31. Bölüm

31. Bölüm~Deli

Cemre
cemre___

Deli, deli, deli gibi biri

Bi görsen nasıl güzel biri

Sanki şiir gibi her bi hücresi

Bakışları,gülümsemesi

 

İyi okumalar...

 

Pars birden serumunu çıkarıp Azranın yanına eğilerek koştu. Azra saklanmak için eski yerine gidecekken Pars tek eliyle onun karnından tutarak havaya kaldırdı ve duvarın arkasına çömelerek geçtiler.

Pars etrafa telaşla bakarken Azra silah seslerini umursamadan bağırdı.

"Ilacın bitmeden nereye kalkıyorsun sen ya?"

Tepelerinden mermiler yağarken Pars kaşlarını çatarak ona baktı ve o gürültünün içinde bağırarak konuştu.

"Haklısın ya. Ben nasıl böyle bir hata yaptım? Ben gidip geri takayım iğnemi. SAÇMALAMAYA BAŞLADIN İYİCE SEN SİLAHLARIN İÇİNDE BURADA DURURKEN ORADA ÖYLECE YATACAK MIYDIM BEN?"

Azra gülümsedi ve aşık olduğu adamı zevkle izlemeye başladı. Parsın eli hala onun belindeydi ve mermilerden korunmak için duvarın arkasında çömelmiş bir şekilde duruyorlardı. Pars, böceğin odağının değiştiğini görünce gözlerini Azraya çevirdi ve ne kadar yakın olduklarını fark etti. Onun mavi okyanus gözlerinin kendi gözlerine yakınlığını fark ettiği anda kendinden geçti. Etraftaki tüm silah sesleri yok olmuştu sanki birdenbire. Sadece silahlar değil her şey yok olmuştu onlar için. Sanki dünyada sadece ikisi vardı.

 

"Şimdi de sen mi oldun kurtarıcı meleği?" dedi Azra fısıldayarak.

 

Pars, kendine gelmeye çalıştı.

 

"Sen ne yaptığını zannediyorsun?"

 

"Ne yapmışım?" dedi Azra gözlerini Parsın gözleri ve dudakları arasında gidip getirirken.

Pars zorla yutkundu.

 

"Niye... adamın... karşısına çıkıyorsun? Onun seni görmemesi lazım demedim mi ben sana?"

 

"Görse ne olacak?"

 

"Güvenliğin için görmemeli."

 

"Bir şey olmaz. Sen beni korursun."

 

"Bak o adam çok tehlikeli. Sana zarar verebilir. Sakın. Sakın bir daha böyle bir şey yapma."

 

"Beni bu kadar önemsemen çok hoşuma gidiyor."

 

Pars, gözlerini kırpıştırdı. Her sözü kalbine işliyordu heyecanlanıyordu.

 

"Ciddiye alsana beni biraz."

 

"Pars Bey Pars Bey... Merak etme ben en çok seni ciddiye alıyorum."

 

Pars, Azranın yüzüne baktı dik dik.

 

"Silahların altındayız. Sen hala dalga geçiyorsun."

 

"Yoo." dedi Azra başını iki yana sallarken. "Şu bir kaç gündür söylediğim hiç bir şeyi dalga geçme amaçlı söylemedim."

 

Pars, içinden 'eyvah'lar çekerken Karınca uzaktan bağırdı.

 

"Abi! Abi! Biz buradayız!"

 

"Siz kimsiniz lan?"

 

Tepelerinden mermiler yağarken ancak bağırarak konuşabiliyorlardı.

 

"Benim kim olacak başka Pars!" dedi Asya.

 

"Karınca sana bir görev verdim! Kızları mağarada tut dedim! Sence yapabildin mi?"

 

"Abi kızlar sence söz dinliyorlar mı?"

 

Pars göz ucuyla dibindeki Azraya baktı.

Azra Parsın yüzünü gülümseyerek izliyordu. Her köşesini detayını hafızasına işliyormuş gibi izliyordu. Hafızasında sadece bu yüz olsun istiyordu.

 

"Dinlemiyorlar, doğru."

 

Azra sırıttı. "Bazen bazı şeylere söz geçirilmez Pars efendi."

 

Pars, eriyordu kadının her sözünde karşısında resmen. Her güzel sözü hem mutlu ediyor hem de çok korkutuyordu.

 

Böcek, bir yandan karşı tarafa ateş ederken bir yandan da Pars ile o kıza bakıyordu. Tam tanışacakken bu baskının denk gelmesi kötü olmuştu. Ama Akrebin dediği gibi Azra olduğuna inanmıyordu. Akrebe hiç inanmıyordu. Ona inanıp Parsın odasını karıştırdığı için kendinden utanıyordu. Akrebin işini en kısa zamanda bitirecekti. Böcek uzaktan onlara bağırdı.

 

"Pars! Ben kapıya geçiyorum! Peşimden gelin!"

 

"Tamam efendim!"

 

Azra kaşlarını çatarak Böceğin koşuşunu izledi.

 

"Şerefsiz. Bu kadar adi olamaz biri. Insan değil bu." dedi ve kendine hakim olamayıp Parsla saklandıkları yerden çıkıp yanına gitmek için hareketlendiğinde Pars kolundan tuttu.

 

"Ne yapıyorsun yine?"

 

"Gidip onu gebertmek istiyorum. Dünyada böyle hainler oksijen tüketiyor." dedi sinirle.

 

"Adaleti sen sağlayamazsın doktor hanım. Senin görevin insanları iyileştirmek. Adalet işi polislerin askerlerin ve hukukun."

 

Azra tebessüm etti. Bu sözlerin çok benzerini hep babası da söylerdi.

 

"Haklısın."

 

 

Asya, Karıncayı denemek için "sizi çağırdı o Serkan. Gitmeyecek misiniz yanına?" diye sordu.

Karınca zorla yutkundu. "Gidemeyiz şuan. Siz varsınız sizi korumamız lazım."

 

Bağırarak konuştukları için Pars ile Azra da onları duyuyorlardı. Azra Parsa döndü.

 

"Kızmasın o eklem bacaklı. Gelin demiştim neden gelmediniz diye."

 

"O bizim sorunumuz doktor. Sen dert etme."

 

 

"Ben sizi daha önce ki baskında da izlemiştim. Hiç bir polise sıkmamıştınız." Dedi Asya.

 

 

Karınca Parsa baktı yardım istercesine.

 

"O zaman da siz vardınız."

 

"Biz olmasak... ne yapacaksınız?" dedi Azra tedirgin bir şekilde.

 

 

"Bir şey yapmazlar bence abla. Hatırlasana. Askeri tedavi etmiştin sonra kesin karakola geri götürdüler onu."

 

 

"Şşt. Aşkım. Sessiz olur musun?" dedi Karınca birden endişeyle.

 

"Asya sen de polisin kızıydın değil mi?"

 

"Evet!" dedi Asya gururla.

 

"Bu mesleki özellikler genle mi aktarılıyor? Ikiniz de böyle sorgu meleği gibi. Hayır ablanı anlıyorum azraillikten sorgu melekliğine terfi etti. Sen de mi artık öylesin?"1

 

Asya kahkaha attı. "Pars senin gözünde ablam da hep melek."

 

Azra gözlerini Parsa çevirdi sırıtarak. Buraya ilk geldiği zamanlar geldi aklına.

 

"Bir şey diyeceğim. Azrail deyince aklımıza kötü şeyler geliyor bizim, korkuyoruz ondan. Ama aslında haksızlık ediyoruz. Sonuçta... o da bi melek. Ve melekler çok güzel olur."

 

Pars da aynı şeyi hatırladı ve zorla yutkundu.

Acaba Azrayı bu düşüncelere o mu sokmuştu? Böyle şeyler söylediği için mi bu kız değişik değişik konuşuyordu?

Nerden bilebilirdi onun da ona...

 

"PARS! KARINCA! BURAYA GELSENİZE LAN! ASKERLER GİRDİ GİRECEKLER KAMPA!"

 

Papağanın onlara seslenmesiyle Pars ile Karınca birbirlerine baktı. Artık gerçekten gitmeleri gerekiyordu.

 

"Burada kalın tamam mı? Başınızı sakın kaldırmayın."

 

Pars ile Karınca hızla diğer teröristlerin yanına gittiler.

 

 

Asya ile Azra ile öylece kalmışlardı. Başlarının üzerlerinden mermiler yağıyordu.

 

"Asya... sence askerlere bir şey yaparlar mı?"

 

"Gel beraber öğrenelim."

 

"Ne?"

 

"Hatırlıyor musun abla küçükken bizimkilerle pikniğe gitmiştik. Orada bizimkilerin düşmanları saldırmıştı. O sırada bize silahlar tepemizden yağarken nasıl yürümemiz gerektiğini anlatmışlardı."

 

"Hatırlamaz mıyım... Hemen de öğrenmiştik."

 

"Şimdi o şekilde giderek senin merakını giderelim. Gel beni takip et."

 

Asya eğilerek Azranın yanına geldi ve elini tuttu. Azra da eğildi ve ailelerinin öğrettikleri şekilde hızlı adımlarla başka bir duvarın dibine gitmek için yürüdüler. Sonra da hemen yere çömeldiler. Buradan Parsı da Karıncayı da uzakta da olsa da görüyorlardı. Pars ve Karınca diğer teröristlerden uzaklaşmışlar farklı yerlere geçmişler. Sırtlarını bir taşa dayamışlar öylece bekliyorlardı.

 

 

"Görüyor musun? Hiç bir şey yapmıyorlar... Bazen düşünüyorum da Akrep haklı olabilir mi... yani bunlar teröristler için hain olabilirler mi?"

 

Azra pek de şaşırmamış şekilde Parsı izliyordu.

 

"Yani polis veya asker..."

"Düşünsene abla. Vatanları için hayatlarını hiçe sayan, bu iğrenç yere yıllardır katlanan iki mehmetçik olabileceklerini..."

 

Azra gerçekten bunun hayal etti.

 

"Babam çok mutlu olurdu asker bir damadı olacağını duyunca."

 

Asya da kıkırdadı. "Çok sevinirdi gerçekten."

 

 

O sırada kızlara yakın bir terörist kampa iyice yaklaşmış bir askere nişan alındığını gördü Azra. Hızla yerdeki büyük bir taşı teröristin kafasına attı. Terörist acı içinde yere yığıldı.

 

 

Pars uzaktan hiç ateş edilmemesine rağmen yere yığılan teröristi görünce hemen onun arkasına baktı ve...

 

"Deli bunlar..." diye mırıldandı. Karınca da "off çok iyi attı ama abi..." dedi.

 

Azra Parsın ona baktığını görünce duvarın dibinden el salladı. Pars 'ne yapıyorsun?' Diye ima etti başını sallayarak. Azra da kollarını iki yana açarak 'hiçç' dedi. 'Bir kere söz dinleyin 1 kere' dedi eliyle '1' işareti yaparken. 'Ne yaptım ya Allah Allah!' dedi ve Pars bunu uzakta olsa da anladı. Taşla bayılttığı teröristin silahına uzandı ve eline aldı. Asya da heyecanla elini çırptı.

"Ay abla ben de istiyorum."

Pars telaşla onları izliyordu.

Azra silahla önündeki iki üç terösiste sıktı ve hızla başını aşağıya çekti.

 

Pars sinirle başına vurdu. "Ya etraftan biri görse deli kadın!"

 

...

 

"Ulan. Bitirdiler lan kampı."

"Çok ani oldu hiç hazır değildik."

"Sinek! Lan... Sinek de ölmüş!"

"Sadece sinek mi... Solucan, Karga... çok ölümüz var."

Teröristler kendi aralarında konuşarak cesetleri toparlarken Pars Böcekle konuşuyordu.

 

"Efendim, baya zaiyatımız var."

 

"Bırak şimdi zaiyatı Pars. Onlar burada bunun için varlar. Biri ölür yerine yenisini getiririz. Sen bana Akrebi getir. Yarın tüm kamplara haber yolla. Sonra da peşine düş. O şerefsizi bul bana getir."

 

"Tamam efendim."

 

Böcek arabasına binip Bukalemunun yanına gitmek üzere arabayı çalıştırdı. Akrebin üzerini çizmişti. Bukalemuna söyleyip Akrebin işini bitirecekti.

...

 

"Abla bana niye vermedin o silahı bir iki tane de ben öldürseydim ya."

 

"Taktın Asya ya..."

 

Asya Azraya çemkirirken birden kapıları çalmaya başladı. Bu çalış şeklini biliyordu. Parsdı gelen. O kapıyı çalarken ardarda tıklatmazdı kapıyı. Her bir tıklatmasının arasına bir kaç saniye koyardı.

 

Azra gülümseyerek kapıya bakınca Asya "Geldi seninki galiba." Dedi muzipçe.

 

"Geldi..."

 

Azra saçını düzeltip kapıyı açtı.

Pars çatık kaşlarla ona bakıyordu. Sonra hızla içeriye girdi. Ardından Karınca da girdi ve kapıyı kapattı. Kasırga gibi esmişlerdi resmen. Sinirli oldukları çok belliydi. Özellikle Parsın...

 

Azra sırıtarak ona baktı. Sinirli haliyle bile bir insan bu kadar tatlı çekici olamazdı.

 

"Ne oldu beyler ne bu sinir?" dedi Asya.

 

"Ne bu sinir mi?" dedi Pars Azraya bakarak. "Yok sinirlenecek hiç bir şey yok tabi. Her şey normal."

 

"Ya ne var be. Baskını biz mi yaptık Allah Allah." diye çemkirdi Azra.

 

"Yok yok hiç bir şey yok. Sen değilsin önce bir taşla sonra da eline o taşla bayıltığın adamın silahını alıp onlara sıkan..." dedi Pars sesini kısarak ve kızgın bir şekilde.

 

"Ne var ne yapmışım anlamadım." Dedi Azra umursamazca.

 

"Ne yaptın söyleyeyim doktor. Kampın en önemli kişilerini öldürdün. Akrepten sonra en önemli kişilerdi Solucanla Sinek."

 

"Aa öyle miydi..." dedi ve rahat bir şekilde yatağına oturdu. "Ellerime sağlık çok iyi yapmışım.

 

Pars sinirden parmaklarıyla şakaklarını ovuşturdu. "Ya biri gördüyse Azra? Ya biri gördüyse..."

 

"Eğer biri görseydi çoktan sana hayvanların yumurtlarlardı canım."

 

Can...ım...? Kendine Gel Pars.

 

"Bak etrafına yumurtlayan biri var mı? Yok. O zaman rahat olabilirsin."

 

"Yaa. Rahatlayalım hemen o zaman. Görseydi ne olacaktı doktor hanım? Hı? Seni mahvederler burada Azra. O iki adamı... senin öldürdüğünü görselerdi..."

 

 

"Of Pars ne gergin adamsın ya. Olmadı öyle bir şey o zaman konuşmamıza gerek yok."

 

"Var konuşmamıza gerek. Neden söz dinlemiyorsunuz siz ya? Bak benim dediğim her şey sizin güvenliğiniz için. Kendi keyfimden değil. Önce Böceğe kendini ele veriyorsun sonra birilerini öldürüyorsun. Bu patavatsız tavırlarından vazgeçeceksin."

 

Azra onun sinirliyken ki tatlı hallerini görmezden gelemiyordu.

 

"Çok zevkli miydi bari basket topu atar gibi taş atmak adamın kafasına? Ya da bam bam ateş etmek... eğlendin mi hoşuna gitti heralde... Ne diyeceğim sen git baba mesleğini yap bence hem..."

 

"Bi dakika bi dakika araya bir iki virgül koyup ara cümle koymak istiyorum sonra kızmaya devam edersin olur mu?" dedi Azra ayağa kalkarak. Sonra tam karşısında durdu ve 32 diş sırıtarak konuştu.

 

"Sinirliyken ayrı bir tatlı oluyorsun."

 

Pars duyduğu şeyle gözlerini Azranın gözlerine dikti. O sırıtarak ona bakarken iltifatı karşısında sıcakladığını hissetti ama ciddi kalmaya çalıştı.

 

"Ben kime konuşuyorsam..." diyip mağaradan hızla çıktı. Karınca ile Asya da kıkırdıyorlardı.

 

...

 

Pars odasındaki yatakta uzanmış tavanı izliyordu. Başında hafif bir ağrı vardı. Ama umursamıyordu. Daha da önemsemesi gereken bir şey vardı: Azra...

 

Ne yapacaktı onunla? Bu kadar iltifat, söz...

 

"Allahım neden böyle oldu? Ben onu kendi kendime seviyordum. Karşılık istemiyordum..."

Gözleri dolmaya başladı. "Çok üzülür..."

 

O sırada hızla kapı açıldı.

 

"Abi abi abi abi."

 

"Noluyo oğlum ya?"

 

Karınca aynı hızla kapıyı kapattı ve sandalyeye oturdu.

 

"Anlat anlat anlat anlat."

 

Heyecanla ellerini birbirine çarptı.

 

"Neyi oğlum ne diyorsun lan?"

"Abi bacım sana yürüyo resmen abiii."

 

Pars derin bir nefes alıp yatakta oturdu ve başını ellerinin arasına aldı.

 

"Farkındayım."

 

"Abi bacım cidden yengem oluyo yani ha! Allahım çok çok mutluyum lan! Naptınız yoksa çoktan sevgili oldunuz mu?"

 

"Olamayız."

 

"Abi lan off harika oldu ya." Karınca sesini kısarak konuşmaya devam etti. "Her açıdan harika oldu lan. Bülbül... Bülbülün damadı hayatında tek güvendiği kişi olacak. Adam tek sana güvendi kızını sana emanet etti. Düşünsene ben bülbülün yerinde olsam senin damadım olacağını duysam çok mutlu olurdum."

 

Karınca mutluluktan motora bağlamış konuşuyordu.

 

"Abi düğünlerimiz aynı günde olur. Çifte düğün yaparız. Asya ben bacım sen. Aynı gün evleniriz be."

 

 

"Olmayacak öyle bir şey Karınca."

 

"Abi düşünsene çocuklarımız olacak. Kardeş gibi yetiştiririz onları. Birbirlerinin kardeşi olurlar bizim gibi..."

 

"Karınca..." Parsın gözleri dolmuş çoktan ağlamaya başlamıştı.

 

"Abi 40 gün 40 gece düğün yaparız ya. Tüm karakol gelir hem bizimkiler hem bacımınkiler hem Asyanınkiler... Bir pasta yaptırırız düğün pastası böyle kocaman hepimizin boyunu geçer. Off bir halay çekeriz var ya... Düşünsene abi bacımla Asya bembeyaz gelinliğin içinde. Sen ben damatlıkların içinde. İlk dansımız..."

 

 

"KARINCA KES ARTIK!"

 

Parsın ani bağırışıyla Karınca hayal dünyasından ayrıldı. Pars ayağa kalkıp yaşlı gözlerle Karıncaya baktı.

 

 

"Bunlar imkansız. Hiç biri olmayacak."

Karınca hayal kırıklığı içinde ona baktı.

Neden abi?"

Parsın gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akarken başını ellerinin arasına alıp konuşmaya başladı.

"Oğlum ben ölüyorum lan... Öleceğim ben."

 

Karınca ağlamamak için dudağını ısırdı.

 

"Kaç ayım kaldı benim şurada... Sen ne evliliğinden ne düğününden ne sevgililiğinden bahsediyorsun lan?"

 

Pars gözyaşlarını silmeye çalıştı. Sesi titriyordu.

 

"A...şık... mı bana..."

 

 

Karınca ağlayarak başını 'evet' anlamında salladı. "Asya anlattı bana da... Sana çok aşık olmuş."

 

Pars yatağa geri oturup hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

"Çok üzülecek lan. Çok üzülecek. Bizim bırak evlenmeyi sevgili olmak için bile vaktimiz yok ki... Biz o kadar imkansızız ki..."

 

Karınca Parsın yanına çökerek ağlamaya devam etti.

 

"Ben istemez miyim sanıyorsun onu beyazlar içinde görmeyi... Ben istemez miyim sanıyorsun ondan çocuğum olmasını... Ben istemez miyim onunla her saniyemi geçirmeyi... Ama geçirmeye saniyem yok lan. Ben öleceğim. Sonra ne olacak? Hayatının tramvasını yaşayacak. Bir daha aşık olmaktan korkacak. Aşık olamayacak belki. Ya da kendini engelleyecek. Bir daha canı yanmasın diye. Evlenmekten çocuk sahibi olmaktan soğuyacak. Düşünsene bir daha hiç evlenmek istemeyebilir. Onun elinden böyle bir şeyi almış olacağım. Çocuğu... O dünyanın en güzel annesi olur. Ama benim yüzümden olmak istemezse... Anneliği tadamazsa... Oğlum ben bunların hepsini onun elinden almış olacağım lan."

 

Gözyaşlarını silerek dibinde ağlayan Karıncanın başını okşadı.

 

"İsyan etmiyorum asla. Ben bu canımı hasta veya sağlam vatanıma feda ettim zaten. Sadece şu gönlüm tutuldu ona. Tutulmasından da pişman değilim. Ona aşık olmak hayatımda yaşadığım en güzel şeydi. İyi ki de aşık oldum. İyi ki de o gözlerini gördüm o gözlerle kayboldum. Ben... sadece... aşkımla gömülür giderdim. Bedenimle beraber aşkımı da gömerdim toprağa. Karşılık istemiyordum ben. O niye aşık oldu ki bana... İstemiyorum onun arkamdan gözyaşı dökmesini. Istemiyorum cenaze törenime gelmesini. Ağlamasını. Oğlum çok üzülecek lan. Onun üzüleceğini düşünmek bile canımı çok yakıyo be. Kalbime hançerler saplanıyo cenazemin başına ağladığını düşününce. İstemiyorum benim yüzümden üzülmesini. Hayatının en güzel zamanlarını benim ölüm yüzünden mahvetsin istemiyorum. "

 

Pars ayağa kalkıp gözlerini temizledi.

 

"Ne güzel nefret ediyordu benden. Keşke öyle kalsaydı..."

 

Kapıyı açıp temiz hava aldı.

 

"Benim kendimden nefret ettirmem lazım yeniden. Bana aşık olduğu için pişman olsun ve benden nefret etsin. Nefreti sadece öfkelenmesine neden olur. Öfkede geçer. Ona büyük bir tramva yaşatıp hayatının geri kalanını mahvetmek istemiyorum."

 

Kapıdan içeriye ay ışığı sızarken Karınca abisinin yanına gidip sarıldı ona sıkı sıkı.

 

...

 

Yılan, odasında sarı saçlarına maşasını yaparken aynadan kendisine bakıyordu.

Parsı unutmak için yine çok yetersiz bir gündü. O doktor kızı mahvetmek istiyordu. Küçüklüğünden beri ona bakan, değer veren Parsı elinden almıştı. Babasından görmediği şevkati ondan görmüştü. Aşıktı ona. Onsuz günleri çok boş geçiyordu. Unutamıyordu. Saçma sapan işleriyle kafasını dağıtmak da işe yaramıyordu.

Bukalemunun kızı olmak zordu. Hayatının seçimlerini kendisi değil de babasının hayatı yapmıştı. Mağara köşelerinde süslerle makyajlarla iğrenç hayatının etkilerini kapatmaya çalışıyordu sanki. Öyle bir hayatı vardı ki babası annesinin katiliydi. Babasından hiç sevgi de görmemişti ki zaten duyguları karşılıklıydı. Annesini öldüren adamı baba olarak kabul etmemişti hiç bir zaman. Kendisini iğrenç bir olayın sonunda doğmuş iğrenç bir varlık olarak görüyordu. Belki de kamptaki kadınlar içinde en süslü olan olarak anılmasının nedeni buydu. Iğrenç kendisini bir nebze güzel görmek. İşe yarıyor muydu, kendisi de bilmiyordu. İsmi bile çok kötü bir hayvandı.

