Ben yine uyuyakalmışım, pardon.
"Abi sakın kaybetme önündeki arabayı," bir elimin işaret parmağı sürekli olarak Han'ın arabasını işaret ediyordu ve sanki hiç gözümden ayırmazsam kaybetmezmişiz gibi geliyordu. "Bak hayat memat meselesi."
"Sen merak etme bacım," derken tesbihli elini göğsüne vurmuş ardından kararlı gözlerini önüne kilitleyerek vitesi beşe takmıştı. "Ben buraların en hızlı taksicisiyim. İste keseyim önünü."
"Aman abi," korkuyla elimi iki yana salladım. "Aman diyeyim. Profesyoneldir, anlamasın takip ettiğimizi. Gizli görev bu."
Dikiz aynasından sanki üçüzmüş gibi amcamın, kuzenimin ve arkadaşımın aynı anda gözlerini devirdiğini gördüm. Ama umursamadım.
Pala bıyıklı has mahalle kırosu abi bana döndü göz ucuyla. "Öndeki herif kocan mıdır senin? Aldatıyor mu seni? Keseyim mi biletini?"
Abi şimdi vur dedik öldürdün. Napıyorsun, bir dur gözünü seveyim ya.
"Onun gibi bir şey abi," diye geçiştirdim. İleride bir gün kocamız da olurdu herhalde. "Sen devam et. Nereye gittiğini öğrenmem lazım. Aman diyeyim belli etme kendini."
Ne alakası var daha doğru düzgün konuşamadığım adamı kıskanmamla tüm bunların? Ne münasebet yani?
"Vay haysiyetsiz," dediğinde gözlerinden bir deli ışık parlayıp geçmişti. "Ulan benim de var bacım. Ben bacımı aldatanın dalağını söker et diye yediririm!"
"Abi ben senin bacın değilim ama helal olsun," gaza gelerek omzuna iki tane vurdum. "Bir gün aldatılırsam ilk sana geleceğim. Aha buraya yazıyorum, sözüm olsun."
"Gel bacım gel," dedi başını sallayarak. "Siz kendinizi yormayın. Ben sizin yerinize de döverim."
"Abi ben de geleyim mi?" Yağmur birden kafasını koltukların arasından uzatıp taksici abiye döndü. "Benim abim yok. Ablam da yok, kardeşim de. Tek çocuğum ben. Ben de geleyim mi?"
"Benim kadersiz bacım," dedi manevi abimiz. "He ulan, senin de abin olurum. Ne olacak? Çıkın çıkın gelin."
Abi biraz coştun sanki ama neyse. Şuan bir iş üstündeyiz.
Dakikalar süren kovalamacamız bir eğlence mekanının önünde son buldu. Karmaşa içinde bir taksi dolusu insan durmuş, yakışıklımın bir eğlence mekanına girmesini izliyorduk. Kafam pencereye dayalı bir şekilde onu izlerken arkasını bize dönmesiyle elimi taksici abiye savurdum. Gözünü kapatmak umuduyla ağzını kapasam da bunu umursamadım.
"Abi benimki kıçını döndü. Bakmazsanız sevinirim."
Elimi itti. "Bacım yuh! Gavat mıyım ben? Napayım elalemin herifinin götünü?"
"Benim herif değil daha ama hadi inşallah," diyerek ona odaklandım. Arkadan Fesuphanallah çeken ikili umrumda değildi. Ahenkli yürüyüşü, bacaklarını saran kumaş pantolonu ve gömleği beni deli ediyordu.
Umarım buraya bir kız için gelmemiştir.
Kafayı yiyip bir delilik yapmayacağımın garantisini veremezdim.
"Abi," dedim o içeriye girer girmez. "Arkadakilerden paranı al. Hakkını helal et, beklemene gerek yok. İşim düşerse ararım."
Taksiden inip mekana baktım. İçeriden müzik sesi geliyordu. Kapıdaki korumalara kimliğimi gösterip içeriye girdiğimde derin bir soluk aldım. Gerginlikten kafayı yiyecek gibiydim. Ama merakım ve içimde engel olamadığım kıskançlığımla buradan geri de dönemiyordum.
Daha ne olduğunu anlayamadan bir kol belime dolanarak beni kendisine çekti. Ciğerlerime dolanan kokusu gerilen bedenimi rahatlattığında şaşkın gözlerim karşımdaki adama tutundu. Teninden tenime bir elektrik akımı geçiyor ve beni benden alıyordu. Hareleri beni göz hapsine aldı. Yüzünde dingin bir ifade vardı.
"Yakalandın küçük peri," zihnim olanlara yabancı kalmışken belimdeki eli daha sıkı tuttu beni. Tamamen ona yapıştığımda göğsüm göğüs kafesinin altına baskı yaptı. Boyum ancak o kadardı. Beni çekerek bir koridora getirdi ve ne olduğunu anlamadan adımlarımız şarkıya uyum sağladı. "Dans et şimdi."
"Ben," dudaklarım konuşmak için aralandı ama sesime ulaşamadım. Onun nefesinin bir kaç santim uzağında öylece duruyor ve hiçbir şey yapamıyordum. Büyüsüne kapılmış, sorgulamadan nerede olduğumu umursamadan dans ediyordum. Takip edildiğini anlamaması saçma olurdu asıl.
Kahve gözleri derinleşti. Öyle ki ben onun kahvelerinde gömüldüm sandım. Kalbim delicesine atıyor daha bundan çok kısa bir zaman önce yanında olmanın bile ne denli imkansız olduğunu düşünüyordu. Hiç ufak merhabalardan ileri gitmiş miydik?
Peki ben buna rağmen onu nasıl sevebilmiştim?
Ona neden herkesten ve her şeyden daha yakın hissediyordum?
Kalbimin en derinlerinde nasıl bir yer edinmiş olabilirdi?
Gözlerimde mahsun bir bakış oluştuğunda dudaklarımdan dökülen kelimelere engel olamadım. "Kimsin sen?"
Onu tanıyordum. Onu biliyordum. Onu seviyordum. Hem de delicesine. Ama neden? Ben tanıdık hislerin peşinde koşan bir deli divaneydim. Ateşe pervane kelebektim. Uzağa nasıl giderdim? O neden uzak olmamıştı hiç bana?
Gözlerinden gözlerime hisler akın etti ama ben onu okuyamadım. Bu kalbimi daha çok kırdı. Çabaladıkça gömüldüm toprağına. Nefesim kesildi ama durmadım. Yine de anlamadım. Belimdeki eli yavaşça olduğu yeri okşadığında diğer eli sırtımdan kopup geldi ve saçlarımı geriye attı. Boynunda açılan noktaya eğildiğinde sıcak nefesi dudaklarımı ısırıp gözlerimi tavana çevirmeme neden oldu.
"Birimiz aslan birimiz ceylanız, küçük peri." Burnu saçlarıma dayandığında sertçe yutkundum. Tenim karıncalanıyor, her bir zerresine ve en ufak bir temasına bile her şeyimle karşılık veriyordum. "Bu gece kovalayan olsan da yakalanan av sendin. Hatırlasana, geçmişe dön." Doğruldu. Gözleri dışında bir mimik göstermemişti. Kahvelerinde derin bir alay ve keyif vardı. "Söylesene küçük peri, elf gözlerin tanıdı mı beni?"
Onu daha önceden tanıyor muydum? Kaşlarım çatıldı. Hayır, kesinlikle emindim. Onu ilk kez yan dairemize taşındığında parkın karşısında görmüştüm.
Peki ya kalbimdeki bu tanıdık hissiyatı nasıl açıklayacaktım?
En sonunda zihnimin geriye kalan son zeka pırıltılarına tutunarak kendimi onun ellerinden sıyırdım. Tek kelime etmeden ona baktım. İfademde bir bocalama yoktu ama huzursuzluk ve şüphe vardı. Bu bakışımdan hoşlanmamıştı.
Ama şuan olanlardan zihnim de hoşlanmamıştı. Geriye çekildim. Arkama dönerek yürümeye başladığında tek ihtiyacım olan eve gitmekti. Eve gitmeliydim.
Yorganın altında kimse seninle konuşamaz.
Nefeslerim soluk soluğa bir hâl alırken kalbim bir kuş gibi çırpınıyordu. Onun yanındaki heyecanlı ve aşık atış değildi bu. Kalbim artık endişeyliydi.
Mekandan çıktığımda kollarımı kendime sardım. Her şeyin içinde birden kendimi yapayalnız hissetmiştim. Çünkü zihnimdeki karmaşa her zaman buna neden olurdu. Ben hep kendimi hayattan soyutlayıp odamda kendime kurduğum dünyaya açmıştım kendimi.
Bizimkilerin ne olduğunu sorduğunu duydum ama cevap vermedim. Yürümeye devam ediyordum. Sokaklara sapıyor, bilmediğim yollarda ilerliyordum. Adımladığım yol gittikçe uzarken her adımda kalbime bir pus örtülüyordu.
Geçtiğim sokakların rengi soluktu gözlerimde. Burada değildim. Zihnimin ücra köşelerine sinen konuşmaları döndürüp duruyordum.
Annem evden çıkmamı söylüyordu. On beş yaşındaydım. Ve buna alışmıştım. Bu yüzden ona sakin bir bıkkınlıkla bakıp onaylıyordum. Gittiğim yer mahalledeki bakkaldı. Geriye döndüğümde küplere binmesini umursamadan derse oturuyordum.
Geriye gitmeye çalıştım. Daha eskiye. Zorladım kendimi. Sekiz yaşımdaydım. Elimde bir küp vardı. Onun bir araya gelmeyen renklerini inatla bir araya getirmeye çalışıyordum. Aklımdaki şey eğer çok sinirlenirsem bir bıçakla renkli küplerini çıkarıp sonra hepsini bir araya getirmekti. Annem yine geliyordu sonra.
Şuna bak, diyordu koltukta oturup gazete okuyan babama. Çocuk bu Mahir, koşup oynaması gerekmiyor mu?
Babam bir süre beni izliyordu. Bense ne olduğunu anlamadan gözlerimi kırmıştırıyordum. Babam bu halime tebessüm edip bana eliyle bir öpücük gönderdiğinde ise dudaklarımda eşi benzeri olmayan bir gülümsemeyle önüme dönüyordum.
Rahat bırak kızı Ayşe, kendi kendine oynuyor işte.
Annem hayal kırıklığıyla iç çekiyordu. Sorun bu zaten, hep kendi kendine oynuyor. Alper ve Burak dışında kimseyle oynadığını gördün mü? Onları da ayda yılda bir görüyor. Mahir, endişeyle babama dönmüştü. Bir doktora falan mı gitsek? Normal mi ki?
Ayşe gittik zaten, diyen babam konuyu kapatmıştı.
Ben bu yüzden doktora gittiğimizi hatırlamıyordum.
Adımlarım durdu karanlık sokakta. Titreyen kirpiklerle etrafıma baktım. Ardımdaki adım sesleri de benimle birlikte durmuştu. Onların beni yalnız bırakacağını düşünmem hataydı. Ama ben hep kalabalıklar içinde yalnızdım.
Yutkunurken sokakta bizden başka kimse olmadığını gördüm. Bomboş ve eski bir çocuk parkının kenarındaydık. Bir salıncağının zinciri kırılmış, tek zincirde sarkıyordu. Rüzgar eserken parkta bir ıslık sesi varmış gibi hissettiriyordu. Doğanın sesi. Adımlarım terk edilmiş gibi duran parka ilerledi. Amacımın ne olduğunu bilmiyordum lakin kaydıraklara çıkan merdivenleri tırmandım. Parmaklarım durmadan üşüyor, bedenim bir yaprak gibi titriyordu.
Dönemeçli kaydırağın başında durarak kafamı gökyüzüne kaldırdım. Karanlıkta parlayan tek bir yıldız bile yoktu. Yüzüm düştü. Yıldızları seviyordum ama burada onlar çok nadir görülebiliyordu. Tüm ışıklardan nefret ettim.
Yıldızların ışığını çalmışlardı. Hayır, bunu biz yapmıştık.
Oturdum. Buz tutan parmaklarım plastik kaydırağa tutunup bedenimi ileriye itti. Kaydırakta bedenimi bıraktığımda hızla aşağıya indim. Küçük kalbimde minik bir mutluluk parladı.
Ama kaydırağın çıkış noktasında beliren beden bir şeyleri tetikledi. Zihnimde kopup gelen bir yüz gözlerim önünde belirdiğinde dudaklarım arasından tiz bir çığlık firar etti. Korkuyla kendimi tekrar kaydırağın içine itmeye çalıştığında amcamın sesi kulaklarımı doldurdu.
"Talya," diyordu endişeyle. "Güzelim sakin ol, benim. Burak ben. Bana bak, bir şey yok."
"Amca?" Dudaklarım titredi. Başımı karnına yaslayarak kollarımı ona sardığımda ağlamak üzereydim. O yüz kime aitti ya da tam olarak neye benziyordu bilmiyordum ama beni dehşete düşürmüştü. "Eve gidelim, nolur. Eve götür beni."
"O piç sana bir şey mi yaptı?" Dedi öfkeyle. Sorunu Han sanıyordu. Bir sorun da buydu ama şuan tek sorunum bendim. Hatıralarımda yer almayan bir şeyler vardı ve bunları ailem biliyor olmalıydı. "Talya bak, yemin ederim onu doğduğuna pişman ederim. Elimden sen bile alamazsın onu."
Yatıştırıcı bir ifadeyle sırtını okşadım. "O değil amca. Korkuyorum ben. Gidelim mi eve? Kendimi çok korumasız hissediyorum burada."
Kesik bir nefes aldı. "Nasıl istersen bir tanem." Eğildi ve kollarından birini bacaklarımın altına sardı. Diğerini de belime sararak beni kucağına aldığında başımı boynuna gömdüm.
Onu tanıyorsun Talya. Eve gidene kadar o seni saklar.
"Ne oluyor anasını satayım ya?" Dediğini duydum Alper'in. Sesinden öfkeye karışık bir çaresizlik sızıyordu. "Yine ne yapıyorlar bu kıza?"
Artık kafam patlayacak gibi hissediyordum. Sorgulamayı reddettim. Tek istediğim eve gitmekti. "Eve gidelim," diye sayıkladım istemsizce. "Eve gidelim, lütfen."
Saçlarımın üzerinde bir el hissettim. "Eve gidiyoruz canım," Yağmur hüzünlü bir sesle fısıldadı. "Sorun yok Tali, eve gidiyoruz."
"Tamam." Diye onayladım. "Eve gidiyoruz."
Gözlerimi odamdaki loş aydınlağa açtığımda bir süre kendime gelemedim. Sıkıntı içinde parmaklarımı saçlarımdan geçirdikten sonra yan döndüm. Gözlerim kitaplığımda gezindi. Dudaklarımda tatlı bir tebessüm olduğunda doğruldum.
Milena'ya mektuplar, Franz Kafka. Sayfa 209, diye geçirdim içimden.
Ardından ayağa kalkarak kitaplığa gittim. Kenardaki ışık düğmesine basarak klasik rafımdan indirdiğim kitabın sayfalarını karıştırmaya başladım. Ve aklımdaki sayfada çizili cümlede gözlerimi gezdirdim.
Bu başıboş dünyada mümkünse benden vazgeçme, seni bir kez, bin kez, şuanda ya da belki her an hayal kırıklığına uğratsam da. Aslında bir rica değil bu, hem de sana yönelik bir rica hiç değil, ama nereye yönelik olduğunu bilmiyorum. Bu sadece sıkışmış bir göğsün, sıkışmış bir nefesidir.
Kaşlarım çatıldı. Çok fazla kitap okusam bile emindim. Bu satırları ben çizmemiştim. Çizdiğim satırlarda çok kez göz gezdirir, üzerinden yıllar geçse bile okuduğumda çizerken ne düşündüğümü hatırlardım.
Kafamda yerine oturmayan çok fazla şey vardı. Hafızamda cevap bulmayanlar vardı. Ve ben bunları kurcalayamadan kapı çalındı.
"Teyze!" Minik canavarım coşkuyla seslendi. "Uyan artık! Akşam oldu!" Cevabımı beklemeden içeriye daldığında beni kitaplığın önûnde buldu. "Ya teyze! Uyandıysan yanıma niye gelmiyorsun?" Gerçekten bu kadar uyumam normal değildi.
"Daha az önce kalktım teyzem," kitabı yerine yerleştirip kollarımı açtım. "Koş bakayım teyzeye!"
Kollarıma atılıp dengemi sarstığında gülmeye başladı. Kendimi toplayıp onu yere yatırdığımda karnını gıdıklamaya başladım. Çığlığa benzeyen kahkahaları odamı doldurdukça neşemi yerine getiriyor, beni hiç olmadığım kadar mutlu hissettiriyordu.
O benim bir tanemdi be! Teyzesi yerdi onu! Yer yer doyamazdı!
"Oh," sesli bir nefesle yanaklarını öpmeye başladım. Boynunu gövdesine çekip saklanmaya çalışsa da kaçamayarak saldırılarıma maruz kaldı. "Ya rabbim seni bana öpeyim diye yollamış. Şeker misin sen? Bal gibi misin? Kurban olurum ben sana ya!"
"Nefes alamıyom!" Diye bağırdı kahkahaları arasında. "Teyze!"
"Ulan boğdun kızımı!" Diyen ablam kapıda göründüğünde Lorin bir umut bu sefer annesine bağırdı.
"Anniş! Teyzem beni gıdıklıyor! Kurtar beni!"
"Geldim annem," Lorin'i bırakıp odanın diğer köşesine koşmaya başladım. Odanın içindeki koşuşturmacaya arlanmaz uslanmaz Lorin de katıldı. Ablam beni, Lorin ablamı kovalıyordu. "Kaçma kız! Gel buraya, intikamımız çok gıdıklamalı olacak!"
"Gelme üzerime katil!" Diye bağırıp kapıya koştuğum an ablam ensemden kavrayıp geriye çekti. Dengemi kaybedip arka üstü devrildiğimde arkamdaki ikiliyi de yere sermiştim. "Abla bir gün belanı bulacaksın, biliyorsun değil mi?" Dedim nefes nefese. Sanırım ayağımı burkmuştum.
"Ben buldum ablacım, ama sen hâlâ arıyorsun." Dediğinde gülmeye başladım. Kesinlikle belamı arıyordum.
Koşuşturmacamızdan dolayı nefes nefese olduğumuz yerde yatarken Lorin birden ayağa fırladı. Elleri belinde başımıza dikildiğinde ablamla birbirimize yine napıyor bu bakışı attık.
"Hadi toplayın maskelerinizi, babamlara maske yapalım."
"Ne yapalım?" Derken doğruldu ablam.
Ben de gözlerimde parıltılarla doğruldum. "Ben idmanlıyım abla, bir formaya kanıyorlar."
"Ne?" Ablam ikimize şaşkınca baktı. "Babam ve Mustafa aynı anda bunu asla yapmaz."
"Babam bende anniş," Lorin elini güven verici bir ifadeyle annesinin omzuna yasladığında ben de diğer omzuna yasladım. "Ben öperim babamı ikna olur."
"Ben de bizim babamızı öperim abla," dedim keyifle. Lorin benim yan sanayim olabilir miydi acaba?
"Tamam," diyerek pes ettiğinde Lorin'le zafer gülümsememizi takınıp çekmeceden maskeleri kaptığımız gibi aşağıya koştuk. Babamlar akşam yemeğinden önce salonda oturmuşlardı. Bizimkiler akşamki halime nasıl bir yalan uydurmuşlardı bilmiyordum ama artık yapacak bir şey yoktu.
"Babam!" Diye bağıran Lorin ellerindeki iki maskeyi sehpaya koyarak Mustafa abinin üzerine tırmandı. Yanağını öpücüğe boğarken babasından da kocaman bir sarılma ve birkaç öpücük kapmıştı.
"Kızım," Lorin'in önüne gelen saçlarını itekleyerek kocaman gülümsedi. "Ne yaptın bakayım sen?"
"Çikolatamı yedim, teyzemi uyandırdım," babasının kucağındayken ellerini çenesinin altında birleştirip dudaklarını büzdü. "Bir şey istiyim mi babam?"
Şimdi gel de yok de bu kıza ama.
"İste tabii bir tanem," dediğinde dayanamayarak tekrar öpmüştü kızını. O sırada bakışlarım kendi babama kaydı. Onu görmeden kendisini babasının kucağına atan torununa burun kıvırıp gözlüğünü düzeltti.
Koltukların arasından süzülüp yanında boş kalan yere oturduğumda sarılıp başımı omzuna yasladım. Ben Lorin gibi babamın kucağına sığacak yaşı çoktan geçmiştim. Ama babamın yine de beni sarmalayacağını bilirdim.
Öyle de yaptı. Bir koluyla beni hoyratça sardığında gülümsememe engel olamadım. O kadar yumuşak sevemezdi benim babam. Eli o kadar hafif değildi. Gücünü de konrtol edemezdi. Biz de zaten onu böyle seviyorduk. Devasa sarılışıyla, birden gelen sevgi seliyle ve bazen saçımızı okşarken bile fark etmeden sertleşen dokunuşuyla.
Aslında çok dikkat ederdi. Canımız yanmasın diye küçükken ne kadar dikkatli olduğunu biliyordum. Annem daha bebekken ne ablamı ne de beni korkmadan eline alamadığını söylerdi. Şimdi bile beni fazla sarstığını fark eder etmez muzip bir gülümsemeyle yüzüme bakıp tutuşunu gevşetti.
"Babiş," dedim ben de Lorin'in misali. Ablam benim ikizimi doğurmuştu ama haberi yoktu galiba. "Ben de senden bir şey isteyeceğim."
Baktı baktı baktı. "Kitap mı alıyorsun yine?"
"Siz yine Alper itiyle ne iş karıştırdınız?" Dedi şüpheyle.
"Enişte ben bir şey yapmadım ya!" Diye bağırdı Alper. "Ben niye arada kaynadım
Baba kız ona sen hiç konuşma bakışı attık. Ardından Lorin'le aynı anda bombayı patlattım. "Baba sana maske süreyim mi?"
Mustafa abi dehşet içinde, "ne maskesi?" Diye sorarken babam dinginlik içinde, "ben de bir şey yaptın sandım," demiş bulundu.
Ve damadını çok seven babam sinsi bir bakışla ona döndü. "Kız babasından kız almak kolaydı, şimdi senin de kızın var Musto. Görelim hünerlerini. Bundan bir yirmi yıl sonra senin gibi bir hanzonun tekini alır gelirse görürüm o zaman kız vermek nası bir şey."
"Baba beddua mı ediyorsun ya?" Diye sızlanıp kızını göğsüne çekti. Bense gülmemek için kendimi zor tutuyordum çünkü parktaki Aras aklıma gelmişti. Ve ben ailenin erkekleri kadar kıskanç değildim. En azından Lorin konusunda. Bu yüzden o ikisini shipliyordum. "Vermem ben kızımı ite kopuğa."
"Ben de vermem diyordum da benimki biraz safoz çıktı. Kandırmışlar." Kahkahamı engel olamadığımda eniştemden ters bir bakış aldım.
"Sen benden bir daha kitap istersin baldız, o zaman görüşürüz seninle."
"Uğraşmayın kocamla ya," diyen beyköylü ablam da ortama teşrif ettiğinde ona burun kıvırıp daha da yaslandım babama.
"Bence ablamı evlatlıktan at baba. Ben hâlâ evlenmedim, tek evladın benim bence. Akıllı uslu oturuyorum evinde."
Ama Han'dan gelen bir yüzükle beni de evlatlıktan reddedebilirsin babiş. Şüpheli bir durum. Hemen evet derim. Kaçıramam.
"Yarın derbi var," diyen babamla doğruldum. Dünden razıydım. Alt tarafı bir forma giyip bizim takımı takip edecektim. "Beşiktaş forması giyersen yapabilirsin."
"Kime karşı oynuyorsunuz?" Diye sordum sırf meraktan.
Duyduğum takımla dönüp ablama acıklı bir bakış attım. Geçmiş olsundu çünkü koyu beşiktaşlı babama Galatasaraylı bir damat getirerek o kadar da iyi yapmış olamazdı.
"Giyerim tabii babam," babamın yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra sehpadaki maskelerden birini alıp babama döndüm.
On dakika sonra evdeki herkes maskeli bir şekilde oturuyordu. Lorin hariç, ona ablam bebek kremi sürmüştü.
"Yüzüm yumuşadı galiba," Alper dirseğiyle beni dürtünce göz devirip koluna vurdum. "Kız vallahi diyorum. Bir de güzel kokuyor bu şey."
"Yarın televizyonu yerine sabitle," diye fısıldadım. "Çünkü bir evin içinde üç tane Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş hayran varken en ufak bir penaltı hayatımızı kaydırabilir."
Alper duraksadı. Gözleri kendi babasını aradı. "Sen şunu beş yap."
"Babam beni evlatlıktan reddeder." Ona göz devirerek doğruldum. Maskelerin süresi dolmuştu. Ben babamınkini özenle çıkarıp temizliğini yaptıktan sonra odama çıkacağımı söyledim.
"Dersler nasıl kızım?" Diyen babamla sorgulayan bir bakış attım. Babam hâlâ mezun olduğumu bilmiyor olamazdı, değil mi? Daha geçen gelip konuşmuştu benimle.
"Yani," diye geveledim. "İdare eder."
Huzurlu bir ifadeyle başını salladı. "Halledersin sen. Güveniyorum ben sana."
"Sağol baba." Salondan çıkmadan önce Alper'e ve amcama hemen peşimden gelmeleri için işaret yaptım. Odama çıkan koridorda beklerken dakikalar içinde kapıda göründüler. "Babam ne dersinden bahsediyor?"
Alper elini acıklı bir ifadeyle omzuma koydu. Gözlerinde sahte bir üzüntü vardı ve gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Geçmiş olsun kuzi, artık kpss çalışıyorsun."
"Çalış çalış," geriye dönüp misafir odasına yok alırken ağzım bir karış açık ardından bakıyordum. "Çalışmayana ekmek yok. Her yer babanın evi mi?"
Amcam omuz silkti. "Zamanı gelmişti."
Benimse omuzlarım düştü. "Bunu istemediğimi biliyorsun."
"İstediğini biliyorsun. Kendini kandırma."
Geriye döndüm. Ev ahalisi yatarken bile ben saatlerce bir boşluğa bakıyordum. Yemekte de durgundum. Bulaşıklara yardım edip meyve ikram ederken de.
Bir kitap alarak balkona geçtiğimde karşılaştığım manzara karşısında öylece kalakaldım. Han balkonundaki koltukta oturmuş elinde yarısı boş bir içki şişesi tutuyordu. Gelişimle gözleri beni buldu.
Ve ızdırap dolu sesinden tek bir şey duydum. "Gerçekten hiç mi hatırlamıyorsun beni?"
Ama hatırlamasam da hissettiğimi bilmiyordu.
"Hiç," diye fısıldadığımda kalbimi kıran acının içinde gözlerimden bir damla kayarak yanağımda süzüldü.
Gözlerini alkoden zor aralıyordu ama o bir damlayı gördü. Kasıldı. "Ağlama." Dudaklarında yarım bir tebessüm oluştu ve bu göğsümdeki nefesi daha da sıkıştırdı. "Hatırlamak zorunda değilsin. Boşver be güzel peri, sen yaşamana bak."
Ne olduğunu bilememek beni korkutuyor.
Bir tık alengirli bir bölümdü be. Komplo teorisi olan??1
Instagram hesabı: yazarcennomi
Okur Yorumları | Yorum Ekle |