
Gece olmuştu ama ne Asya ne de Azra uyuyordu. Kampın yarısı Akrebi bulmaya gitmişti. Kampta kalan bir kaç kişi vardı.
"Kızlarrr. Napıyorsunuz bakalım?" diye içeri girdi Karınca.
Azra poflayarak ona baktı. "Pars nerede?"
Karınca elindeki sıcak çikolataları gösterdi. "Bak Karınca usülü bunlar. Hiç bir yerde içemezsiniz."
Asya bir bardağı teşekkür ederek aldı.
"Bacım hadi sen de iç."
Azra yorgun gözlerini Karıncaya dikti.
"Karınca, Pars nerede?" diye tekrarladı sorusunu Azra.
"Bacım içsene şu sıcak çikolatanı için ısınır."
"Pars nerede Karınca?"
Karınca baygın bir şekilde Azraya baktı.
"Söylesene Pars nerede?"
Karınca oflayarak konuştu.
"Bacım Akrebin peşinden gitti işte ne bileyim ben."
"Ne zaman döner?"
"Bilmiyorum."
Azra yatağına uzandı ve ofladı. "Korkuyorum ona bir şey olacak diye."
"Olmaz bacım merak etme."
Azra tavana dik dik bakarken birden Karıncaya şeytani gözlerle bakarak döndü.
"Bir şey sorcam sana."
Karınca birden sitem etmeye başladı.
"Bacım nerede bilmiyorum dedim ya kaç kere diyeceğim ya..."
"Hayır ya. O değil başka bir şey..." sesini düzeltir gibi yaptı. "Parsın hoşlandığı birisi var mı? Aşık olduğu..."
Karınca tam sıcak çikolatasından bir yudum aldığında duyduğu soruyla içecek boğazına kaçtı ve öksürmeye başladı.
"Karınca iyi misin?" dedi Asya hızla yanına giderken.
"Oğlum ne öksürüyorsun gayet normal bir soru sordum."
Karınca öksürmesini bitirdikten sonra çemkirdi.
"Nerden bileyim bacım ben ya?"
Azra kaşlarını çatıp yatağının ucuna oturdu.
"Ne demek nereden bileyim? Adama abi diyorsun lan abi olarak görüyorsun. Abinin hoşlandığı kişiyi mi bilmeyeceksin?"
Karınca gerginlik içinde elini ensesine götürdü.
"Yani... abim olması onun hakkında her şeyi bileceğim anlamına gelmiyo."
Azra ellerini yanaklarına koyup ofladı.
"Neden soruyorsun ki bacım?"
Az önce oflayan Azra bu soruyu duyunca gülümsedi.
"Karınca ben... Ben Parsa aşık oldum."
Karınca gözlerini dikti Azraya. Parsla geçirdikleri geceyi hatırladı. Azranın gözlerindeki ışığı, heyecanı görünce ağlamamak için dudağını ısırdı.
"Bacım yani... Abim şimdi tüm kampların başındaki kişi ya... Öyle şeylerle uğraşacak vakti yok."
Karınca bunları söylerken yavaştan ayaklanmıştı.
"Hem hasta zaten adam öyle şeyleri uygulayan o beyin şeyi sen bilirsin yok olup gitmiştir o tümör götürmüştür."
Azra sinirli gözlerini onun üzerine dikti.
"Ne saçmalıyorsun sen ya?"
Karınca kapıya yönelirken hızla konuştu.
"Diyorum ki abim aşk maşk uğraşamaz öyle."
Asya kaşlarını çatarak Karıncaya baktı. Ne yaptığını anlamıyordu.
Azra gerginlik içinde konuştu.
"Oğlum sen yenge diye benimle dalga geçerdin. Bacım yengem oldu falan derdin ne bu dediğin şeyler şimdi?"
Karınca umursamazca ona baktı.
"Bir şey demiyorum bacım da yani dedim ben diyeceğimi."
"DEFOL GİT LAN SANA BİR DAHA BİR ŞEY ANLATIRSAM!"
Karınca koşarak dışarı çıkarken Azra pofladı, canını çok sıkmıştı.
"Asya bak şu sevgilin bir gün elimde kalacak. Dengesiz herif"
"Dur abla ben ilgilenirim onunla."
Asya dışarı çıkıp taşın üzerinde oturan Karıncanın yanına gitti. Karınca başını elleriyle sarmış yere bakıyordu.
"Aşkım nasıl konuşuyorsun sen öyle ablamla ya?"
Karınca yere bakan gözlerini Asyaya çevirdi.
Asya onun gözlerindeki yaşı gördü.
"Sen... ağlıyor musun?"
Karınca dolan gözlerini sildi.
"Abim, bacımın onu sevdiğini anlamış."
Asya sırıtarak onun yanına oturdu. "Anlasın bir zahmet kız her şeyi dedi zaten. Sen niye üzülüyorsun buna?"
Karıncanın gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akarken gözlerini yine yere dikti.
"İmkansız olduklarından bahsetti geçen gece. Öle...cek... Bacımın çok üzüleceğini söyledi. Ona bu acıyı yaşatamam dedi. Benden soğuması lazım dedi..."
Asya oflayarak mağaranın aralık kapısından görünen Azraya baktı.
"İmkansız dedi. Ben istemem mi onunla evlenmeyi dedi. Bırak evlenmeyi sevgili olmaya bile vaktimiz yok dedi."
Asyanın da gözleri dolmuştu, hızla Karıncaya sarıldı.
"Abim ölünce biz de öleceğiz."
...
"Kızım otel dedin ben de bir şey sandım ya. "
"Ne sandın acaba?"
"Yani 5 yıldızlı bir şey ayarlayamaz mıydın? Buranın benim harabeden bir farkı yok."
Yılan kaşlarını çattı.
"Bukalemunun parası 5 yıldızlıdan daha fazlasına yetiyordur eminim."
Yılan ellerini beline koyarak konuşmaya başladı.
"Oğlum sen hasta mısın? Bukalemunun otellerinden birinde kalsan seni fark edip tanımayacaklar mı sanıyorsun? Unutma şuan herkes seni hain zannediyor. Kimsenin bulamayacağı bir yerde olmalısın."
Akrep derin bir nefes aldı. Hain kelimesini duyduğu anda çenesi sinirden kasılmaya başlamıştı. "Asıl hain olanı onlara gösterdiğimdeki yüz ifadelerini o kadar merak ediyorum ki... Bunu görmek için her şeye katlanırım."
Yılan da gözlerini devirdi. Ne değişik adamdı.
"Oğlum hayatını mahvettin lan. Salak saçma bi amaç uğruna yakalanırsan pisi pisine gideceksin."
Akrep sırıtarak Yılana baktı ve bir kaç adım atıp tam karşısında durdu.
"Benim için bu kadar endişelenme ya. En fazla öleceğim yani ne olacak?"
Yılan da onun gözlerine baktı. Neden bilmiyordu ama istemiyordu ona bir şey olmasını.
"İğrenç bedenin toprağa girip toprağı kirletmesin diye uğraşıyorum ben."
Akrep de kıkırdadı.
"Aynen. Kesin toprağı düşünüyorsundur."
Yılan hızla gözlerini çevirdi. Utanmıştı sanki.
"Of ne zevzeksin. Hadi yürü Böceğin çalıştığı yeri bulacağız."
"Düşelim bakalım avımızın peşine."
...
Pars gideli bir kaç saat olmuştu. Azra dışarıda bir taşa oturmuş onun dönmesini bekliyordu. Karınca, Azrayı görünce iç çekti ve yanına gitti.
"Bacım?"
"Ne var?" dedi Azra yüzüne bakmadan.
"Gelmez abim bugün. Akrep bulunana kadar gelmez."
"Of Karınca ne ilacını verebildim ne onu sevdiğimi söyleyebildim. Ya Akrebin peşinde onu bulcam diye uğraşırken başına bir şey gelirse?"
Karınca Azranın kollarından tuttu. "Abim kendini korur merak etme. Hadi gel sen uyu şimdi."
Azra yavaşça ayağa kalktı. Mağaraya giderken birden durdu.
"Ona bir şey olmasın olursa yaşayamam ben."
Karınca dolan gözlerini kırpıştırdı ve onu mağaraya götürdü.
...
Yılan ile Akrep, Yılanın arabasında giderken Yılan komut verici cümlelerle konuşmaya başladı.
"Şimdi biz iki teröristiz ya. Kimsenin bizi fark etmemesi lazım. Ben kendimi bi şekilde hallederim de senin yani akıyo her tarafından kötü bir kişilik olduğun."
Akrep gururla konuştu.
"Teşekkür ederim."
Yılan gözlerini devirdi ve arabayı durdurdu.
"Neden durdun?"
"İn."
Yılanın bu emrivaki cümleleri Akrebin çok hoşuna gidiyordu.
Akrep arabadan inip arkasına baktı. Bir kıyafet mağazası...
"Ne yapacaz lan burada?"
"Seni insana benzeteceğiz Savaş Bey."
Akrep sesini kıstı. "Ne yani teröristler insan değil mi?"
Yılan 'beni takip et.' Işareti yaptı ve mağazaya girdi. Mağazadaki bir görevliye bir şeyler söyledi. Bir kaç dakika içinde Akrebin önünde bir sürü kıyafet yığılmıştı.
"Hepsini dene"
"Ne? Ulan dünyanın kıyafeti var burada nasıl..."
Yılan 'sessiz ol' işareti yaparak kabini gösterdi.
Akrep oflayarak kabine girdi. Aradan 15 dakika geçmişti ama hala çıkmamıştı kabinden.
"Savaşçığım gelinliğini giymen bittiyse..."
"Ne diyon kızım?"
"Gelinlik mi giyiyon bu kadar uzun sürdü diyorum?"
"Ya şu kravatı bağlamak ne lanet şeymiş beceremedim..." diyerek kabinden çıktı Akrep.
Yılan onu baştan aşağı süzerken gözleri parıldamıştı. Baya yakışıklı olmuştu.
"Bu kadar beklemiyordum..." diye mırıldandı. Akrep de bunu görünce sırıttı.
"İyi mi olmuş?"
Yılan görevli kişiye "3 4 takım elbiseyi kasaya götür." dedi.
Akrep sırıtmaya devam etti. "O kadar mı iyi ya..."
Sonra aynada kendisine baktı. Gerçekten iyi görünüyordu. Yıllardır kendisini terörist kıyafeti dışında bir şeyle görmemişti.
Yılan Akrebe yaklaşıp elindeki kravatı aldı ve Akrebin boynuna bağlamaya başladı. Akrep de onu izlemeye...
"Topluma karışmamız gerekiyor. Olur da polis falan durdurursa dikkat çekmemeliyiz. O yüzden stil değiştiriyoruz. Sen bir şirkette önemli bi pozisyonda çalışıyorsun tamam mı?"
Akrep başını olumlu anlamla salladı. Sonra Yılanı baştan aşağı süzdü.
"Senin hazırlanmana gerek yok. Her zamanki gibi çok iyi görünüyorsun."
Yılan gülümsedi.
"Sen de benim patronum ol."
"Zaten öyleyim."
"Ah, doğru..."
Yılanla Akrep gülüştüler.
"Patron da güzelmiş ama ben sevgili olalım diyecektim."
Akrep gözlerini kocaman açtı. Sesi titredi.
"N-ne?"
Yılan onun yanlış anladığını anlamıştı.
"Hayır yani sevgili olmak derken... rolü rolü... Dikkat çekmemek için."
"Hıı." Sonra Akrep gülmeye başladı.
"Anladım ben senin derdini. Sen varya harbi yılansın."
Yılan kaşlarını çattı. "Ne diyon lan?"
"Beni beğendin böyle. Hoşuna gittim. O yüzden şak sevgili rolü ayağına..."
Bir kaç dakikadır sessiz konuşan ikili sessizliği bozdu. Yılan birden Akrebin boğazına yapıştı.
"NE DİYON OĞLUM SEN? SENİ VARYA BİR SOKARIM! PANZEHİRİ BULUNMAZ!"
Etraftakiler korkuyla onlara baktılar. Akrep zar zor etraftaki insanların bakışlarını Yılana gösterdi. Yılan yavaşça başını çevirip onlara baktı.
"Haha ha ha ha ya." diye sahte bir gülüş yapıp elini Akrebin boğazından çekti.
"Canım sevgilim ya. Beni delirtmeye bayılır."
"Ya sorun yok gençler. O öyle sert seviyor. Adının da aksine. Hiç narin değildir."
Yılan sinirden elini yumruk yaptı.
"Düş önüme..." sonra etrafındakilere yine sahte gülüş yaptı. "Aşkım."
İkisi de hızla arabaya oturdular.
"Bana bak ağzından çıkanı kulağın duysun. Ben ne yapayım seni? Derdim Parsı yakalayacaksın derken bizim yakalanmamamız. Alt tarafı rol yapacağız. O da halk arasında."
"Tamam ya şaka yaptım."
"Şakalarına dikkat et o şakalar canından etmesin seni."
...
"Bitti traşınız beyefendi."
Yılan gülümseyerek Akrebi izliyordu. Uzun kirli sakalları gidince, üzerindeki takım elbiseyle de birleşince tam bir iş adamı gibi olmuştu.
Akrep saçlarının arasından ellerini geçirerek düzeltti.
"Güzel aferin."
Akrep elini kolunu sallayarak berberden çıkarken "Ücreti ödemediniz?" diye biri konuştu.
"Ne ücreti olum? Ben ücret falan ödemem..."
Yılan yalandan öksürerek onu susturdu. Adamın eline bir yüz lira sıkıştırarak Akrebi itekledi.
"Oğlum mal mısın? Masken yok bir şeyin yok düpedüz açıktayız ücret ödememek ne demek lan?"
"Bir kere param yok. Ikincisi olsa da ödemem ben. Ne para ödemesi ya? Ben çalarım."
"Ben seni şimdi gitarın tellerine çevirip bi çalacağım göreceksin... Yok öyle bir şey. Ben de para var. Benden iste bir şey yap. Sakın çalma hırsızlık yapamayız bu halde..."
"Üf. Tamam anladım."
Akrep birden sıkı kravatını çözmeye çalıştı.
"Ben darlandım ya. Bunu çıkarmak istiyorum."
Yılan onun ellerini tutup durdurdu.
"Hayır ya. Kalacak o. Sakın deneme bile."
"Ama çok..."
"Deneme dedim Akrep."
Yılan arabaya binip kapıyı sertçe kapatınca Akrep de korkarak bindi arabaya.
"Saç tamam kıyafet tamam..."
"Sevgili de olduk."
Yılan sırıtarak konuşan Akrebe kaşlarını çatarak baktı. Akrep onun bakışlarından korkmuştu.
"Rol icabı, anladım."
Hoşuna gidiyordu bu kadınla her saniye birlikte olmak. Onunla uğraşmak.
"Sahte kimliğin yanında değil mi?"
"Evet."
"Polisler durdurursa biz şirkette çalışıyoruz."
"Ve sevgiliyiz."
Yılan gözlerini kapatıp sinirden güldü. İkidebir bunu vurguluyordu.
"Benden çok senin hoşuna gitti bu mesele sanki?"
"Neden gitmesin ki hoşuma? Senin gibi bir kadınla rol icabı da olsa sevgili oldum. Kendimi şanslı hissediyorum."
Yılan hafiften utanmıştı. Yüzünü cama çevirdi.
"Hadi bakalım Narin Hanım. Sür şu Böceğin içine sızdığı yere."
"Bana bak. Böceğe görünmeden bu işi halletmemiz gerekiyor söylememe gerek var mı bilmiyorum ama seni gördüğü anda toprağa gömer."
"Ya Yılan. İnsan bazen toprak olmak istiyor biliyor musun?" Dedi ona bakarken.
Yılan şaşkına gözlerini açtı.
"Ne alaka şimdi ya?"
"Toprağı önemsediğin için benim ölmemi istemiyorsun ya. O yüzden bi toprak olmak istedim."
...
Pars ve tüm kamplardaki teröristler yola koyulmuş 3 gün boyunca Akrebin şehir içinde gidebileceği her yeri aramışlardı. Teröristler bazı halka açık yerlere güpegündüz girmişler, halkı korkutmuşlardı. Şehrin her yerine bakmışlardı. Ama yoktu Akrep.
Pars da her an hem Karıncayla hem de Bülbülle iletişim halindeydi.
Teröristler Parsı arayıp şehrin her yerini aradıklarını ama Akrebin olmadığını söylediler. Pars zaten tahmin etmişti şehrin içinde olmayacağını. Ama yine de emin olmak istemişti.Bunun üzerine Pars Bülbülü aradı.
Mehmet amir odasında oturup araştırma yapıyordu. Pars her hafta örgütle ilgili öğrendiği yeni şeyleri ona anlatıyordu, Mehmet amir de bunların üzerinde saatlerce oturur düşünürdü. Bukalemunu nasıl yakalayacağını ve Böceği nasıl açığa çıkaracağını bu örgütten bu ülkeyi nasıl kurtarabileceğini düşünüyordu. Böyle bir çalışma sırasında küçük telefonu çalmaya başladı. Hemen odasındaki perdeyi kapatarak dışarıdakilerle bağlantısını kesti.
"Dinliyorum."
"Efendim, Akrep büyük ihtimalle şehir dışına çıktı. 3 gündür her yere baktık. Yok."
"Tamam. Ben ülkedeki her yere haber veriyorum. Bir yandan siz bir yandan biz buluruz onu inşallah."
"İnşallah. Efendim. Ayrıca Yılan beni çözmüş. Ama beni deşifre etmeyeceğini gerekirse Akrep beni çözmeye yaklaşırsa onu durduracağını söyledi. Yani şuan Akreple beraber. Ama Akrebi korumak istiyor diye düşünüyorum. Beni deşifre etmeyeceğini söyledi. Kötü bir niyeti yok. Hatta babasının cezasını çekmesini istediğini söyledi. Akrebi aramasını istediğiniz kişilere Yılanın eşgâlini de verin."
"Anladım. "
"Her şeye çok yaklaştık efendim. Bukalemuna o kadar yaklaştık ki... Bunu mahvetmesine asla izin vermeyeceğim."
"Sen sağlığına da dikkat et. Bu iş bittikten sonra geçireceğimiz çok güzel bir hayat olacak."
Pars hüzünlü bir şekilde gülümsedi. "Şimdi kapatmalıyım."
"Tamam. Bir haber olunca sana bildiririm."
Pars telefonu kapatıp arabayı durdurdu.
"Ah... Kayınpeder olabilirdin be amirim. Ne güzel olurdu. Yıllardır iş yaptığım komutanım, kayınpederim olabilirdi..."
Sonra Azrayı hatırladı. 3 gündür kampta değildi. Kesin kafayı yemişti meraktan.
Arabayı çalıştırdı. Bir yandan da Böceği aradı.
Serkan da odasının kapısını kapatıp sessizce konuşmaya başladı.
"Buldum de bana. O haini buldum de."
"Maalesef. Şehrin her yerini aradık. Yok."
Böcek eliyle masaya vurdu sinirden.
"Ihh. Şerefsiz."
"Sanırım şehir dışına çıktı."
"Ben buradan sen oradan herkesi seferber edeceğiz bu işe. O haini bulacağız."
"Merak etmeyin."
"Ayrıca Pars. Bukalemunun yanından geldim. Aramızdaki haini bulan Parsla beni tanıştır dedi."
Pars birden frene bastı. Direksiyonu sıkıca tuttu. Bukalemun kolay kolay kimseyle tanışmazdı. Onun yüzünü tek bilen Böcekti...
Sonunda... Yıllardır burada olmasının nedeni gerçekleşecekti. Sonunda Bukalemuna ulaşacaktı. Onu tanıyacak ve adalete teslim etmesinin önündeki en büyük engel kalkacaktı.
"Benim için büyük bir onur bu."
"O yüzden bulmaya bak. "
...
Kampta...
"3 gün oldu Karınca. Nerede bu adam 3 gündür?"
"Bacım dedik ya Akrep..."
"Başlayacağım Akrebine de... 3 gündür yok diyorum ya. Arasana neredeymiş öğrenelim."
"Bacım saçmaladın şuan."
Azra elini yumruk yaptı sinirden.
"Bacım hain bulmaya gitmiş adam telefonla aranır mı? Ya şuan tam bulduysa arkasındaysa şak diye yakalayacakken ben onu aradığımda Akrep duyar ve kaçarsa?"
Azra gözlerini devirdi ve ya sabır çekerek yatağa oturdu. Bu sefer de konuşma sırası Asyadaydı.
"Yani aşkım kusura bakma da Akrep sizin bakış açınıza göre hain olamaz."
"Neden?"
"Hain derken anladığım kadarıyla bu adam asker veya polis."
Karınca yutkundu zorla.
"Bu adam emin ol olamaz öyle biri. Olsaydı beni ablamı tehdit amacıyla kaçırmazdı. Ya da askerleri polisleri öldürmek için can atmazdı."
Karınca stresten terlemeye başladı.
"Yani siz olursunuz asker o olamaz."
Azra başını kaldırıp Karıncaya baktı, Karınca da gözlerini kocaman açarak Asyaya...
"Ne diyon aşkım ya?" Dedi hızla kalkarken. "Niye olalım biz asker?"
"Aşkım siz insaflısınız, insansınız. Buradakiler gibi cani değilsiniz. Siz de tam o kumaş var. Ama Akrep öyle değil. Akrep terörist olmak için yaratılmış gibi. Adamın içi kötü. Doğasında var."
Karınca ne diyeceğini bilemediği için hızla mağaradan dışarı çıktı. Asya ile Azra onun tepkisini anlamamıştı.
"Ne atarlandı şimdi bu?" dedi Azra.
"Anlarım ben şimdi."
Asya dışarı çıkarak gözleriyle Karıncayı aradı. Karınca mutfağa gitmiş hızlı hızlı yemek eşyaları çıkarıyordu tezgaha. Asya da mutfağa doğru ilerledi.
"Niye bu kadar akıllılar ki yani, her şeyi şıp diye anlıyorlar." diye mırıldanıyordu kendi kendine.
"Aşkım?"
Karınca hızla ona baktı.
"Asya, ne zaman geldin duymadım bile."
"Seni üzecek bir şey mi yaptım hemen kalktın çıktın..."
"Yok bebeğim." Dedi Karınca Asyanın yanaklarına dokunarak.
"Sen beni üzemezsin... de... sadece..."
"Çok soru sormayalım ve Merak etmeyelim değil mi?"
Karınca gülümsedi.
"Pars hep ablama derdi de ben de öğrendim."
Asya Karıncanın gözlerine baktı ve ellerini tuttu.
"Aslında benim de kafamda çok soru var. Seni doğru düzgün tanımıyorum. Adını bilmiyorum bile. Ama meraklarımı umursamıyorum. Çünkü adını bilsem ne olacak bilmesem ne olacak? Ben senin kalbini biliyorum. Senin içini biliyorum, nasıl biri olduğunu biliyorum. Diğer meraklarımı da zamanı gelince ya da gelirse sen bana anlatırsın. Benim tek istediğim sensin."
Asya ile Karınca birbirlerine gülümseyerek bakarken araba gürültüleri duyuldu ve sürgülü kapı açılmaya başladı.
Azra kapının açıldığını duyduğu anda mağarasının kapısını açtı. Parsın arabası en önde diğer tüm kamplardaki teröristlerin arabaları arkadaydılar. Pars arabadan inince diğerleri de indi.
"Her kamptan 30 kişi seçin. Bu 30 kişi tüm ülkeye yayılıp o Akrep denen şerefsizi arayacak. Bulduğunuz herhangi benzer birini kampınızdaki lidere bildireceksiniz. O da bana yazacak. Anladınız mı?"
"Evet!"
"Hadi! Dağılın ve onu bulmadan dönmeyin!"
Teröristler arabalarına binip giderken Pars da kampa girmek için yöneldiğinde, uzakta, mağarasının önünde onu bekleyen Azrayı gördü.
O kadar güzeldi ki... Bu iğrenç kampı ışığıyla aydınlatıyordu sanki. Nasıl uzak duracaktı ondan, ona bu kadar aşıkken? Onu kendinden nasıl soğutacaktı her kelimesine erirken?
Derin nefesler alıp içeriye girdi. Yapmalıydı. Onu kendisinden soğutmalıydı.
Kapıyı çekip kapattı. Karınca ile Asya onun yanına geldiler. Karınca hemen sarıldı Parsa. Asya biraz daha uzak da durmuştu.
"Abim hosgeldin."
"Hoşbuldum."
"Yok değil mi Akrep?"
Pars fısıldadı. "Yılanla beraber şehir dışına gittiler. Yılan beni çözmüş."
Karınca 'eyvah' anlamında dudağını ısırdı.
"Ama korkmama gerek olmadığını hatta Akrep adımlarında iyice ilerler bana yaklaşırsa onu engelleyeceğini söyledi."
"Neden?"
"Bukalemun, annesini öldürdüğü için. Cezasını çekmesini istiyor."
Pars sonra iyice kulağına yaklaştı. "Bukalemun demiş ki Pars aramızdaki haini bulmuş onu benimle tanıştır. "
Karınca sevinçle gözlerini Parsa çevirdi. Bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.
O sırada Azra Asyaya baktı. 'Ne konuşuyorlar?' diye işaret yaptı. Asya da bilmediğini işaret etti.
"Ne bu ya devlet meselesi mi konuşuyorsunuz böyle?"
Pars gözlerini Azraya çevirmek istemedi. Çevirirse ayıramazdı gözlerini o güzel gözlerden...
"Ne alaka bacım ya? Dertleşiyoruz."
"Devlet meseleleri anca böyle konuşulur da. Ondan dedim. Fısır fısır."
Pars Karıncaya dönüp "Benim odamda işim var." dedi ve Azraya bakmadan odasına geçti.
Azra ise üzülmüş bir şekilde onu izledi.
"3 gün yolunu gözledikten sonra yaptığı şey bu mu olacak ya? Yüzüme bile bakmadı. Ben ne yaptım ki ona?"
Asya "Ablam ne yapacaksın ona sen? Sinirleri bozulmuştur ondandır. Hadi gel biraz dinlensin o da." dedi.
...
"Abla ne yapıyorsun?"
"Ne yapıyor gibi görünüyorum Asyacım?"
"Kahve..."
Azra gülümsedi.
"Evet. Parsa."
Azra tepsiye kahve fincanlarını koydu ve tepsiyi eline aldı. Sonra da mutfaktan çıkıp Parsın mağarasına yürüdü, kapıyı çaldı.
Pars sandalyesine oturmuş Bukalemunu gördüğünde neler yapacağını planlıyordu.
O sırada kapısı çaldı.
"Pars müsait misin?"
Sesini duyması bile kalbini deli gibi çarptırıyordu. Niye gelmişti ki şimdi?
"Acil değilse sabah..."
Azra kapıyı çoktan açmıştı bile.
"Acil. Yorgunsun. Sana kahve yaptım dinlenmen için."
Azra Parsın yanına gelip masaya kahve fincanını koydu. Fincanı koyarken saçları öne düşmüş ve Parsın yüzüne değmişti...
Çok güzel kokuyordu...
Azra buraya ilk geldiğinden beri hep saçlarını topuz yapardı. Ama artık salık bırakıyordu. Doğruluk mu cesaretlik mi oynadıkları gün Pars ondan saçlarını açmasını istemişti. Bunu hatırladığından beri hep saçlarını salık bırakıyordu artık.
Pars kendine gelemiyordu.
"Eee." Dedi Azra sandalyeye otururken. "Akroyu naptınız?"
"Ak..ro?"
"Akro işte ya Akrep haini."
Azra 'hain' derken vurgulamıştı.
"Gerçi Asyayla hep konuşuyoruz o asker veya polis olamaz yani. Bence siz boş boşuna adamın peşindesiniz."
Azra ortamı yumuşatmak için espri yapmak istedi.
"Yani mesela sen asker olabilirsin. Hiç şaşırmam."
Pars birden gözlerini kocaman açtı. Sonra derin nefes almaya çalıştı. Sakin kalmalıydı.
"Neden olayım asker?"
"Ya senle Karıncanın hikayesi ya geçenlerde anlattığın Kartalın ki gibi ya da..."
Azra durup bir an olabilir mi diye düşündü ve Parsa baktı.
Olabilir miydi... Akrep hep ona hain derdi, birden Akrebe hain demeye başlamışlardı. Akrep... belki de Akrep haklıydı...
"Kafanda kaç tilki döndürüyorsan hepsini durdur doktor. Sana kaç kere dedim. Fazla merak iyi değil diye."
"Tamam tamam." Dedi gülerek. "Döndürmüyorum tilki falan."
Pars o gülünce gülmek istedi ama kendini tuttu. Soğuk durmaya çalışıyordu.
"Sen yokken ben biraz daha tedavi araştırdım. Yarın onlara da başlayacağım."
"Gerek yok demiştim daha önce de."
"Ben de sana sormayacağım demiştim."
Pars ona bakmadan konuşuyordu.
"Kahve için sağol. Şimdi müsaade edersen çalışmam gerekiyor."
Azra, hem ona bakmadan konuştuğu için hem de kovduğu için çok üzülmüş ve sinirlenmişti. Sinirle ayağa kalktı ve mağarasından çıkıp sertçe kapıyı kapattı.
"Hayvan işte ne olacak. Hayvan."
Sonra kendi mağarasına girdi söylene söylene.
Pars oflayarak başını kaldırıp tavana bakarak derin düşüncelere daldı.
...
"Beni hiç mi sevmiyorsun?"
"Senin için ölüyorum ben. Seni sevdiğim için bizden olmaz."
"Neden neden? Ben seni çok seviyorum. Sen beni çok seviyorsun. Neden olmuyo?"
"Çünkü ben ölüyorum!"
"Pars, Pars uyan."
"Hayır... Hayır... olmaz... biz..."
Azra 5 dakika önce Parsın odasına girmişti ve onu uyurken izlemeye başlamıştı. Sonra fark etti ki kabus görüyor. Uyandırmak istiyordu ama uyanmıyordu.
"Pars, hadi uyan. Kabus görüyorsun sadece. Pars!"
Pars hızla gözlerini açtı ve yatakta oturur hale geldi. Vücudu titriyordu.
"Şş, sakin ol. Sadece kabus gördün." diye sakinleştirmeye çalıştı Azra.
Göz ucuyla ona baktı Pars. Rüyası, gerçeği, hayali, zihni... her şeyi oydu.
"İyiyim." dedi ama eli titriyordu.
Biliyordu. Az kalmıştı. Gördüğü rüya gerçek olacaktı.
Ona bakmadan konuştu.
"Sen neden geldin?"
"Ben tedavi için..."
Pars hızla yataktan kalktı ve sesini yükseltti.
"Bir şeyi de bi kere anla be! İstemiyorum tedavi falan. Ver o lanet ağrı kesicileri geç mağaranda otur. İlgilenme benimle."
Azra da ayağa kalktı ve tam karşısında durdu.
"Bana bak o ses tonuna dikkat et..." diye tısladı sinirle. "Karşındaki kişiyi hep unutuyorsun dışarıdaki hayvanlarınla karıştırıyorsun."
Pars gözlerini elleriyle ovuşturdu.
"Hadi doktor. İşim var benim."
"Yine kovuyorsun yani?"
"Nasıl anlıyorsan."
Pars masasının başına geçip bir şeylerle ilgileniyormuş gibi yapmaya çalıştı. Azra ise sinirden küplere binmişti. Parsın ceketinden tutup kendisine çevirdi.
"Ne oluyor sana ya? Hı? Ne bu tavırlar?"
Azranın hızlı hareketi yüzünden çok yakınlaşmışlardı.
"Ne... tavrı?" Pars zorla yutkundu.
"Benim tanıdığım Parsa ne yaptın? Nereye gitti o Pars?"
"Aynıyım ben değişen bir şey yok."
Pars gözlerine bakmamak için başını çevirmek isteyince Azra çenesinden tutup kendisine baktırdı.
"Hayır değişen çok şey var."
Pars nefes alamıyordu heyecandan.
"Benim tanıdığım Pars espri yapardı. Beni güldürürdü. Beni güldürmek için uğraşırdı. Bana iltifatlar ederdi. O gamzelerini... her zaman görürdüm. Bi kaç gündür çok soğuk davranıyorsun bana. Ne oldu, bir şey mi yaptım?"
Pars, gözlerine baktığı anda yine dalıp gitmişti. Kendini toparlamalıydı.
"İşlerime odaklandım. Yakalamam gereken bir hain var..."
"İşlerin. İşlerin yüzünden böyle buzdolabı gibi biri oldun yani?"
Pars çenesindeki eli çekip ceketini de ondan kurtardı.
"Evet."
Azra içinden 'Yok Pars efendi. Sana bir şey oldu ama ben çözeceğim bunu.' diye geçirdi.
"İyi öyle olsun. Şimdi muayenehaneye gel."
"Doktor..."
Azra işaret parmağını kaldırıp susmasını işaret etti.
"İtiraz etme bence. Sinirlenince iyi olmam, biliyorsun."
Azra, mağaradan çıkarken bağırdı. "Bekliyorum."
Pars gitmeyecekti. Sandalyesine oturdu. Azra onun gelmediğini görünce geri döndü.
"Ne yapıyorsun?"
"Gelmeyeceğim. Ağrı kesicileri veriyorsan ver. İşim var."
Azra sinirle tekrardan içeriye girdi ve eliyle masasına vurdu.
"Sen dengesiz misin adam? Beni neden buraya getirdin? Seni iyileştirmem için. Al uğraşıyorum işte. Ne istiyorsun gelsene."
Senin dibinde dururken nasıl sana soğuk davranabilirdi ki? İçinden seni sarıp sarmalamak geçerken seni uzak tutmak için nasıl kaba davranabilirdi ki? Adamın kimyasıyla oynuyordu. Dengesini bozuyordu. Yanında durmamalıydı.
"İşim var diyorum anlamıyor musun?"
"İşlerin seni seven insanlardan daha mı önemli?"
Azra bunu söylerken gözleri dolmuştu. Pars onun dolan gözlerini görünce kalbine hançerler saplandı.
"Senin iyiliğini isteyen bu kadar insan var burada. İyi, kötü herkes seni düşünüyor. Seni seven çok insan var burada..."
Azra elini Parsın elinin üzerine koydu.
"Seni sevenleri düşün bari kendini düşünmüyorsan."
Deme, seni seviyorum deme... Çok üzüleceksin. Ben... seni çok üzeceğim...
Pars elini çekip oflayarak ayağa kalktı.
"Boşa vakit kaybı."
Azra gülümseyerek ona baktı.
"Çocuk gibisin..."
Beraber muayenehaneye yürüdüler.
Pars derin bir nefes alarak yatağa uzandı. Eskiden çok severdi bu anları. Şimdi ondan uzak durma ihtiyacı hissediyordu. Daha fazla aşık olmasını istemiyordu. Direkt kendisini ona unutturmalıydı.
Azra iğneyi yaparken yine Parsın yüzüne,saçları değince Pars yine kendinden geçti. Onun güzel yüzüne baktı.
Azra da onun gözlerine... Sonra mırıldandı. "Bazen... zaman dursun istersin..."
Ne diyordu yine...
"Böyle o kadar güzel bir şey görürsün ki... Onu kaybetmemek için zaman dursun istersin. Zaman dursun ve onunla... o anda kalmak... istersin..."
Pars hiç bir şey diyemiyor sadece donmuş bir şekilde ona bakıyordu.
"Şuan... benim için öyle..."
Pars, saçları yüzüne değen güzeller güzeli kadına donmuş bir şekilde bakıyordu. Ne diyecekti ki? Resmen aşk itirafıydı bu. Ne diyebilirdi ki? Bir ölüye sevdalandın kızım, vazgeç mi?
"Daha güzel anların olur umarım." diye mırıldandı.
Azra hüzünlü bir şekilde güldü. "Şuandan daha güzel bir anım olamaz benim Pars."
Azra iğnesini yaptı ama yüzünü Parsdan çevirmedi. Resmen aşk ilanı ediyordu daha ne diyebilirdi? Niye daha güzel anların olsun diyordu ki?
Yoksa... onu sevmiyor muydu?
Azra bunu öğrenmek o kadar çok istiyordu ki...
Azra oflayarak yüzünü uzaklaştırdı ondan ve eline ağrı kesicileri verdi.
"Acaba beyinsiz olabilir misin?"
Pars şaşkınca gözlerini ona çevirdi.
"Ya da paragrafta anlam falan mı beceremiyorsun? Türkçen mi zayıf?"
Pars iç çekti. 'Dediğim şeyi neden anlamıyorsun?' demeye çalışıyordu.
Anlıyordu anlamaz olur muydu...
"Siz erkekler zaten genel olarak böylesiniz. Kafanız basmıyor. İllaki açık açık tane tane söylemek gerekiyor."
Pars anlamıyormuş gibi yapmaya devam etti.
"Ne diyorsun doktor?"
"Elinin körünü diyorum hayvan herif."
Azra muayenehaneden çıkarken konuştu.
"Serumun bitince kalkarsın."
Sonra kendi kendine mırıldandı.
"Madem anlamıyorsun. Direkt konuşmam gerekiyor. Öyle yaparız Pars efendi."
...
Akrep ile Yılan Böceğin çalıştığı karakolun uzağına park etmişler öylece duruyorlardı.
"Evet kıskaçlı bey. Ben karakola getirdim. Ev sağladım. Araba sağladım. Para sağladım. Halka da ayak uydurduk. Benden bu kadar. Şimdi planlar senden. Ne planlıyorsun?"
Akrep de ne yapacağını bilmiyordu.
"Doğaçlama nedir bilir misin fıstık?" dedi etrafa bakarken arabanın içinden.
"Bilirim. Tamamen senin gibi malların yapacağı bir şey."
Akrep etrafa bakarken gördüğü şeyle 32 diş sırıtmaya başladı.
"Ne gülüyorsun oğlum?"
Akrep, Yılanın çenesini eliyle kavrayıp hafif yukarı baktırdı.
"Oku bak ne yazıyor?"
"Kiralık..."
Akrep ellerini zevkle birbirine çarptı ve arabadan indi.
"Hep ev arıyorduk ya biz. Bulduk işte."
Yılan gözlerini devirip arabadan indi.
"Çevir bakayım telefon numarasını. Senin telefon akıllı daha kolay cevirir."
"Ne alaka Akrep."
Yılan numarayı yazıp aramaya başladı.
"Alo, iyi günler. Ev ilanınız için..."
"Evet kızım. Ben hemen şartımı söyleyeyim. Çift arıyorum. Sevgilin yoksa veya evli değilsen olmaz. Bekar istemiyorum evimde."
Akrep sırıtarak telefonu eline aldı.
"Merhabalar hanfendi. Ben Savaş. Az önce konuşan Narin Hanım benim sevgilim oluyor. Tam istediğiniz gibi harika ötesi uyumlu ve birbirine deli gibi aşık bir çiftiz."
Yılan gözlerini şapşalca ve sırıtarak konuşan Akrebe dikti.
"Bekle oğlum ben gelip görmeliyim." dedi ev sahibi ve telefonu kapattı.
"Sanki mal seçecek kadına bak." diye mırıldandı Akrep.
"Tam karakolun karşısına ev tutmak ne kadar mantıklı Akrep? Böcek bizi her an görebilir."
"Bir kere tam karşısı değil arka sokağında kalıyor. İkincisi o bizi fark edene kadar biz neler karıştırdığını buluruz. Zaten sen evde kalırsın. Ben Böceğin peşinde gezeceğim."
Yılan kollarını birbirine sarıp hesap sordu.
"Neden ben evde kalıyorum pardon?"
Akrep yeşil gözlerini onun yeşil gözlerine dikti.
"Yeterince yardımcı oldun daha fazla tehlikeye atamam seni."
"Hmm... Beni düşünmen çok hoş ama... sen nereye ben oraya."
Akrep sırıttı. "Benden kopamıyor musun?"
Yılan sinirlenmeye başlıyordu onun bu ukala tavırlarından.
Ama hoşuna da gitmiyor değildi...
"Senin o kıskaçlarını koparacağım şimdi..."
O sırada arkalarından bir ses geldi. "Verdim evimi size."
İkisi de teyzeye baktılar.
"Didişmenizden belli birbirinize çok aşıksınız siz. Verdim evimi. Hadi güle güle oturun."
Yılan ile Akrep teyzeye öylece bakakaldılar.
Bölüm sonu... Umarım beğenmişsinizdir ☺️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 26.61k Okunma |
1.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |