kabinden çıkmıştım. Agâh kabinden çıkmamla birlikte Evîn'i kucağına alıp ayağa kalkmıştı. "Kahvaltı yapmadan konaktan çıktın değil mi?" Kahvaltıdan bahsetmesiyle anca acıktığımı hissetmiştim. "Sabahın köründe çağırdığın için kahvaltı yapma fırsatım olmadı." Evîn'i uyandırıp onun karnını doyurmuştum ama kendi kahvaltımı yapmaya zamanım olmamıştı. Agâh telefonundan korumasını arayıp bindallı ve gelinliğimi Milan konağına götürmesi için emir verdikten sonra bana döndü. "Annemi aradım saat ikide seni çarşıya bırakacağım. Şimdi gidip kahvaltı yapalım."

"Gerek yoktu bizi konağa bırakman yeterliydi." Beni dinlemeden önümde yürümeye başladı. "Aç olduğun zamanlar başın dönüyor, konağa varmadan gözünün önü kararmaya başlar bile." Hâlâ benim hakkımda çok şey biliyordu. Bu yüzümde bir tebessüm oluşmasını sağlamıştı. "Hasan amcanın restoranına gidebilir miyiz? Geldiğimden beri yanına uğramadım." Eskiden ne zaman Agâh'la dışarıda kahvaltı yapacak olsak Hasan amcanın mekanına giderdik. Çünkü sevgili olduğumuzu bilen nadir insanlardandı. Bize hep babacan bir tavırla yaklaşırdı. Oturur bazen bizimle sohbet ederdi. İstanbuldayken Semih'i arayıp sürekli nasıl olduğumu sorardı.

Garip bir şekilde Semih ona kötü davranmıyor yalan da olsa iyi olduğumu söylüyor iki cümle konuşup telefonu kapatıyorlardı. Hasan amcanın hakkını ödeyemezdim. "İyi olur bende son bir yıldır doğru düzgün yanına uğramadım." İçimde tarif edemediğim kötü bir his vardı. Ama birşey olursa Agâh'ın yanında güvende olduğumuzun da farkındaydım. Bu yüzden içimdeki kötü hissi yok sayarak arabaya binmiştim.

Agâh, Evîn'i koltuğuna yerleştirdikten sonra sürücü koltuğuna oturup arabayı sürmeye başlamıştı. Hasan amcanın mekanına gelene kadar ikimizde tek bir kelime bile etmemiştik. Mekana vardığımızda Agâh arabayı park edip arabadan çıkmıştı. Arabadan çıkmak için kapıya doğru yönelecektim ki Agâh benden önce davranıp kapımı açmıştı. Hasan amcanın bizi mutlu bir çift olarak görmesini istemesi aşikardı.

Agâh benim kapımı açtıktan sonra arka kapıyı açıp Evîn'i tekrardan kucağına almıştı. Birlikte mekana doğru yürüdükten sonra mekana giriş yapmıştık. Hasan amca ortalıkta yoktu. Sadece garsonlar görevlerini yapıp müşterilerle ilgileniyordu. Etrafıma bakındığım esnada bir genç yanımıza gelip Agâh'la el sıkıştıktan sonra bizi manzaranın en güzel göründüğü bir masaya yönlendirmişti. Çocuk yanımızdan gitmeden önce benim sesimi duymasıyla duraksamıştı. "Hasan amca bugün gelmedi mi?"

"Yenge Hasan ustam arka bahçede çiçekleri suluyordu. Geldiğinizi ben gidip haber edeyim." Başımla çocuğu onayladığımda çocuk yanımızdan gitmişti. Sandalyelerden birine oturduğumda Agâh önce Evîn'i çocuk sandalyesine oturtup sonrasında karşıma oturmuştu. Saniyeler sonra yanımıza genç bir kız gelip siparişimizi almıştı. Agâh Evîn için özellikle bebek maması istemişti. Başkası sorsa garson muhtemelen restoranda bebek maması yok derdi ama soran kişi Agâh olunca işler hep değişiyordu. Serpme kahvaltımızın gelmesini bekerken etrafıma bakınıyordum. Agâh'ın bakışlarını üzerimde hissetmek bile beni strese sokmaya yetiyordu.

Onunla göz teması kurmamak adına etrafıma bakınmaya devam ederken arkamdan gelen ses hızla ayağa kalkmama neden olmuştu. "Kız zilli geleli kaç gün oldu yanıma uğramak yeni mi aklına geldi." Koşarak Hasan amcaya sarıldığımda bizi izleyen gözleri yok satmıştım. "Amcam durumları az çok biliyorsun gelmeye fırsatım olmadı. Yoksa bilirsin gelir gelmez ilk senin yanına uğrardım." Hasan amca gülüp sarılmama karşılık verdikten sonra geri çekilmiştim. "Bilmezmiyim güzel kızım. Unutmadan sorayım, Zozan kızım nasıl oldu? Hanımla beraber benim oğlanı ziyarete gitmiştik. Geleli iki gün olmadı. En kısa sürede Zozan kızımı ziyarete gelecektim."

Hasan amcamın oğlu Bitlis'te memurluk yapıyordu. İsmini hakkıyla taşıyordu. Ali Gaffar, Şehit Ali Gaffar Okkan'dan geliyordu ismi. Küçükken Gaffar'la ne zaman oyun oynasak bende Ali Gaffar Okkan gibi biri olacağım. Onun gibi adaletli, vatansever olacağım derdi. Şimdi görevini hakkıyla yapan bir memurdu. Midyat'ın gururuydu. "Hasan amca söyle o oğluna düğünümde ne yapıp etsin yanımda olsun. Gelemem derse Bitlis'i ateşe vereceğimi de belirtirsin."

✶✶✶

Hasan amcayla biraz daha konuştuktan sonra Hasan amcanın işi çıktığı için yanımızdan ayrılmıştı. Serpme kahvaltımız hazırlandıktan sonra sesiz bir şekilde kahvaltımızı yapmaya başlamıştık. Agâh bir yandan kendi kahvaltısını yapıp, bir yandan da Evîn'e mamasını yediriyordu. "Midyat'ın çayını bile özlemişim." Dediğimde Agâh dönüp bana baktı. "İstanbulda kaçak çay mı yoktu? İhracatını ben yapıyor olmasam buna inanırdım." Hayır içtiğim su bile gözüne batan bir adamın yanında kalıyordum.

"İstanbul'da çay içmiyordum. Canım çekmiyordu. Buraya gelince çay içmeyi özlediğimi anladım. Hem sen şu kaçakçılık işini biraz abartmıyor musun? Kaçakçılık yapmasan sanki aç kalıcaksın. Her ülkede şirketlerin varken birde kaçakçılıkla uğraşmaya devam ediyorsun." Kaçakçılık yapmaya ihtiyacı yoktu ama buna devam ediyordu. "Görende insan kaçakçılığı yapıyorum sanacak." İnsan kaçakçılığı yapmıyordu ama ufak tehditlerle birkaç mülteciyi ülkesine gönderdiğine şahit olmasam yarın öbür gün insan kaçakçılığı yapmayacağına emin olurdum.

"Çay, telefon, sigara, silah kaçakçılığı yapman yetmiyormuş gibi yanında insan kaçakçılığı yapmaya karar versen hiç şaşırmam." Bu kadar ileri gitmez diye düşünüyordum. "Bir gün Allah korusun şirketler batarsa insan kaçakçılığını da gözden geçiririm." Gözlerimi devrip kahvaltımı yapmaya devam etmiştim. Saniyeler sonra restorandaki müşterilerin koşarak mekandan ayrıldığını görünce ne olduğunu anlamak için etrafıma bakındım ama Agâh'ın hızla kahvaltı yaptığımız masayı devirip beni masanın arkasına alıp Evîn'i de kucağıma bırakmasıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. Gözlerim yavaşça kapanmaya başlarken hatırladığım tek şey etrafta yankılanan silah sesleriydi.

❀❀❀

Yine kimin gazabına uğradık acaba?

❀❀❀

Bölümleri en çok kimden okumayı seviyorsunuz?

❀❀❀

Şuana kadar en sevdiğiniz karakter?

❀❀❀

Instagram; kitaplardanbeyazbirsayfa

Tiktok; kitaplardanbeyazbirsayfa

❀❀❀

 

Bölüm : 28.10.2024 01:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...