 

"Yılan hanım müsait misiniz?"

"Gel."

 

"Efendim Pars Beyden haber var. Tüm kamplara gönderilmiş bir haber."

 

"Söyle bakalım. Pars Bey ne demiş." dedi rimelini sürerken.

 

"Akrebin hain olduğu kesinleşmiş. Tüm kamplar onu bulmakla görevlendirilmiş. Onu bulan direkt Pars Beye götürecekmiş."

 

Akrebin adını duyduğu anda teröriste başını çevirdi.

 

"Ne diyorsun lan?"

 

 

Tahmin ettiği doğru çıkmıştı. Böcek Akrebe inanmamıştı.

 

"Tamam çık sen."

 

Yılan telaşla ellerini yumruk yaptı.

 

"Ben dedim sana Akrep. Bu işin sonu ölüm dedim."

 

Terörist başlığını yüzüne dolayıp ceketini de aldı ve kimseye çaktırmadan kamptan çıktı.

 

...

 

"Söyle bakalım Böcek. Kızı mı buldun?"

 

Böcek derin bir nefes aldı. 'Ne bitmeyen intikammış be, senin intikamın yüzünden aramıza giren haini göremedik' diye geçirdi içinden.

 

"Hayır efendim. Daha büyük bir sorunumuz var."

 

"Söyle."

 

"Aramızda bir hain var."

 

Sandalyesi cama dönük olan Bukalemun, birden Böceğe döndü.

 

"Ne haini lan?"

 

"Akrep... diye bir kişi. Askerlere çalışıyor."

 

"Bana ne geliyorsun kişi belliyse git öldür işte."

 

"Akrebi bulana kadar kızı bulma arayışlarımıza ara verebilir miyiz?"

 

Bukalemun dişlerinin arasından konuştu.

 

"Bulamıyorum demiyorsun da haini araya sokuyorsun. Seni boşuna mı emniyete soktum anlamıyorum ki. Ne halta yarıyorsun sen orada?"

 

"Kızın nasıl ortadan kaybolduğunu siz de biliyorsunuz efendim. Siz öldürme kararı verdiniz ve birden yok oldu. Aylar oldu bir iz bulamıyorum."

 

"Pislik Mehmet. Yerin dibine soktu kızını. Ama elinde sonunda ikisini de öldüreceğim. Sen şimdi haini bul. Onu yok et. Sonra kızı aramaya devam et."

...

 

Akrep yıkık dökük harabe evinin içinde yere attığı yorganın üzerinde kıvrılmış uyurken kapısı kırılacakmış gibi çalmaya başladığında korku dolu bir şekilde gözlerini açtı.

 

"Akrep! Akrep içerdeysen kapıyı aç hemen!"

 

Akrep Yılanın sesini duyunca bir an rahatladı. Kapıyı açmasıyla yine dondu kaldı.

Her seferinde nasıl bu kadar güzel olabiliyordu?

Terörist başlığının altından sarı saçları çıkmıştı, üzerinde yine yeşil uzun vücudunu saran bir elbise vardı.

 

"Oğlum sen bu sefer öldün. Fatihanı okutabiliriz."

 

Ölmüş olmalıydı gerçekten. Bu kadar güzel biri dünyada olamazdı çünkü.

 

"Beni duyuyor musun Akrep?"

Akrep onun güzelliğinden donmuş olsa da belli etmemek için normal halinde dönmeye çalıştı.

"Ne bağırıyorsun kadın yine?"

 

"Bittin diyorum. Tahtalı köye biletin kesildi."

 

Akrep umursamazca battaniyesinin üzerine oturdu.

 

"Böcek inanmadı sana. Tüm kamplara senin hain olduğunu yaymış. Ölüm fermanın verildi. Kamplardaki herkes seni aramaya başladı."

 

Akrep durdu ve yere baktı sakince. Onun aksine Yılan çok telaşlıydı.

 

"Ne yapacaksın şimdi lan?"

 

Akrep hızla ayağa kalktı ve montunu giydi. Sonra Yılanın karşısında durdu.

 

"Her şey için teşekkür ederim. Bana çok yardımcı oldun."

 

Yılan anlamadan baktı ona. "Ne şimdi bu?"

 

"İstanbula gideceğim. Böceğin çalıştığı karakolu bulacağım."

Yılan gözlerini devirdi ve baygınca ona baktı.

"Ya hâlâ mı ya? Vazgeçmeyecek misin be adam?"

 

"Hayır. Bence her şey Pars, Böcek, o doktor kadın arasındaki küçük bir halkadan ibaret. Böceğin çalıştığı karakolda aradığım cevabı bulabileceğime inanıyorum."

 

 

"Akrep. Bak seni kamptakiler bulmazsa polisler askerler bulur yakalanırsın."

 

Akrep gülerek Yılanın yanağından bir makas aldı.

"Merak etme fıstık. Ben o kadar aptal değilim. Sahte kimlik falan yaptırırım. Adımı bile buldum biliyor musun? Savaş."

 

 

Yılan gözlerini devirdi. "Hala işi ciddiye almıyorsun."

 

"Hoşçakal Yılan Hanım." dedi kapıya yönelirken. Başını çevirip ona baktı. Nedense onu bırakmak istemiyordu.

 

 

Yılan sessizce onun gidişini izledi.

 

...

 

 

"Böcekten ve Bukalemundan gelen emirle artık hedefimiz Akrebi bulmak. Akrebi bulup bu kampa getireceksiniz ve onun cezasını keseceğiz. Bizim örgütümüze ihanet edenin cezasının ne olacağını herkes öğrenecek!"

 

"EVET!"

 

"O AKREP ÖLECEK!"

 

"Diğer kamplarla yol üstünde buluşacağız. Hadi şimdi arabalara."

 

 

Herkes silahlarını alıp arabalara binerken kampa Yılanın arabası girdi. Yılan Akrebin gitmesinden sonra ilk gideceği yer Parsın yanı olmuştu. Bir karar verecekti ve bu kararı verirken Parsın hareketleri etkili olacaktı.

 

Yılan topuklu ayakkabıları ile arabadan inip Parsın tam karşısına geçti.

 

"Hoşgeldin Yılan. Nasılsın?"

 

Pars her şeye rağmen ona karşı mahcup hissediyordu. Üzülüyordu onun için.

 

"Akrebin hain olduğuna nereden vardın?"

 

Yılan onun sorusunu umursamamıştı.

 

"Odama girdi ve dosyalarımı çaldı. Dosyalarımı çaldıktan bir kaç gün sonra da baskın oldu."

 

Yılan Parsa bir adım yaklaştı. "Akrep, en son hain olacağını düşüneceğim insanlardan biri. Hayatını buraya adamış biri. Senin hain olduğunu düşünürüm... Onu düşünmem..."

 

Pars gülümsedi.

 

"O yüzden mi kapıyı açık bırakmamı sağladın?"

 

Yılan saçının yüzüne gelen kısmını kulağının arkasına koyarak konuştu. "O gün söylediğim her şey kalbimden ve aklımdan geçenlerdi."

 

"Biliyorum. Ondan eminim. Ama Akrep sende de bir şüphe oluşturdu ve duygularını kullandı. Senden yardım istedi."

 

"Evet benden yardım istedi ama duygularımı kullanmadı. Ben zaten seninle konuşmaya gelecektim."

 

"Anladım Yılan. Sen de hain olduğumu düşünüyorsan, neden buradasın?"

 

"Odanda... bi gün bir telefon çaldı Pars..."

 

Pars kaşlarını çattı.

 

"Merakıma yenik düşüp telefonunu o duvara inşa ettiğin bölmeden çıkardım. Üstünde Bülbül diye bir kişi yazıyordu. Sordum soruşturdum. Bizim hiç bir kampımızda Bülbül diye biri yok."

 

Pars, sessiz kalmayı tercih etti.

 

"Akrep, senin gizli 2. Bir telefonunun olabileceğinden bahsetmişti."

 

Yılan sesini kısarak fısıldadı. "Akrebin üstüne bilerek hain iftirasını attın. Ondan ancak bu şekilde kurtulabilirdin. İşe de yaradı."

 

Pars köşeye sıkıştığını anlamıştı ama telaş yapmadı. Yılanın onu ele vermeyeceğini biliyordu.

 

O sırada Azra mağarasının kapısını açmış ve onları konuşurlarken görmüştü.

 

Yılan da Azrayı gördü ve ona bakarak " O da herkesin yana yakıla aradığı babamın baş düşmanının kızı değil mi?"

 

Pars gözlerini devirdi.

 

"Ama helal olsun. Patronun çok akıllıymış. Gerçekten kimsenin aklına gelmezdi burada olabileceği."

 

Pars derin bir nefes aldı.

 

"Merak etme, seni ele vermeyeceğim. Bu örgütün yıkılıp babam olacak adamın ceza almasını senden çok ben isterim. Ama burada da kalmayacağım. Artık burada kalmam için bir neden kalmadı."

 

Kulağına eğilip fısıldadı. "Umarım açığa çıkmadan tüm hedeflerini tamamlarsın. Ama dikkat et. Akrep senin her şeyini çözdü."

 

Yılan tam gidecekken Pars kolundan tuttu ve kısık sesle konuştu. "Akrebin yanına mı gideceksin?"

 

Yılan güldü. "Onu senin iftirana yedirtmeyeceğim. Ama seni de ele vermeyeceğimi söyledim."

 

"Teşekkür ederim. Her şey için. Senin için ceza indirimi isteyeceğime emin olabilirsin."

 

Yılan hüzünlü bir gülüş yaptı ve arabasına binip kamptan çıktı.

 

Azra onları dip dibe konuşurken görünce kıskançlıktan delirmişti. Yılan gittikten sonra Parsın yanına gitti.

 

Pars onun geldiğini görünce hızlanan kalbini durdurmaya çalıştı.

Azra sinirle konuştu.

"Niye geldi yine bu kadın?" Ses tonundan kıskandığı açıkça belli oluyordu.

 

Pars onu duymamazlıktan geldi ve yürümeye başladı.

Azra da onun peşinden...

"Bana bak bir daha bu kadını görmek istemiyorum senin yanında."

Pars ona ters bir bakış attı.

"Sana mı soracağım doktor?"

 

"Soracaksın." Dedi kolunu sıkıca tutarken.

 

Pars, onun kolunu tutan eline baktı önce. Sonra elini çekti yavaşça. Ve arabasının kapısını açtı.

 

"Mağarana git doktor."

 

"Sen nereye gidiyorsun? Akrebi bulmaya mı?"

Pars baygın gözlerini ona çevirdi.

"Her şeyi sorma artık."

 

Pars arabasının kapısını açtığında Azra kapıyı eliyle ittirerek kapattı.

 

"Pars... Bak o gün baskın oldu ilacını veremedim. Bugün gidiyorsun..."

 

"Şuan daha önemli şeyler var." Dedi kapıyı tekrardan açarken. Azra da tekrar eliyle ittirdi.

 

"Pars... senin için endişeleniyorum."

 

Pars, Azranın elini kapıdan çekti. "Endişelenecek bir şey yok doktor. Tedavi yok çatışma var. Eskisi gibi olsana. Azrail haline geri dön. Endişelenme benim için."

 

Arabasına binip kapıyı hızla çekti. Arabayı çalıştırırken Azra konuştu.

 

"Dönemem. O halime dönemem. KENDİNE DİKKAT ET!"

 

Pars arabayı gazlayıp uzaklaştı.

 

...

 

Akrep sahte kimlik çıkartmış adını da 'savaş' yapmıştı. Şehirlerarası bir otobüse binmiş ve İstanbula bir kaç saat sonra varmıştı.

 

Garda indiğinde ne yapacağını bilemez halde etrafına baktı. Nereden başlayacaktı? Böceği nasıl bulacaktı... koskoca İstanbulda...

 

"Bensiz yapamazsın."

 

 

Akrep etrafa düşünceli bir şekilde bakarken duyduğu tanıdık sesle gözlerini kapattı.

 

 

"Merhaba Savaş Bey. Narin ben."

 

Akrep karşısına geçen ve elini sıkması için ona uzatmış olan Yılana baktı.

 

 

Yılanın hedefi Akrebi öldürtmemekti. Nedendi bilmiyordu ama ölmesini istemiyordu. Ama Parsın da işini adam akıllı yapmasını ve babasını içeriye tıkmasını istiyordu. Bazı adımların da Akrebe yardımcı olacak, eğer Parsı açığa çıkarmaya çok yaklaşırsa da engel olacaktı. En çok istediği onun ölmemesiydi.

 

 

"Neden geldin?" dedi sinirli bir ses tonuyla Akrep ama içten içe geldiği için onu gördüğü için seviniyordu.

 

 

"Olum elim havada kaldı sıksana."

 

Akrep sırıtarak elini sıktı. "Narin, hı? Çok narinsindir gerçekten de."

Yılan sırıttı.

"Sorma. Bir zehrim vardır. O kadar narindir ki insanı anında narinlikten öldürür.

 

Akrep gülümsedi. "Gelmemeliydin. Neden geldin?"

 

"Orada yapacağım bir şey kalmadı. Ayrıca senin cenazene gelmek istemiyorum. Boşuna toprakları israf ederiz senin bedeninle."

 

Yılan ilerideki siyah arabayı gösterdi. "Bukalemun kızı olmanın faydalarından seni de faydalandıracağım. Otelin hazır, araban hazır. Ha en önemlisi..." dedi Akrebe yaklaşırken.

 

"Böceğin çalıştığı yeri biliyorum."

 

Akrep kaşlarını çattı. "Nasıl?"

"Babam bir sıra işlerinin yerine beni geçirmeyi hayal ettiğinden hep yanında gezerdim. Bi gün buluşacakları zaman söylemişti."

Akrep 32 diş sırıttı.

"Ulan fıstık. Harikasın sen."

Yılan da bıyık altından güldü.

"Sululuk yapma."

 

"Bence sen bensiz yapamayacağını anladın o yüzden geldin buraya ne dersin?" Dedi Akrep sırıtarak arabaya giderken.

Yılan da sinirlenerek peşinden yürüdü.

"Savaş bey boş konuşmayın yoksa sizi narin narin öldürürüm..."

 

Bölüm sonu... Umarım beğenmişsinizdir.🤗

Bölüm : 16.12.2024 15:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Sanırdım, azrailden sorgu mesleğine geçiş jcjckckvkvkckck
Hikayeyi Paylaş