27. Bölüm

27. Bölüm~ Beni Bırakma

Cemre
cemre___

İyi okumalar...

Karınca ağlayarak bağırdı.

 

"BACIM NE OLDU ABİME LÜTFEN Bİ ŞEY YAP!"

 

Azra kendini toparlamaya çalışarak "muayenehaneye götür...meli...yiz..." dedi. Kendini toparlamaya çalışıyordu ama Parsı o halde yatıyor görmek kalbini paramparça etmişti.

 

Dışarı çıkıp bağırdı. "Yardım edin buraya gelin hemen!"

 

Teröristler hemen etrafına toplandılar. Onun harap halini gördüler.

 

"Ne oldu yenge?"

 

"Pars... ı muayenehaneye götürün..."

 

"Bir şey mi oldu lan Parsa?"

 

Hızla mağaraya gittiler.

 

"Yardım edin lan kaldırın adamı."

 

Azra soğukkanlı olmaya çalışarak muayenehaneyi hazırlamaya çalıştı. Ama bir yandan da çok korkuyordu. Elinin vücudunun titremesini durduramıyordu.

 

Teröristler Parsı yatağa yatırdılar.

 

"Yenge iyi olacak mı Pars?"

 

"Ne oldu artık ölüyor mu gerçekten?"

 

 

Azra kısık sesle konuştu. "Boşaltın burayı."

 

"Lan öldü dağ gibi adam ya."

 

Oğlum Parssız ne yaparız lan biz?"

 

"BOŞALTIN LAN BURAYI!"

 

Azra gözyaşları içinde bağırdı. "Ölmeyecek o."

 

Teröristler muayenehaneyi boşaltırken Azra sakin kalmaya çalışarak yatakta öylece yatan Parsın yanına gitti.

 

Serumlar ilaçlar etki etmezdi tabi. Bu adamın hastaneye gitmesi gerekiyordu. Burada tedavi mi olurdu?

 

"Bacım uyancak mı abim?"

 

"Elimden geleni yapacağım." dedi titreyen sesiyle.

 

...

 

Herkes öylece Azranın bir şey demesi için bekliyordu. Ama Azra da bilmiyordu ne diyebileceğini. Hiç bir şey bilmiyordu ki. Belki de tümor beynini ele geçirmişti, artık hiç uyanmazdı.

 

"Yenge hanım bi şey de artık."

 

Azra onlara döndü.

 

"Size en başında söylemiştim. Bu iş burada olmaz. Ben elimden geleni yaptım ama elimde MR görüntüsü yok bi şey yok. Tümorle ilgili hiç bir şey göremiyorum. Büyüdü mü beynin hangi kısmını ele geçirdi. Bu adamın hastaneye gitmesi gerekiyor."

 

"Hastaneye giderse hayatının son günlerini de hapishanede geçirir." dedi biri.

 

Azra ofladı.

 

"Benim burada yapabileceğim çok bir şey yok..." teröristler üzgünce birbirlerine baktılar. Parssız ne yaparlardı?

 

"Elimden geleni yapacağım." dedi gözleri dolarak. Sonra Parsın yanına gitti. Güzel yüzünü izlemeye başladı.

 

"Uyanmayacak mı?"

 

"Bilmiyorum. Anlaşılan artık tümor iyice büyüdü. Bayılmaları artacak. Bir bayıldı mı bir daha uyanır mı bilmiyorum." dedi sesi titrerken.

 

Yanındaki tabureyi Parsın yanına çekip ona bakarken konuştu.

 

"Ben size ilaç listesi hazırlayacağım. Onları bana bulup getirin ama parasını ödeyin. Çalmayın. Bi de bir kaç tıp kitabı bulun. Tedavi yöntemleri bakacağım."

 

...

 

Pars bayılalı 10 saatten fazla olmuştu ve hala uyuyordu. Azra da başında öylece bekliyordu.

Korkuyordu yine... Ona bir şey olduysa... Bir daha o ela gözleri hiç göremezse... Saatlerdir ağlamaktan gözleri kurumuştu.

 

"Keşke doya doya baksaydım o gözlerine."

Titreyen elleriyle elini tuttu.

"Geberiyorum korkudan bi daha uyanamayacaksın diye."

 

Gözlerinden damla damla gözyaşları dökülürken başını yatağa koydu.

 

"Abla... abla gel biraz uzan bak kaç saattir buradasın."

 

"Pars uyanana kadar burada kalacağım Asya."

 

...

 

Gece olmuştu. Azra saate baktı.

 

"17 saat oldu."

 

Yine ağlamaya başlamıştı. "Ne yaptın bana ya? Ben senden nefret ederken ölmeni isterken şimdi neden kalbim sökülürcesine acıyo? Neden bu kadar korkuyorum o ela gözlerini bir daha göremeyeceğim diye? Dengemi bozdun aptal adam."

 

Elini yanağına koyup okşamaya başladı. Bir yandan da gözlerinden yaşlar akıyordu.

 

"Hadi iddiaya girelim. 24 saatten önce uyanacaksın. Uyanırsan istediğin bir şeyi yapacağım." Azra diğer ihtimali düşününce ağlaması sıklaştı ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.

"Uyan lütfen uyan. Yalvarıyorum uyan."

...

 

Azra yeni doğan güneşin ışıklarını yüzünde hissedince gözlerini kıstı, sonra açmaya çalıştı.

 

"Günaydın."

 

Azra duyduğu sesi önce tanıyamadı.

 

"Günaydın."

 

Sonra hızla başını sesin geldiği tarafa çevirdi.

 

"Doktor kolumun üstüne uyumuşsun uyuşmuş kolumu hissetmiyorum."

 

Azranın bu sefer de sevinçten gözleri doldu. Hızla tabureden kalktı.

 

"Uyanmışsın. Uyandın. Döndün bize."

 

"Kaç saattir uyuyorum ben?"

Azra hızla gözyaşlarını sildi.

"Uyumuyordun aslında... Bayılmışsın. Odana girdiğinde öylece yatarken bulmuş seni Karınca."

 

"Sen... bayıldığımdan beri burada mı bekliyorsun?"

 

Azra utangaç bir şekilde başını salladı. Pars da güldü. "Rüyamın nedeni ortaya çıktı."

 

"Ne rüyası?"

 

"Rüyamda Azrail geliyodu yanıma ama canımı almak yerine 'uyan' diyordu."

 

Azra kıkırdadı. Pars onu kolundan tutup kendine çekti yavaşça.

 

Azra bir daha göremeyeceğini düşündüğü o ela gözlere baktı.

Pars onun gözlerindeki endişeyi gördü.

"Çok mu korktun?"

 

Bir şey diyemedi.

 

"Korkma, iyiyim."

 

Değilsin işte değilsin.

 

"Çok ağlamışsın doktor. Kendini bi daha bu kadar harap etme. Sonuçta yaşanacak durum belli. Sen daha en başından söylemiştin."

 

"Sen de inat edip hastaneye gitmemiştin. Hala gitmiyorsun. Pars bak hastaneye gitmen gerekiyo. Burada olmaz bu iş. Daha kaç kere bayılacaksın? Kaç kere baş ağrısı çekeceksin? Orada güzel bir tedavi uygulanabilir iyileşebilirsin."

 

"Olmaz." dedi net bir şekilde. Hastaneye giderse görevi açığa çıkardı.

 

Azranın yüzü düştü. Pars elini yanağına koyunca Azra gözlerini ona dikti.

 

"Üzülme. Sana yakışmayan tek şey üzülmek."

 

Azra akan gözyaşlarını sildi. "Sen en başından zaten ölümü kabullenmişsin. Ömrünü uzatacaktım değil mi senin?" Derin bir nefes aldı.

"Yapacak işlerin vardı çünkü. Gerçekleştirmen gereken."

 

Pars gözlerini devirdi.

 

"Dediğin gibi olsun. Ben de ömrünü uzatmak için elimden ne gerekiyorsa yapacağım. Emin ol."

 

...

 

Asya, önündeki kitaplara yoğunlaşmış olan ve saatlerdir oturduğu yerden kalkmayan Azraya üzgünce baktı.

Hayatında gerçekten birine aşık olmuştu, o da ölecekti.

 

"Abla biraz mola mı versen?"

 

"Gerek yok."

 

Asya üzülerek mağaradan çıktı.

 

"Benim minik kediciğim, iyi misin?"

 

"Değilim Karınca ya. Ablama çok üzülüyorum. Parsa çok değer verdiğini geç anladı şimdi..."

"Abim ölecek ve onu kaybedecek değil mi?" Karıncanın gözleri doldu.

 

...

 

Pars saatlerdir yatakta yatmaktan artık sıkılmıştı. Yapması gereken şeyler vardı. Daha fazla yatamazdı burada. Yatağın kenarlarından tutunarak kendini zorla ayağa kaldırdı. O sırada Asya onu gördü ve yanına gitti.

"Pars napıyorsun yatman gerekiyor."

 

"Sıkıldım yat yat nereye kadar. İşlerim var yapmam gereken."

 

"Ablam görürse seni ayakta baya fırçalar söyleyeyim."

 

"Sahi, nerede o?"

 

Asya derin bi nefes aldı. "Sana tedavi yöntemleri bakıyor."

Pars ofladı.

"Harap ediyo kendini. Önce başımda saatlerce durmuş ağlaya ağlaya. Şimdi de nelerle uğraşıyor."

 

"İnsan değer verdiği kişiler için debelenir Pars." Pars oflayarak Azranın mağarasına doğru ilerledi ve kapıyı çaldı.

 

"Yani iki dakika salmadın beni be kızım. Önce tepemde konuştun konuştun odadan çıktın şimdi geri geliyon yine napacaksın yoruldun dinlen biraz mı..."

 

Azra söylene söylene kapıyı açarken karşısında onu görünce sustu.

Pars kaşlarını kaldırarak konuştu.

"Yoruldun dinlen diyecek ha? Kendini neden yoruyorsun?"

Azra sinirle konuştu.

"Adam sen manyak mısın? Yatıp dinlenmen gerekiyor. Niye ayaklandın?"

 

"Duydum ki kendini mağarana kapatmışsın. Biraz çıkıp hava al dedim."

 

"Hayır gerek yok. İşim var benim. Git dinlen sen de hadi."

 

Pars onu dinlemeyip içeri girdi ve tıp kitaplarını gördü.

 

"İşin bunlar mı?"

 

"Evet. Sana dedim ya istediğini yapacağım diye."

 

Pars sevdiği kadının güzel gözlerindeki hüznü ve endişeyi gördü. Tam karşısında durup elini eline değdirdi. Azra da onun yüzüne baktı.

 

"Kendini tedavisi olmayan bir şey için bu kadar harap etmeni istemiyorum. Kaldı bir kaç ayın. Sonra buradan da benden de bu iğrenç yerden de kurtulacaksın."

 

Senden kurtulmak isteyen kimdi ki... senden kurtulmayı bırak sensiz bir saniye geçirmek istemiyordu.

 

"Olay ben değilim. Seni seven çok kişi var burada. Karınca başta olmak üzere. Ayrıca sen beni bunun için getirmedin mi buraya?"

 

"Evet... de..."

 

"De me yok. Bunun için getirdin. Ne demiştin 3 ay ömrüm varsa onu 6 ay yap falan bi şeyler saçmalamıştın. Onu yapacağım işte."

 

Pars sessiz kaldı. Sonra onun üstündeki terörist kıyafetine baktı.

 

"Bu arada söylemeyi unuttum. Bu iğrenç kötü kıyafeti güzelleştirmişsin."

 

Azra kızararak üstüne baktı.

 

"Sen dedin giy miy güvenlik diye."

 

Pars, başındaki başlık olarak kullanılan bez parçasıyla ağzını ve burnunu da kapattı.

 

"Dışarı çıkarken böyle çık olur mu?"

 

Böcek bir daha gelecekti. Geldiğinde onu tanımamalıydı.

 

"Kimden bu kadar koruyorsun bizi?"

 

"Buradaki herkesten ve buraya gelen herkesten."

 

Azra onun ela gözlerine bakınca o uyurken girdiği iddiayı hatırladı. Ve kızardı. Gözlerini ondan kaçırdı.

"Bir sorun mu var?"

 

"Benden bi şey iste." dedi kısık sesle.

 

Parsın onun dediğini anlamadığı belli oluyordu.

 

"Ya sen uyan diye senden habersiz senle iddiyaya girdim uyanırsan istediğin bir şeyi yapacağım diye."

 

Pars kıkırdadı. "Demek öyle..." dedi. Gözleri yine koyulaşmıştı. "Biraz düşünmem lazım şimdi."

 

"Ya Pars gıcıklık yapma."

 

Pars gülümsedi. "Tamam üzerini değiştir başka kıyafetler giy dışarı çıkalım."

 

"Nereye?"

 

"Ee demedin mi bi şey iste diye istiyorum işte hadi gel."

 

Haklıydı.

Pars kendi mağarasına gitti. İkisi de üzerlerine normal kıyafetler giydiler ve dışarı çıktılar.

 

Pars, onun elini sıkıca kavrayıp dışarı çıkardı.

 

Arabaya götürdü. Arabaya binmeden önce sordu naif bir sesle.

 

"Lunapark sever misin?"

 

"E-evet de... ne alaka?"

 

"Buradan uzaklaşalım biraz."

 

...

 

"Bi şey sorcam."

"Dinliyorum."

"Kafama çuval geçirmedin."

"Niye geçireyim?"

"Kampınızın yerini öğrenirim mazallah sonra giderim askerlere polislere ihbar ederim sizi."

 

Pars sırıttı. "Yaparsın doğru. Ne de olsa polislerin kızısın."

 

Azra başını ona çevirdi. "Hiç teslim olmayı düşündün mü?"

 

Pars gözucuyla ona baktı.

 

"Hayır."

 

"Bak. Sen ile Karıncanın diğerlerinden farklı olduğunu biliyoruz. Gidip her şeyi itiraf edip teslim olsan. Af da verirler. Olması gerekenden daha az yatar çıkarsınız."

 

 

Pars ciddi kalmaya çalıştı.

 

"Ne yapmak istiyorsun amacın ne, ne için yaşamak istiyorsun anlamıyorum seni. Diğerleri gibi kötülük yapamazsın. O zaman ne yapmayı planlıyorsun? Neden bi kaç ay daha yaşamak için uğraşıyorsun?"

 

Pars arabayı park etti ve ardarda soru soran kadına baktı.

 

"Bak ciddi diyorum. Sorgu melekliğine geçmelisin. Can almaktan daha iyi yaparsın."

 

Azra gözlerini devirdi.

"Sorularımı ne zaman ciddiye alacaksın?"

"Bırak şimdi doktor sorularını hadi biraz eğleneceğiz."

 

Azra arabadan inince gördüğü kocaman dönme dolap ile gülümsemeye başladı. Pars da onun güldüğünü görünce gülümsedi.

 

"Gerçekten seviyorsun Lunaparki heralde."

 

"Annem ile babamla boş oldukları her zaman gelirdik. Içimde kalan şeyler hep o oyuncaklar oluyordu. Hani o hedefi vurunca oyuncak hediye ederler ya. Polislerin kızı olarak hedefe tam isabet ettirip tüm hediyeleri almak isterdim."

 

Pars gülümseyerek onu izledi ve yine elini tuttu.

"Gel bakalım."

 

Azra onunla el ele giderken yine konuşmaya başladı.

"Sana benden bi şey iste dedim ama ben niye lunaparka geldik ki?"

 

"Sana düşüneceğim dedim doktor. Ayda yılda bir bir şey isteyeceğim senden sen de yapacaksın. Iyice düşünmeliyim bunu." dedi muzipçe.

 

Azra gözlerini devirdi. Eğleniyordu resmen onunla.

 

"İlk hangisine binelim istersin?"

 

"Çarpışan arabalara binelim mi?"

 

"Tamam."

 

Gün boyu lunaparktaki tüm oyuncaklara neredeyse bindiler. Azra uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutluydu. Ama onu mutlu eden oyuncaklar değildi. Onunla vakit geçirmekti. Kötü hiç bir şey düşünmeden. Yaşanan o kadar şeyi düşünmeden. Dünyada sadece ikisi varmış gibi...

 

"Hadi bakalım sıra ayıcık almakta."

 

Azra silahı eline alıp hedefe doğrulttu.

 

"İşte be. Tam polislerin kızı. Nasıl da tutuyo silahı öyle."

 

Azra kıkırdadı.

 

"Ama biraz daha şöyle olmalı..." diyerek arkasından ellerini kavradı. Azra başını çevirip dibine giren adama baktı.

 

"Hadi şimdi ateş et." diye fısıldadı. Azra kendini toparlayıp ve ateş etti.

 

10 dakika sonra...

 

"Yaa bunların hepsini yatağımın başına koyacağım. Çok teşekkür ederim Pars."

 

"Ben bir şey yapmadım ki. Hepsini kendin kazandın."

 

"Bana böyle güzel bir gün yaşattığın için teşekkür ederim."

 

Pars gülümsedi.

 

"Buraya getirerek senin hayatını zehir eden adama karşı böyle şeyler söyleme."

 

Hayatını cennete çevirdin haberin yok.

 

"Senden isteyeceğim şeyi buldum bu arada."

 

Azranın tam karşısında durup hafifçe onun yüzüne eğildi.

 

"Sen benden bi şey iste."

 

"Ne?"

 

"Senin benden bi şey istemeni istiyorum."

 

"Ya laf oyunları yapma adam akıllı bir şey iste benden."

"Ya aklıma bir şey gelmedi. Bari sen benden bir şey iste." Sonra hemen ekledi. "Ama iste, soru sorma. Soru sormaya başlarsan yanarız."

 

"Of çok biliyorsun sen."

 

Azra ela gözlerine mavi gözlerini dikti. O gözleri bir daha göremeyecek diye o kadar korkmuştu ki... Birden bilinçsiz bir şekilde konuştu.

 

"Beni hiç bırakma olur mu?"

 

Pars şaşkınlık içinde Azraya baktı. Azra onun bakışlarındaki şaşkınlığı görünce ne dediğini idrak etti, artık renk değiştirmeye başlıyordu utançtan...

Gözlerini hızla çevirirken sesi titredi.

"Yani bizi... bizi..."

 

Hızla arabaya yürüdü ve bindi.

 

"Ne diyorsun gerizekalı ya. Bir de ilanı aşk et aptal. Hayır su iste, şeker iste, ne demek beni bırakma mal. Aptalsın sen."

Pars düşünceli bir şekilde arabaya bindi ve kampa gitmek için arabaya bindi. Gözucuyla Azraya bakıyordu. Korktuğu şey olmamalıydı. Olmamalıydı. Ona bu acıyı yaşatamazdı.

 

Kampa kadar sessizce hiç konuşmadan gittiler. Azra rezil olduğu için ona hiç bakmamaya çalışıyordu. Kampa varmak üzereyken kapının girişinde bir araba gördü Pars.

 

"Eyvah" diye mırıldandı.

 

Azra ona döndü. "Noluyo?"

 

Böceğin arabasıydı bu. Böcek gelmişti.

 

"Azra şu araya gir hemen."

 

Azrayı ön koltuğun önündeki araya sokmaya çalıştı.

 

"Noluyo Pars?"

 

"Sakın bak. Sakın buradan çıkma. Sakın."

 

Azra, Parsın gözlerindeki telaşı görünce korktu. Ne oluyordu yine?

 

"Anladın mı beni Azra?"

 

"Anladım tamam. "

 

Pars hızla arabadan indi ve kapıyı kilitledi.

 

Böcek onu, Azra da Böceği görmemeliydi.

 

"Aa Pars. Sen nereden geliyorsun?"

 

Bu ses...

 

Böceği Pars tanıdığı için ses değiştirme cihazını kullanmaya gerek duymamıştı. Ama Azra bu sesi tanımıştı.

 

"S-serkan..." diye mırıldandı.

 

"Biraz... hava almaya çıkmıştım ben." Parsın gerginlikten kalbi deli gibi çarpıyordu.

 

"İyi yapmışsın. Ben de o kadınla ilgili bir gelişme var mı diye soracaktım."

Pars arada arabaya küçük bir bakış atıp Böceğe geri baktı. Kalbi gerginlikten deli gibi atıyordu. Ya Azrayı görürse, ne olurdu?

Azra "Yok ya. Böcek dedi. Terörist yani bu kişi. Ne alaka Serkan? Saçmalıyorsun Azra." diye mırıldandı.

Pars elini Böceğin sırtına koyup ittirmeye başladı.

"Gelin size bi çay ikram edeyim o sıra konuşalım."

Böceği oradan uzaklaştırmak için uğraşıyordu.

"Tamam hem beni yengeyle de tanıştırırsın."

 

"Of çok benziyo Serkanın sesine..." diye söylendi Azra.

 

"Bekle maskemle cihazı alayım."

 

Böcek arabadan maskesiyle cihazını alırken Pars gerginlikle arabaya baktı. O sırada Azra merakına yenik düşüp başını çıkardı. Pars onu görünce daha da telaşlandı ona 'saklan' işareti yaparken Böcek maskesini takmak için hazırlandı. İşte tam o sırada gördüğü kişi ile Azranın gözlerinden yaşlar boşaldı.

"Serkan... "

...

Bölüm sonu... Umarım beğenmişsinizdir. 🥹

 

 

Bölüm : 25.11.2024 17:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...