
Ya ben uyuya kalmışım, pardon.
Keyifli okumalar✨
"Her şey seninle güzel. Yolda yürümek bile. Olmayacak düşlerin, Peşinde koşmak bile."
Sobaharın rüzgarları açık saçlarımı savurarak yüzümü açığa çıkarırken derin bir nefes aldım. İçime çektiğim serin havanın bana çok uzak bir yerlerdeki o adamın kokusunu getirmesini diledim. Çok içten dilersek ettiğimiz her dua kabul olmaz mıydı?
O zaman en içten duam o'naydı. Bir gün onun şehit haberini almamalıydım. Tanıdık hislerimin kaybolması demek benim için karanlık bir uçurum demekti. Onun şehit haberini almaktansa ondan önce ölmeyi yeğlerdim.
Rabbim onu bana olmasa bile vatanına, toprağına, annesine bağışlasındı. Varsın hiç kaderlerimiz birleşmesin ama iyi olsun.
Kulağımdaki kulaklıkları çıkararak eşofmanımın cebine attım. Kafam müziği kaldırabilecek gibi değildi. Daha bu sabah duş almama rağmen saçlarımda bir ağırlık varmış gibi hissetmeme engel olamıyordum. Başım çok fenaydı.
Ve ben neredeyse hepsinin hislerimin ağırlığından olduğunu biliyordum. Buna neden olan tek his Han'a olan karşılıksız aşkım değildi. Kendi içimde kendimi sürekli kaybediyordum. Kendime katlanamazsam bir başkasına nasıl katlanabilirdim? Kendini düzgün sevemezsem bir başkasını nasıl hak ettiği gibi sevebilirdim?
O zaman her şey çıkmaza girmez miydi? Sevdiklerimi de üzmez miydim?
Göreve gideli iki hafta olmuştu. Kafamı ondan uzaklaştıramıyordum. Bir kitap okuyordum mesela, her satırında ondan bir şeyler arıyordum. Eskiden sadece kendimden bir parça aradığım kitaplar artık onun için de yazılsın istiyordum. Nasıl ki kurgusunu çok sevdiğim ve üstüne yüzlerce kitap okusam bile etkisinden çıkamayıp ona döndüğüm bir kitaba dönerdim, zihnim de ona dönüyordu. Bir sürü şey yaşıyordum ama zihnim hep ona dönüyordu.
Sanki o ruhumun eviydi ve ben her fırtınada o eve gidiyordum. Ruhum hep ona dönüyordu.
Bir yavru nasıl ki ihtiyaçla anne sıcaklığını arardı, onu aramak aynı ihtiyacın bin katıydı.
Apartmanın merdivenlerini çıkmak bir eziyet halini alırken gözlerimi kapatıp açtım. Ardından o kadar zor geldi ki ikinci basamağa çöktüm. Başımı ellerim arasına alırken kalbimin istediği tek şeyin onun dönmesi olduğunu biliyordum. Dönmeliydi artık, her geçen gün ruhumdan bir parça koparıyordu. Elim kalbimde haberleri izlemekten yakında tansiyon hastası falan olacaktım.
Ellerimi indirdim. Gözlerim tırnaklarıma takıldı. Özenle sürdüğüm bordo ojelerimi bile stresten kemirmiştim.
"Sen iyi misin?"
Kirpiklerim titredi. Gözlerimi kaldıramadım ellerimden. Sesini duyan kalbim gögüs kafesimi dövmeye başladı. Ne ara gelmişti?
İstemsizce haftalardır tuttuğum bir soluğum varmış da o gelince nefes alabilmişim gibi bıraktım soluğumu. "Evet," dedim kısık bir sesle. Hâlâ ona bakmıyordum. Bir kez bakarsam gözlerimi ondan alamamaktan korktum. "Teşekkür ederim."
"Emin misin?"
Hayır. Değilim, bir tane öpsen topluca iyileşiriz gibi ama.
Başımı kaldırdım. Göz göze gelmek için pek iyi bir pozisyon olduğu söylenemezdi. "Elbette," gözlerim koluna ya da görebileceğim herhangi bir yerde hasar görme korkusuyla gezindi. "Sen peki? Sen nasılsın?"
"İyiyim."
Gözlerim tekrar elime döndü. Tırnaklarımı avuç içlerime kapattım. Soyulmuş ojelerimi görmesini istemedim. Bakışlarını üzerimde hissettikçe yeterince utanıyordum zaten. "Sevindim." Sapasağlam dönmene.
"Sevindim," o an içinden seni son görüşüm olmadığına, diye geçirdi ama Talya bunu hiç bilmedi.
🫴🏻
Sanırım iki seçeneğim vardı. Ya kuş gibi ötecektim ya da şurada hem korkudan hem heyecandan kalp krizi geçirip ölecektim. Seçimim ikincisinden yanaydı. Ama bunu nasıl başaracaktım?
Kalp? Alooo? Orda mısın? Bana ufak bir kriz lazım, hallediver olur mu?
"Seni dinliyorum Talya."
Göz kırpıştırdım. "Kimi?" Elimle sanki burada başka birisi varmış gibi kendimi işaret ettim. "Beni mi? Niye ki?"
Gözlerini sakince bir kez kırptı. Ardından dolgun dudakları aralandı. Allah'ım benim aklım kayıyor, sen aklıma mukayyet ol. "Seni dinliyorum çünkü evime balkondan girdin. İkinci kez."
Kıpkırmızı kesildim. "Bu ilk bir kere!" Dedim hararetle. "Sadece balkonuna girmiştim. Kitabım düşmüştü."
Çevir yanmasın Talya. Unutur belki evine girdiğini falan.
Umut fakirin ekmek kapısıydı. Şuan umut fakiriydim.
Gözlerinde belirgin bir alay parlaklığı oluştu. "Şimdi bahanen ne, ilham perisi?"
"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. "Adım peri değil ki. Talya benim ismim."
Allah'ım beş yaşına geri döndüm.
"Biliyorum," gözleri yüzümde gezindi. Yüzünde huzurlu bir ifade mi vardı yoksa kendimi mi kandırıyordum? "İsminin anlamı bu değil mi? Mitolojide böyle geçiyor."
"Aslında güzellik, zarafet, baharın müjdesi gibi anlamları var."
"Annen sana güzel bir isim bulmuş anlaşılan."
"Hı?" Yutkundum. İsmim hoşuna mı gitmişti? Anne, eve gidip elini öpeceğim anne. Sen olmasaydın ben napardım, anne?
"Neden buradasın, Talya?" Gözleri üzerimde gezindikçe soğuk soğuk terliyordum. Omurgamdan inen bir damla tüylerimi ürpertti.
Aşkım şimdi nasıl açıklayayım onu ben sana?
"Vazgeçtim açıklayamam," iki elimi birleştirerek ona uzattım. "Hadi karakola gidelim."
Benden başka bir halt olmaz zaten. Giderken tek başıma da gitmezdim, suç ortaklarım vardı o kadar.
Kaşları havalandı. "Doyamadın galiba? Daha bugün geldin."
"Tıck," kararsız bir ifadeyle ona baktım. "Kesmiyor. Mutlaka haftada bir doz."
Bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki zil çaldı. Alacaklı gibi üst üste vurulan kapı yüzünden gözlerini kapatıp nefesini bıraktı. Sıcak soluğu yüzümü yalayıp geçti. Onun nefesi nane mi kokuyordu? Ne alakaydı bilmiyordum.
"Geliyorum," işaret parmağını kaldırıp bana gösterdi. "Tam burada bekliyorsun. Bir yere kaybolma. Neden burada olduğunu söyleyeceksin."
Kıvrandıkça kıvranır hayatta söyleyemezdim tencere çalmaya geldim diye.
Ardına baka baka ayrıldı. Arkasını dönüp holden çıkar çıkmaz mutfağın ışığını açtım. Tüm şansımı burada kullanmış olmalıydım. Gözlerimi mutfakta gezdirince canım annemin tenceresini masada buldum. Hararetle onu kapıp kendimi salona attım. İçerden Toprak'ın sesi geliyordu.
"Abi beni niye don atlet attın sokağa? Hadi sen attın ben niye çıktım? Üstüme bir ceket falan alsaydım bari-" hışırtı sesleri gelince balkon kapısını açıp balkona geçtim. Toprağın sesi yükseldi. "Çok sağol kardeşim!"
"Siktir git kızı bul."
Tencereyi bizim balkonun kenarında duran sandalyenin üstüne koyarak bir ayağımı attım. Gözüm onun kapısına kayınca birden onu kapıda gördüm. Aceleyle diğer ayağımı da attığımda balkona çıktı. Tencereyi aldığımı görürse ne için geldiğimi anlardı. Tencereye dokunmadan geriye çekildim. Öne atılıp demir korkuluklara elini yasladı.
Kaşları çatılmış, gözlerinde karmaşık bir ifade belirmişti. "Sana bir yere kaybolma demedim mi?"
"Seni dinleyeceğimi söylediğimi hatırlamıyorum," gözlerimi kaçırmadım. Ve bunun adrenalinin etkisi olduğunu biliyordum. "İyi geceler, Han."
"Talya!"
"Ne bağırıyorsun!?" Diye cırladım. "Uyandır herkesi istersen!"
"Bana niye geldiğini söyleyeceksin," yutkundu. Gözlerinde beliren ifade her neyse anlayamıyordum. "Seni bana ne getirdi, Talya?"
Gözlerine bakakaldım. Çok anlamak istedim bana ne anlatmak istediğini. Ama çözemedim. Niye hesap sormak yerine ona neden geldiğimi merak ediyordu? Gözlerindeki beklenti miydi?
Belki bir şeyler anladım ama bunu göz ardı ettim. İhtimali olmayan şeylerin hayalini kurmak yoruyordu beni. Artık her zamankinden daha da fazla.
"İyi geceler, Han." Bu sefer her kelimeyi baskıladım. Ardından onu ve tencereyi balkonda bırakarak içeriye geçtim.
🫴🏻
"Siz hayatımda gördüğüm en lanet, en kaygısız, en satıcı insanlarımız!" Hararetle odamda dönüyor dünün kritiğini yapıyordum. Odamda değişik yerlere dağılmış bir halta yaramayan ekibim aybı anda bana göz devirdiğinde ayağımı sinirle yere vurdum. "Kime diyorum ben!"
"İçerde Toprak da vardı," dedi ablam. "Onu göndereceğini hesaplayamadık. Önden git, birazdan gelirim diyip attı evden onu. O kadar aradık açmadın."
Homurdandım. Haklı olması dün yaşadığım rezilliği katlanılır bir hale getirmiyordu. Resmen kaçmıştım. Bir de zekiyim diye geçinirdim.
"Ay yeter," ablam ayağa kalktı. "Bunaldım senin olmayan aşk hayatından. Yerine sayıp duruyorsun. Kalkın Lorin'i dışarı çıkarın. Bugün harflere çalışırsa gidebileceğine söz verdim. Şimdiye bitirmiştir bile."
"Kim?" Dedim hayretle. "Biz mi? Abla emin misin? Bak Lorin de bizimle beraber düşer nezarete."
"Burak size mukayyet olur," şirin bir ifadeyle kendisinden bir yaş küçük amcasına baktı. "Dimi canım amcam?"
Dudak büzdü sanki kararsızmış gibi. Oturduğu tekli koltuğumda ayaklarını yatağıma uzatmış bir dergiyi karıştırıyordu. "Bilemiyorum."
"Sana ıslak kek yaparım."
"Limonlu cheesecake de istiyorum."
"Eh be abart sende!" Diye çemkirdi birden ablam. "Limonlu yeter sana."
Bir süre yan gözlerle yeğenini süzdü ardından enerjik bir kalkış yaptı. "Anlaştık." Her daim takım elbiseyle gezdiği için üzerindeki gömleğin yakasını düzeltti. Düzen takıntısı vardı. "Salon hazırlan! Beş dakika içerisinde nefsi müdafaa-i fakru zaruret içeren operasyonumuz başlamış bulunacaktır."
"Siktir git," diye homurdandı Alper. "Bugün benim yatma günüm." Kafasını yastığımdan kaldırıp bana ters bir bakış attı. "Dün birileri saçımı başımı yoldu da."
Dil çıkardım. "Rezilliğimin acısını bir yerden çıkarmam gerekiyordu." İç çektim. Kıyamayarak ayağa kalktım. Yanında bitip dün yolduğum siyah tutamlarının üzerine bir öpücük kondurdum. "Geçti mi?"
Nazlandı. "Yani beni bir öpücükle kandırabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun."
Teklif sundum. "İki tane?"
"Alayım mı kız kitabının birini?"
Ensesine vurup ayağa kalktım. "Ya Alper."
"Dağılmayın," amcam saatine bakarak kapıya ilerledi. "Aşağıda bekliyorum, alın gelin afacanımı."
Yağmur hazırlanmak için eve geçerken Alper de eşofman tişört ikilisiyle geleceğini söyleyip doğrudan aşağıya inmişti. Oda boşaldığında dolabımın aynasında kendimle göz göze geldim. Ayıcıklı pijamam ve oversize tişörtüm içinde boşvermiştim. Saçlarım henüz tarama fırsatı bulamadığım için dağınık bir topuzdu.
Ben rahat takılmayı severdim. Tarzım buydu. Rahat şeyler giyer, güvenli alanımda takılır, tanıdık hislerde huzur bulur ve belli takıntılarla yaşardım. Dışarıdaki hayat umrumda olmazdı. Ailem ne kadar beni dışarıya çıkmaya zorlasa da istemezdim. Fazla iyi evlat dedikleri bu olsa gerekti. Tek eksim sürekli kitap alıyor olmamdı. O da zaten diğer her şeyi nötrlerdi bence.
Babam bu durumdan rahatsızdı. Hiç benimle konuşmamıştı geçen güne kadar. Bir kez lisede ertesi gün bir yerlere gidip tek başıma gezmek ister miyim diye sormuştu ve ben şu götürmez bir kararlılıkla reddetmiştim. Hiçbir zaman eve geç gelmemiş, hiçbir zaman telefonumu açmamamazlık etmemiş ve hiç notlarımı düşürmemiştim.
Komşuların çocuklarına övdüğü kız bendim. Belki sizin duymaktan bıktığınız, annelerinizin sürekli şunun kızı matematikten bunu almış, şu üniversiteyi kazanmış diye duyduğunuz o kız bendim.
Ama unutmayın, benden nefret etmeyin. Ben de birileriyle kıyaslandım.
Dışarıya çıkamadım diye kıyaslandım. Kendimi daha çok verdim derslerime.
Efsun'un kızları cafeye gitmiş arkadaşlarıyla, diyordu annem imayla. İstediği beni teşvik etmekti ama farkında olmadan kendimi o kızlarla o çocuklarla kıyasladığımı anlayamadı hiç. Daha da kapandım kitaplarıma.
Yapamazdım çünkü. Ben çekingenliğimi geçip, tanımadığım bilmediğim bir ortama o kadar rahat giremezdim. Yapamayacağım şeyleri benden istedikleri her an, yapabildiğim şeylere yüklendim.
Çünkü vicdanım ancak böyle rahatlardı.
Derin bir nefesle kendimden gözlerimi çektim. Umarım benim istediğim bir yere gitmemize bir şey demezlerdi.
Dolabı açarak açık mavi bit kot ve beyaz bir tişört çıkardım. Şeffaf kemerimi de alarak hızlıca üstümü giydim. Aynada yüzüme baktım ama bir şey sürme gereksinimi duymadım. Sadece saçımı tarayıp balık sırtı ördüm. Tam işimi bitirdiğimde kapıya vurulan minik darbeler tüm yüzüme yayılan bir tebessüme neden oldu.
"Teyze!" Diyordu heyecan dolup taşan sesi. "Hadiii! Gireyim mi?"
"Gir güzelim," kapı aralanıp kafasını tatlı bir açıyla içeriye sokunca gülerek kollarımı açtım. "Koş bakayım teyzeye!"
Fırladı. Kollarıma atılıp beni yere devirdiğinde kıkır kıkır güldü. Gülüşündeki saf mutluluk benim de içimi şenlendirdi. Bu afacan olmasaydı ne yapardım bilmiyordum. Ablam üzerine mavi bir fırfırlı etek ve askılı giydirmiş, beyaz külotlu çoraplarını ayağına geçirmişti. Saçlarında kurdeleli beyaz tokalar vardı.
"Annem dedi ki mavi ayakkabımı giydirecekmişsin, rengini karıştırırsan sana söyleyecekmişim." Ablam kesinlikle benimle uğraşmaktan zevk alıyordu. Kafasını iki yana sallayarak minik at kuyruklarını savurdu. "Nasıl olmuşum?"
"Bir moda ikonu gibisin," dudaklarımı ısırıp ıslık çaldım. "Ya bu nasıl bir güzellik? Bu nasıl bir tatlılık? Allah seni bize vermiş yol göser diye. Yerim kız seni!"
Kahkaha attı. Kollarından tutup onu gıdıklamamdan pek bir hoşnuttu. Ev o varken kahkahalarla çınlardı hep. Buna bayılırdım. Evin ruhuna ruh katardı. Bir başkaydı Lorin'in olduğu ev. "Ya teyze! Yeme beni, parka gideceğim ben!" Bir kahkaha çığlığı döküldü dudaklarından. "Ya dur!"
"Tamam," diyerek dudaklarımda bir tebessümle geri çekildim. "Patron sensin. Yok göster kraliçem."
Ayağa kalktı ve tıpkı gösterdiğim gibi zarafetle yürümeye başladı. "Bugün pıroğramımızda park ve dondurmacı var teyzoş. Sonra da markete uğrayalım."
Başımı salladım. "Emredersiniz, kraliçem."
Durdu. Bana döndü. "Ama her şeyden almıyoruz, sadece çoook canımız isteyenleri."
Gülümsedim. Onu şımartırdık, biriciğimiz göz bebeğimizdi. Ama aşırıya kaçmaması gerektiğini de öğretmekten geri durmazdık. Tanıştığı insanlarla sağlıklı bir ilişki kurabilmesi için her seferinde ona ölçüyü sağlamasını öğretirdim.
Ama o bir çocuktu. Her ölçüyü bilmek zorunda değildi. Çok fazla çikolata yerse dişleri çürürdü, dişlerini fırçalamazsa dişleri ona küserdi, her sabah elini yüzünü yıkarsa melekler mutlu olurdu, oyun oynarken artık eve gitmeliyiz dediğimizde bizi dinlemeliydi çünkü gün bitmiş olurdu. Teknolojide kendini kaybetmektense parkta arkadaşlarıyla oynaması daha sağlıklıydı. Bu yüzden bir kez çıkınca saatlerce oynamasına izin verirdik. Ama bu ona hiç yetmezdi. Yine de sözümüzü dinlerdi.
Bu kadar bilmesi yeterliydi. Küçük adımlar yeterliydi. Onu iyi yetiştirmek için hepimiz çabalıyorduk. Hiçbir şeyi eksik olmasın diye yoruluyorduk.
Dediğim gibi. O bizim bir tanemizdi.
Aşağıya nerdeyse hoplaya zıplaya inerken ona dikkatli olmasını söylüyordum. Yanıma sadece telefonumu ve cüzdanımı almıştım. Sırtımdaysa Lorin için hazırlanmış pembe ayıcıklı bir çanta asılıydı. Tek omzuma atmıştım.
Amcam dışarıda bizi beklerken bir sigara yakmıştı. Bizi görür görmez sigarayı söndürüp çöpe attı. Cebinden çıkardığı naneli sakızı ağzına attığında Lorin elimi bırakıp onlara ilerledi. Önce Yağmur'a sonra Alper'e sarıldıktan sonra Burak'a döndü.
Ama amcam geriledi. "Özür dilerim, güzellik. Biraz kötü kokuyorum, bir dahaki sefere sarılalım olur mu?"
Lorin dudak büzdü. "E kokuyorsan git yıkan. En son ne zaman yıkandın sen? O kadar da pis olunur mu?" Sanki büyük amcasına hiç pis dememiş gibi kendi etrafında döndü. "Bakın! Nasıl olmuşum ama?"
Tebessümüm büyüdü. İltifat almaya da ayrı bir bayılıyordu.
Herkesten onu öven cümleler geldiğinde tatmin olmuş gibi gülümsedi. Ardından başını kaldırınca minik bir nida çıkardı. "Aa," elini hararetle yukarı salladı. "Han abi naber!?"
Hızla başımı eğdim. İçimden kendime küfrediyordum. Bu kadar ani bir tepki vermem lüzumsuzdu.
Lorin kıkırdadı. Ardından iki elini başının üzerinde birleştirip kendince kalp yaptı. "Baakk!" Diye bağırdı. "Ben de sana yaptım! Hadi görüşürüz akşam, bay bay!" Bize döndü. "Gidebiliriz."
Elimi Lorin'e uzattığımda hemen serçe parmağımı avucuna hapsetti. Dilinde kırmızı balık şarkısı takılmış bir şekilde pıtı pıtı yürümeye başladı. Parka geldiğimizde beni kum havuzunun içine oturttu. Üstümün başımın kum olacağına emindim ama umursamadım.
Alper'i ve Yağmur'u da kenarlarıma oturttuğunda onlar da itiraz etmeden oturdu. Sonra avucunu Burak'ın parmağına sardı. "Ben oturmasam olmuyor mu?"
"Lütfen?" Gözlerini kırpıştırarak ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Burak amca ben oyun oynayamayayım mı? Yazık değil mi bana? Üzüleyim mi ben?"
Şaşkınlık içerisinde Lorin'i bize işaret etti. "Yemin ediyorum hayatım boyunca böyle savunma duymadım."
"Ben de," diye kıkırdadı Yağmur. "Bu kız benim favorim."
Lorin şımararak Yağmur'a öpücük atınca yağmur vurulmuş gibi kalbini tutarak kendini kucağıma attı. "Aman Allah'ım! O nasıl güzel öpücük atmaktır!"
Kucağıma düşen bedeni tiksinmiş gibi savurdum. Dengesini sağlayamayarak kum havuzuna gömüldü. Öfkeyle doğrulduğunda saçlarından kum dökülüyordu. Oluk oluk akan kuma bakarak gülmeye başladık.
Saçını temizleme çabasıyla ellerini saçlarına attığında bu sefer de Alper tarafından darbe yedi. Bu sefer saçını çırpmakla vakit kaybetmeden çığlık atarak doğruldu. "Lan sizin var ya!" Gözleri Lorin'e kaydı. "Hukuken argo sayılan kelimleri öyle bir kodlayarak söylerim ki siz bile beş dakika sonra anlarsınız."
Alper dehşet içinde kalmış gibi yüzünu avuçladı. "O kadar korkutucusun ki," eğildi. Yüzündeki sahte dehşet kahkahaya evrildi. "Gülmemem imkansız."
Etraftaki birkaç aile bize ayıplayan bakışlar atıyordu. Bir teyze bankta otururken çekirdek çitliyordu. Yargılayan gözleri üzerimizde gezindi. "Şunlara bak, koca koca adamlar oturmuşlar oyun oynuyorlar."
"Sanane teyze!" Diye bağırdı Yağmur onu duyunca. Böyle şeylere hiç tahammülü yoktu. "Ben avukatım, seni kişi hakkında irite edici konuşmaktan dava edersem görürsün. İşine bak!"
"A-a," hayretle ayağa kalktı. "Yeni nesilde hiç terbiye kalmamış. Sensin be teyze. Hadsiz."
"Yav he ondan," diyerek elini savurdu.
"Bu durumun dava konusunu öyle açıklamıyoruz," Burak Yağmur'u düzeltmeye kalkınca Yağmur bir avuç kumu üzerine savurdu. "Napıyorsun be? Asıl ben seni dava edeceğim darpa teşebbüsten."
"Hadi yürü yürü," dedi Zeliha tonlamasıyla. "Yanlışlıkla attım, yürü."
En sonunda amcam da oturunca Lorin dudağını büzerek bize baktı. "E hani biz oyun eşyalarımı getirmedik? Neyle kule yapacağız biz?" Gözlerini etrafta gezdirdi. Ben ayağa kalkıp evden getirmeye gideceğim sırada yürümeye başladı. Kenarda iki minik arabasıyla oynayan bir çocuğa ilerliyordu. Yanında iki kürek tırmık ve kum kabı vardı.
Kendi haline bıraktım.
Çocuk tek başına oynuyordu. Ne etrafta onu izleyen birisi vardı ne de yakınında onunla oynayan bir çocuk. Buradan ikisini duyabiliyorduk.
Lorin yanına gittiğinde ve başında dikildiğinde bile dikkatini sürdüğü arabalarından ayırmadı. Lorin ellerini arkasında birleştirmiş parmak uçlarında ileri geri gidiyordu. Özgüvenli olduğu doğruydu ancak sürekli bir yabancıdan bir şeyler rica etmiyordu.
"Merhaba," dedi tatlı bir sesle. "Ne yapıyorsun?"
Çocuk yine başını kaldırmadı. "Oyun." Dedi kısaca. Kaşlarım çatıldı. Benim çocukluğumdan bile daha fazla içine kapanıktı.
"Sana katılabilir miyim?" Diye sordu bu sefer. Bizi resmen satmıştı. Göz göze geldik, resmen hepimizi buraya çocuk gibi oturtup kaçmıştı. Hüsran içindeydik ama sesimizi çıkarmadık. Burak ve Alper hariç. İkisi bizden daha hoşnutsuzdu. Lorin'i küçücük çocuktan kıskanıyor olamazlardı, değil mi?
Çocuk en sonunda kafasını kaldırıp Lorin'e baktı. Donuk gözlerle üzerindeki kıyafetleri ve saçlarını süzdü. Ben de istemsizce onun üzerine baktım. Normal bir arabalı tişörtü ve şortu vardı. Kavhe saçları dağınıktı.
Neden bu kadar donuk bakıyordu? Bir çocuğun gözleri böylesine hissiz bakabilir miydi? Buna kim neden sebep olurdu ki?
"Ne istiyorsun?" Kelimeleri dudaklarından hissizce döküldüğünde içim sızladı.
Ama Lorin pes etmiyordu. "Oyun oynamak."
"Ben oynuyorum zaten."
"Ama benimle de oyna."
"Niye?"
"Oynamak istiyorum."
"Neden benimle," gözleriyle Lorin'in ardını gösterdiğinde hepimiz sanki yakalanmış gibi başka yönlere döndük. Yağmur kafasını omzuma gömerken, ben gökte olmayan kuşu arıyordum. Alper eliyle kuyu kazıyor, Burak kumda ilkokul birinci sınıf matematik problemi çözüyordu. "Baksana parkta bir sürü çocuk var, git onlarla oyna."
Lorin inatçı bir kızdı. Sınırlarını bilirdi ama inadından vazgeçmezdi. Çocuğun rahatsız olduğunu hissettiği an uzaklaşacağını en iyi ben biliyordum.
"Onlar dikkatimi çekmiyor," tövbe haşa bu kız böyle konuşmayı nereden öğrenmişti? MaşAllahı vardı. "Seninle oynasam ne olur ki? Arabalarına dokunmam söz."
Bir süre Lorin'e baktı. Tek kelime etmeden önüne döndüğünde Lorin'in hareketli halleri duruldu. "Şey," bu sefer sesi kararsızdı. "Sana kötü mü hissettirdim? Kendini kusacak gibi mi hissediyorsun? Mideni de ağrıttım mı?"
Kalbim burkuldu. Kendi dilinde onu tiksindirip tiksindirmediğini soruyordu.
Çocuk sessiz kalarak avuçlarını arabalarına sardı. Ardından kırmızı olanı Lorin'in ayak ucuna bıraktı. "Midemi ağrıttın ama kusacak gibi hissetmiyorum."
Lorin bunun iyi bir şey olduğu kanaatine varmış olacak ki bağdaş kurarak yanına oturdu. Kırmızı arabayı alıp dikkatlice kurcalamaya başladı. Kapısı açılında dudaklarından bir kıkırtı çıktı. "Bunu büyütecek bir alet yapsak içine girer sürerdik." Çocuk yine sessiz kaldığında Lorin elini ona uzattı. "Benim adım Lorin."
Çocuk karın hizasında uzatılan ele baktı, ardından gözleri karşısındaki kıza kaydı. Beceriksizce el sıkıştılar. "Aras."
Artık bu saatten sonra resmi olarak unutulmuş bulunuyorduk. Lorin güyya kum kabı diye gidip bizi satmıştı. Ayağa kalktım ve biraz ilerideki marketi gözüme kestirdim. Lorin'i bizim çocuklara emanet ederek bakkala girdim. Meyve suyu ve Lorin'in sevdiği çikolatalardan alarak kasaya geçtim. Kenardaki çekirdekleri de son anda eklediğimde gidip birer tane de soda aldım. Kasada yine bakkalcı harun abinin oğlu Furkan vardı.
"Hayırdır Tali," dedi neşeyle. "Yine Lorin'i mi getirdin?"
"Evet," dedim sadece. Hesabı ödeyip kolay gelsin dileyerek bizimkilerin yanına gittim. Poşeti onlara bırakıp meyve sularını ve çikolataları aldım.
"Teyzem," diyerek dikkatinin bana yönelmesini sağladım yanına geldiğimde. Eline onun için olanları verdiğimde gülümseyerek yanağımı öptü.
"Teşekkürler teyzoş."
Elimde kalan diğer çikolata ve meyve suyunu da Aras'a uzattım. "Sevmezsen değiştirebiliriz, rastgele aldım ama. Sevmezsen hiç çekinme tamam mı? Söyle hemen istediğinden alırız." Uzattıklarımı almadan gözlerini üzerime dikti. Sorunun ne olduğunu anlayamadım. Bekledim. "Bazı insanlar böyledir Aras," diye omuz silktim. "Yani kendi çocuğuna alırken oyun arkadaşına da alır. Ve paketli gıdalar bunlar, içine sana zarar verecek bir şey katamam." İç çektim. "Önce benim denememi ister misin?"
"Teşekkür ederim," sakince ona uzattıklarımı aldı ama yemeden öylece kenara bıraktı. Sanki o kadar çok güven sorunu çekiyordu ki buna bile inanmamıştı.
Bir çocuğun masum hisleri ne zaman ölürdü?
Sonra bizimkilerle çocukları görebileceğimiz bir kamelyaya oturup çekirdek çitlemeye başladık. Uzun zaman sonra bir araya geldiğimiz için konuşacak çok şeyimiz vardı. Gerçi bende pek bir değişiklik yoktu. Genelde onlar hareketli yaşamları severlerdi. Yeni şeyler deneyimlemekten hoşlanırlar, macerayı severlerdi.
Saatler boyunca saran sohpetimiz sonunda hava yavaştan kararmaya başlayınca ayağa kalktık. Lorin saatler olmasına rağmen bıcır bıcır durmadan bir şeyler anlatıyor, Aras sadece dinliyordu.
"Hadi kuzum," dedim yanlarına geldiğimde. "Gidelim artık, geç oldu."
Dudak büzdü. Ama ikiletmedi. Ayağa kalkarak eteğini düzeltti. Ardından gözlerini Aras'a dikti. "Yine gelir misin buralara?"
"Muhtemelen," diye cevapladı. "Yeni taşındık."
Lorin sevinçle ellerini birbirine vurdu. "Ben her gün bugün geldiğim saatlerde gelir oynarım. Belki karşılaşırız."
Aras omuz silkmekle yetindi. "Güle güle."
"Görüşürüz!" Diye seslendi Lorin de. Eve dönmeden önce bir alt mahalledeki canım dondurmacı Nihat amcama uğradık. Lorin'e bir top çilekli dondurma alıp yürümeye başladık. Yol tatlı bir sohpetle ilerlerken yerde gördüğüm kırılmış rögar kapağıyla diğerlerini uyarmak için dönmüşüm ki birden bir kadın önümüzden fırtına gibi geçti. Biz şaşkınlıkla kalakalmışken karşı kaldırımda en az onun kadar hızlı koşan bir adam belirdi. İlk şaşkınlığını atan kişi amcam oldu. Önümüzdne geçmeden adamı yakasından kavrayarak kafayı geçirdi. "Lorin'in kulağını kapatın!" Dedi.
Dediğini yaparak kapattığımda adama bir de yumruk çaktı. "Ben belanı sikmeden kızı niye kovaladığını söyle it soyu!" Alper tam ileri atılıp onu tutacaktı ki bir şeyi göremedi. Açılmış kapaktan tek ayağı içeriye girdiğinde birden dağ gibi adam yarıya indi.
Kahkahamı tutamadım. Bacağı rögar kapağından içeriye girmişti. O'ysa dişini sıkarak bana ters bir bakış attı.
"Ne kovalaması be!?" Diye bağırdı adam öfkeyle. Burnundan akan kanı sildiğinde sağ yanımızdan bir nida geldi.
"Hocam!?" Diyordu az önce fırtına gibi geçen kadın. "Ay napıyorsunuz!?"
"Hocam mı?" Dedi Burak şaşkınca. "Hanımefendi ben sizin hayatınız tehlikede sandım."
Kadın yirmilerinin ancak ortasında olabilirdi. Temiz bir yüzü vardı. Sadeyken bile çok fazla güzeldi. "O benim koşu hocam. Gerçekten teşekkür ederim, başım belada olsaydı işe yarardı. Ama şuan değil." Eğildi ve endişeyle adamın koluna dokundu. "Hocam bunu da mı maaştan kesiyoruz?"
"Evet!" Sinirle ayağa kalktı. Anlaşılmak istiyormuş gibi tane tane konuşmaya başladı. "Kardeşim sağol var ol ama ben sana şuan vurmazsam çok içimde kalacak." Ve daha ne olduğunu anlamadan o da kafasını Burak'a geçirdi. Kızların ağzından minik bir hayret nidası koparken amcam geriledi. Burnundan akan kanı engellemek için kafasını kaldırdı.
İkisi de yine de teşekkür ederek tekrar koşmaya başladılar.
Yağmur eğilip Alper'in kolunu tuttu. "Senin ne işin var ulan kanalizasyonda?"
Alper irite edici bir şekilde gülümsedi. "Hobi. Her gün mutlaka bir ayağımı sokarım." Yüzündeki tebessüm silindi. "Manyak mısın kızım sen? Düştük herhalde. Bilerek ne işimiz olur bu bok deliğinde."
En sonunda ayağını çıkardıklarında bir nefeslik beklemiş, hemen ardındanayağa kalkmıştı ama olduğu yerde sendeleyerek Yağmurdan tutundu. "Ayağımı incitmişim ya, hay ben böyle işin."
"Tamam," yoldan geçen taksiyi çevirdim. Ve hayatımın büyük bir şansını da burada kullanmış oldum. "Hastaneye gidiyoruz."
İkiliden itiraz sesleri yükselse de umursamadım. Alper topallıyordu. Amcam da burnunu kırdırmış olabilirdi, ikisine de bakılması gerekiyordu.
Taksiye bindiğimizde ablama mesaj attım.
Siz: Abla biz hastaneye gidiyoruz, Burak amcamın burnu kırıldı. Alper de kanalizasyona düştü. Topallıyor.
Ablam: 
Ablam: Aşkım bu sizde genetik mi? Niye bir tek bende yok yani. Bir deli sizsiniz herhalde.
Siz: Abla Allah sana eniştemi vermiş ya. Daha ne istiyorsun belanı mı?
Siz: 
*Ablam kişisini engellediniz.*
Sanırım bu onun bir süre bana kızmasını engellerdi. Yarım saatin sonunda hastaneye geldiğimizde amcamın burnunun kırıldığını, Alper'in ayağının sadece incidiğini öğrenmiştik. Alper'e eczaneden krem alırken amcama da ağrı kesici ve vitamin almıştık. Doktor burnunu tıkanmış ve bandajlamıştı. Şükrettiğim tek şey hastanede de başımıza bir olay gelmemesiydi.
Eve geldiğimizde çok yorgun hissediyordum. Minik prensesimiz de yorulmuş olmalı ki bir yerden sonra kucağımda mayışmıştı. Kollarımı beline sararak taksiden indim. Başı omzuma düşmüş ılık nefesleri boynuma vuruyordu. Hava serinlediği için üşümesin diye üzerine amcamın takım elbise cekedini örtmüştük. Gerçekten günü hastanede sonlandırdığımıza inanamıyordum.
Gözlerim eve döndüğünde yutkunamadım. Bir an inme iniyormuş gibi hissetmeme de engel olamadım. Gözlerimin önünde bir adam vardı ama birçok halini görsem bile bu nefes kesiciydi. Siyah bir takım giymişti. Siyah gömlek ona ayrı bir yakışmıştı. Onu ilk defa takımla görüyordum ve kesinlikle bu manzara için neleri verirdim.
Yanımdan geçerken burnuma alışık olduğum kokusu gelmedi. Kaşlarım çatıldı. Yabancı bir parfüm kokusuydu. Onun koksunu gizleyen parfüme içimden küfrettim.
Göz göze geldik ve o yanımdan geçip gidene kadar ayrılmadı birbirinden gözlerimiz. Gitti, yavaşça arabasını çalıştırdığında kararlı gözlerim evdeydi. Ama söylediklerime ben bile şaşırmıştım.
"Hazır olun, Han'ı takip edeceğiz." Bakalım o kadar özenle hazırlanıp nereye gidiyordu beyefendi.
İçimdeki kıskanç dürtüleri engelleyemiyordum.
Bu yaptığım kendimi aşmaktı. Sırf ona olan merakım yüzünden tanımadığım bir yere kadar onu takip etme fikrri hiç korkutucu gelmedi ama.
Onun için birçok kez tabularımı yıkabilirdim ve bundan rahatsızlık duyamayacağımı hissediyordum.
3700 kelime.
Ay bu iki deli sorsanız çok zekiyim diye geçinir ama birbirlerini bir türlü anlayamıyorlar-_-
Hadi Allah'a emanet💅🏻
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |