
---
Bölüm 1 – Mumlar Sönmeden Önce
2 Temmuz 2015 – Beykoz
Doğa, 17. yaşına adım atıyordu. Yaşına göre biraz kısa boyluydu belki ama hayalleri hep uzun, iç dünyasıysa fazlasıyla derindi. Beykoz’un sakin sokaklarından birindeki o eski evde büyümüştü. İki katlı, bahçesinde zeytin ağacı olan bir evdi bu. Eskiydi ama sıcaktı; çünkü içi sevgiyle doluydu.
O gün evde alışılmadık bir telaş vardı. Dora öğretmenlikten erken gelmişti, Damla ise nöbetini değiştirip hastaneden koşarak eve dönmüştü. Annesi mutfakta fısıltı fısıltıya şarkı söylüyor, babası balkon ışıklarını tamir ediyor ama bir yandan çaktırmadan mutfağa göz atıyordu.
Kimse Doğa’ya bir şey çaktırmak istemiyordu. O da farkındaydı aslında, ama belli etmeden odaya çekilmiş, yatakta uzanırken eski bir defter karıştırıyordu. Sonra Dora içeri daldı.
“Hazırlan! Çık dışarı, bir şey göstereceğim,” dedi göz kırparak.
Bahçeye indiğinde ışıklar yandı. Herkes "Sürpriz!" diye bağırdı.
Masada küçük ama sevgiyle hazırlanmış bir doğum günü pastası vardı. Üzerinde sadece üç mum: biri çocukluğu, biri bugünü, biri de geleceği temsil ediyordu.
“Dilek tut,” dedi annesi gülerek.
Doğa gözlerini kapattı.
“Hep böyle kalalım. Hep birlikte…”
Gözlerini açtı ve mumu üfledi.
O an kimse, o gece bu dileğin paramparça olacağını bilmiyordu.
Gece ilerledi, kahkahalar yerini sessizliğe bıraktı. Herkes odasına çekildiğinde saat 02.47'ydi.
Doğa, yatağında hala bilekliğe bakıyordu. Damla’nın hediyesiydi—ince, zarif, gümüş bir bileklik.
Gülümsedi.
Birden…
Tavanın bir köşesinden çıtırtı duyuldu.
Sonra bir koku.
Yanan kablo gibi… duman gibi…
Başta önemsemedi. Ama birkaç dakika sonra kapının altından içeri duman sızmaya başladı.
Aniden bir çığlık duyuldu.
“DOĞAAA!”
Annesiydi.
Sesin tonu yabancıydı bu kez. Panik, korku, vedayla doluydu.
Doğa yerinden fırladı, kapıya koştu ama kapı sıkışmıştı.
Yumrukladı.
“Anne!”
Kısa süre sonra Damla geldi, kapıyı sertçe açtı.
“Çabuk çıkmamız lazım, elektrik panosu patlamış! Yangın yayılıyor!”
Doğa’nın gözleri doldu.
“Ya annem? Babam?”
“Merdivenlere gitmişler! Ben seni çıkarmaya geldim, hadi!”
Koridorda koşarlarken duman gittikçe kalınlaştı.
Dora alt katta bir pencereyi kırmaya çalışıyordu.
“Buraya!” diye bağırdı ama evin içi artık cehennem gibiydi.
Alevler hızla yayıldı, tavanın bir kısmı çöktü.
Annesinin son çığlığı yankılandı:
“Doğaaa!”
O an Doğa döndü ve alevlerin içinden annesinin siluetini gördü.
Bembeyaz gecelik içinde, elini ona uzatıyordu.
Göz göze geldiler.
Anne sadece başını iki yana salladı.
“Git,” der gibi.
Damla onu arkasından çekti.
“DOĞA YÜRÜ!”
Dış kapıya ulaştıklarında içeriden büyük bir patlama duyuldu.
Ev bir anda alev topuna döndü.
Doğa kendini dizlerinin üstüne attı, gözleriyle evi izledi.
Ellerini başına kapadı, ağlamaya başladı.
“Anne... baba...”
“O mumu söndürmemeliydim
---
Doğa gözlerini kıstığında, alevlerin içindeki ev bir hayale dönüşmüştü.
Isı yüzünü yakıyor, gözleri yanıyordu ama ne yapacağını bilemiyordu.
Dora diz çöküp ona sarıldığında, Doğa sadece bir şey fısıldayabildi:
“Benim doğum günümde...”
O cümle, içini paramparça etti. O anda kendisini suçladı. Belki de mumları üflememeliydi. Belki dilek dilememeliydi. Belki de... hiç doğmamalıydı.
Bu gün benim yaş günümdü yas değil sadece bir harf değişmişti bugün
İtfaiye arabaları sokağa girdiğinde gökyüzü hâlâ karanlıktı.
Sabah olmak bilmiyordu.
Damla, elleri yanık içinde ambulans görevlileriyle konuşuyordu.
Dora hâlâ Doğa’yı bırakmamıştı.
Doğa'nın üzerindeki pijamalar dumanla kaplıydı. Saçları dağılmış, yüzü kararmıştı.
Bir ambulans çalışanı eğildi yanına.
“Adın ne tatlım?”
Doğa bakmadı bile.
“Hiçbir şeyim yok... sadece kalbim yok artık.”
Hastaneye götürüldüler. Damla müdahale almayı reddetti, önce kız kardeşleriyle ilgilenmek istedi.
Ama en çok yara Doğa’nın içindeydi.
Hastane odasında otururken, kapıdan bir görevli yaklaştı.
“Sizi teşhis için aşağı alacağız.”
Doğa yerinden kalkmak istemedi. Dora gözlerini kapatıp başını çevirdi.
Ama Damla... güçlüydü. Ayağa kalktı.
Sözsüzce göz göze geldiler.
Doğa onun elini tuttu.
“Ben de geleceğim.”
Soğuk bir morg koridorunda yürürken, Doğa’nın adımları titrekti.
Duvardaki saat sabah 06.22’yi gösteriyordu.
Odaya girdiklerinde, örtülerin altında iki beden vardı.
Bir kadın. Bir adam.
Doğa titreyen sesiyle mırıldandı:
“Anne... baba... Ben size mum üfledim o gece. Sizse... karanlığa karıştınız.”
O an ağlamadı.
Gözünden tek bir damla düşmedi.
Ama kalbinin içinde bir şey kırıldı.
Ve o parçanın bir daha asla tam olmayacağını o saniyede anladım
Benim bir atan kalbim vardı ama artık onların yoktu herzaman ağladığım kol da yoktu artık .
Devamı için oy yorum beğeni ve takipte kalın
Bu benim eski kitabım ama ben büyüdüğüm için o eski bölümlere yeniden başlamak istedim (yeni gelmedik geri geldik) 😂
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |