
Çok güzeldi gözleri
Nadide bir okyanus gibi
Baktıkça dalıyorum
Ruhuma dokunuyor elleri
...
İyi okumalar.
...
Bir cevapsız arama:Bülbül.'
"Bülbül kim ya?" diye mırıldandı kendi kendine. Kafasında deli sorular oluştuğu yüzündeki şaşkın ve meraklı halinden belliydi. Birden dışarıdan ayak sesleri duyunca telaşlandı. Telaşla hızlı hareketlerle telefonu bulduğu bölmeye geri koyup açtığı yere geri basıp kapattı ve mağaradan çıkıp saklandı.
"İyi geceler." Dedi Pars gülümseyerek. Azra da ona bakmadan ağzının içinden boğuk bir sesle konuştu. "İyi geceler." Sonra hemen içeriye girdi.
Kalbi hala deli gibi çarpıyordu.
Pars onun mağarasına hızla girmesini gülümseyerek izledikten sonra kendi mağarasına girip kapıyı kapattı.
Yılan da saklandığı yerden söylenmeye başladı.
"Aptal kız. Aptal kız. Aldı Parsı elimden. Hayır bunun neyiyle sevgili olduysa Pars?"
Hızla kapıya gitti ve kamptan sessizce çıktı.
...
"Akrep! Akrep! Kapıyı aç!"
Akrep sert yer yatağında zaten uyuyana kadar canı çıkmıştı. Şimdi kapıya kıracak şekilde vuran Yılanın sesini duyunca elleriyle yüzünü kapattı ve ofladı.
"Yılan yine niye geldin ya!" Söylene söylene kapıyı açtı ama yine onun güzelliği karşısında büyülendiği için konuşmayı kesti.
"Uyuyor musun bu saatte? Tavuk musun sen? Kod adını tavuk seçseydin."
Akrep onu gizlice baştan aşağıya süzerken konuşmasına karşılık verdi.
"Uyumak yerine ne yapabilirim burada?" Yılan gözlerini devirdi ve kulübeye girdi topuklu ayakkabılarıyla.
"Her neyse. Ben de kamptan sıkıldım önce Parsa uğradım sonra senin yanına geldim."
Akrep Parsın adını duyunca yüzünü buruşturdu.
"Parsa da uğradın? Ne yapıyor bakalım komutan bey? Bizi bitirmek için ne gibi planları var acaba?"
Yılan gözlerini kaçırdı. Gerginlik içinde saçlarını karıştırdı. Sonra sesini düzeltti. "Eee... Ben sana bir şey soracağım... Bülbül diye birini tanıyor musun?"
Akrep kaşlarını çattı. "Bülbül mü? Hayır. Bizim kampta yok en azından. Diğer kampları bilmiyorum. Neden?"
Yılan derin bi nefes aldı. "Anlatacağım ama hemen gaza gelme."
"Ne oldu Yılan?" Akrebin sesinden gerginlik akıyordu.
"Parsın odasında gizli bi bölme var. O bölmenin içinde de bir telefon var. Tuşlu."
Akrep sevinçle bağırarak "Biliyordum lan! Biliyordum!" dedi.
Yılan oflayarak karşısında sevinçten bağıran adama baktı.
"Bir dur ya. Arayan kişi Bülbül isimli biri. Yani bizden biri olmalı. İsmi hayvan ismi."
Akrep gözlerini devirdi. Bu kız nasıl bu kadar saf olabilir diye düşündü.
"Ya Parsın da ismi hayvan ismi sen ona mı takılıyorsun? Senin gibi şüphelenmesinler diye koymuşlardır o ismi. "Sonra heyecanla güldü. "Lan resmen komutanıyla konuştuğu telefonu bulmuşsun Yılan! Hadi hemen gidelim o telefonu getir bana."
Yılan şaşırmış halde gözlerini açtı.
"Ben mi getireceğim?"
Akrep kaşlarını çatarak bir adım attı Yılana doğru. Sesi fısıltıya yakındı. "Ne oldu? Gerçekler ortaya çıkar da sevdiğini kaybedersin diye mi korktun?"
Yılan da onun üzerine yürüdü cesurca. Aralarındaki mesafe böylece kapanmıştı. Akrep derin yeşil gözlerin kendisine yaklaşmasıyla değişik hissetti.
"Hayır. Ben Parsa sonuna kadar güveniyorum. Ama senin düşündüğün gibi ise telefonu alırsak birilerinin ondan şüphelendiğini anlar ve kaçar. Bir gün gizlice kampa gelirsin. Ben Parsı oyalarken sen alır telefona bakar geri koyarsın."
Akrep kaşlarını çatarak "Ben o kampa giremem. Beni hain bellediler." dedi. Yılan da omuz silkti.
"Valla orası senin sorunun. Kamuflaj yeteneklerini gösterirsin artık."
...
Kampta~
"Ya bacım in yüz saattir sürüyon bi tur da ben atayım."
"Oldu başka? Bu bisiklet bana hediye alındı canım sana değil!"
"Ya yemeyeceğim ya bisikletini Allah Allah."
"Of tamam be ne ağladın. İniyorum."
Karınca zafer gülüşüyle sırıtarak bisiklete bindi.
"Dikkatli sür çarpma bir yerlere!" diye uyardı Azra. Karınca da gözlerini devirdi.
O sırada daha yeni uyanan Asya, yanında Azrayı göremeyince dışarı çıktı. Etrafına baktı, teröristler erken uyanmışlardı her zamanki gibi. Bazıları bir ateşin etrafında saçma muhabbetlerini yapıyordu, bazıları atış talimi yapıyordu. Bir kaçı da nöbet tutuyordu. Ve tabi ki tavla oynayanları unutmayalım. Bir sürü teröristin üzerinde gözlerini gezdirdi. Ama Azrayı göremedi. Sonra hemen kendi mağaralarının yanında olan Parsın mağarasının kapısının önüne geldi ve tıklattı.
"Gel."
"Pars selam." diyerek içeri girdi. "Ablamı göremedim de senin yanındadır diye düşündüm."
Pars gülümseyerek sandalyesine yaslandı.
"Büyük ihtimalle şuanda doğum günü hediyesini deniyordur."
Bisikleti sürerken ki mutluluğunu düşünürken gözlerinin içi parladı.
"Aa ne aldın enişte söylemiyorsun bi de ya." diyerek Parsın masasının hemen yanındaki sandalyeye oturdu Asya.
"Bisiklet."
Asyanın gözleri heyecanla açıldı. "Ablam çok sever bisiklet sürmeyi ya. Ne kadar güzel düşünmüşsün eniştem be."
Pars biraz utangaç bir ses tonuyla "Asya enişte falan diyorsun da Azranın yanında deme sinirlenebilir." dedi.
Asya muzipçe güldü. "Bi gün olacaksın ama Pars. Ablama aşık olduğun çok belli. Ona bakarken onda kaybolduğun o kadar belli ki."
Pars biraz güldü sonra birden gülümsemesi somurtmaya döndü. Asya onu üzdüğünü düşünüp sordu. "Seni kıracak bi şey mi dedim?"
"Yok sen değil... de..." Pars bir iki saniye susup derin nefes aldı. "Benim sonum belli Asya. O yüzden duygularımda benimle beraber toprağa gömülecek gibi duruyor."
Keşke onunla sevgili olabilecek, evlenebilecek, onun gibi dünya güzeli çocuklara sahip olabilecek zamanı olsaydı...
Asyanın gözleri dolmaya başladı. Belli etmeden dolan gözlerini sildi ve ayağa kalktı.
"Öyle deme Pars iyileşirsin inşallah."
Pars üzgün bir şekilde gülümsedi. "Ortamı, koşulları sen de görüyorsun Asya. İmkansız iyileşmem."
Asya gözlerinden akan yaşları silerken Pars ayağa kalktı. "Hadi gel onların yanına gidelim."
...
"Ya yeter Karınca in artık."
"Ya daha yeni bindim bacım bi dur ya."
"Lan ne demek yeni bindin 1 saattir sürüyorsun in ben süreceğim."
"Yedik sanki he!"
"Aman of seni mi bekleyeceğim gidiyorum ben."
Azra Karıncaya sinir olduğu için söylenirken hızlı bir şekilde arkasına dönüp kampa gitmek istedi, ama tam arkasını döndüğü anda birine çarptı, dengesini kaybedip düşecekken bi el belinden tuttu ve kendine çekti.
Azranın şok olmuş gözleri kocaman açılırken gözlerine değen gözlerle kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı.
5 saniye gibi bir süre boyunca birbirlerine uzun uzun baktılar.
"İyi misin?" diye sordu naif ama telaşlı bi sesle. Ses tonunda iyice erimişti Azra. Kendini toparlayıp ondan uzaklaştı.
"İ-iyiyim." Sıcakladığını hissetti. Zaten bu adam yüzünden hep kızarıyordu, sıcaklıyordu, kalbi deli gibi atıyordu.
"Asya! Günaydın canımmm!" Karınca bisikletten hızla inip Asyaya sarıldı.
"Günaydın aşkım."
Azra kızarmış yanaklarını Pars görmesin diye onun yüzüne bakmadan konuştu. "Siz niye geldiniz ki?"
Pars da sırıttı. "Bisikleti kullanırken ki mutluluğunu görmek istedim."
Azra göz ucuyla ona baktı, meraklı ama utangaç bir şekilde sordu.
"N-n..neden?"
Pars gülümsedi ve hafif fısıltılı ses tonuyla konuştu.
"Çünkü senin mutluluğun beni de mutlu ediyor."
Azra, kaçırdığı gözlerini bir anda ona çevirdi. Vücudunu ateş basmaya başlamıştı utanmaktan.
Neler diyordu böyle bu adam?
Pars birden merakla sordu.
"Sen iyi misin fazla mı sürdün bisikleti?"
"Ne alaka şimdi?"
"Kızarmış da yüzün..."
Azra ellerini yanaklarına koyup kapatmaya çalışırken iyice telaşlanmıştı.
Aynen bisiklettendir.
"Ev..et ya bisikletten. Ondandır."
Azra elini boynuna koyup utançla kaşıdı, gözlerini kaçırıp duruyordu.
Pars elini onun koluna koyup tutup kendine yaklaştırdı. "Hasta falan değilsin değil mi?"
Azra ona yaklaşmasıyla yine şaşkınca ona baktı. Aralarındaki mesafenin kapanması yine kalbini yarışa çıkarmıştı, küt küt atıyordu. Yüzü kızarmaktan pespembe olmuştu.
"Yok be ne hasta olacağım değilim hasta falan." Azra hızla kolunu çekti. Sonra heyecandan deliren kalbini hissetmemek için hızla konuşmaya başladı. "Ayrıca ben doktorum yani kendim anlarım hasta olup olmadığımı teşhisleri senden daha koyarım sana mı kaldı teşhis koymak..."
Pars gözlerini Azraya dikti. Ne zaman gerilse çok konuşmaya başlıyordu. Demek şuanda da gergindi. Peki neydi onu geren şey?
Azra onun kendisini anlamaya çalışan bakışlarını fark etti.
"Ne bakıyorsun öyle? Hayır neden bakıyorsun dik dik? Sorun mu var? Sorun yok ki sorun var gibi mi? Anlamıyorum bakacak ne var yani? Ayrıca sen yemek yedin mi? Git yemek ye sonra muayenehaneye gel ilaç serum saatin geldi. Hadi git git..."
Git git derken kendi uzaklaşıyordu. Arkasını dönüp bisikletini de kapıp uzaklaştı ondan.
Mağarasına geçip kapıyı arkasından sertçe kapattı ve yatağa oturdu.
İyice kafayı yemeye başlamıştı. Kendisine hâkim olamıyordu.
"Ne hemen heyecanlanıyorsun ki? Heyecanlanacak ne var o kadar?"
Bir çift güzel ela göz, gülüce kısılmalarını unutmayalım. Ve yakışıklılığını ile tatlılığını ikiue katlayan gamzesi...
"Herkes de var onlardan sadece ona mı özel?"
Ama kimse de onunki gibi güzel duramaz.
Azra gülümsedi. "Gerçekten çok güzel duruyor."
Yüzünü şapşal bir gülümseme aldı ama bir iki saniye içinde yaptığının farkına varıp sinirle eliyle kendi kafasına vurdu. "Gerizekalı ne diyorsun ya?"
Hızla kumandayı alıp televizyonu açtı. Haberlerde yine kendisi vardı.
"Bak adam her gün seni bulmak için neler yapıyor. Nelerle uğraşıyor? Sen burada elalemin adamından mı etkileneceksin? Kendine geleceksin Azra. Kendine geleceksin."
O sırada Asya içeriye girdi. "Ne söyleniyorsun abla?" dedi ve sırıttı. "Pars seni ne güzel tuttu öyle çok tatlıydınız."
Azra kendisini ikna etmeye çalışırken Asyanın yorumu onu iyice sinirlendirmişti.
"Saçmalıyorsun Asya." dedi Azra sinirle. "Yok tatlılık falan. Benim için her gün uğraşıp debelenen bir sevgilim varken ben başka bir adamla tatlı falan olamam."
Asya yüzünü astı. Azra da hızla mağaradan çıkıp muayenehaneye gitti.
Beyniyle kalbinin farklı davranması sinirlendiriyordu onu. Kalbine söz geçiremiyordu. Ama geçirmeliydi. Geçirecekti.
Pars yatağa oturmuş Azrayı bekliyordu. Azra Parsın yanına geldiği anda hızlanan kalbine sinirlenip bağırdı. "Bi dur be ne var saçma salak kendine gel artık."
Pars gülerek Azranın kendi kendine sinirlenişini izledi. Azra onun güldüğünü görünce yine sesli konuştuğunu fark etti. Rezil olmuştu!
Gözlerini çevirerek elleri titrerken iğneyi hazırlamaya başladı. Onun güldüğünü görmek elini ayağına doluyordu. O kadar tatlı oluyordu ki... Gülünce çıkan o gamzesi... Görünce kalbi heyecandan nasıl çarpacağını bilemiyordu.
Pars ukala bir şekilde konuştu.
"Doktor sen iyi misin?"
"İyiyim." dedi kısaca. Pars ayağa kalkıp Azranın tam arkasına sessizce geldi sonra elini masaya koydu. Azra onun elini gördüğü anda hızla arkasına döndü. Pars masadan destek alarak Azranın yüzüne iyice yaklaştı.
Gözleri o kadar güzeldi ki... Nefesini kesiyordu.
Pars, iyice Azranın üzerine eğilerek yüzüne yaklaşmıştı. Bu fazla yakınlık Azrayı yine deli ediyordu. Tüm vücudu titriyordu heyecandan. O güzel ela gözleri kalbini delip geçiyordu sanki...
"N-n-napıyosun?"
"İyi misin merak ediyorum."
"Ne-neden kötü olayım?"
Azra derin nefesler alarak hızlanan kalbini durdurmaya çalışıyordu.
"Birden sinirlendin hiç bi şey yokken... söylendin falan. Canını sıkan bir şey mi var? Buradakiler bir şey mi yaptı?"
Azra ellerini onun göğsüne koyarak kendinden uzaklaştırdı. Yoksa bu yakınlıkla heyecandan bayılıverecekti.
"Evet canımı sen sıkıyorsun." diyiverdi.
Senin yüzünden hızlanan kalbi, titreyen elleri, konuşamaması... hepsi canını sıkıyordu. Senin yüzünden kendine hakim olamaması...
Pars, yüzünü düşürdü. Bir anda sırıtışı gitmişti.
"Kötü bir şey mi yaptım? Özür dilerim." Sesi üzgündü. Onu fark etmeden kırmış olmalıydı.
Üzüldüğünü görünce Azranın içi gitti. Neden o üzülünce üzülmüştü?
Dediğini düzeltmeye çalıştı.
"Hayır bir şey yapmadın. Niye ayağa kalkıyorsun serumunu takacağım ya... ondan canımı sıktın."
Parsın birden içi rahatladı. Tekrardan gülümsemeye başladı ve yatağa uzandı.
Azra gözlerini kaçırarak serumunu taktı. Ve ilaçlarını verdi.
"Serumun bitince kalkarsın."
...
Azra yatağına uzanmış duvarla bakışıyordu saatlerdir.
Kendini toparlamaya çalışıyordu. Duygularını çözmeliydi. Bu adamın ona bir şeyler yaptığı belliydi. Yaralı halde onu bırakıp gidememesi, son zamanlarda onun yüzünden hızlanan kalbi, heyecanlanması...
Bu her neyse yok etmeliydi. Engellemeliydi. Ama nasıl yapacağı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
Asya televizyon izlemekten sıkılmıştı. Televizyonu kapatıp duvarla bakışan Azraya baktı. Canı biraz eğlenmek istedi. Birden bağırdı.
"Abla Pars geldi!"
Azra hızla ayağa kalkmaya çalışırken bedenine doladığı battaniyeyi açamadığı için yere düştü.
Asya kahkaha atarak gülmeye başladı.
Azra sinirle yere oturdu. Yere düşmesinin etkisiyle dağılan saçlarını düzeltirken Asyaya ateş saçan gözlerle baktı. Şaka yaptığını anlamıştı. Battaniye hala ayağına dolanıktı.
"Asya, kaç benden."
Azranın korkutucu bakışlarını görünce Asya yavaştan ayaklandı.
"Abla küçük bi şakaydı ya niye kızıyorsun?"
"Kaç yoksa kaçamayacaksın Asya."
Biliyordu, kaçamazdı. Küçükken de kovalama oynarken böyle olurdu. Asya kapıyı açıp hızla koşmaya başladı. Azra da peşinden.
"Ya neden bu kadar ciddiye aldın anlamadım ki!"
"Bir daha böyle saçma şakalara kalkışırsan görürsün sen ciddi Azrayı!"
"Abla ama nasıl heyecanlandın ya ne yapcaktın kalkıp saçını başını mı düzeltecektin belki süslenirdin biraz!"
"Asya!"
Pars ile Karınca, Parsın mağarasında Akrebi nasıl bulabileceklerini tartışırken dışarıdan gelen seslerle korkarak birbirlerine baktılar.
"Bi şey mi oluyo abi kızlara?"
"Kalk oğlum soracağına bakalım."
Kapıyı açıp etrafa bakmak için dışarı çıktığında Pars, birden biri kendisine çarptı ve düşmemesi için tuttu.
Azra gözlerini sımsıkı kapattı birden. Belindeki ellerin sahibi tanıyordu artık o yüzden açmaya korkuyordu. Onun ela gözlerine dalıp gitmek istemiyordu.
"Asya ne oluyo aşkım?" derken Karınca Asya susturdu onu.
Azra gözlerini açıp yine dipdibe geldikleri adama baktı, baktı ve baktı... Sonra hızla uzaklaştı.
"Ne oluyo iyi misiniz? Endişelendik sizin için. Niye bağırışıyorsunuz?"
Azra kızarmış yanaklarını göstermemek için saçmalamaya başladı.
"Yeter ya. Sen de sabahtan beri iyi misin iyi misin? Niye kötü olalım ki? Ne var yani kötü olacak? Çok mu kötü görünüyorum yani?"
Pars gamzelerini çıkararak gülümsedi. "Senin kötü gözükme gibi bir ihtimalin yok ki."
Azra gözlerini kaçırdı. Arkasını dönüp iki kat daha fazla kızararak mağaraya gitti.
...
"Azranın adı tüm kamplarda artık Karınca. Daha dikkatli olmalıyız."
"Tamam abi. Allahtan şu kod adı işini bulduk. Sen doktor diyorsun, ben bacım diyorum. Asya da abla diyo. Kimse ismiyle seslenmiyo. Zaten sen de yakında aşkım dersin."
Pars çattı kaşlarını. "Ne diyorsun lan?"
"Abi eriyorsun lan bacım için. Görmüyorum sanma."
Pars gözlerini devirdi. "Çok mu belli oluyo?"
"Yok canım hiç."
"Neyse konumuz bu değil Karınca. Cıvıklık yapma. Bukalemun bu işin peşini bırakmaz. Böcek artık sık sık buraya gelecektir. Kızları daha güvende tutmalıyız. Buraya geldiği bir gün sen ben olmazsak kızları görürse ne yaparız? Azrayı saklamanın bir yolunu bulmalıyız."
"Bizim terörist kıyafetlerinden giysinler ikisi de. Olmaz mı? Dikkat çekmezler. Yüzleri de kapalı olmuş olur."
"Güzel fikir."
"Ama bacım kabul eder mi?"
"Ettircez artık."Pars derin bir nefes aldı. "Böceği şimdilik Akrep konusunda da ikna ettik. Ama Akrebin bu işi bırakacağını sanmıyorum. Her şey tersine döner ve açığa çıkarsam yapacağını biliyorsun."
"Of Allah korusun abim. Kötüyü düşünmeyelim."
O sırada Parsın başına bir ağrı girdi, acı içinde gözlerini kapattı ve başını tuttu.
"Abim iyi misin?"
"İyiyim iyiyim bi şey yok. Küçük bir zonklama. Devam et sen."
Karınca konuşmaya devam etti. "Bacımla Asyayı kamufle dedik, Akrebin hainliğini teröristlerin içinde ben coşkulandırayım. Herkes ondan nefret etsin iyice."
"Tamam sen yemeği hazırla sonra herkesi doldur Akreple ilgili, yemekleri dağıtırken."
Karınca mağaradan çıktığında Pars kendini yatağa attı. Başının ağrısı geçene kadar yatakta duracaktı.
...
"Karınca ne yaptın lan bugün yemekte?"
"Parmaklarını yiyeceğin kadar güzel bir şey yaptım lan gel."
Karınca yemekleri dağıtırken birden bilerek "şerefsiz" diye mırıldandı.
"Ne diyon lan?"
"Of sorma At. Aklıma Akrebin şerefsizliği geldi. Hain."
"Onu bi elime geçireyim kıskaçlarını koparacağım." Dedi Papağan dişlerinin arasından.
"Oğlum lan" dedi Karınca." Acaba polis mi asker mi?"
"Ne fark eder oğlum? Ikisi de aynı halt."
O sırada Asya ile Azra yemeklerini almak için onların yanına gelmişti.
"Gerçekten. Ne saçmalıyorum ben. Adam hain işte."
Asya Azraya döndü. "Bu Akrebin hainliği benim kafamı çok karıştırıyor. Bunlara göre hainse polis veya asker olur. Ama Akrep olamaz. Akrep caninin teki."
Azranın da kafasını karıştırıyordu. Bir şey diyemedi.
"O haini elime bir geçireyim var ya. Ağzıyla burnunun yerini değiştireceğim. Bir de Parsa hain diyordu. Şerefsiz. Kendini kurtarmak için Parsı suçluyordu."
"Ne zaman bulacağız bu herifi işini bitirelim artık."
"Bulacağız kardeşler merak etmeyin. Dediğiniz gibi bi ele geçirelim mahvedeceğiz onu."
Hepsi birden bağırdı.
"Hainlere yer yok!"
Birden bağırdıkları için Azra ile Asya korkmuşlardı. Onları korkuttuklarını anlayınca telaşlandılar.
"Sizi korkutmak istemedik yenge hanım."
Azra gözlerini devirdi. Başlıyorlardı yine.
"Buyrun yenge hanım önce siz alın yemeğinizi."
"Hayır ben sonradan geldim sıra sizde."
"Yenge hanım çok naziksiniz ama siz dururken biz alamayız."
"ÇARPARIM ŞİMDİ GEÇ AL ŞU YEMEĞİNİ ZIKKIMLAN!"
Teröristler Azranın birden parlamasından korktular ve hızla yemeklerini alıp uzaklaştılar.
Asya gülerek Karıncanın yanına yaklaştı.
"Iyi akşamlar aşçı bey. Yemekleriniz çok güzel oluyor bize de bir tarif verin. "
"Aşkımı ve sevgimi katıyorum bir de sevdiğim kadını düşünüyorum yemekte birden güzelleşiyor." Dedi Karınca gülümseyerek. Asya da güldü ve yanağından öptü.
Azra onu izlerken gözlerini devirdi.
"Karınca Pars yemeğini yedi mi?"
"Bilmiyorum ki bacım. Neden sordun?"
"Bacın şu günlerde abini çok düşünüyor aşkım."
Azra ateş saçan gözlerle Asyaya baktı. "Ne düşüneceğim onu be. Adam hasta hasta. Yemeğini yemesi gerekiyo. Ona da götür yemeğini. Yesin."
"Emredersin yengem!" Dedi Karınca bağırarak. Yengeyi vurgulayarak söylemişti.
"Ağzın yırtılsın Karınca."
"Bacım o nasıl beddua ya."
Azra oflayarak mağarasına gitti. Bunlarında eline makara olmuştu.
...
Azra mağarasının kapısını aralamış etrafa bakıyordu. Bir kaç saattir Pars ortalıkta yoktu. Neredeydi acaba?
"Sanane salak. Sanane. Neredeyse nerede."
Ya Yılan geldiyse...
"Hayır Yılan gelemez o kadına dedik ya sevgilisi diye heralde bi daha yanaşmaz adama. Ayrıca kadın geldi mi tüm kamp ayağa kalkıyor anlaşılırdı 'porss porss' diye geziyo etrafta. Adı Yılan değil sülük falan olmalıymış yapışmış adamı bırakmıyor."
Ne yapıyor acaba şuan?
"Of cidden ne yapıyor acaba?"
Azra oflayarak yatağına oturdu. Bi kaç saattir onu görmemek garip hissettirmişti. Sanki... özlemişti.
"Offf. Engel olamıyorum kendime. Gidip bakacağım odasına."
Hızla çıktı ve kendini kapısını çalarken buldu.
"Gel."
Sesini duyunca bir anda gülümsemeye başladı. Çok güzeldi sesi...
Azra kapıyı yavaşça açtı. Pars başını kaldırıp ona baktı. Güzel yüzünü görmesiyle gülümsedi.
"Doktor?"
Azra çekinerek içeri girdi. Adam çalışıyordu masasında işte neyini bu kadar merak etmişti ki!
"Bir şey mi oldu?"
Pars önündeki dosyayı kapatıp ayağa kalktı ve yanına yürümeye başladı.
Aynen oldu. Seni özledi.
"Eee..." ne diyecekti?
"Aslında gelmen iyi oldu. Ben de seninle konuşacaktım."
Pars gerginlik içinde Azra ise bahane bulmaktan kurtulduğu için derin bir nefes aldı. Pars eliyle sandalyeyi işaret etti.
"Oturmak ister misin?"
Azra sandalyeye oturdu yavaşça. O kadar nazik davranıyordu ki ona. Her tavrı, her davranışı karşısında eriyordu.
Pars karşısındaki sandalyeye oturmak yerine Azranın oturduğu sandalyenin dibindeki masaya oturdu ve ona yaklaştı.
Azranın mavi gözleri yine kocaman açılmıştı.
"Senden bir şey rica edebilir miyim?"
Azra yine heyecanlanıyordu. Sen ona öyle ela ela bakarken her ricanı kabul edebilirdi... Her dediğini yapabilirdi.
"Sizin burada daha güvende olmanızı istiyoruz o yüzden... Karınca ile bir şey görüştük. Hemen reddetme olur mu?"
Bu yakınlık karşısında onun ne dediğine değil gözlerine odaklanmıştı. O yüzden de heyecanlanıyordu. Kendini toparlayıp konuşmaya çalıştı.
"Ney..miş o?"
Pars ise Azranınn vereceği deli bir tepkiden korkuyordu.
"Buradakiler gibi... giyinseniz... olur mu? Teröristler gibi..."
Azra birden kaşlarını çattı. Ama yine de dibinde duran adam yüzünden fazla bir tepki veremedi.
"Neden?"
"Buraya dışarıdan çok terörist geliyor. Siz normal kıyafetlerle dikkat çekiyorsunuz. Daha güvende olmanız için..."
Azra bu fazla yakınlığa kalbi daha fazla dayanamayacağı için hızla ayağa kalktı.
"Tamam ver kıyafetleri yarın giyeriz."
Pars şaşkınca ona baktı. "Itiraz etmeyecek misin?"
"Yok neden edeyim kıyafet yani işte ha onu giymişim ha bunu."
Azra gözlerini kaçırdı. Gergin bir şekilde saçlarını düzeltti. Sonra üzerindeki hırkayı... Elini kolunu nereye koyacağını şaşırmıştı yine heyecandan...
Pars sandıktan temiz iki tane kıyafet verdi.
"Biri senin için biri Asya için."
"Tamam hadi iyi geceler."
Azra hızla kıyafetleri çekip mağaradan çıkmak içinn uzaklaşırken Pars kolundan tutup kendine çekti.
Yapma kız gidecek artık kalpten...
"Bir şey daha... var."
Azra zorla yutkundu. Bayılacaktı şimdi.
"Dışarıda birbirinizin isimlerini kullanmayın olur mu? Uğur böceği sen, kedi Asya."
"Tamam tamam." dedi hızla kolunu çekerken. Sonra mağaradan kendini dışarı atıp mağarasına gitti.
Eli ayağı titriyordu. Yatağa yatıp derin nefesler almaya çalıştı.
Yok korktuğu şey oluyordu. Gerçekten Asya yine haklı çıkıyordu. Bu heyecanın tek mantıklı açıklaması vardı.
...
"Bizim bu kıyafetleri giymemizi sen nasıl kabul ettin abla?"
Daha fazla yanında durup heyecandan ölmemek için.
Azra bakışlarını kaçırıp konuştu.
"Dedim ya güvenliğimiz içinmiş diye."
"Tamam da sen bunun dibine darı eker ardarda soru sorar adamı darlardın..."
Azra pofladı hızla ve sinirli bir sesle konuştu.
"Ya neyini darlıcam adam açıkladı ya işte! Asya bak sen iyice bozuldun benim sinirlerimi bozma."
"Tamam be kızma."
Azra tipine küçük aynadan baktı. Tam bir terörist gibi olmuştu. Annesini öldürenlerden biri olmuştu...
"Aptal adam. Beni mal etti bu kıyafetleri giymeye ikna etti. " diye mırıldandı.
Pars sabah başında yine çok ağır bir acıyla uyandı. Öyle bir ağrıyordu ki sanki matkapla deliyorlardı başını. Yatakta oturup geçsin diye bekledi. Genelde sabahları hafif ağrırdı ama bu seferki ağrıdan daha önce hiç yaşayamamıştı.
"Hadi bakalım Pars. Bukalemunu yakalamadan ölecek misin lan? Kendine gel. Kalk ayağa."
Elini duvara koyarak ayağa kalkmaya çalıştı. Bir eli de başındaydı. Dışarı çıkmaya çalıştı ama gözleri karardı. Biraz daha durup beklemeye çalıştı. Ama kendini daha fazla ayakta tutamadı. Yere yığıldı.
Karınca 15 dakika sonra yemeğini getirmek için Parsın odasına geldi. Kapıyı çaldı. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açtı.. Yerde yatan Parsı görmesiyle elindeki tepsi yere düştü.
"ABİ! ABİM İYİ MİSİN?" Parsın yanına çömelerek başını ellerinin arasına aldı.
"BACIIM! BACIM BURAYA GEL HEMENNN!"
Azra Karıncanın feryadını duymasıyla hızla odadan çıktı.
"BACIM! ABİME BİR ŞEY OLMUŞ!"
Parsın mağarasına koşarak gitti. Parsı yerde yatmış hareketsiz bir şekilde bulunca bir anda kalbine hançer saplanmış gibi bir acı hissetti...
...
Bölüm sonu... Umarım beğenmişsinizdir. 💙
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 26.61k Okunma |
1.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |