
İyi okumalar.
...
"Biz neden önce eve girip bakmadık ki?"
Yılanla Akrep, teyzeden kiraladıkları evin anahtarını almışlar ve eve girmişlerdi. Ev biraz eskiydi ama eşyalıydı ve gayet idare edilebilirdi.
"Niye öyle dedin ki?"
Yılan yüzünü buruşturup evi gösterdi.
"Bu ne Akrep eski püskü?"
Akrep sırıttı ve hemen köşedeki koltuğa kendini bıraktı.
"Fıstık kusura bakma. Sen bir kraliçe olarak saraylara layıksın."
Yılan gözlerini devirerek "Salak salak konuşma benimle. Yıllar sonra evimiz oldu onda da eskisine düştük." Dedi.
Akrep gülümsedi. Evimiz demesi hoşuna gitmişti. İkisinin eviydi burası.
"Fıstık daha önce de dedim. Benimle bu işi yapmak zorunda değilsin."
Yılan gözlerini devirdi. "Ikidebir aynı konuya dönmeyelim. Hadi kaldır totonu. Evi temizleyeceğiz."
Akrebin kaşları çatıldı birden.
"Ne?"
"Evet paşam. Ben böyle pis evde oturmam. Kalk hemen."
Akrep, az önce kendini attığı koltukta oturur hale gelip karşı çıkmaya başladı.
"Yılan saçmalama şuan ne ev temizliği ya. Ben yapmam temizlik falan. Temizlik yakışır mı bizim gibilerine? Biz mağaralarda yaşıyoruz lan."
Yılan bir yandan saçlarını toplayıp temizlik moduna girerken bir yandan da konuştu.
"Ben mağaramı her zaman temiz tutardım süpürür silerdim. Senin gibi pis değilim. Şimdi hemen kalk Temizlik yapıyoruz."
Akrep puflayarak ona baktı. İtiraz etse silahını çekip onu direkt vurabilirdi. Korkuyordu ondan. Ama bir o kadar da deli oluyordu.
...
Kampta...
...
"Pars, Akrep için her yere sivil polisleri gönderdim."
"Çok sağolun efendim."
Pars, Bülbülle konuşurken birden odasının kapısı açıldı. O da hemen telefonu aşağıdaki çöp kutusuna attı.
"Pars, günaydın. Seni muayenehaneye götürmek için geldim. Ama öncesinde bir şey konuşmam gerekiyor seninle."
Mehmet amir telefonda duyduğu kızının sesi sayesinde gülümsedi. Çok özlemişti onu...
Pars gergince çöp kutusundan uzaklaştı.
"Benim işim var da... Sonra..."
Azra hızla sözünü kesti.
"Sonrası yok Pars. Haftalardır sana bir şeyler anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyorsun."
'Hayır hayır...' diye içinden telaşla konuştu Pars.
Aşk itirafı cümlelerine girişti bu. Telefonda babası onu duyuyordu.
"Anlaman için yapmadığım şey söylemediğim şey kalmadı. Anlamadın. O yüzden direkt söyleyeceğim..."
Azra derin bir nefes aldı sonra Parsın üzerine yürümeye başladı. Parsın kalbi hızla atarken aklı telefonda kalmıştı. Acaba Mehmet amir telefonu kapatmış mıydı? Kapatmadıysa... kızının güvenliğini sağlasın diye yanına getirdiği adama olan ilan-ı aşkını duyacaktı...
Mehmet Amir ise telefonda merakla Azrayı dinliyordu.
Azra ellerini uzatıp Parsın ellerini tuttu.
Pars donmuş bir şekilde onu izliyordu.
"Ben... İlk başta senden çok nefret ettim. Seni... acımasızlıkla insafsızlıkla suçladım. Sana demediğim şey kalmadı. Seni annemin katilleriyle bir tuttum..."
Parsın vücudu heyecandan titriyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. 'Yapma doktor, şuan değil...' diye mırıldanıyordu içinden.
"Ama yanıldım. Sen asla onlardan biri değilsin. Sen çok farklısın. Sen..." Azra gülümsedi. "Aslında tek bildiğim bu. Sen farklısın. Senin hakkında tek bildiğim şey bu. Farklı olduğun... Senin hakkında hiç bir şey bilmememe rağmen ben bu belirsizliğin içinde seninle huzur buldum. Ben belirsizliklerle dolu hakkında hiç bir şey bilmediğim sana..."
"ABİ!"
Karınca hızla kapıyı açtığında el ele tutuşmuş olan Azra ile Parsi gördü ve zorla yutkundu.
Pars titreyen vücudunu durdurmak için nefes almaya çalıştı.
Bu seferlik ucuz atlatmıştı.
Azra sinirle gözlerini kapattı. Derin nefes almaya çalıştı.
Karınca çok yanlış bir zamanda geldiğini anlamıştı, kendisine öfkeyle bakan Azrayı görünce kekelemeye başladı.
"Abi... ben şey dicektim..."
"Ne dicektin Karınca?" dedi Azra sinirle.
"Bizimkiler dediğini yapmış her yere her kamptan 30 kişi göndermişler. Her yerde herkes Akrebi arıyor."
"Seni gece akrepler soksun Karınca. O bacaklarını hart hart ısırsınlar."
Pars ellerini Azradan çekip " Geliyorum Karınca..." dedi ve Azranın yanından geçip Karıncanın eline sırtını koyup onu odadan çıkardı ve yanında yürümeye başladı.
Mehmet amir ise sırıtarak telefonu kapattı.
"Allahım. Bana bu günleri gösterdin ya. Şükürler olsun." dedi gülerek. Kızını tanıyordu. Aşık olduğunu anlamıştı.
Pars Karıncanın kulağına fisildayarak konuştu.
"Oğlum... resmen aşkını itiraf ediyordu. Ne yapacağım ben?"
...
Yılan- Akrep
...
"Oh mis gibi oldu ev. Akrep gel şurayı da temizle bitiyo iş."
Yılan elindeki silme bezini tezgaha bırakıp arkasına döndü.
"Akrep nerdesin?"
Sinirle mutfaktan çıktı.
"AKREP!"
Akrep koltuğa uzanmış uyuma numarası yapıyordu.
"Akrep seni sonsuz bir uykuya sokmamı istemiyorsan hemen kalk ve dediğimi yap."
Akrep oflayarak gözlerini açtı.
"Yok yok..."
"Ne yok?"
Sırtını gösterdi işaret parmağıyla.
"Omurgam gruptan ayrıldı."
Yılan saçlarını kulağının arasına sıkıştırarak onu dinlemeye başladı.
"Omurgamı hissetmiyorum. Sırtımla vedalaştı gitti. Yeter yaptırma iş artık."
Yılan, onun şikayetini görmezden gelip temizlemesi gereken yeri işaret parmağıyla gösterdi.
Akrep sızlana sızlana mutfağa yürüdü ve Yılanın istedigi yeri sildi.
"Oldu mu? İster misin daha bir şeyler yapmamı?"
"Üf. Ne mızmızlandın be."
Akrep sırtını tutarak balkona çıktı. Apartmanın en üst katında oturuyorlardı. Tam aşağıya bakınca Böceğin karakolu görünüyordu.
"Ben duşa gireceğim. Sonra sen de gir. Kim bilir kaç aydır yıkanmıyorsun."
Akrep sırıttı.
Yılan duştayken Akrep karakolu izliyordu. Bu karakolda bir olaylar döndüğüne emindi. Bukalemun neden diğer karakollara değil de bu karakola Böceği ajan olarak sokmuştu? Sonra bir kadına takmıştı onu bulmak için aylarca tüm kampları uğraştırmıştı. Bukalemun tam o kadını ararken Pars ona ve Karıncaya doktoru olsun ayağına bir kadın kaçırtmıştı. Emindi, o kadın Bukalemunun aradığı kadındı. Pars onu koruyordu. Doktorluk yalandı.
Aşağıdan duyduğu seslerle düşüncelerinden sıyrıldı.
"Mehmet Amirim, gelsene simit aldık."
"Geliyorum."
'Mehmet amir...' diye tekrarladı. 'Karakolun amirinin ismini öğrendim bile. Demek ki Böcek Mehmet Amirin yaptıklarını kampa ve bukalemuna aktarmak için ajan oldu.'
"Akrep kapa şu balkonu soğuk geliyor."
Akrep Yılanın sesini duymasıyla arkasını döndü ve gözleri kocaman açıldı.
Yılan üzerinde bir havlu ile koltuğun karşısında durmuş elindeki poşetlerden kıyafet seçmeye çalışıyordu.
O kadar güzeldi ki...
"Kapasana ne bakıyorsun? Gelir gelmez hasta olacağım."
Akrep kendine gelmeye çalışarak balkon kapısını kapattı.
"Napıyordun karakolu mu dikizliyordun?"
"Hı hı." diye mırıldandı ona bakmamaya çalışırken.
Yılan ofladı. Biliyordu vazgeçmeyecekti. O yüzden onu korumak için yanından ayrılmayacaktı. Ne Parsı yakalamasına izin verecek ne de ona zarar gelmesine...
Yılan siyah bir mini elbise alarak diğer odaya gitti ve üstüne giyip geri geldi. Başındaki havluyu çıkarıp ıslak saçlarını elleriyle kurutmaya çalıştı.
Akrep eriyordu onun güzelliği karşısında. Sarı saçlarını elleriyle savurdukça o da savruluyordu sanki...
Yılan makyaj çantasını alıp aynanın karşısına geçti ve göz kalemi ile rujunu çıkardı.
"Gerek yok." dedi Akrep ona bakarak.
Yılan kaşlarını çattı. "Neye gerek yok?"
"Gerek yok o zımbırtıları sürmene. Zaten çok güzelsin."
Yılan küçük bir gülümsemeyle ona baktı.
"Sağol."
Sonra göz kalemini sürmeye başladı. "Ama bence gerek var. Benim iğrençliğim ancak bu şekilde kapanır."
"Ne iğrençliği?"
Sen iğrenç olamazsın ki...
"Sen bilmiyor musun?" dedi acı bir gülümsemeyle. "Hepimizin patronu ayrıca ekstra benim babam olan Bukalemun. Ellerine düşen çaresiz bir kadına tecavüz ediyor ve hop! 9 ay sonra ben doğuyorum."
Yılan gayet normal bir şey anlatıyormuş gibi konuşurken bir yandan da rujunun kapağını açtı.
"Sonra annem beni alıp kaçmak istediği için babam annemin katili oluyor. Ne güzel hikaye değil mi?"
Akrep, Yılanın gözlerinin sulandığını görünce içine oturan acıyı hissetti.
Ayağa kalkıp onun yanına yaklaştı.
"Ben... bilmiyordum..."
"Öğrenmen de bir şey değiştirmedi zaten. Benim boşboğazlığım."
"Sen iğrenç olamazsın." dedi Akrep onun yeşil gözlerine bakarken. "Kendini suçlama."
Yılan hüzünlü bir şekilde gülümsedi.
"Markete gideceğim."
"Tamam ben de yardıma geleyim."
...
Kampta
...
"Ulan Karınca... İçeriye giren ayaklarını çat çat kıracağım. O abi diyen ağzını kırıp ağzınla gözünün yerini değiştireceğim..."
Azra sinirle mağarada bir ileri bir geri yürürken Asya korkuyla ona bakıyordu.
"Hayır bir de o kadar güzel cümle kurdum ki... Şiir gibi konuşuyordum. Şak diye damladı odaya."
Eline tarağını alıp aynaya geçti ve saçını taramaya başladı.
"Abla... biraz sakin ol kafanda saç kalmayacak."
"Olamam olamam. Ben Parsın yanına gidiyorum."
Tarağı bir kenara fırlatıp mağaradan dışarı çıktı.
Karınca Azrayı tanıdığından ona görünmemek için bir yerlerde saklanıyordu.
Azra sinirle Parsın kapısını açmaya çalıştı ama açamadı. Kilitliydi...
"Kim o?"
"Neden kilitli bu kapı?"
Pars gözlerini devirdi. İçeriden konuşmaya başladı.
"Önüne gelen giremesin diye."
Azra sinirle gözlerini kapattı. Resmen kendisine diyordu.
"Ben önüne gelen değilim kapıyı açar mısın?"
Rica ediyor gibiydi ama emir içeriyordu cümlesi.
"İşim var doktor."
"Aç dedim Pars. Muayene saatin geldi."
"Şuan ilaçlarla uğraşacak halim yok. İşim var. Lütfen sen de mağarana geç."
Azra sinirle kapıya bir tekme attı ve kapısının yanına çöküp onun çıkmasını beklemeye başladı.
Pars gittiğini sanarak derin bir nefes aldı.
...
Yılan Akrep
...
"Bunlar yetmedi tüm marketi al."
"Akrep canın bedenine fazla galiba."
Akrep sırıttı ve marketin kuruyemiş kısmından bir paket alıp geldi.
"En önemli şeyi unuttun."
"Ne o?" dedi Yılan pakete bakıp.
Fıstık...
Yılanın dudaklarından küçük bir gülücük kaçtı.
"Salak davranışlarda bulunma ya. Çocuk musun sen?"
Akrep onu güldürdüğü için mutlu oldu.
Kasaya yaklaştılar.
"Ya bize hiç yakışmıyor söyle hareketler. Bu marketi soymamız gerekiyordu bizim."
"Sakın."
Yılan parayı ödedikten sonra marketten çıktılar.
Marketten çıktıkları anda bir polis gördüler uzakta.
"Ulan. Senin yüzünden tam diplerine oturduk. Gelin bizi yakalayın der gibi." diye fısıldadı Yılan.
"Bir şey olmaz."
Yılan ile Akrep başlarındaki şapkaları düzeltip dikkat çekmeden eve geçtiler.
...
Kampta
...
Pars 30 dakika sonra Azranın mağarasında olduğunu düşünerek rahatça dışarı çıkmak için kapıyı açtığında yerde oturan kişiyi görünce ödü koptu. Elini kalbine koyup gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı.
"Ne yapıyorsun burada?" dedi sinirle.
Azra onun tersine gülümsedi. "Dışarı çıkmanı bekliyordum."
Azra ayağa kalkıp ellerini onun göğsüne koyarak ittirdi ve kapıyı kapattı.
'Allahımm.. Karıncayı yolla yine lütfen..." diye dualara başladı Pars. Çünkü ona karşı koyamıyordu.
"Ben az önce... yani Karınca gelmeseydi..."
Pars, ondan bir adım uzaklaşarak gözlerini kaçırdı.
"Doktor benim işim var. Hadi mağarana git."
Azra da tersine ona yaklaştı.
"Önemli bir şey söylemem gerekiyor. İki dakika dinle..."
Pars gözlerini kaçırmaya devam ediyordu.
"Vaktim yok."
Azra da onun gözlerine bakmaya devam ediyordu...
"İki dakika... Karınca gelmeseydi sana ne diyeceğimi merak etmiyor musun?"
Pars dibine girmiş kadından bir iki adım geri atıp uzaklaştı. Olabildiğince net ve soğukkanlı olmalıydı.
"Etmiyorum Azra."
Azranın gülen yüzü birden somurttu.
"Yeter artık. Rahat bırak beni. Bi tedavi dersin bi sana bir şey dicem dersin. Söyleyemeyince merak etmedin mi dersin! Yeter rahat bırak artık. İşim var benim."
Azranın gözleri dolmuştu.
"Ben..."
"Ne dediğin de emin ol umrumda değil. Şu güne kadar umrumda da olmadı. Bundan sonra da olmayacak."
Bu son cümle Azranın gözünden yaşlar akmasına neden olmuştu.
Parsın aptal biri olmadığını biliyordu Azra. Anlamış olmalıydı ne diyeceğini. O cümlenin nasıl tamamlanacağını anlamış olmalıydı Pars aptal değilse. Ve değildi. Umrunda olmadığını söyledi... yani... onun duyguları, aşkı... sevdiği adamın umrunda bile değildi.
Azda akan gözyaşlarını hızla sildi. Sonra Parsa acı bir şekilde baktı. Arkasını dönüp mağaranın kapısını hızla açtı ve ağlayarak kendi mağarasına geçti.
Pars titreyen vücudunu koltuğa oturttu. Ellerini saçlarının arasından geçirip başını ellerinin arasına aldı.
"Özür dilerim okyanus gözlüm. Vazgeçmen gerekiyor benden. Gelecekte yaşayacağın o büyük acıyı çekmemek için şimdi bunları yapmam gerekiyor. Affet beni..."
...
Akrep ile Yılan evlerinin sokağına girdiklerinde Yılan sokağın köşesinde iki tane adam gördü. Yüzlerini atkıyla burunlarına kadar kapatmışlardı.
Önce o adamlara baktı sonra Akrebe. Akrep adamları görmemişti ve neler almış diye market poşetlerini karıştırıyordu.
Yılan şapkasını kafasına iyice yerleştirdi ve sokağın diğer tarafına yürümeye başladı.
"Lan cips niye almadın yerdik..." Diye konuşarak başını kaldırdı Akrep. "Lan, nereye gittin..."
Cümlesini bitirdiği anda Yılanı karşıda gördü. O iki adamın birinin kafasına sert bir şekilde taşla vurdu. Diğer adamın hamle yapmasına izin vermeden kafa atıp onu da bayılttı.
Akrep hayranlıkla izledi onu.
"Oğlum mal mısın öküzün trene baktığı gibi ne bakıyorsun lan gelsene hemen kimse görmeden."
Akrep hızla Yılanın yanına gitti ve adamları beraber kucaklayıp eve çıkarmaya başladılar.
"Ses çıkarma da kimseye yakalanmayalım."
"Kim bunlar?"
"Tanışmaya fırsatım olmadı maalesef..." dedi Yılan, adamın ayaklarından ve kollarından tutup çıkarmaya çalışırken.
...
Azra mağarasındaki yatağa oturmuş, elleriyle yüzünü tutmuş yere bakıyordu. Kahverengi saçlarını yine tepesinden sıkıca toplamıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu.
Parsın neden böyle davrandığını asla anlamıyordu. Bir anda değişmişti. O tatlı, sırıtıp duran, esprilirlerle iltifatlarla onu güldüren Pars gitmiş yerine soğuk, donuk, kaba biri gelmişti. Ne oldu da değişmişti?
"Ona olan duygularımı anladıysa ve beni sevm...iyorsa... sevmediği için duygularımı fark edip beni istemediği için böyle davranıyorsa...?"
Akan gözyaşlarını sildi.
"Sevmiyor olabilir. Zorla kendimi ona sevdirecek değilim. Ama bari iki dakika dinlese beni. Ona içimi açabilsem... Duygularımı söylesem... Sonra sevmiyorsa sevmiyorum desin. Ama böyle hayvan gibi davranmasın."
Azra kendi kendine konuşurken mağaranın kapısı çaldı.
Azra ayağa kalkıp kapıyı açtı.
"İyi geceler güzel kediciğim benim."
"İyi geceler canım Karıncam."
"Ah dur bir şey vermeyi unuttum."
Karınca cebinden bir çiçek çıkardı ve Asyanın saçına taktı.
"Ya aşkım çok tatlısın. Teşekkür ederim."
Azra gülümseyerek onları izledi.
Karınca tam o sırada Azrayla göz göze gelmişti.
"Bacım, iyi misin?"
Asya da Azraya döndü.
"Noldu abla?"
Karınca ile Asya Azranın yanına gelip önünde yere çömeldiler.
"Pars bana çok kötü davranıyo." dedi sesi titrerken.
Asya ile Karınca göz ucuyla birbirlerine baktılar. Biliyorlardı neden öyle davrandığını.
"Ya kovuyo, ya beni önemsemedigini söylüyo. Ya ben bugün ona aşık olduğumu söyleyecektim. Söylüyordum. Mal değilse o cümlenin nasıl biteceğini anlamıştır. Neymiş cümlemi merak etmiyormuş. Umursamıyormuş beni."
Gözlerini silerek ayağa kalktı. "Zorla sevdirememem kendimi tabi ki. Ama beni dinlemiyo bile. Dinlesin sonra sevmediğini söylesin. Ondan duymak istiyorum her ne hissediyorsa. Kendi kafamda kurmaktan çok yoruldum."
Karşısında sessizce onu dinleyen Asya ile Karıncaya baktı.
"Ben yarın hatta her gün. Her gün. O beni kovsa da o gitmeden aşkımı söylemek için uğraşacağım. O ne yaparsa yapsın. Duyacak."
O sırada mağaranın kapısının dibinde durup içeriyi dinleyen Pars umutsuzca iç çekti. İnat kadın bunda da inatçılık yapacaktı. Nasıl kaçacaktı ondan?
...
Yılan- Akrep
"Konuş lan kimsiniz siz?"
"Vurmayı bırakırsan konuşabilecekler."
Akrep ile Yılan adamları sandalyeye başlamışlardı ve Akrep 5 dakikadır aralıksız onları dövüyordu.
Yılan sertçe onun kolundan tuttu ve onu durdurdu.
"Dur artık aptal adam."
Akrep nefes nefese ona baktı.
Yılan sandalyeye bağlı iki adama bakıp onlara tiksinerek baktı.
"Kanarya ve Kaplumbağa."
"Yılan hanım görev için biz... Akrep hain olduğu için Böcek Pars herkes görevlendirdi bizi."
Akrep sinirle elini sıktı.
"Biz sizin de olduğunuzu bilmiyorduk affedin. "
Yılan Akrebe baktı.
"Seni şehirde bulamayınca tüm ülkeye yaymışlar kampları."
Akrep sinirle onlara yaklaştı.
"Kimmiş hain bir daha de bakayım?"
Kaplumbağa isimli terörist Akrebin suratına tükürdü.
"Tam karakolun dibinde de ev tutmuşsun baksana. Polis amirine yakın olmak için mi?"
Yılan, sinirden gözleri dönen Akrebe tırsarak baktı. Akrep cebinden silah susturucusunu çıkartıp silahına taktı.
"Lan Akrep dur..." demeye kalmadan Akrep Kaplumbağa sıktı.
Yılan alnından vurulmuş teröriste bakıp sinirle gözlerini kapattı.
"Lan senin elinin ayarını s*keyim."
Akrep sinirle Kanarya denen adama baktı.
"Hain olan ben değilim. Pars. Bunu siz hariç herkes öğrenecek. Maalesef ki... Sizin ömrünüz yetmeyecek."
'"Akrep yapma gerizeka..."
Akrep Yılanın sözünü dinlemeden Kanaryaya da sıktı.
Yılanın sinirden vücudu titremeye başladı. Gözleri seğiriyordu. Sandalyeye bağlı başlarından kanlar akan iki cesede baktı. Derin nefesler almaya çalışarak elleriyle saçını karıştırdı. Sonra sinirli gözlerini Akrebe çevirdi, üzerine yürüdü. Alkışladı onu.
"Eline sağlık. Tebrik ediyorum seni."
Akrep silahı yere fırlatıp küfür etti.
"Sayende karakolun dibindeki evimizde iki tane cesetimiz var."
Akrep Yılanı dinlemeyip cesetlerin üzerine tükürdü.
"Hainmiş. Benmişim hain. Ben. Ulan Pars. Seni yakaladığım zaman tüm bunları senden çıkaracağım. Ömrümü adadım lan ben bu örgüte. Ama hain olan benim. Hayatın attığı tokada bak be."
Yılan yüzünü buruşturdu.
"Gören de çok güzel bir şeye hayatını adadın sanacak."
Akrep gözlerini ona çevirdi. "Ne diyorsun?"
"Hayatını adadığını söylüyorsun ya sanki çok iyi bir şeye hayatını vermişsin gibi konuşma."
"Yılan sen de bu örgüttesin hatırlatırım."
"Ben bu hayatın içinde doğdum. Kendim girmedim. O ömrünü adadığın örgütün başındaki babam olacak kişinin de hayatıma olan etkisini anlattım. Sen böyle bir adamın örgütüne hayatını adamışsın işte. Boşa geçen koca bir ömrün var yani."
Akrep bir kaç saniye ona bakıp sessiz kalmayı tercih etti.
"Evet bay becerikli. Ne yapacağız bu cesetleri? Tam da dikkat çekmememiz gereken gizli saklı durmamız gerekirken bu işi yapman çok iyi oldu yani."
Akrep düşünmeye başladı. Balkona çıktı ve karakolu izlemeye başladı. Cidden ne yapacaktı?
Öyle bir şey düşünmeliydi ki tüm çıkmazlarını yok etsin.
İşte tam o anda kafasında ampul yandı. Şeytani bir gülümsemeyle arkasına döndü ve Yılana baktı.
"Gizli saklı olmamıza gerek yok."
"Ne? Ne demek yok? Böcek Bukalemun her yerde seni arattırıyor. Gizlenmeyelim de seni öldürsünler sonra."
Akrep gülerek yanına yaklaştı.
"Fıstık. Hep olaylara gerçekçi bakıyorsun. Biraz evir çevir. Altından üstünden düşün."
Yılan umutsuz bir iç çekti. "Yine çok saçma bir fikir geliyor."
Akrep gülerek cesetlere baktı.
"Bu cesetleri bilerek gözlerinin önüne koyacağız. Böylece Pars bana kendi gelecek."
"Ne diyorsun Akrep yine?"
"Diyorum ki güzelim..." dedi. "Cesetleri bu akşam uzak bir çöpe atıyoruz. Bunlar bir kaç güne bulunuyor. Polisler aramaya başlıyor. Sonra Parsa haber gidiyor adamların öldürülmüş diye bizim teröristler götürüyor yani haberi. Pars benim yaptığımı anlıyor ve komutanına söylüyor komutanı peşine düş diyor ve Pars kral buraya geliyor."
Yılan şaşkınca onun planını dinliyordu.
"Sonra bizim ajan Pars kuş Böceğe de haber verecek tabi ki. Bizim teröristler de buraya yığılacak. Bence her şey bu karakolda dönüyor. Eğer tahminlerim doğruysa Parsın komutanı burada. Pars direkt önümüze gelmiş olacak yani. Pars ile komutanı illaki gizli bir yerde buluşacaklardır. Parsın buraya geldiğini Böcek de bilecek.
Buraya teröristlerin kullandığı o yoldan gelecekler o yüzden o gün orada saklanıp Parsı bekleyeceğiz. Sonra her adımını takip edeceğiz."
"Ya fark ederse. Adam asker."
"Ettirmeyeceğiz. Pars eminim komutanıyla buluşacaktır ilk fırsatta. İşte o zaman biz de onları suç üstü basacağız."
Yılan derin bir nefes aldı.
Eğer bu plan gerçekleşirse Parsın görevi kesin ortaya çıkardı. O zaman Bukalemun cezasını çekemezdi. Ayrıca Akrebin başı da her türlü belaya girebilirdi.
"Ee fıstık ne diyorsun?"
"Güzel plan. Akşam cesetleri atıyoruz o zaman çöplere."
Akrep gülümsedi ve eliyle Yılanın kolunu sıktı.
"İyi ki benimlesin. Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. Senden başka bana destek veren yok."
Yılan gülümsemeye çalıştı. Akrep onun yanağından bir makas alıp mutfağa geçti.
"O zaman bu güzel plan şerefine güzel bir menemen yapalım. Soğanlı."
"Soğanlı mı? Zevksiz. Soğansız yenir o." dedi Yılan koltuğa otururken. Bir yandan Akrebi izlerken bir yandan da eli telefonuna gitti. Rehberini açıp Parsı buldu.
Yapması gerekiyordu. Şu dünyada en çok istediği iki şey vardı: Babasının cezalandırılması ve Akrebin başına bir iş gelmemesi.
Tuşlu telefonunun tık tık sesi duyulmasın diye konuşmaya devam etti.
"Soğanlı menemen menemen olamaz."
"Ya kadın bu işin tadını bilmiyorsun..."
Akrep tamamen menemen malzemelerine odaklandığı için arkasına bakmadan konuşuyordu. Yılan yazdığı mesajı Parsa gönderip telefonunu cebine attı.
'Özür dilerim Akrep...' diye geçirdi içinden.
Artık Yılan, Parsın ajanıydı. Kendi isteğiyle....
...
3 gün sonra
...
"Pars! Pars! İstanbulda bizim kamptan iki kişi ölü bulunmuş."
"Kesin Akrep malı bu. Onun için gönderildiğini anlayıp yok etmiş adamları."
"Ama bu şekilde yerini öğrenmiş olduk! Hadi hemen gidip yakalayalım."
Parsın etrafına tüm kamp toplanmış Akrebin planladığı gibi haberi vermişti.
Ama Pars Yılan sayesinde bu tuzağa düşmekten kurtulmuştu.
'Pars, Akrep seni yakalamak için kusursuz bir plan yaptı. Sana söylemem gerektiğini düşündüm.' diye başlayan ve Akrebin planını anlatan mesajı sayesinde Pars oldukça soğukkanlıydı.
Mehmet Amir Akrebin oyununa uyum sağlamaları gerektiğini, Akrep ava gittiğini sanarken avlanacağını söylemişti. Pars da öyle yapacaktı.
"Evet, aranızdan 10 kişi seçin. Diğer kamplardan da gelenlerle birlikte İstanbula gidiyoruz. Uzun zaman sizi götürebilecek her şeyi yemek içecek ne varsa her şeyi toplasın. Akrebi bulmaya gidiyoruz."
Teröristler hain Akrebi yakalama hayaliyle birbirleriyle kavgaya giriştiler 10 kişiden biri olabilmek için.
O sırada Azra ile Asya onları mağaranın kapısını açmış dinliyorlardı.
"İstanbula Akrebi bulmaya gidiyorlar." dedi Azra bir nefeste.
"Uzun bir zaman dönmeyecek." diye ekledi. "Hatta belki hiç dönmeyecek. Ya bir kurşuna isabet edip ölecek ya da hastalığı tutacak bayılıp kalacak bir daha kalkamayacak. Olmaz olmaz." dedi elleri titrerken. "İzin veremem."
Asya endişeyle onu dinledi. "Abla yine ne geçiyor aklından?"
"Olmaz Asya kim bilir ne zaman dönecek dönebilecek mi? Olmaz hayır. İzin vermeyeceğim gitmesine."
Azra mağaradan çıkıp Parsın yanına hızla yürümeye başladı.
Pars Karıncayı yanına çekti. "Sen Azra ile Asyayı alıp yeni güvenli bir yer bulacaksın. İşler artık karışacak. Bu kampta kalamazlar."
"Pars!"
Pars hızla yanına gelen Azrayı görünce hızlanan kalbini görmezden gelmeye çalıştı.
"Nereye gidiyorsunuz?"
Pars soğuk bir sesle "Seni ilgilendirmiyor." dedi.
Azra sinirle bağırdı.
"Benimle artık düzgün konuş. Bıktım şu hallerinden. İlaçlarını yaptırmıyorsun beynindeki tümör davranışlarını birden değiştirdi. Böyle değildin sen. Kaba salak bir şey oldun."
Pars, gözlerini devirerek ona bakmadan konuştu.
"Doktor şuan seninle davranışlarımın üzerine yaptığın analizi konuşamayacağım. Acelem var."
Pars ona sımsıkı sarılıp vedalaşmak istiyordu ama yapamazdı...
Asya da yanlarına gelmişti. Azranın ne yapacağını merak ediyordu.
"Acelen falan yok." dedi Azra net bir şekilde. "Akrebi bulmaya gidiyorsun biliyorum. Ama gitmeyeceksin."
Pars kaşlarını çattı. "Af buyur?"
"Akrep hain olamaz bunu daha önce de konuştuk boşuna adamın peşinden gidip hayatını tehlikeye atmanı istemiyorum."
Pars ya sabır çekti ve "Şuan gerçekten buna vakit ayıramayacağım." diyip arabayı açmak için elini uzattı ama Azra elini tuttu.
"Gitmeyeceksin Pars. Akrebi yakalayacaksın derken sana bir şey olacak. Ya bir kurşuna isabet edip gideceksin ya da yine bayılıp kalacaksın."
"Doktor şuan saçmalıyorsun. Boşuna vakit kaybediyorum."
Elini Azranın elinden çekip arabanın kapısını açtı ama Azra eliyle kapıyı geri kapattı.
"Gitmeyeceksin dedim."
Pars sakin kalmaya çalışıyordu.
"Gideceğim."
Pars arabanın kolunu çekip açtıkça Azra eliyle kapıyı geri kapatıyordu.
"Salak Akrebin peşinde gidip öleceksin hayvan, farkında değil misin?"
"Doktor. Bak sabrımın bir sınırı var. Çekil."
"Gitmeyeceksin dedim Pars. İzin vermeyeceğim. Cesedimi çiğnersen ancak gidersin."
Pars derin nefes aldı. "Ben de gideceğim dedim. Ayrıca sana sormayacağım. Benim canım seni ilgilendirmiyor."
"En çok beni ilgilendiriyor senin canın."
Pars, Azranın mavi gözlerine bir kaç saniye baktı. İnat geldi inat gidiyordu.
Pars boşuna vakit kaybettiğinin farkında olduğu için gerildi.
"YETER BE! UĞRAŞAMAM SENİN İNADINLA! ÇEKİL HEMEN!"
Pars bağırınca Azranın da tepesi atmıştı.
"SANA ZARAR GELMESİNİ İSTEMİYORUM ANLASANA HAYVAN ZEKALI! İSTEMİYORUM!"
"BANA OLAN HİÇ BİR ŞEY SENİ İLGİLENDİRMEZ!"
"EN ÇOK BENİ İLGİLENDİRİR TAMAM MI?!!"
"UĞRAŞAMAYACAĞIM SENİNLE!"
Pars, kapıya yapışan ve bırakmayan Azrayı bir hamlede kucağına aldı ve biraz uzağa yere indirdi.
"RAHAT DUR ARTIK!"
Pars arabaya doğru giderken Azra koşup Parsın cebindeki arabanın anahtarını aldı. Pars anahtarı onun elinde görünce şaşkınlıkla ona baktı.
"Lan napıyon?"
Tüm teröristler gittiği için tek bir araba vardı Parsın gidebilmesi için.
Azra anahtarı tuttuğu elini kazağının içine sokup anahtarı iç çamaşırının içine koydu. Sonra zafer gülüşüyle sırıttı.
"İzin vermeyeceğim dedim sana."
Pars şok olmuş bir şekilde onu izledi.
"Sana ne diyeceğimi bilemiyorum artık. Gerçekten. Çok farklı bir seviyesin."
"Teşekkür ederim."
Pars gözlerini devirip elini uzattı.
"Azra ver şu anahtarı... nereye soktuysan." dedi gözlerini kapatarak.
Karınca ile Asya gerilmiş ortamı korkarak izliyorlardı.
"Vermek isteseydim saklamazdım süper zeka."
Pars kaşlarını çatıp bağırdı.
"VER DEDİM!"
"Gel al o zaman!" dedi Azra cesurca.
Pars, şaşkınca konuştu.
"Alıyım?"
"Evet. Gel al."
Pars, elini saçından geçirip ensesini kaşıdı. İyice sinirlenmişti artık.
"Azra beni delirtme bak."
"Asıl sen beni delirtme. Gitmeyeceksin dedim o kadar."
Pars üzerine yürümeye başladı. "Dünyayı tersine de çevirsen gideceğim Azra. Seninki inatsa benimki de inat."
Azra üzerine geldiğini görse de geri çekilmedi. Aşık olduğu adamdan kaçmazdı.
Pars dibinde durdu.
"Ver şu anahtarı."
"Ya sen beni neden anlamak istemiyorsun? Korkuyorum sana bir şey olmasından. Kor-ku-yo-rum!"
"Kadın kafayı yedirtme bana. Ver şunu."
"Vermicem Pars. Çok istiyorsan kendin alacaksın."
"YA NE İSTİYORSUN BENDEN!"
"KENDİNE ZARAR VERECEK BIR ŞEY YAPMAMANI!"
"DELİRMEK ÜZEREYİM BAK VER ŞU ANAHTARI ARTIK! ÇIKAR VER!"
"VERMİCEM DEDİM!"
Asya arayı yumuşatmak için birden atladı.
"Pars, Abla. Bak böyle anlaşamayacaksınız. Ortak bir yol bulalım."
Azra şeytani bir şekilde gülümseyerek Asyaya baktı.
"Haklısın ablacım. Ortak bir yol ben buldum bile."
Pars kaşlarını çattı. Azra ise gülerek arabanın kapısını açtı ve şoför koltuğuna oturdu.
"Ben de seninle gelirsem istediğin yere gidebilirsin."
İşte bu Parsı daha da delirtmişti.
"Ne diyorsun sen ya?"
"Çok gitmek istiyorsan ben de geleceğim diyorum."
"Allahım. Allahım sen aklıma mukayet ol. LAN SEN NE YAPACAKSIN ORADA? BAŞIMIZA NE GELECEĞİNİ NE OLACAĞINI BİLMİYORUZ YA ORALARDA SANA BİR ŞEY OLURSA!"
Azra, kendisini düşündüğünü fark edince bir an güldü sonra ciddiyetine geri döndü.
"YA SANA BİR ŞEY OLURSA!"
"Azra bak. Başım ağrımaya başladı. Şuradan in. Anahtarı ver. Mağarana geç."
Pars ardarda emir kipli cümlelerini söylerken Azra başını sağa sola sallıyordu.
"Hayır Pars efendi. Ya sen gitmiyorsun. Ya da ben geliyorum nereye gidiyorsan."
Pars parmaklarıyla alnını ovuşturdu. Çok fena başı ağrıyordu.
O sırada telefonu çaldı. Sinirle açtı telefonunu.
"Ne var Papağan?"
"Pars neredesin gelsene."
"Geliyorum."
"Geç kalma bize katılmakta hep beraber hareket edelim."
"Tamam kapat."
Pars titreyen ellerini birbirine kenetledi ve sinirle Azraya baktı.
"Tüm dünyadaki insanların inadını toplasak seninkiyle yarışmaz."
Azra kıkırdadı.
"Bunu bir iltifat olarak alıyorum."
Pars, arabanın kenarına koluyla dayanıp Azranın yüzüne yaklaştı.
"Ne yapmayı planlıyorsun? Biz Akrebin peşinde giderken sen ne yapacaksın mesela?"
"Seni kollayacağım." dedi bakmaya doyamadığı ela gözlerine bakarken. "Ben Azraillik görevini bırakalı çok oldu Pars. Azraillikten koruyucu melekliğine terfi ettim."
Pars ağrıdan çatlayan başını elleriyle ovusturdu. Ne yapacaktı şimdi?
"Bekle beni burada. İlaçlarını hazırlayacağım."
Azra muayenehaneye gidip önemli bir kaç ilacı hazırlarken Karınca 'yapacak bir şey yok.' anlamında Parsa baktı.
"Beyler ablam ve sevgilim nereye ben oraya. Haberiniz olsun."
"Gel sen de gel. Operasyona mi gidiyoruz düğüne mi belli değil." dedi Pars sinirle.
Azra ilaç poşetiyle gelip Parsa gülümseyerek şoför koltuğuna tekrar oturdu. Pars da ön koltuğa söylene söylene geçti.
Azra ilaç poşetinden bir ilacı ona verip "başının ağrısına iyi gelir." dedi. Zafer gülüşüyle sırıtıyordu karşısında.
Pars ilaç kutusuna eliyle vurup yere düşürdü Sonra sinirle konuştu. "Delisin sen. Delisin."
Azra yüzünü ona yaklastirip fısıldadı. "Haklısın. Deliyim... Ama sana."
Bölüm sonu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 26.61k Okunma |
1.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |