37. Bölüm

36.Bölüm~Vazgeçeceksin Benden

Cemre
cemre___

Merhaba,👋 Bu bölüm biraz durağan, olaysız ve duygusal oldu ama sonraki bölüm bence hikayenin en heyecanlı bölümlerinden olacak🙃

İyi okumalar...

Saklandıkları evin arka tarafındaki bahçede sık ağaçların arasında bir adam, bir kadın. İkisi de birbirlerinin gözlerine bakınca kayboluyor, biri kendini o gözlere rahatça bırakmak kaybolmak için debeleniyordu. Diğeri ise ,sevdiği kadını üzmemek için, o gözlerden vazgeçmek istiyordu.

 

 

Azra duyduğu cümleyle olduğu yerde kalakaldı. Beyni Parsın ne dediğini yorumlamaya çalışıyordu. Gözleri dolmuş öylece Parsa bakıyordu. Pars ise sinirle küfür etti ve yere çömelip sırtını duvara yasladı sonra başını ellerinin arasına aldı. Arada hıçkırıkları duyuluyordu.

Azra titreyen sesiyle konuştu.

 

"Se...n ne dedin az önce?"

Konuşurken dudakları titriyordu, göz kenarlarından yaşlar süzülüyordu. Sesi fısıltıyla karışıktı.

Pars sinirli bir ses tonuyla ama sesi de tam çıkmadan konuştu.

 

"Duydun ne dediğimi."

 

Bir kaç dakika sonra Azranın ilk şoku geçmiş 32 diş gülmeye başlamıştı. Sevdiği adam ona en başından beri aşıktı! Şuan mutluluktan kanatlanıp havaya uçabilirdi.

 

Yere çökmüş Parsın yanına gidip o da yanına çöktü.

Parsın başını çevreleyen ellerini tutup kendi eliyle de onun çenesini tutup kendisine bakmasını sağladı.

 

"Ne...den daha önce söylemedin?"

 

Pars huzur bulduğu mavi gözlere kendisinin yaşlarla dolmuş ve kızarmış gözleriyle baktı. Sonra ellerini tutan ellere baktı.

 

Azranın sorusuna cevap vermedi. Çünkü duymamıştı bile. Bundan sonra ne olacağını düşünmeye başlamıştı bile.

Ölecekti... Ölmek üzere olan bir adama niye aşık olmuştu ki?!

 

Düşünceleri diline vurdu ve birden konuştu.

 

"Sen... neden bana aşık oldun ki? Niye her şeyi mahvettin?"

 

Azra şaşkınca gözlerini açtı ve Parsın dediklerini dinledi. Sonra sesi titreyerek konuştu.

 

"Neyi mahvettim?"

 

Pars hızla ayağa kalktı. Gözleri kızarmış, ardarda yaşlar akıyordu ve sesi titriyordu.

 

"Ben kendi kendime seviyordum seni. Karşılık falan istemiyordum. Aşkımı da bedenimle beraber gömecektim. Neden her şeyi mahvettin... neden?!"

 

Bağırması bittikten sonra hızla eve doğru yürüdü.

Azra yere öylece çökmüş halde onun arkasından bakakaldı. Dediklerinden hiç bir şey anlamamıştı.

...

Azra, saklandıkları evdeki odalarında camın kenarına oturmuş, dışarıda teröristlere emir yağdıran Parsa gülümseyerek bakıyordu, çok mutluydu. Içi içine sığmıyordu. Pars da onu seviyordu... Sevdiği adam da onu seviyordu. Hem de en başından beri...

 

"Pars, Akrebe bir daha nasıl ulaşacağız lan? Nasıl?"

 

"Şerefsiz bir de peşine takılmış. Adım adım senin ne yaptığını komutanına bildiriyor!"

 

 

"Beyler, beyler sakin olun."

 

 

Pars başını hafifçe havaya kaldırdı. Biliyordu, Akrep burada bir yerde Yılanla birlikte kamufle olmuş onları seyrediyordu.

 

 

Akrep Parsın bakışlarını birden üzerinde hissetti.

 

"Görüyor mu lan bu beni?" dedi, endişelenmemiş değildi. "Yılan, görünüyor muyuz biz?"

Yılan, Parsa saklandıkları yeri tarif etmişti. O yüzden Pars direkt Akrebin olduğu yöne bakabiliyordu.

 

 

"Akrep, eminim fikrini değiştirip benim peşimi bırakacaktır."

 

 

Yılan derin bir nefes aldı. Akrebin fikrini değiştirme işi kendisindeydi. Dünyanın en zor göreviydi bu. Akrep gibi kindar, hain damgası vurulmuş bir adam... ama yapacaktı. Yoksa Akrep ölürdü. İstemiyordu ona bir şey olmasını.

 

Akrep gözlerini devirdi.

 

 

 

 

"Beyler şimdi dağılın. Dinlenelim. Mahallede de nöbetleşe bir şekilde nöbet tutmaya devam edelim. Akrep yine elimize düşecektir. Merak etmeyin."

 

 

Teröristler homurdanarak dağıldılar.

 

Akrep ayaklanmaya başlayınca Yılan telaşla ona baktı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Peşlerine takılmayacak mıyız?"

 

"Akrep dünden sonra bence bir gün mola ver. Dün neredeyse yakalanıyordun. Bugün etrafa daha dikkatli bakarlar. Hemen dikkat çekeriz."

 

Akrep Yılanın haklı olduğunu düşündü.

 

"O zaman ne yapacağız ki?"

 

 

Yılan gülerek ayağa kalktı ve saçını düzeltti. Elindeki poşetleri gösterdi.

 

"Önce bir tuvalet bulup üzerimize tanınmayacağımız kıyafetler giyoruz. Beni takip et."

 

 

Saklandıkları yerden aşağı inip yaklaşık otuz dakika sonra sahil kenarında bir tuvalete geldiler.

 

 

"Bana bak, ne var bunların içinde?" dedi Akrep merakla.

 

 

"Seni sirk hayvanı yapacağım kıyafetler var."

 

Akrep sinirle ona baktı. "Dalga geçme. Ucubeye benzetme bizi şimdi."

 

"Ya ne kıyafeti olacak Akrep. Sana takım elbise bana da normal bir elbise. Biz patron asistanız ya hani?"

 

"He..." Akrep sırıttı. "Öyle desenize Narin Hanımcım ya. Tamam. Giyinelim hemen."

 

 

Yılan da sırıttı ve giyinmek için tuvaletlere girdiler.

 

Bir kaç dakika sonra Akrep üzerinde lacivert takım elbisesiyle ve siyah güneş gözlüğüyle dışarı çıktığında, kendisiyle aynı anda çıkan üzerinde siyah mini bir elbisesiyle efsane güzel gözüken Yılanı gördü. Sarı saçlarını salık bırakmış, omzundan aşağıya salınıyordu.

Akrep onun güzelliği karşısında yutkunmaya çalıştı.

 

Yılan bugün Akrebi Parsın peşine yollamayıp yanında tutacaktı. Pars bu şekilde Mehmetle görüşecek, Yılan da Akrebin Parsı yakalama fikrini değiştirmeye çalışacaktı.

 

 

"Ne bakıyorsun oğlum?" dedi Yılan gülerek.

Akrep, yanına yaklaşıp gözlerine baktı. "Gözlerim kamaştıran bir güzellik karşısında nasıl bakmayayım?"

 

 

Bu sefer yutkunamama sırası Yılandaydı. Yanaklarının kızarıklığını göstermemek için başını çevirdi.

 

"Ş..urada bir bank var oturalım mı?"

 

"Pardon da biz ne yapacağız böyle anlamadım?"

 

"Bugün ara vereceksin işlerine."

 

Akrep kaşlarını çattı. "Ara mı vereceğim?"

 

"Dedim ya sana dünden sonra peşlerinden gitmen çok mantıksız. Bir gün mola ver ve İstanbulun tadını çıkaralım." Sonra gülümseyip yanına sokuldu. "Beraber." diye fısıldadı.

 

Akrep de gülümsedi ve "beraber yapacağımız hiç bir şeyi reddetmem." dedi gözlerine bakarak.

 

Beraber banka geldiler ve oturdular. Yılan denize bakıp derin bir nefes aldı. Hafif esen rüzgar sarı kıvırcık saçlarını uçuruyordu.

 

"Manzaraya baksana."

 

Akrep Yılana gülümseyerek bakıyordu. "Bakıyorum zaten."

 

Yılan gözlerini hızla ona çevirdi. Her saniye onu utandırıp mutlu edecek bir şey söylemeyi başarıyordu...

 

 

"Sen... arada kampa gelirdin." dedi, gözlerini kaçırarak. "Parsı görmek için."

 

Yılan da gözlerini kaçırdı.

 

"Kampa bir girerdin. Tüm güzelliğinle. Ne giysen yakışıyor zaten. Tüm kamp sana bakakalırdık. Tabi sen direkt Parsın odasına geçerdin."

 

Akrep sesini düzeltir gibi yaptı. "Ben Parsa hep uyuzum zaten biliyorsun da bu yönden de uyuz olurdum. Hayır yani Yılan gibi bir kadın derdim, sana aşık olmuş. Daha ne istiyorsun? Sana yüz vermiyor seni üzüyor diye bir de o özelliğine sinir olurdum."

 

"Akrep... ben Parsa aşık olduğumu sandığımı sana anlattım. Babamdan görmediğim şefkati onda gördüğüm için... Aşk sandım. Ama değilmiş. Dedim ya."

 

Akrep birden gerildi. "He dedin, aşkı öğreten adamı da dedin."

 

Yılan sinirle güldü. "Taktın şuna ya."

 

"Takarım kadın. Bir erkeğin daha seni üzmesine izin vermem. Seviyorsa doğru dürüst sevsin sevmiyorsa da... güzelce seven... biri çıkar karşısına."

 

Yılanın bakışları onun dudakları ve gözleri arasında kaçamak olarak gidip geliyordu. "Belki de... çıkmıştır..."

 

Akrep onun gözlerine uzun uzun baktı. Ne demek istediğini anlıyordu, ama üzerine alınmaktan korkuyordu. Yılan gibi bir kadın... neden onu sevsin ki?

 

Akrep tereddüt ederek konuştu. "Bir şey sorabilir miyim?"

 

 

"Evet."

 

 

"Bukalemun... yani baban... hiç mi vakit geçirmiyorsunuz? Ne bileyim baba kız olarak..."

 

 

Yılan acıyla gülümsedi.

 

"Annemin katili olan adamdan bahsediyoruz Akrep. Benim onunla ne gibi bir vakit geçireceğim ki?"

 

Akrep yutkundu zorla. "Peki annen... nasıl gelmiş kampa?"

 

 

Yılanın gözleri doldu.

 

"Annemi... dedem olacak alçak babama satmış... Zaten dedem de bizim örgütten. Ama annem hiç bir zaman dedemin yaptığı şeyleri onaylamamış, öğrenince onunla büyük kavga etmiş. Dedem de annemden kurtulmak için babama..."Yılan hıçkırmaya başladı. "Babamı da tabi istemiyordu annem. Babam da ona tecavüz edince bana hamile kalmış. Ben doğduktan sonra... işte beni alıp gitmek istediği için annem...i öldürmüş..."

 

Akrep, karşısında ağlayan Yılanla beraber ağlamaya başladı, ama belli etmemek için uğraştı.

 

 

"Bukalemunun ceza çekmesini o kadar çok istiyorum ki... Annem olmak üzere öldürdüğü tüm anneler, babalar, çocuklar, abiler amcalar... masum herkes..."

 

Akrep bir an duraksadı. Ceza derken?

Yılan da dediğini fark etti ve sustu.

 

"Hiç sevgi görmeyince Parsa aşığım sandım işte. Bir de Parstan önce bir kadın vardı. Babam ona aşık olmuştu. O da bana çok iyi davranırdı. Babam... beni döveceği zaman... o... o durdururdu."

 

Akrep sinirle elini yumruk yaptı. "Bukalemun seni dövüyor muydu?"

 

Yılan ağlayarak başını salladı.

Akrep onun başından tutup göğsüne yasladı ve saçını okşamaya başladı. Sonra ellerini Yılanın yanaklarına koydu.

 

 

"Bana bak. Kimseye ihtiyacımız yok bizim. Biz birbirimize yeteriz tamam mı?"

 

Yılan onun sözleriyle daha çok ağlamaya başladı. Parsa onun her hareketini uçurduğunu öğrense ne yapacaktı?

 

"Akrep söz ver bana... Ne olursa olsun birbirimizi bırakmayacağız tamam mı? Olur da birbirimize sinirleniriz falan... ama asla birbirimizi bırakmayacağız. Tamam mı?"

 

Akrep gülümsedi yaşlı gözleriyle.

 

"Benim kalbim seninkiyle bağlandı. İstesem de bırakamam..."

 

Yılan gülümsedi. Bu aşk itirafı değil de neydi?

 

 

Akrep onun gözyaşlarını sildi. "Makyajını bozdun bak ağladın da. Sürme zaten onları dedim dime ben sana? Gerek yok çok güzelsin zaten."

 

Yılan gülmeye başladı. Akrep de hayranlıkla onun gülüşünü izledi. Sonra ayağa kalkıp elini uzattı.

 

"Gel. Bir araba kiralayalım da bu geceyi onda geçirelim."

 

Yılan uzattığı elini tutup ayağa kalktı ve beraber yürümeye başladılar.

 

 

 

 

 

 

 

Pars eve girecekken camdan kendisine hayran hayran bakan Azrayı gördü, kalbi hızlanmaya başladı. Gözlerini çevirdi. Dün gece aklına gelmişti, aslında aklından hiç çıkmıyordu...

 

 

Yaşlarla dolan gözlerini sildi. Uzak durmalıydı ondan.

 

 

Azra onun bakışlarını kaçırmasına şaşırdı ama önemsemek istemedi. O sırada odaya Asya ile Karınca girdi.

 

Azra onlara mutlulukla baktı.

 

 

"Abla hayırdır? Gözlerinin içi parıldıyor."

 

Azra gülümseyerek elini kalbinin üstüne bastırdı.

 

"Kalbim... yerinden çıkacak gibi... O kadar mutluyum ki..."

 

 

Karınca korkarak Asyaya baktı. Düşündüğü şeyse bacısının bu mutluluğunun aksine Pars berbat halde olmalıydı.

 

 

"Ne oldu ablam anlat bakalım."

 

Azra ayağa kalktı ve gülümseyerek konuştu. "Pars... yani Parsla ben... dün birbirimizi sevdiğimizi söyledik... birbirimize. Ay cümle kuramıyorum heyecandan. Bana aşıkmış işte. Hem de ne zamandan beri biliyor musunuz?"

 

Karınca yutkundu. 'Seni bilgisayar ekranından gördüğünden beri.' Diye geçirdi içinden.

 

"Beni ilk gördüğü andan beri... Bana ilk görüşte aşık olmuş."

 

Asya gülümsemeye çalışırken Karınca başını eğdi.

 

Pars odaya yaklaştığında Azranın neşe akan sesini duydu, odaya giremedi. Kapıda kalakaldı.

"Ya ben ona neler dedim en başta... Acımasız dedim onu annemin katilleriyle aynı yere koydum cani dedim öl dedim Azrailin olacağım dedim... Bunları derken... o bana aşıkmış..." Azra hüzünle yatağa oturdu. "Çok üzmüş müyümdür onu?"

 

 

Parsın gözlerinden yaşlar aktı. 'Keşke öyle kalsaydın... Keşke bana aşık olmasaydın...'

 

 

"Neyse. Bundan sonra çok vaktimiz var. Yaptığım, söylediğim her şey için ayrı ayrı özür dileyeceğim ondan..."

 

 

Pars 'çok vaktimiz var' dediğini duyduktan sonra ağzından hıçkırık kaçmasını engelleyerek kendini banyoya kapattı. Ve kapıya yaslanarak yavaş yavaş kendini yere bıraktı.

 

 

Azra gülümseyerek konuşmaya devam ederken Karınca ile Asya birbirlerine üzgünce baktılar.

Bir kaç dakika sonra Pars elini yüzünü güzelce yıkayıp dışarı çıktı. Ve odaya geldi. Azra onu görünce sevinçle ayağa kalktı.

Çok heyecanlıydı. Dün geceden sonra ilk defa birbirlerinin duygularını bilerek geçirecekleri ilk gündü bugün. Belki de sevgili oldukları ilk gün...

 

Azra heyecanla "günaydın." Dedi.

 

Pars ise Azraya hiç bakmadan Karıncaya döndü ve "gidiyoruz." Diyip yine Azraya bakmadan arkasını döndü ve evin kapısına doğru ilerledi.

 

Azra, Parsın hareketiyle hayal kırıklığına uğramıştı. Karıncaya döndü sinirle.

 

"Napıyor ya bu?"

 

Karınca tedirgince ayağa kalktı.

 

"Dün geceden sonra yüzüme bile bakmadı farkında mısınız? Ne bu ya? Hayal miydi dün dediklerimiz? Sadece ben mi yaşadım?"

 

Karınca odadan çıkıp Parsı takip etti.

 

"Abi, abim böyle olmaz. Bak ne düşünüyorsan bacımla adam akıllı konuş."

 

 

"Tam tersine Karınca. O yokmuş gibi davranacağım. Benden soğutmam gerekiyor."

 

Azra ile Asya da peşlerinden geldi.

 

"Biz de geliyoruz."

 

Pars bırak bir şey demeyi, yüzlerine bile bakmadı ve evden çıktı.

 

Azra da sinirle onu takip etti. Hep beraber arabaya bindiler.

 

Asya Karıncaya yaklaşıp fısıldadı.

 

"Aşkım, Pars ne planlıyor?"

"Bacımı delirtmeyi planlıyor aşkım ne planlayacak..."

 

Azra sinirle Parsa bakıyordu. Pars baktığını biliyordu ama görmemezlikten geliyordu.

 

"Pars! Sence de konuşmamız gerekmiyor mu?"

 

Pars cevap vermedi ve arabayı çalıştırdı.

 

"Kime diyorum ya?"

 

Pars, radyodan bir müzik açtı ve sesini yükseltti.

 

Azra iyice delirmişti. Sinirle radyoyu kapattı.

 

"Bu şekilde mi duymayacaksın beni? Böyle mi kurtulacaksın benden?"

 

"Abi ya bari arabayı durdur..." diye söylendi Karınca. "Bacım sen de bi sakin ol."

 

"Kes sen." dedi sinirle Azra Parstan gözlerini ayırmadan.

 

"Pars sana diyorum. Bak delirtiyorsun beni."

 

Pars sessiz durmaya devam ederken telefonu çaldı. Arayan Böcekti.

 

"Buyrun?"

 

"Pars, Akrepten bir gelişme var mı diye aradım."

 

"Yok Böcek Bey. Ama mahallede nöbet tutmaya devam ediyoruz."

 

"Tamam gelişme olursa haber ver."

 

Pars telefonu kapattı. Azra hala sinirle ona bakıyordu. Çıldırmak üzereydi. Resmen o yokmuş gibi davranıyordu!

 

 

Azranın içi içini yerken yaklaşık 1 saat boyunca herkes gergin olsa da hiç konuşmadan bir yere geldiler.

Pars arabayı park etti. Azra gözleri yaşlarla dolu bir şekilde ona baktı.

 

"Karınca." dedi Pars. "Ben lavaboya gidiyorum. Kimse çıkmasın arabadan."

 

Pars arabadan inip sertçe kapıyı kapattığında, Azra sinirle kendi saçlarına yapıştı.

 

"Lan ben kendimi mi parçalayayım bu adamı mı parçalayayım? Ya bizim dünden sonra... yaşayacağımız gün böyle mi olacaktı? BEN YOKMUŞUM GİBİ DAVRANIYOR LAN!"

 

 

Pars, bir kafenin içindeki lavaboya girdi. Ellerini yıkarken tuvaletten biri çıktı.

 

 

"Hoşgeldin."

 

"Hoşbuldum."

 

Mehmet amir ellerini yıkarken Pars diğer tuvaletlerde birileri var mı diye baktı. Sonra konuştu.

 

"Yılan. Akrebi bizim tarafa çekecek."

 

Mehmet amir kaşlarını kaldırdı merakla. "Çok iyi de... Nasıl olacak o?"

 

"Yılan ona aşık oldu. Eminim duyguları karşılıklıdır. Yılana olan aşkı sayesinde bizim yanımıza geçecek."

 

 

"Aşk diyorsun..." dedi Mehmet amir sırıtarak. "Nelere kâdir."

 

Pars da zorla gülümsedi ve birbirleriyle vedalaştılar, Pars hızla arabaya geri döndü.

 

Arabanın içinde ona alev çıkaran gözlerle bakan Azrayı görünce derin bir nefes almaya çalıştı, ondan korkmuyor değildi. Ama yapmak zorundaydı. Onu öfkelendirip kendisinden vazgeçirecekti.

 

Pars kapıyı açıp koltuğa oturdu. Azranın hala sinirle baktığını hissediyordu. Arabayı çalıştırdı ve saklandıkları eve doğru sürdü. Eve geldiklerinde arabadan indiler. Pars Azradan kaçmak için teröristlerin yanına gitti. Azra da ağlayarak evdeki odaya geçti. Teröristler Azranın ağladığını gördüler.

 

 

"Pars ne oldu yenge hanıma?"

 

"Lan Pars kavga mı ettiniz?"

 

Pars sinirle onlara baktı ve "işinize bakın siz." dedi. Kendisi de bir kütük parçasına oturarak başını ellerinin arasına aldı. Asya ile Karınca da onun yanına yaklaştılar ve diğer kütüklere oturdular.

 

 

"Pars, bu böyle olmaz." dedi Asya. "Kendini bu şekilde ablamdan uzaklaştıramazsın."

 

"Evet abi. Aksine bacımı tanıdıysam daha da inat edecek."

 

"Sen... düşüncelerini açık açık ona söyle. Sonra ne yapacağınıza karar verin."

 

"Hem abi niye bu kadar karamsarsın? Belki de iyileşeceksin."

 

Pars şuana kadar yere bakarken Karıncanın bu sözüyle gözlerini ona dikti.

 

"Pars. Bakma öyle." dedi Asya. "Haklı Karınca. Ablamın tedavilerine izin versen. Belki tümör iyice küçülmüştür tedavilerle iyice yok olur."

 

Pars hızla ayağa kalktı. "Azraya da böyle şeyler söyleyip onu ümitlendirmeyin."

 

...

 

Yine gece olmuştu. Pars dışarıda evin dibinde oturuyor, gökyüzünü izliyordu. Ancak sonsuz gökyüzüne bakmak onu sakinleştiriyordu bir süreliğine. Azrayı görmemezlikten gelmek de işe yaramamıştı. Biliyordu, kaçamayacaktı.

 

 

Tam bunları düşünürken Azra dışarı çıktı ve Parsı gördü. Onun olduğu tarafa geldi, yanında durdu ve aynı hizaya oturdu. Başını gökyüzüne bakmak için kaldırdı.

 

"Gökyüzü... Kaçmak için güzel yer. Elinde olsa uzaya bile çıkarsın şuan. Ama bir eksiğin var." dedi başını ona çevirirken. "Uzay aracın yok."

 

Pars göz ucuyla ona baktı.

 

"Vay paşam. Sonunda bana bakma zahmetinde bulundunuz. Bu verdiğiniz şeref sonucunda sizin için ne yapabilirim?"

 

Pars gözlerini devirerek tekrar gökyüzüne baktı.

Kaçamayacağını biliyordu da bu kadar çabuk da yüzleşmek istemiyordu.

 

 

"Bahsettiğin iyiliklerle, sevdiklerinle dolu gezegene gitmek çok zor. Ama şuanki dünyanı o hâle getirebilirsin. Sevdiklerinle dolu gezegene... çevirebilirsin."

 

Pars, onun her cümlesinde erimeye başlamıştı. Hala bir şey demeden gökyüzüne bakıyordu. Azra da onu konuşturmak için konuşmaya devam ediyordu.

 

 

"Ben tabi senin gibi, ilk görüşte aşık olmadım sana. Biliyorsun başlangıçtaki beni. Ama sonra... dedim ki bu adam farklı. Farklı bir şey var bunda. Kabul etmek istemedim. Dedim aynıdır diğerleriyle. Ama gerçekler yüzüme vurdukça reddedemedim. Sonra sen... sen her bana yaklaştığında, ufacık gülümsemende... Şu kalbim var ya... Öyle bir hızlanıyordu ki... Anlam veremiyordum başta. Beynimle kalbim savaşıyordu resmen. Sonra Serkan... Yani sizin böcüğünüz... Ondan kurtulduktan sonra anladım hislerimi. O bende senin sandığın gibi bir duygusal boşluk oluşturmadı. Benim duygularımı açığa çıkardı. Ben onun yüzünden sana olan hislerimi kabul edemiyordum. Onu öğrenmek... bana o kadar iyi geldi ki, sana ulaşmamı engelleyen zincirler gitmiş oldu. Sonra anladım sana çok aşık olduğumu. Zaten olmuştum da kabul etmem zor olmuştu."

 

 

Pars hâlâ öylece gökyüzüne bakıyordu. Ya da bakmaya çalışıyordu. Aslında Azranın dediklerinin her birini hasta beynine kaydediyordu. Hiç silinmemek üzere...

Keşke o da karşılığında güzel şeyler söyleyebilseydi. Onu ümitlendirip sonra sonsuz bir acıya mahkum edip bırakıp gitmek istemiyordu.

 

Azra sinirle başını ona çevirdi. Sonra ağız dolusu bir şekilde bağırdı.

 

"HAYVAN!"

 

Pars bu sefer gözlerini gökyüzünden çekip Azraya baktı.

 

Başlıyorlardı...

 

 

"Oğlum tonla şey söyledim burada. Bir insan yerine koysaydın da cevap verseydin. Mesela sen bana nasıl aşık oldun anlatsaydın. Ne hissettin, nasıl anladın? Hani normal insanlar birbirlerine duygularını söyledikten sonra böyle şeyler konuşurlar sonra sarılırlar falan. Bir de bize bak."

 

Pars derin bir nefes alarak ayağa kalktı. O kalkınca Azra da kalktı. Pars karşısında sessizce durdukça kafayı yiyordu.

"Oğlum sen ne tür bir ruh hastasısın ya? Dengesiz misin?"

 

Pars öylece sonsuza kadar bakmak istediği gözlere bakıyordu.

 

"Ne bakıyorsun öyle mal gibi? Ya biz dün ne yaptık hatırlıyor musun? Beyninden mi silindi? Tümor hafızanı mı sildi?! Bak hastalığından dolayıysa gerçekten hatırlamıyorsan bir şey demeyeceğim. Ama bilerek yapıyorsan..." dişlerinin arasından konuştu. "Hatırlıyor musun?"

 

Pars mırıldandı.

 

"Hatırlıyorum."

 

Azra ellerini birbirine çarpıp alkışladı onu. "Paşam ikinci şerefe bizi layık gördünüz teşekkürler koca bir gün sonra sesinizi de duyduk."

 

Azra sinirden hızla konuşurken Pars gözlerini yere dikti.

 

"O zaman ne bu tavırlar? Normal insanlar birbirlerine aşkını itiraf ettikten sonra sarılır ne bileyim anılarını yaşadıklarını konuşur sonra da bir ilişkiye başlarlar. Biz ne yapıyoruz? Sen hiç bir şey olmamış gibi sanki birbirimize aşkımızı haykırmamışız gibi sen bir level atlayıp soğuk nevale buzdolabı tavırlarından hiç konuşmama, ben yokmuşum gibi davranma hâline geçiyorsun. Cins misin? Manyak mısın?"

 

Pars ela gözlerini yerden kaldırıp yine onun gözlerine baktı.

 

Azra sesini biraz yumuşatarak konuşmaya devam etti.

 

"Hatırlıyor musun? Piknik günü... Sen bana farklı bir hayat oyunu oynatmıştın. Sonra da o farklı bir hayatta olsaydık bizden ne olur demiştin..."

 

Pars birden kısık bir ses tonuyla konuştu.

 

"Sen de biz o farklı hayatta değiliz demiştin. Ve..." dedi bakışlarını yine yere dikti. "Haklıydın." Parsın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Artık konuşmalıydı.

 

Azra kaşlarını çattı endişeyle.

 

"Ne demek şimdi bu?"

 

"Biz..." dedi sesi titrerken. Sonra tekrardan bakışlarını mavi gözlere dikti. "Bizden olmaz Azra."

 

Azranın şok olmuş bir şekilde ona baktı, Parsın sözleri sanki kalbine hançer saplanmıştı. Gözleri doldu.

 

Pars, onun dolan gözlerini görünce gözyaşları ip gibi döküldü. Sesi titredi.

 

"Sen en iyisi vazgeç bu aşktan."

 

Pars gitmek için arkasını döndüğünde Azra kolunu tuttu titreyen eliyle.

 

"Bi dakika bi dakika...Saçma sapan bir şey söyleyip gidemezsin öyle. Neden olmuyormuş bizden?" Sesi titriyordu, cümlesini kurarken kelimeleri yutuyordu çünkü hıçkırmaya başlamıştı.

 

Onun hıçkırıkları da Parsın kalbine hançer etkisi yapmıştı.

 

"Azra bırak kolumu inat etme vazgeç bu işten."

 

Azra çatallı sesiyle bağırdı.

 

"Vazgeçmem Pars! Niye olmuyormuş ya bizden? Neyimiz eksik? Biz olmayacağız da kim olacak? Olur bizden bal gibi..."

 

Pars, elleriyle onun kollarından sıkıca tuttu, gözyaşları akarken bağırdı.

 

"ÇÜNKÜ BEN ÖLÜYORUM!"

 

Azra gözlerini kocaman açarken onun da göz yaşları akmaya başladı.

 

 

"NE İSTİYORSUN? 2 3 AY ÖMRÜ KALMIŞ BİR ADAMA AŞIK OLUP ONUNLA İLİŞKİ YAŞAYIP SONRA ONU TOPRAĞA GÖMMEK Mİ?"

 

Azranın vücudu titremeye başladı. Ellerini titreyerek kulaklarına götürdü.

"S..sus..."

 

Pars ellerini tutup kulaklarını kapatmasına engel oldu.

 

"Duyacaksın ve benden vazgeçeceksin. Bizden olmaz Azra. Ben sana bunu yapamam."

 

"S..us... lütfen..."

 

"2 3 ay sevgili olacağız sonra beni toprağa verdikten sonraki hayatını hiç düşünüyor musun? Bir daha birine aşık olmana, gelinliğini seçmene, giymene, düğününde eğlenmene, ne bileyim kına gecende halay çekmene, çocuk sahibi olmana... hayatında yaşayabileceğin tüm güzel deneyimlerinin engeli olacak benim ölmüş bedenim. Ben toprakta çürürken sen de nefes alırken çürüyeceksin."

 

Azra gözlerini kapatarak hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Sözleri hiç düşünmediği gerçeklerle onu yüzleştiriyordu. Hiç onsuzluğu düşünmemişti. Ne hayal kurduysa hepsi Parsla beraberdi... Zorla konuşmaya çalıştı hıçkırıklar içinde.

 

"Ben... sen yoksan... zaten o dediklerinin hiç birini yaşamak istemem ki."

 

Pars ağlayarak elleriyle yüzünü kapattı.

 

"Pars ben sensiz o dediklerinin hiç birini yaşamam. Ne gelinlik ne düğün..."

 

Parsın da tüm vücudu titremeye başlamıştı, sesi çatallanıyordu.

 

"Yapma Azra... Yapma. " dedi kısık sesiyle.

 

"Pars asıl sen yapma. Bak ben sana tedaviler..."

 

"Sus Azra ne tedavisi. Bitti. Ölüyorum. Kendini saçma sapan ilaçlar yüzünden ümitlendirme."

 

Pars titreyen elleriyle sevdiği kadının saçlarını okşadı.

 

 

"2 3 aya hayatından çıkacağım. Lütfen, kendine yeni bir hayat kur benden sonra tamam mı?"

 

Azranın ağlaması şiddetlendi.

 

"Sus Allah aşkına sus..."

 

"Azra beni dinle." Dedi eliyle yanaklarını kavrayıp kendisine bakmasını sağlarken. Bir yandan güzel yüzünden akan yaşları siliyordu. Ama kendisi de ağlıyordu. "Benim yüzümden hayatının en güzel yıllarını harcamayacaksın. İkimiz de birbirimizden vazgeçeceğiz."

 

Azra başını hızla sağa sola salladı.

 

"Yapamam... yapamam..."

 

"Bu güzel mavi gözlerinden benim için yaş akmayacak. Beni unutacaksın. Güzel bir hayat yaşayacaksın."

 

"Hayır... hayır hayır... yapamam..."

 

"Yapacaksın, vazgeçeceksin benden."

 

"Pars, ben senden nasıl vazgeçerim ya?" Azra ellerini onun yanaklarına koydu. "Bak, buradan çıkarız. Hastaneye gideriz. Orada sana en iyi tedaviyi uygularlar. Iyileşirsin. Seninle çok mutlu bir hayatımız olur."

 

Pars, yanaklarındaki elleri çekti. "Hastane yok. Ilaç yok. Tedavi yok."

 

 

"Pars yalvarırım... Bu kadar ümitsiz olma."

 

"Azra, beni anla lütfen. Seni boş ümitlerle ümitlendirip benimle beraber toprağa girmeni istemiyorum."

 

Azranın ağlamaktan gözü karardı, dengesini kaybetti ve yere düşmek üzereyken Pars onu kucağına aldı..

 

"Azra!"

 

Azra yarı baygın bir şekilde ona bakarken gözyaşları akmaya devam ediyordu.

 

"Yapamam... senden vazgeçemem... Sensiz bir hayat kuramam... Sensiz nefes alamam..."

 

Pars ağlayarak onu odaya getirip yatağa yatırdı. Üzerini örtüp yanından gitmek istedi ama Azra elini tuttu.

 

"Gitme... Bırakma beni."

 

Pars gidemedi, yatağın yanına çöktü ve Azranın elini tutup başını yatağa gömdü ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.

Bölüm : 31.01.2025 11:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...