...
Akrep ile Yılan kiraladıkları arabada geceyi geçirmişlerdi. Yılan arka koltukta uyumuş, Akrep ise ön koltukta oturmuş onu izliyordu. Gece boyu düşünmüş ve bir karar vermişti. Bu işe bir son verecekti.
Yılan günışığının yüzüne vurmasıyla gözlerini kırpıştırdı. Sonra yavaşça açmaya çalıştığında karşısında onu izleyen Akrebi görünce gülümsedi.
Akrep gözlerini kaçırdı. "Uyku tutmadı."
Elini arabanın anahtarına koyup çevirdiğinde Yılan meraklandı. "Nereye gidiyoruz?"
"Fıstık dün mola verdik bugün de mi mola verelim? İşimiz gücümüz var."
Yılan oflayarak oturdu. Hiç mi etkilenmiyordu dediklerinden? Bukalemunun tüm zalimliklerini anlatmıştı ona. Sinirle arabanın aynasından onun yüzüne baktı.
Akrep de kaşlarını çatarak aynadan bakışlarını önün üzerine dikti.
"Gözünü hırs bürümüş diyorum. Hastasın diyorum. Beynin gitmiş diyorum oldu mu? Mezar taşına 'saçma bir amaç uğruna ölen kıskaç bey' yazdıracağım. "
Yılan sinirle başını cama çevirdiğinde Akrep derin bir iç çekti.
Azra başında şiddetli bir ağrıyla gözlerini açmaya çalıştı. Parmaklarını başına koyup ovuşturmaya başladı. Gözlerini tamamen açtığında yanı başında oturarak başını yatağa koymuş bir şekilde uyuyakalan Parsı gördü.
Dün geceyi hatırladı ve gözleri doldu. Parsı eliyle dürtmeye başladı.
Gözlerindeki acının çok ağlamaktan olduğunu fark etti, ama yine doluyordu gözleri.
Pars irkilerek başını kaldırmaya çalıştı ama inlemesiyle birlikte hareketsiz kaldı.
"Lan... tutulmuş her yanım..."
"Tutulur tabi." dedi Azra sinirle.
Pars gözlerini gözlerine dikti. "Ne diyon sen?"
"Ne yaptın ya sen dün gece?" dedi Azra yataktan kalkarken. "Niye efkara bağladın bizi?"
Pars yeni uyanmış haliyle dediklerini yorumlayamıyordu. Tutulmuş vücudunu ona çevirdi.
"Senin saçma nedenin yüzünden dün mal gibi ağladık zırladık efkarlandık diyorum."
"Saçma nedenim?" diye tekrarladı Pars iğneleyeci bir tavırla.
"O bahsettiğin...saçmalıktan dolayı mı bizden olmuyo?"
Pars, bir yandan tutulmuş boynunu eliyle ovuştururken bir yandan da konuştu.
"Saçmalık derken hastalığımdan bahsediyorsan saçma bir neden değil o. Her şey gayet açık, gerçek."
Azra sinirle gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştı.
"Sen en başında dememiş miydin?" dedi Pars. "Sen kurtulamazsın, burada sana ne tedavi uygulayabilirim ki, hiç bir şey değişmez öleceksin. Hastaneye gitsen bile öleceksin demiyor muydun?"
"O senin de dediğin gibi en başındaydı."
Azra yine dolmaya başlayan gözlerini sildi, Parsın yanına oturdu.
"Bak... ben... sen o işin var ya halletmen gereken... ne olduğunu hiç anlatmadığın..."
Pars derin bir nefes alıp eliyle yüzünü kapattı.
"O işini bitirene kadar sana tedaviler bulayım. Ilaçlar vereyim. Sonra sen o işini bitir. Hastaneye gidelim. Tedavin orada devam etsin. Zaten sana vereceğim ilaçlar tümörünü küçültme ihtimali çok yüksek. Hastane de son noktayı koyar. Biter gider tümörün..."
"Azra, ben doktor değilim. Senin gibi 6 yıl okumadım. Ama olayın ciddiyetinin farkındayım. Senin de en başından beri söylediğin gibi beni hiç bir şey kurtarmayacak. Teşhis konulduğunda zaten son evredeydim. Sen benden daha iyi biliyorsun. Sana dosyamı verdiğimde ne demiştin hatırlıyor musun?"
Azranın kulaklarında kendi sözü yankılandı.
'İyi o zaman, dünya bir kötüden kurtulmak üzere.'
Ve bir anda yeniden ağlamaya başladı.
"O en baştaydı Pars. Her şeyin en başında ben..."
"Sen bana aşık değildin. Evet sorun bu işte. Ben ne güzel kendi kendime seviyordum seni. Asla istemedim senin beni istemeni. Ama sen geldin salak gibi ölen bir adama aşık oldun."
Pars ayağa kalkıp sinirle konuşmaya devam etti. "Her şeyi mahvettin gerçekten."
Azra da sinirle ellerini yumruk yaptı. "Evet aşık oldum ve hiç pişman da değilim." Sonra o da ayağa kalktı. "Hiç pişman değilim." diye tekrarladı onun ela gözlerine bakarken.
"Huzur bulduğum şu güzel ela gözlerine bakarken kaybolmaktan..." elini yanağına koydu. "Gülünce çıkan gamzende yaşamak istemekten... Sana aşık olmaktan hiç pişman değilim Pars."
Pars, dolan gözleriyle onun sonsuz mavi gözlerine baktı. Ne kadar güzel şeyler söylüyordu, her erkeğin sevdiğinden duymasının hayalini kurduğu sözlerdi bunlar... Ama Pars duymak istemiyordu.
Elini yanağından çekti. "Olacaksın ama. Şuan pişman olmayabilirsin ama olacaksın. Benimle beraber toprağa gireceksin sen de... Hayatın olmayacak yaşayacağın tüm güzellikleri..."
"Pars." dedi sözünü keserek. "Senin sandığın gibi batıp kurtulamayacağım bir bataklıksa sana aşık olmak... Ben bu bataklıktan memnunum. Çeksin beni içine. Belki boğulurum..." dedi aralarındaki mesafeyi kapatırken. Parsın gözlerinden akan yaşları sildi. "Ama boğulana kadar yaşanacak güzel şeylerin hepsini yaşamak istiyorum."
Pars duydukları ile gözlerini kocaman açtı.
"O bataklık seni içine çekip boğarken... yaşayacağın iki üç parça güzel şeyle mi yetineceksin?"
Azra gülümseyerek elini tuttu. "Diyelim ki senin dediğin gibi olsun, en fazla 2 3 ayın kalmış olsun. Kalan bu 2 3 ayda senin o bahsettiğin güzel deneyimlerin hepsini yaşamak istiyorum. Seninle..."
Pars titreyen elini kendi yüzüne koydu, başını sağa sola salladı.
"Yapma bunu kendine. Yapma. Vazgeç işte bu işten. Hayatını mahvetme."
"Ben beraber olmamız için ne kadar zamanımız varsa hepsini kullanmak istiyorum Pars."
Pars ağlarken onu kendine çekti ve kollarını ona sardı. Sımsıkı sarıldı ona. Saçlarını okşayıp başını öptü. Sonra elleriyle yanaklarından tuttu. Azra da onun gözyaşlarını sildi.
"Ama 2 3 ay ömrün olmayacak. Daha fazla olacak."
"Bana bak Pars." dedi işaret parmağını ona uzatarak. "Benden daha fazla ümitli olması gereken sensin. Senin hastalığın ümitle iç içe geçer. Sen ölcem ölcem dersen bırak 2 3 ayı yarına da..." Azra cümlesini tamamlayamadı. Zorla yutkundu.
"Asıl... ümitli olması gereken sensin yani. Ölmeyeceğim diyeceksin. Direneceksin. Psikolojiyle o kadar ilgili ki bu hastalık. Iyi düşünürsen her şey daha iyi olacak."
Pars konuşacakken Azra susturdu. "Sana ölmek kelimesini yasaklıyorum."
"Aması falan yok. Ölüm ölmek öl ile ilgili hiç bir şeyi söylemeyeceksin. Sana yasak. Sen yaşamak diyeceksin, ümit diyeceksin."
Ellerini sıkıca tuttu. "Benimle yaşamak diyeceksin, birlikte yaşayacağımız günleri hayal edeceksin. Iyileşmeye odaklanacaksın. İşin en kolay kısmı sende bak. Sevinmen lazım."
"Tedavi işi bende. Psikolojini güçlü tutma işi sende."
"Azra... benim yeterince işim gücüm var... Ona vakit bulamam..."
"Tamam vaktin olduğu an yaparız. Sonra sen o işin her neyse onu halledersin ve hastaneye gideriz."
"Tamam daha o aşamaya çok var zaten. O zaman gelince konuşuruz bir daha."
Ellerini Parsın yanaklarına koydu. "Karamsar olmak yok. Biz beraber yeneceğiz tamam mı?"
Pars yanaklarındaki eli elleriyle tuttu ve alnını onun alnına koyarak fısıldadı.
"Seni o kadar seviyorum ki..."
Birbirlerine sıkı sıkı sarılırken kapının eşiğinden onları izleyen Karınca ile Asya yanlarına geldiler.
"Ama ya... Çok tatlısınız siz." dedi Asya eliyle kalp yaparken.
"Ya bacım... abim... en büyük shipimdiniz en başından beri. Tek gerçek sizsiniz artık. AzPar."1
"İşte Azra ile Pars. İsimlerinizin birleşimi."
Bunun üzerine hep beraber kıkırdadılar.
...
"Ne var beğenemedin mi fıstık?"
"Yo beğendim. Hem bizim teröristler hem de polisler bizi yakalasın diye harika bir yer seçmişsin. Bir kaç gün kaldığımız eski evimizin karşısı, Tam karakolun önü!"
"Fıstık giydirdin ya bizi işte patron asistan olarak. Kılığımız farklı. Tanımazlar."
Yılan sinirle önüne gelen saçlarını arkasına attı. Akrep onu izlerken birden onun saçını savurduğu elini tutup kendisine çekince yakınlaştılar.
"Bana bak... öyle savurma saçını. Aklım başımdan gidiyo."
Aralarındaki mesafenin azlığından dolayı birbirlerinin nefesleri yüzlerine vururken Akrep sırıtarak onun kızarmasını izledi. Sonra elini çekti.
Yılan gizli bir şekilde sırıtmaya devam etti.
"Ne... yapacağız karakolun önünde?"
Akrep koltuğunu biraz geri yatırdı. Sonra ellerini ensesinin altına koyup başını koltuğa dayadı. "Parsın komutanını bulacağız."
Yılan telaşla ona baktı. "İyi de koca karakol... nereden bilelim biz hepsi polis buradakilerin. Ayrıca burada olduğunu nereden biliyoruz?"
"Daha önce de söyledim. Her şey bu karakol odaklı ilerliyor bence. Bukalemun, Böcek, Pars, O doktor kadın, Ve Parsın komutanı. O yüzden eminim o komutan burada. Eee bir askeri örgüte ajan olarak sokabilen biri olduğuna göre de... karakolun en üst rütbeli kişisi olmalı." Akrep Yılanın gözlerine baktı. "Amirlerini arıyoruz yani."
Yılan korku dolu gözlerle ona bakarken karakoldan bir grup polis çıktı. Ve bir polis bağırdı.
"Amirim! Amirim gelin hadi simit çay yapalım."
Yılan gözlerini kapattı korkarak.
"İşte, bak bulduk bile. Ben adını da biliyorum da..."
Yılan yine hızla baktı ona. "Nereden biliyorsun?"
"Evdeyken. Bir kere balkonda dururken karakolu izliyordum. O sıra duymuştum. Adını biliyorum. Tipini de görmek için geldim."
Akrep cama yaklaşıp polisleri iyice görmeye çalışırken Yılan Parsa mesaj attı.
Pars telefonuna gelen mesajla Azraya baktı. Ondan müsaade istedi ve telefonuna baktı.
'Akrep, senin komutanını tahmin etmek için karakolun önünde.'
Pars derin bir iç çekti ve geri mesaj attı.
'Artık fikrini değiştir lütfen onun. Yoksa başı belaya girecek.'
Yılan mesajı görünce oflayarak telefonu çantasına attı.
"Hadi kimseye çaktırmadan evimize gidelim."
"Akrep delirdin mi? O mahallenin her tarafı polis terörist kaynıyor. Nasıl çaktırmadan gideceğiz eve?"
"Bugün o balkona ihtiyacım var fıstık. Bugün o komutanı bulacağım."
"Ya ne yapacaksın komutanı? Onun da mı peşine takılacaksın? İyice yürek yedin artık. Koskoca komutanı da takip et tam olsun!"
"Yılan çok konuşma hadi eve gidiyoruz. Boşuna mı kira veriyoruz oraya hem biz?"
Yılanla Akrep arabadan indiler.
"Kira vermiyoruz ki ne kirası?"
Gerçekten de kimseye çaktırmadan apartmana girdiler ve katlarına çıkıp evin kapısını açtılar.
Akrep eve girdiği gibi sandalye alıp balkona geçti.
Yılan da oflayarak onu izledi ve seslendi. "Eve gelmişken duş al bari. Kaç gündür sokaklarda mal gibi sürünüyoruz." dedi ve telefonunu odada bırakıp havlularını alıp banyoya gitti. Akrebin de yüzünde sırıtma oluştu.
Pars dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladığında Azra da montunu aldı. Bunu gören Pars sakin kalmaya çalışarak ona baktı.
Pars onun elinden montunu çekti ve yatağa koydu.
Beraber yatağa oturduklarında Pars Azranın ellerini tuttu. Azra gülümseyerek ellerine baktı.
"Bak, tehlikeli bir yere gitmeyeceğim. En fazla iki saate geri geleceğim. Gelme benimle."
Bu cümle üzerine gülümsemesi gitti, kaşlarını çattı. Pars onun kaşlarının çattığını görünce gülümsedi, eliyle saçını okşadı.
"Bakma öyle bana okyanus gözlüm. Gerçekten tehlikeli bir yere gitmiyorum. Karınca ve Asyayla burada kal. Geleceğim 2 saate."
Azra, Parsın iltifatı üzerine yine gülümsemeye başladı. "Sen... ne dedin bana?"
Pars şaşırdı." Karınca ve Asyayla burada kal."
"Tehlikeli bir yere gitmiyorum."
"Ya Pars en başta bana bir şey dedin." dedi.
"Ne dedim Azra beynimi yaktın ya."
Parsın gergin yüz ifadesi sırıtmaya bıraktı.
"Öyle güzel gözlerin var ki... Okyanus gibi, bir dalıyorum içinde kayboluyorum. Bak bak doyamıyorum."
Azra hayran hayran onun dediklerini dinlerken resmen erimişti.
"Seni görünce güneşim doğuyo, girdiğin yeri aydınlatıyorsun. Seni görünce içim huzur buluyo, yüzümü gülümseme alıyor."
"Ooo Pars Hikmet, ne güzel cümleler bunlar öyle ya..." diye yanlarına geldi Karınca.
Pars kaşlarını çatarak ona döndü.
"Abi var ya Nazım Hikmet işte onun Parslı hali."
Pars montunu alıp çıkarken "ben geleceğim bir saate buradan bir yere ayrılmayın." dedi ve Azraya sırıtarak baktı sonra çıktı.
Azra Parsın sözleri karşısında yüzü kıpkırmızı olmuş yüzünde şapşal bir gülümseme oluşmuş öylece yere bakıyordu.
Karınca sırıtarak ona dokundu. "Dünyadan bacıma, dünyadan bacıma."
"Ohooo bacım gitti eridi bitti."
...
...
"Pars, Yılanı çağır. Onunla artık tanışma zamanı geldi."
Pars Mehmet amire önce şaşkınca baktı ama sorgulamadan Yılanı aradı. Açmayınca da mesaj attı.
'Yanındakini atlatıp atacağım konuma gel. Seninle tanışmak istiyor.'
"Yılan Akrebi gerçekten bizim yanımıza çekebilirse..." dedi telefonunu kapatarak. "Bu şekilde Akrebi plana dahil etmiş olacağız ve ben onun sayesinde Bukalemunla tanışacağım. Ama bu sırada Akrebin can güvenliğini nasıl koruyacağız?"
Önce biraz düşündüler. En sonunda Mehmet aklına gelen fikri anlatmaya başladı.
"Sen Böceğe Akrebi yakalamış gibi yapıp götüreceksin, eminim Bukalemun aralarındaki haini görmek isteyecek ve Akrebi Bukalemunun huzuruna çıkaracaksınız Böcekle. Sonra sen diyeceksin ki aramızdaki haini ben buldum ben öldürmek istiyorum ve sizi Akreple baş başa bıraktıklarında sana bir ilaç vereceğiz nabız zayıflatıcı. İlacı Akrebe verirsin. O öldü sanarlarken bizim polisler gelirler ve Akrebi götürürler."
"Dua edelim de bizim tarafa geçsin hallederiz."
"İnat biri, hırslı. Bir de ona hain dedik. Bu damgadan kurtulmak için asıl inadı. Ama Yılana aşık olması onun inadını da hırsını da yok edecek. Yılan gibi babası yüzünden bu örgütten çok çekmiş birine aşık olması onun örgüte olan bağlarını kıracak diye düşünüyorum. Akrep sevdiği kadına hayatı zehir eden babasının başında olan örgütü daha fazla koruyup kollamayacaktır."
Mehmet ile Pars bulundukları depoda konuşurlarken birden iki el silah ateş edildi. İkisi de silahlarına sarıldılar ve savunma pozisyonu aldılar. Sonra deponun yarı aralık kapısı tamamen açıldı.
"Pars ya. Hayal kırıklığına uğradım. Beni Yılana yamayıp aramızdaki ilişkiyi tamamen bitirmek mi istiyorsun?"
Mehmet ile Parsın başlarından aşağı kaynar su dökülmüş gibi birbirlerine baktılar.
"Ne oldu? Yanıma soktuğun ajanın yerine ben gelince şaşırdın mı?"
O sırada Akrebin arkasından başka ses daha geldi.
Akrep gelen kişiyi görünce yüzü karardı, kinayeli bir şekilde konuştu.
"Aoaoaoao. Bak bak. Ajanın da gelmiş. Buyurmaz mıydınız Yılan Hanım? Toplantı için sizi bekliyorlardı ama ben davetsiz misafir olarak katılayım dedim."
Yılanın elleri titrerken gözlerin yaşlar döküldü.
Yılan ağlayarak Akrebe bakarken Akrep Pars ile Mehmete silah doğrultmuş bir şekilde Yılana öfkeyle bakıyordu.
Pars Karıncanın sesini duymasıyla kaşlarını çattı.
Azra, takip ettiği Parsın olduğu yerden silah sesleri duymasıyla telaşla deponun olduğu yere koşmaya başlamıştı. Depoya geldiğinde Akrebi Parsa nişan almış şekilde gördü ve öfkeyle bağırdı.
"Lan ne yapıyon Akro! İndir o silahı hemen yemin ederim tüm mermileri sana yedirtirim!"
Azra gözlerini Akrepten Parsa çevirecekken Parsın yanındaki babasını görmesiyle şaşkınlıktan olduğu yerde donakaldı. Mehmetin yüzünde mahçup bir gülümseme belirdi.
...
Bölüm sonu. Yüzyılın buluşması gerçekleşti :)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
19.18k Okunma |
1.51k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |