
Gördüğüm en güzel şey, onun gözleri olmalı
İyi okumalar...
Böcek tüm kamplara Azranın ismini vermek için uğradığı gün Yılan Akrebin yanındaydı.
Akrep kamptan kaçınca kendine saklanacak bir harabe bulmuştu. Herkesin Parsa inanacağını biliyordu. Kim Parsa inanmazdı ki? O tüm kampların başındaki kişiydi. Böceğe fikirlerini açmıştı ama ona bile tam güvenmemesi gerektiğini biliyordu. Kimseye güvenmemeliydi.
O anda harabe evin kapısı çaldı. Akrep hızla silahına yöneldi.
"Akrep, benim Yılan!"
Akrep silahına giden elini çekerek hızla kapıyı açtı. Tam konuşacaktı ki birden konuşamadan Yılana baktı.
Bomba patladığı zamandan beri yüzünde sargıyla gezen Yılan sargısını çıkarmış, tüm güzelliği ortaya çıkmıştı. Sarı saçlarını salık bırakmış yüzüne hafif bir makyaj yapmıştı. Değişik tondaki o yeşil gözlerini üzerine giydiği yeşil elbise daha da ortaya çıkarmıştı.
"Sakın beni nereden buldun diye sorma." dedi topuklusuyla tak tak içeri girerken. "Benim adım Yılan. Her yere girerim ben."
Akrep onun güzelliği karşısında büyülenmişti, zorla yutkunarak kendine gelmeye çalıştı. "N-neden geldin?"
"Dedim ya sana. Sana yardım ederek Parsın öyle biri olmadığını sana göstereceğim."
Evet bir amacı da buydu ama asıl amacı Akrebi korumaktı. Böceğin ona inanmadığını biliyordu.
"Saçma sapan bir şey için şu düştüğün hale bak." dedi etrafına bakarak.
Akrep sırıttı. "Parsın gerçek yüzü ortaya çıkınca hepiniz bana teşekkür edeceksiniz. Belki de Parsın yerini ben alacağım."
Yılan sinirle Akrebe doğru yürüdü. "Derdin bu değil mi? Parsa iftira atıp onun yerini almak."
Akrep sinirden elini yumruk yaptı. "Parsa iftira atmıyorum. Doğruyu söylüyorum. Ama kime ne anlatıyorum ki? Sen aşıksın kızım ona. Sana istediğim kadar delil göstereyim. Kalbin reddedecek."
"Bana bak benimle kızımlı falan konuşma, sokarım seni."
Akrep onun tehtidi üzerine sırıtarak yere oturdu. Yılan kaşlarını çattı sinirle.
"Ne sırıtıyorsun be?"
"Ben de birini tehtit edeceğim zaman bunu söylüyorum."
Yılan da güldü ve o da yanına oturdu. "Ne garip, ikimiz de avını zehirlerken sokmakla ünlü olan hayvanlarız."
Akrep gülerek ona baktı. Yılan ise onun için endişeleniyordu.
"Akrep, hadi gel bu işten vazgeç. Canını tehlikeye atıyorsun. Kimse sana inanmayacak."
Akrep kaşlarını çattı. "Inanmazlarsa kendim herkese gösterecek kanıtlar toplarım. Her şeyi delilleriyle anlatırım. Eminim o komutanıyla görüştüğü bir telefon vardır. Hep kapısını kilitli tuttuğu için hiç bir zaman girip bakamadım. Ama eminim."
Yılan sinirle ayağa kalktı. "İyice saçmalıyorsun istersen kendine gel. Ne komutanı ya ne yani ne komutanı? Ben gidiyorum Akrep. Poşette sana yiyecek bir şeyler getirdim. Malum artık bu ahır gibi yerdesin. Bir yere de gidemezsin. Açlıktan geberme."
Yılan tam çıkacaktı ki Akrepin kendine seslenmesiyle durdu.
"Yılan."
Başını ona çevirdi.
"Bana yardım etmek zorunda değilsin. Şuan inanmak istemediğin şeylerin gerçek olduğunu öğrenince ve bu gerçeğin açığa çıkmasında yardımcı olduğunu anlayınca iyi olmazsın."
"Akrep kapat şu konuyu. Ne yapacaksan beraber yapacağız. Ben de senin sandığın gibi olmadığını sana kanıtlamış olacağım."
...
Yılan Akrebin yanından kendi kampına döndüğünde bir karışıklık olduğunu fark etmişti.
"Yılan Hanım geldi."
"Yılan Hanım!"
"Ne var lan?"
"Hanım efendi Böcek buraya geldi."
"Hangi böcek be?"
"Efendim kaç tane böcek var?"
"Ne bileyim yeryüzündeki böcek çeşitliliğini ben..."
Yol boyunca Akrebin dedikleri doğru olabilir mi diye düşünen Yılanın beyni yanmıştı. Düşünemiyordu artık.
"Efendim! Böcek beyi diyoruz!"
Yılan şaşkınlıkla gözlerini açtı. "Böcek? Buraya mı geldi? Gelemez ki... yasak..."
"Durum ciddiymiş. Bukalemun yollamış."
Yılan gözlerini devirdi.
"Doğru. Bukalemun yolladıysa çok ciddidir(!) Ne diyor hadi taksit taksit anlatmayın."
"Bukalemun bir kadından intikam almak istiyormuş. Kadına tam çok yaklaşmışken kadın birden bire ortadan kaybolmuş. Aylardır yokmuş. Bulunması gerekiyormuş. Birilerinin o kadını koruduğunu söyledi."
"Nasıl biriymiş bu kadın?"
"Adı Azra, Soyadı Erol. Doktormuş. Tüm kampların tüm işlerini bırakarak bu işle uğraşmasını istiyor."
Yılanın bir anda Parsın yanından ayrılmayan doktor geldi aklına. Sonra Akrebin dediklerini hatırladı. Kafası karışmıştı iyice. Parsın kampına gitmeye karar verdi. Kafa karışıklığını ancak orada giderebilirdi.
...
Kampta~
Azra, yanındaki gürültülerle gözünü yavaşça açmaya çalıştı.
Asya valizindeki tüm kıyafetleri yatağına koymuş ve oflaya puflaya teker teker onları üzerine tutuyor anlaşılan beğenmiyor ve geri yatağına koyuyordu.
"Ne oluyor Asya sabah sabah?"
"Abla hele şükür uyandın ya. Çabuk bak hangi kıyafeti giyeyim bugün?"
Azra gözlerini ovuşturdu. "Şu çiçekli elbisen sana çok yakışıyordu... da neden?"
"Abla bugün Karıncayla ilk sevgili olarak takılacağımız gün. Güzel olmalıyım."
Azra yatağa oflayarak geri yattı. O sırada da kapıları çaldı. Asya hızla kapıyı açtı. Gelen Karıncaydı. Ikisi de birbirlerini görünce bakışmaya başladılar. Azra göz ucuyla onlara baktı.
"Ne oluyor oğlum?" diye seslendi.
"Asya ya, her sabah bu kadar güzel olmayı nasıl başarıyorsun?"
Asya gülümsedi. "Sen her zaman bu kadar tatlı nasıl oluyorsun peki?"
Karınca da güldü. Sonra Asya birden üzerine bakarak oflamaya başladı. "Ama sen beni ilk sevgili olduğumuz gün pijamayla gördün olmaz ki . Ben sabahtan beri kıyafet seçmeye çalışıyordum..."
"Asya sen her halinle çok güzelsin ki..."
Asya gülerek sarıldı Karıncaya.
Azra oflayarak yatağında oturdu.
"Bana bakın siz hep böyle yapış yapış mı olacaksınız?"
Karınca ile Asya Azrayı asla duymuyorlardı. Birbirlerine bakarlarken ikisinin elleri birbirlerine kavuştu ve yüzleri birbirine yaklaşmaya başladı.
"YA OHA AMA OHA!"
Azranın yapış yapış sevgililikten midesi bulanmıştı. Hızla yatağından kalktı ve mağaradan çıktı. Bir yandan söyleniyordu bir yandan da yürüyordu.
"Hayır arkadaş, gören de 50 yıldır evli çift sanar. Ne bu samimiyet... hayır anlamıyorum yani... Ne..."
"Ne söyleniyorsun doktor?"
Azra duyduğu sesle olduğu yerde kalakaldı. Kalbi birden yine hızlanmaya başlamıştı. Yavaşça arkasını döndü.
"Söylenmiyorum. Niye söyleneyim? Hayır yani ortada söylenecek bir şey mi var? Alt tarafı elimizde artık nur topu gibi cıvık yapış yapış sevgililer var."
Pars onun imasına kıkırdadı.
"Ne kıskanıyorsun be insanların mutluluğunu?"
"Hallerini görseydin böyle demezdin."
Pars ona doğru yaklaştı yaklaştı ve tam dibinde durdu. Yine gözleri koyulaşmaya başlamıştı.
"B..ir şey mi oldu?" dedi Azra kekeleyerek.
'Bana bir şeyler oldu sayende...' diye içinden geçirdi Pars. Aslında hiç bir şey olmamıştı. Sadece o güzel mavi gözlerine uzun uzun bakmak istiyordu. O okyanus mavisi gözlerine bakarken içi huzur doluyordu, tüm kötülükleri, bulunduğu dünyayı unutuyordu.
O sırada Karınca ile Asya onları uzaktan izliyorlardı.
"Karınca ya. Bugün Ablamın doğum günü biliyor musun?"
Karınca sevinçle güldü. "Vallahi mı? Bacımın doğum günü mü?"
"Evet... Eskiden her doğum gününde Mehmet amca büyük bir parti düzenlerdi. Çok eğlenirdik."
"Ee biz de yaparız ki..."
Asyanın sevinçten gözleri açıldı. "Vallaha mı?"
"Neden yapmayalım aşkım? Bacım ya o benim bacım kardeşim o benim. Pars abimin de sevdiceği. Yani hem bacım hem yengem. Onun için parti yapmayacağız da kimin için yapacağız?"
Asya güldü ve sıkıca sarıldı sevgilisine. Sonra fısıldadı. "Bir daha desene."
"Neyi?"
"Az önce bana ilk defa aşkım dedin."
Karınca sırıttı. "Her an her saniye duyacaksın artık."
Sonra da doğum günü partisi için plan yapmaya başladılar.
...
Azra sıkıntı içinde televizyon kanallarını değiştirirken Karınca kapıyı indirecek gibi çalmaya başladı.
"NE OLUYO BE? NE OLUYO!"
"BACIM ÇABUK GEL!"
Azra hızla yataktan kalktı. Parsa bir şey mi olmuştu yoksa?
Hızla kapıyı açtı.
"Ne? Parsa bi şey mi oldu?"
Karınca kahkaha atmaya başladı.
"Bacım ne abimi ne alaka şuan yani?"
"Olum... O ZAMAN NE BÖĞÜRÜYORSUN LAN?" Azra korkuyla elini hızla inip kalkan göğsüne koydu.
"Bacım bi dur bağırma ya. Ben bi yemek tarifi gördüm ama nasıl yapacağımı bilmiyorum bana yardım eder misin diyecektim..."
"Ederim. Canım sıkılıyordu zaten."
Karınca Azrayı mutfağa götürürken Asya Parsın kapısını tıklattı.
"Gel."
Pars Asyayı görünce şaşırdı. "Bir sorun mu var?"
Asya sırıtarak koltuğa oturdu. "Sorun yok ne sorunu olacak? Güzel şeyler var." Sonra kalkıp ellerini masaya koydu.
"Bugün ablamın doğum günü."
Parsın yüzünü birden gülümseme sardı. Demek dünyasına güneş gibi giren o güneş bugün dünyaya gelmişti. Bugün dünyanın en güzel günü ilan edilmeliydi.
"Ne oldu enişte? Bi sırıttın?"
Pars kendini toparlamaya çalıştı.
"Ee, bi şeyler yapacak mısınız?"
"Ya Pars, sana enişte dedim onu bile fark etmedin. Sen baya tutuldun ablama ya."
Pars derin bir nefes aldı. "Bana bir şeyler yaptığını inkar edemem."
Asya sevinç ile yerinde zıpladı.
"Senden var ya mükemmel enişte olur."
"Asya, bak aramızda kalsın."
"Aşk olsun enişte ya. Aşk ilanını sen yapacaksın elinden alacak değilim. Her neyse... Bunun da sırası gelecek. Şimdi konumuz doğum günü. Karınca ablamı oyalayacak gün boyu. Sen merkeze gideceksin benim dediğim şeyleri alacaksın. Kendin de bir hediye alırsın heralde. Yani alışveriş işi sende."
"Tamam. O zaman ben gideyim."
"Enişte şu aşk ilanı işini de fazla uzatma tamam mı? Çift çift takılalım çok güzel olur."
Pars gülümsedi.
...
"KARINCAAAA!"
"Ne oldu bacım ya?"
"Karınca..." Dedi Azra sinirle. "TUZ YERİNE ŞEKER Mİ KOYDUN LAN YEMEĞE?"
"Eyvah eyvah... Öyle mi yapmışım?"
"GERİZEKALI!"
"Ayıp ayıp. Hiç doktora yakışan laflar mı bunlar?"
Karınca saatlerdir küçük hatalar yaparak Azranın yanından gitmesini engelliyordu.
"Oğlum... Kaç saattir bak buradayım... Çok basit yemeği yapamıyoruz. Şimdi seni atacağım ocağa akşama seni yiyeceğiz ya!"
"Of bacım bi dur ya."
"Ya ne oldu bizim becerikli Karıncaya? Ne oldu yemek yeteneğine ya?!"
"Abla ne oluyor inlettin tüm kampı!"
Gürültüye bir kaç terörist mutfağa gelmişti.
"Uğurböceği yenge, bir sıkıntı mı var?"
Azra gözlerini devirdi. Hala yenge diyorlardı ona!
"Yok sorun falan. Defolun gidin."
"Özür dileriz."
Teröristler geri gittiler.
"Bana bak Karınca. Adam akıllı yap şu yemeği parçalarım seni en sonunda."
"Of tamam ya. Tehtit edip duruyorsun."
O sırada Pars kampa girmişti. Asya yanlarından yavaşça ayrılıp Parsın elindeki eşyaları aldı.
"Ben süslemeyi hallederim."
"Tamam ben pasta da aldım."
"Süper. Harikasın. Sen git de ablam gelmesin."
Asya hızla mağaraya gidip etrafı süslemeye başladı.
"Karınca. Ben gidiyorum. Seninle uğraşamam. Yap ne yapıyorsan."
Azra kepçeyi hızla masaya koyup yürümeye başladı.
"Bacım hayır ya vallahi yapacağım gel!"
Pars mağaraya doğru gelen Azrayı görünce telaşlandı. Ve önüne geçti.
"Nereye?"
"Yatağıma."
"Gidemezsin." dedi birden.
Azra kaşlarını çattı.
"Sana mı soracağım?"
Pars hemen bir bahane üretti.
"Doktor ben istedim Karıncadan o yemeği yapmasını. Merak ediyorum tadını. Yardım etsen ne olur?"
"Ya git kendi yemeğini kendin hazırla banane."
"Ya sen neden burada duruyorsun? Benim için değil mi? Benim iyiliğim sağlığım için. O yemeği yersem mutlu olacağım. Hani mutluluk kanseri azaltırdı?"
Azra oflayarak ona baktı ve geri mutfağa döndü.
"Karınca bana bırak, dokunursan keserim seni."
Pars gülerek bir duvarın arkasına geçti ve onu izlemeye başladı.
Sen onun yanında olduğun sürece yaşam süresi illaki uzardı ki... Şu hayatı boyunca kimse onu bu kadar mutlu etmemişti. Kimse karanlık hayatına bir güneş gibi girmemişti. Ne denirdi bu yaşadığı duyguya? Her haline başka eriyordu.
Azra onu izlediğini fark etti.
"Bakacağına gel yardım et!"
Pars gülerek yanına gitti.
"Görev ver patron!"
Azra pişman olmuştu çağırdığına. Adam yanına geldiği an bile kalbi hızlanıyordu artık. İyice saçmalıyordu kalbi.
"Ya da vazgeçtim git."
Pars birden somurttu.
"Dengesiz misin doktor? Gel git ne öyle?"
"Git ben hallederim."
Uzak durmalıydı ondan. Sevgilisi vardı sevgilisi! Kendisini kurtarmak için her gün uğraşan sevgilisi!
"Ya o kadar da beceriksiz biri değilim. Yardım edebilirim."
"İstemiyorum dedim ya."
Pars üzülmüştü. Arkasını dönerek yavaş adımlarla gitti.
"Ya bacım ne odunsun ya. Adam yavru kedi gibi gitti."
"Kes sen. Çok konuşma."
...
Pars Azraların mağarasının önünde durarak nöbet tutuyordu. Asya içerideydi odayı süslüyordu. Karınca ise Azrayı oyalıyordu.
"Oldu yemeğiniz. Bitti şükür. Ama ben de bittim seninle uğraşırken."
Azra ellerini yıkayıp mutfaktan çıkacaktı ki Karınca durdurdu.
"Bacım bi dakika dursana."
Azra ateş saçan gözlerle ona döndü. "Ne var lan yine? Niye salmıyorsun beni?"
"Gel bi bi şey sorcam."
Kolundan tutup tabureye oturttu.
"Ama kızma bana."
"Kesin kızacağım o zaman."
Karınca sırıttı. "Seni ne zaman abimle görsem... çok yakın görüyorum. Birbirinize çok güzel bakıyorsunuz..."
Azra sinirlenmeye başlamıştı. Dişlerinin arasından konuştu. "Ne diyorsun Karınca?"
"Diyorum ki... ondan hoşlanıyor olabilir misin?"
Azra hızla kalktı. Öyle bakıyordu ki Karıncaya... Karınca korkudan dilini yuttu.
"Ya soru sadece..."
"Benim sevgilim var." dedi net bir şekilde. "Benim için endişelenen, beni kurtarmak için her gün haberlere çıkan... Benim sevgilim varken neden Parstan hoşlanayım?"
Sinirle yürümeye başladı. Sinirliydi ama siniri Karıncaya değildi... Parsa karşı koymadığının o da farkındaydı. Ama bunu inkar etmek istiyordu. Çünkü sevgilisini aldatamazdı.
Pars Azranın geldiğini görünce gerildi. Karınca becerememişti oyalamayı! Kapıyı tıklayıp sadece Asyanın duyacağı şekilde seslendi.
"Geliyo Asya geliyo."
"Tamam sadece 2 dakika oyala bitirdim sayılır."
Azra içeri girmek için kapıyı çalacaktı ki Pars önüne geçti. Azra ona bakmamak için gözlerini kaçırdı.
"Çekilsene önümden."
"Ne oldu niye sinirlisin?"
"Ne sinirlenmesi ya niye sinirli olayım ben hayır ne var yani sinirli falan değilim gayet iyiyim ben normalim sakinim sinirli değilim anladın mı değilim!"
Azra bir yandan bağırıyordu ve ona bakmıyordu. Pars kendisine bakmadan konuştuğunu fark etti.
"Sen niye bana bakmıyorsun?"
Azra, Pars bunu söyleyince kızarmaya başlamıştı.
"Ne bakmayacağım sana ya?" dedi ama bunu söylerken bile bakmıyordu.
"Doktor, iletişim kurallarından haberin yok herhalde. Biriyle konuşurken gözünün içine bakılır."
"Var var, haberim var..."
Bakmamaya devam ederken "Sen bırak şimdi iletişimi falan. Dinlenmek istiyorum ben çekil önümden." dedi.
Pars, Azranın bileğinden tutup kendine çekti hızla. Birden onun göğsüne çarpınca Azra, yine heyecanlanmaya başlamıştı. Pars işaret parmağını Azranın çenesine koyup kendisine bakması için çenesini kaldırdı.
"Bir sorun mu var? Ben seni kıracak bir şey mi yaptım?"
Azra mavi gözlerini bakmamak için çabaladığı o güzel elalarda bulunca yine kendini kaybetmeye başlamıştı. 'Var, bir sorun var... Bana ne yapıyorsun? Neden böyle oluyorum...'
"Yo..." dedi sesi titrerken. Bu kadar yakın olmaları iyi değildi. Deli gibi hızlı atıyordu kalbi. O kadar yakındılar ki...
O sırada Asya kapıyı açtı ve onları yakınlaşmış görünce gülümsedi.
"Gençler bölüyorum ama..."
Azra sesini düzeltiyormuş gibi yaparak bileğini Parsın elinden çekti.
"Abla gözlerini kapat."
"Ne? Niye ya?"
"Ya kapat iki dakika sorgulamadan."
Azra gözlerini kapatınca Asya elinden tutup içeri soktu.
"Açabilirsin şimdi."
Azra gözlerini yavaşça açtı. Gördükleriyle yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.
Etraf rengarenk balonlarla süslenmişti. Bazı yerlerde de yazılar vardı.
'İyi ki doğdun doktorların en güzeli, en iyisi!'
'Senin doğuşun dünya için şifa gibi!'
'Doğum günün kutlu olsun!'
Mutluluk içinde gülümsedi. Unutmuştu doğum günü olduğunu.
"Daha önceki yıllarda... çok güzel kutlardık doğum gününü... Bu yılın da bi farkı olmasın istedim."
Pars başını hüzünle yere eğdi. Azranın hayatını mahvettiği için çok üzülüyordu. Ama her şey onun iyiliği içindi.
"Sağolsun Pars ile Karınca da çok yardımcı oldu."
Azra göz ucuyla Parsa baktı.
Karınca da içeriye gülerek girdi ve hızla sarıldı Azraya.
"Bacım ya iyi ki doğdun iyi ki varsın sen olmasan ne yapardık!"
Azra da sıkıca sarıldı. "Sabahtan beri o yaptığın her şey beni oyalamak içindi değil mi?"
Sırıttı Karınca. "Bacım sence benim yapamayacağım yemek olur mu?"
"Abla gel pastanı keselim."
"Gerek yoktu bu kadar şeye ya."
"Bak pasta çok özel. Pars hazırlatmış. En çok pastayı beğendim gerçekten."
Azra pastayı görünce gülmeye başladı. Üstünde 'eşhedü enla...' yazıyordu ve bir Azrail resmi vardı.
Azra gülerek üstündeki mumları üfleyecekti ki Asya durdurup "dilek tut." Dedi.
Azra yine göz ucuyla Parsa baktı ve gözlerini kapattı.
Allahım lütfen ona daha fazla kapılmamı engelle.
Sonra derin bir nefes alarak mumlara üfledi. "Ya canım ablam iyi ki doğdun."
"Sağol canım her şey için. "
"Pars ile Karıncaya da etmen lazım."
Azra Karıncaya bakıp bi daha sarıldı. Sonra da Parsa yaklaştı.
"Teşekkür ederim. Uğramışsın o kadar... pasta falan." Güldü.
O gülünce Pars da güldü. Onun güldüğünü görünce yine kalbi hızlanmıştı. Hızla gözlerini çevirdi. Pars o gözlerini çevirince yüzünü düşürdü.
"Abla ben sana bi hediye aldım. Daha doğrusu Parsa tarif ettim o aldı. Bugün dışarıdaki işlerin hepsini o yaptı."
Asya gülümseyerek elindeki kutuyu verdi Azraya.
Kutunun içindekini mutlulukla Asyaya baktı.
"Bu çok güzel bi kolye. Teşekkür ederim..."
"Bacım gel gel bak ben sana ne aldım." Karınca elindeki bardağı Azraya uzattı. Azra gülmeye başladı.
"Uğurböceği ve Karıncalı bardak?"
"He. Bacım sen benim için gerçekten bacımsın. Kız kardeşimsin... Ayrıca yalandan da olsa yengemsin. Sen artık ailemsin benim."
Azra "Sen de benim küçük şapşik erkek kardeşimsin." diyerek sarıldı ona.
Sıra Parsa gelmişti. Ama Parsın elinde kutu falan görünmüyordu. Azra 'hediye almak zorunda değil yani niye alsın ki zorunda mı?' diye düşünmeye başlamıştı.
"Abi senin hediyen yok mu ya?"
Pars, Asya ve Karıncanın sert bakışlarını üzerinde hissetti.
"Niye dövecek gibi bakıyorsunuz be?"
Azra " hediye almak zorunda değil kimse. Böyle bir zorunluluk yok." dedi ama üzüldüğü belli oluyordu. Pars bıyık altından güldü.
O sırada mağaranın önünden geçen bir terörist onları gördü.
"Vayy kimin doğum günü bugün?"
Pars ofladı. Bunlara yakalanmasalardı iyiydi.
"Yenge yoksa senin doğum günün mü?"
Azra gözlerini devirdi.
"Vay be... Pars abimizi kendine aşık eden yengemiz bugün doğmuş he! HEY MİLLET! BURAYA GELİN HEMEN!"
"Oğlum napıyorsun?" dedi Pars durdurmaya çalışırken. Ama 5 dakika içinde tüm teröristler kapıdaydı.
"Bugün yengemizin doğum günüymüş."
"Vay vay vay. Yenge hanım doğum gününüz kutlu olsun."
Tüm teröristler Azranın önünde sıra oldular ve hepsi teker teker doğum günü kutlamaya başladı.
Azra bir şey demeden baygın gözlerle onlara bakıyordu. En son sinirlendi.
"Eh, yeter be. Tamam kutlu oldu doğum günüm hadi defolun gidin."
Pars, Azranın tepkisine kıkırdadı. Teröristler ise korktular. "Yenge, pardon seni kızdırmak istememiştik."
"Yeter yani burada hayvanat bahçesi gibi sayınız var teker teker ben sizi mi dinleyeceğim? Defolun gidin hadi."
Teröristler gözden uzaklaştılar. Azra ise sinirle Parsa bakmaya başladı. Pars, bakışlarındaki siniri fark etmişti.
"Bir şey mi yaptım?"
Azra sinirle konuştu.
"Hala bana yenge diyorlar."
Pars gözlerini devirdi. "Doktor bugün bari yapma."
"Bunu bana en detayına kadar anlattığın güne dek yapacağım Pars efendi."
"Bacım bırak şimdi yengeyi falan. Gel pastadan yiyelim çok güzel görünüyor."
Hepsi sandalyelere oturarak pastadan yemeye başladılar.
"Amanın! Ne güzel pastaymış bu abi ya... Tadı çok güzel. Bizim yerden mi yaptırdın?"
"Evet."
Azra başını kaldırarak ikisine baktı. Ne kadar çok bilmediği şeyler vardı onun hakkında. Gerçek ismini bile bilmiyordu. Neyi sever neyi sevmez. Nelere sinir olur, neler onu üzer... Neyden çok üzülür? En sevdiği yemek ne? İçecek ne? O kadar çok merak ediyordu ki bunları. Neden burada yaşıyordu? Neden bu iğrenç yere katlanıyordu?Ne yapmak istiyordu?
Birden kafasının içindeki dolanan soruların saçma olduğunu fark etti.
"Sanane ya. Sanane yani. Seni niye ilgilendirsin? Gerizekalı."
Kendi kendine konuşan ve kendisine kızan Azraya döndüler.
"Neyden sanane abla?"
Azra ise kızarıyordu. "Ben onu... dışımdan mı söyledim?"
Pars gülmeye başladı. Güldüğünü kapatmak için elini ağzına götürdü.
Azra kaşlarını çattı.
"Ne gülüyorsun be? Komik olan bir şey mi var? Ne var yani insan sesli konuşamaz mi? Ben konuşurum. Ben buyum yani. Gülme bana. Beni kabul edeceksin böyle."
Azra sinirle ayağa kalkmış motora bağlamış şekilde konuşurken Pars gülümseyerek ona baktı.
"Sen merak etme, ben kabul edeli çok oldu. "
...
Azra dışarıda bir kütüğün üstüne oturmuş gökyüzünü seyrederken eski günlerine gitmişti. Her doğum gününde babası onun için ayrı bir organizasyon hazırlatırdı. Önceleri annesi babası ve Asya ile onun annesi babası Azranın tüm arkadaşları, ailelerin polis arkadaşları herkes gelir, çok kalabalık ve çok eğlenceli bir şekilde parti yaparlardı. Azra o günlerde çok mutlu olduğunu hatırladı. Annesi ölünce hayatı bitti sandı. Bir daha nefes alamayacağını düşünürken Serkan çıkmıştı karşısına. Hayata geri döndürdü. Serkandan sonra annesinin olduğu zamanlar kadar olmasa da yine mutluydu. Sonra birden etrafına baktı. Şuan nasıldı?
Kaçırılmıştı ve bir terörist kampında aylardır kalıyordu. Başlarda hepsinden nefret ediyordu. Hepsini bir tutuyordu. Sonra zaman geçtikçe Karınca ve Onun farklı olduğunu anlamıştı. Özellikle Pars... Pars ona bir şeyler yapıyordu ve bu durumdan hiç mutlu değildi. Ona karşı Serkana karşı hissettiği şeylerden çok farklı şeyler hissediyordu. O konuşunca, yaklaşınca kalbi hızlanıyordu. Gülünce o da gülmek istiyordu. Kızarıyordu, heyecanlanıyordu. Serkan da bu duyguları hiç yasamamisti. Parsın vurulduğu gün... Neden kaçmamıştı? O askerle gitseydi kurtulacaktı buradan. Ama Parsı öyle bırakmak istememişti. O kadar zaman nefret kustuğu adamı bırakıp gidebilirdi. Her fırsatta kaçmaya çalıştığı adam yarı baygın yatarken kaçabilirdi. Kaçmamıştı. Asya haklıydı. Bu pişmanlıktan daha fazlaydı.
Serkana aşıktı. Ya da öyle sanıyordu. Eğer Serkana aşıksa Parsa karşı hissettiği şeyler neydi? Hangisi aşktı? Eğer Asyanın ve Karıncanın ima ettiği gibi bir şey varsa... Serkanı aldatıyordu. Serkan onun için her gün uğraşırken her gün çabalarken o kendisini kaçıran adama karşı bunları hissedemezdi. Şuan kendisiyle ilgili tek bildiği karmakarışık bir duygu durumuydu.
"Doktor?"
Yine o ses... Daha bunları düşünürken onun sesini duyunca kalbi hızlanmıştı yine.
Başını hızla çevirip ona baktı.
"Ne yapıyorsun gece gece burada?"
"H-hava alıyordum da..."
"İyi. Ben de senin yanına gelecektim tam."
"N-eden?"
Pars gülümseyerek ona elini uzattı.
"Benimle gelir misin?"
Azra şaşkınca önce eline, sonra yüzüne baktı.
"Sana bir şey göstereceğim."
"T-tamam..." Parsın elini eliyle kavrayarak ayağa kalktı. Pars elinden sıkıca tutarak yürümeye başladı.. Azra da yavaş adımlarla onu takip etti. Merak ediyordu ne göstereceğini.
Kampta daha önce hiç gelmediği bir yere geldiler. Pars "gözlerini kapat." dedi.
"O niye?"
"Kapat bi."
Azra fazla sorgulamadan gözlerini kapattı. Bir kaç saniye sonra "açabilirsin." dedi.
Azra gördüğü şeyle sevinçle Parsa baktı.
"Bisiklet mi o?"
Pars başını salladı gülerek. "Bisiklete binmeyi çok seviyorum... demiştin o gün. Piknik günü. Sana çok iyi geldiğini söylemiştin."
Azra, ela gözlerine baktı.
"Taş ve su da getirdim. Kalem de var. Taşlara deniz kızı çizip denize atarız. Krallık yaparız."
Unutmamıştı. Anlattığı her şeyi kelimesi kelimesine hatırlıyordu. Neden?
"Doğum günü hediyen."
Azranın mutlulukla gözleri doldu. Ve gidip bisiklete bakmaya başladı.
"Ay bunlar son model bisikletlerden bi de. Teşekkür ederim."
Pars, çocuk gibi sevinen kadına gülümseyerek baktı.
"Kampın arkasında düz bir alan var. Orada her gün sürebilirsin."
Azra müzipçe gülerek Parsa yaklaştı.
"Emin misin? Kaçmaya meyilli bir insanım ben. Bisiklet sürmeye diye gider geri dönmem."
Pars, sırıttı ve birden Azranın üzerindeki hırkasının kenarından tutup kendisine çekti.
"Tı." Dedi kaşlarını havaya kaldırarak. "Kaçmazsın."
Azranın ani yakınlaşmaya karşı nefesi kesilmişti. Acayip heyecanlanıyordu. Ama belli etmemeye çalıştı.
"Benim sağım solum belli olmaz."
Pars sırıttı. "Bu konuda haklısın. Belli olmaz. Ama kaçmazsın, biliyorum."
"Her şeyi bilemezsin."
Pars gülerek kulağına yaklaştı. Azra, nefesini boynunda hissettiğinde artık heyecanın doruğundaydı. "Haklısın. Bir şeyi bilmiyorum. O zaman soru sorabilir miyim?"
Azra başını salladı kalbi küt küt atarken.
"O gün... Vurulduğum zaman neden gitmedin?"
Azra sessizce Parsa baktı. Arada ikisinin de gözleri birbirinin dudaklarına değiyordu.
"Sanırım bunun cevabını sen de bilmiyorsun. Ama bunun cevabı her neyse... o şeyden dolayı eminim."
Pars yavaşça hırkasını bıraktı. "En azından canımı alırsın. Öyle gidersin."
Azra eliyle hırkasını düzeltir gibi yaparak gözlerini ondan kaçırdı. Bu kadar yakınlık fazlaydı. Bilincini kaybediyordu resmen.
Tam o sırada, Azra ile Pars yakınlaşırken, Yılan kampa geldi. Akrebin 'Pars' hakkındaki zehirlerinden sıkılmıştı ve Parsı çok özlemişti. Gece olması fark etmiyordu onun icin her an her zaman onu özleyip görmeye gelebilirdi. Parsın odasını şak diye açtı. Normalde kimse Parsın odasına giremezdi. Ama Yılan kimse değildi. Odada kimse yoktu. O sırada bir titreme sesi duydu. Merak etti. Etrafı karıştırmaya başladı. Bir dolabı hızla açtı. Dolapta bir sürü dosya vardı. O dolabı kapatıp yanındaki dolabı açtı. Burada da dosyalar vardı. Diğer dolabı açtı. Burada da dosyalar vardı. Nereden geliyordu bu ses? Başını duvara yasladı. Duvara yaslayınca o duvarda bir farklılık olduğu fark etti. Eliyle dokunmaya başladı. Duvarın etrafı kesilmiş sonra yeniden yerleştirilmiş gibi duruyordu. Sanki gizli bir bölmeydi. Duvara inşa edilmiş gizli bir bölme. İyice gerilmeye başlamıştı. Parsın gizli bölmeyle ne işi olabilirdi? Neyi kimden saklardı? Eliyle bölmeyi çıkarmaya çalıştı. Açılmıyordu. İllaki açacak bir şeyi olmalıydı. Elini duvarın diğer yanlarına bastırmaya başladı. Ve bir kısmına gelince o kısmın hareket ettiğini anladı.. Üzerine bastırdı. Birden o bölme dışarı açıldı. Yılan titreyerek bölmenin içine baktı. "Akrep haklı mısın lan yoksa?" diye mırıldandı. Bölmede bir telefon vardı. Tuşlu... Telefonu eline alıp açtı.
'Bir cevapsız arama:Bülbül.'
...
Bölüm sonu.
Umarım beğenmişsinizdir.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 26.61k Okunma |
1.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |